AK Parti'nin derin milliyetçi damarı

AK Parti'nin derin milliyetçi damarı

Doç. Dr. Ferhat Kentel'e göre AK Parti’nin içindeki derin milliyetçi damar ortaya çıktı.

AKP’NİN kurulduğundan bu yana bir koalisyon partisi olduğu tespitini yapıyor İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ferhat Kentel. Her ne kadar İslamcılık damarı öne çıkıyorsa da Kentel’e göre, parti içinde dibine kadar muhafazakâr, devletçi, milliyetçi birtakım unsurlar da var.

“Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu ve şimdi anlıyoruz ki Vecdi Gönül gibi tam da bu yerleşik dilin insanları alındı partiye. Hepsi de bir tür derin devletin tezahürü olabilecek insanlar... Ve şimdi bu unsurlar parti içinde ağırlığını artırıyor. AKP’nin içindeki o derin milliyetçi damar dışarı çıkıyor!”


En büyük değişim hangi partide yaşanıyor sizce? CHP’de mi, AKP’de mi?

En azından kelimelerdeki, cümlelerdeki değişime baktığınız zaman en büyük değişim CHP’de gözüküyor.

Sözlerdeki değişim başka türlü bir değişimi de beraberinde getirir mi? CHP’de taşlar yerinden oynar mı?

Oynar tabii... Bu kadar radikal adımlar muhtemelen CHP içinde de hareketlere neden olacak. Bazı insanlar CHP’yi, ‘hain’, kendisine ihanet eden parti olarak nitelendirip terk edecekler. Başka yerlere gidecekler belki. Ama şöyle bir şey de olacak en azından daha dışarıda kalan, CHP’nin klasik seçmen tabanına uymayan ya da en azından kendini orada görmeyen insanlar tarafından CHP’ye doğru bir oy kayması da olacak.

CHP’deki değişim önemli

Bunlar kimler olabilir?

Bir tür demokratlık tanımı içinde ele alınabilecek, devletin otoriter politikalarını beğenmeyen, bunun için AKP’ye gitmiş olan, biraz sol liberal insanlar tam da bu vesileyle, Erdoğan otoriterleşirken CHP’ye yönelebilirler. Ayrıca CHP’ye karşı aydınlardan gelen tepkiler büyük ölçüde tırpanlanmış olacak. Onun için CHP’deki değişim daha önemli.

Tabii olumlu da?

Evet... AKP’deki değişime baktığınız zaman, bu parti bir koalisyon. Yani sadece İslamcılık damarının olduğu bir yer değil. Dibine kadar muhafazakâr, devletçi, hatta sağcı diyebileceğimiz birtakım unsurların da olduğu bir parti. Ama parti ve arkasındaki toplumsal harekete baktığınız zaman, Türkiye’de modernleşme politikalarına karşı alternatif bir modernleşmeyi savunan, muhafazakâr kesimin kendisini anlatmak istediği, kabaca İslamcılık diye özetlediğimiz o hareketin bir parti haline dönüşmesiydi. Ama bunu yaparken AKP, toplumdaki farklı sesleri de içine kattı. 2002’yi hatırlayalım, tam parti kurulurken, Kürt şehirleri de dahil Türkiye’nin her tarafından AKP’ye inanılmaz bir ilgi vardı. İnsanlar AKP’nin taşıdığı o çoğulculuğun içinde kendilerini bulabiliyorlardı. Ama parti dediğiniz şey bir tür nesneleşme hali. Grupların adlarının, milletvekili sayılarının tespit edilmesi demek. O yüzden AKP kendine ad koydu ’Biz muhafazakâr demokratız’ dedi. Bütün o karmaşık duyguları bir cümlede özetlemek gerekiyordu çünkü. Ayrıca şu ya da bu gruplara mesaj vermek için sembolik birtakım isimler kondu partiye.

Mesela?

Cemil Çiçekler, Abdülkadir Aksular ve şimdi anlıyoruz ki Vecdi Gönül gibi insanlar tam da bu yerleşik dilin insanları alındı partiye. Bütün bunları düşündüğünüz zaman, yani İslami hareket, çoğulculuk, toplumsal muhalefet, sağcılık, bir tür derin devletin tezahürü olabilecek insanlar dediğiniz vakit, tam da bu durumda AKP içindeki o derin milliyetçi damar dışarı çıkıyor. Ve Erdoğan’
ın da Dengir Mir Mehmet Fırat yerine Abdülkadir Aksu’yu getiriyor olması ciddi bir şekilde parti içindeki güç dağılımında daha devletçi olan çizgi veya kadrolarla bir müddet devam edileceğini gösteriyor. Ancak Erdoğan bir tarafıyla çok pragmatik bir siyasetçi olduğu için, yarın öbür gün bu söylemden vazgeçebilir. 2005’te Kürt sorununun barışçıl çözümüyle ilgili bir laf etti, 2008’de tam tersi bir laf etti. Böyle inişli çıkışlı bir dil kullandığı için bugünkü değişimi çok radikal bir değişim değil gibi geliyor bana. Yine değişebilir.

Peki dün belirttiğiniz gibi sadece Batı’dan oy almak için mi yapıyor bunu Erdoğan?

Bir ucuyla evet, Batı’dan oy almak için. Ama orada psikolojik faktör önemli rol oynuyor. ’Ben artık muhalefet olmak istemiyorum’ diyor. Bu güçlü baba imajını vermek de galiba o yüzden önemli oluyor.

Erdoğan da bir sembol

Yerel seçimler öncesi, daha önce AKP’ye oy vermiş olanlarda da bir rahatsızlık olduğu görülüyor. Seçim anketleri bunu gösteriyor...

Neoliberal politikalardan rahatsız olan, aslında bir şekilde sosyal adalet konusunda mağdur olmuş olan kesimlerin AKP’yle bağlantısı şu anda ancak o kültürel kimlik vasıtasıyla olabilir. Yani daha muhafazakâr, geleneksel, İslami birtakım öğelerin olduğu ama İslamcı değil, başka birtakım duygularla içiçe geçmiş bir aidiyat hali AKP’ye olan desteği sürdürebilir. Yani kabaca şöyle diyor vatandaş ’Neoliberal ekonomi politikaları beni sıkıntıya soktu, dükkanımı açıyorum, siftah edemeden kapatıyorum. Alım gücüm azalıyor, patron maaşımı düşürüyor, işten çıkarıyor. Bütün bunlar içinde yine de benim kendimi yakın hissetttiğim, beni anlayabilecek olan parti AKP. Çünkü onlar bana benzeyen insanlar. Ben bana benzeyen insanlara oy veririm. Baykal bana benzemiyor.’ Geleneksel muhafazakâr kesimler açısından baktığımız zaman, Baykal hiç onlara benzemeyen birisi. Konuşmasıyla, tarzıyla, seçkinci tavrıyla, en azından şimdiye kadar öyleydi... Siyasette önemli olan sadece bir ideoloji ya da program değil zaten. Birtakım yakın hissedişler, hatta bazen bir oyunun içinde taraf olmak. ’Ben onunla birlikte hayatın içinde bu oyunumu oynuyorum’ demek...

Aynı zamanda geleceğe ilişkin umut da olması lazım... Yani ben de günün birinde o makama gelebilirim, ben de zenginleşebilirim diye...

İslamcı hareket içinde ilk en bariz olay Erbakan’
ın kızına yaptığı düğündü. İnanılmaz şaşaalı bir düğün oldu. Açıkçası o dönem İslami kesimden, ’Biz Müslümanız, böyle lükstü, kibirdi, gösterişti bizim işimiz değil. Burada bize uymayan bir şey var’ denmesini beklemiştim. Bunlar da söylendi belki ama kıyıda köşede kaldı, kamusal alana yansıması çok cılız oldu. Hakim olan hedonist bir mantıktı... Arjantin’te, bütün o mücevherleri ve kürkleriyle Peron, yoksul halkın karşısına çıkar, halk da ona hayran hayran bakardı. Çünkü halkın gerçekleştiremediği bütün hayalleri somutlaştıran kadındı Peron. Bir semboldü. Dolayısıyla Erbakan da bir semboldü. Ve Erdoğan da muhtemelen o sembole tekabül ediyor olabilir.

Vahşi kapitalizmin sonucu

Bir de şöyle bir şey var bütün o liberal politikalar ne demek? Köşeli olacak ama vahşi kapitalizmin bir sonucu bu. Herkes için herşey mübah. Bugün en dürüst olan insan bile borcunu ödeyeceği zaman üç ay sallıyor, alacağını zamanında istiyor. Bu bir yandan çok kabul edilen, çünkü herkesin yaptığı bir şey. Yani ’kapitalizm içinde zaten herkesin yaptığı uygulamalar vardır’ diyerek birtakım pratikleri öğreniyor ve benimsiyoruz. Ama bunu yaptığınız takdirde iki adım daha atar, parayı bir sene sonra ödersiniz. Ya da ödemezsiniz. Böyle böyle kaliteniz düşer. O zaman da ’Zaten başkalarının kalitesi de düşüyor’ dersiniz. Galiba Türkiye’de genelde ahlakın çöküşü diyebileceğimiz böyle bir durum var.

CHP’YE GELECEK OY, GİDECEK OYDAN FAZLA OLACAK

CHP’nin son açılımlarının daha önce devletin otoriter politikalarını beğenmeyen, bunun için AKP’ye oy vermiş olan sol liberal insanları, tam da Erdoğan’
ın otoriterleştiği bu süreçte yeniden CHP’ye yöneltebileceğini söylüyor Ferhat Kentel. Peki ya çarşaf meselesi sebebiyle CHP’ye küsenler? Kentel’e göre, gelecek oy, gidecek oydan daha fazla olacak!

Vatan / Mine ŞENOCAKLI
Foto: İlker AKGÜNGÖR