Ardıç, Tahşiyeciler grubunun kim olduğunu ve operasyonun detaylarını açıkladı

Ardıç, Tahşiyeciler grubunun kim olduğunu ve operasyonun detaylarını açıkladı

Eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç, 14 Aralık Operasyonu'na zemin oluşturan Tahşiye grubunu anlattı. Ardıç, bu gruba yönelik operasyonun dönemin Emniyet Genel Müdürü ve halen AK Parti milletvekili olan Oğuz...

Eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç, 14 Aralık Operasyonu'na zemin oluşturan Tahşiye grubunu anlattı. Ardıç, bu gruba yönelik operasyonun dönemin Emniyet Genel Müdürü ve halen AK Parti milletvekili olan Oğuz Kaan Köksal'ın onayıyla yapıldığını söyledi. Operasyonda gözaltına alınan şüphelilerden birinin bombalarda parmak izi bulunan polis hakkında mahkeme sürecine kadar suç duyurusunda bulunmamasına da dikkat çeken Ardıç, "Şimdi talihsizlik şu ki; şüphelinin parmak izi poşetin üzerinde çıkmamış. Çıkmayınca malum günümüzde algı süreçleri ile bu operasyonel süreçler yürüyor. Bulunmaz bir nimet oraya çıktı. Algı için o güzel bir malzeme ortaya çıktı ki, üzerine çıkıp tepinin bunun üstünde... Böyle yapıyorlar, şu an üzerine çıkıp tepiniyorlar..." dedi.

Bugün TV'de Tarık Toros'un sunduğu programa konuk olan Ardıç, Tahşiye grubuna yönelik 2010 yılından düzenlenen operasyonun detaylarını anlattı.

"2008 yılında polisin başlattığı istihbari bir çalışma var. Tahşiye grubu merkezi Muş'ta bulunan Mehmet Doğan isminde bir kişinin liderliğini yapmış olduğu dini bir cemaat görünümünde bir grup. Aslında kendilerini Risale-i Nur cemaatinin bir kolu gibi tanımlamış Mehmet Doğan. Ancak bakıldığında Mehmet Doğan şiddeti tavsiye eden, terörü teşvik eden yaklaşımlar içinde olduğu görülmüş. Polisin çalışmalarında da tespit edilmiş. Operasyona da bu konu olmuş zaten." diyen Ardıç, şöyle devam etti: "Ama Risale-i Nur camiasının temsilcilerine baktığımızda geçmişten bu zamana terörist faaliyetlerle ilgileri olmayan, daha çok cihat tanımını Allah'ı, dini, İslam'ı anlatmak ve bunu yaşamak üzerine bina edilmiş bir yaşam tarzını benimsemiş insanlar olarak görüyoruz. Mehmet Doğan her ne kadar kendisini Risale-i Nur camiasının bir kolu gibi tanımlıyor olsa bile daha sonra sohbetlerinde özellikle El-Kaide terör örgütünü öven ve bu El-Kaide terör örgütünü Mehdi'nin dünyaya teşrifinden önceki süreçte uygun ortam hazırlamak üzere vazifelendirilmiş İslam'ın ordusu olarak tanımlayan, cihadı silahlı bir mücadele olarak tanımlayan ve insanları bu farz olduğunu ifade ettiği silahlı cihat eylemlerine teşvik eden bir kişi. Sohbetlerinde var, kitaplarında bunları anlatıyor."

Ardıç, "Polis takibi sürecinde silahlı bir eylem görülmemiş. Bunun da nedeni zaten yazdığı kitapta da belirtiliyor. 'Esrarname' diye bir kitap yazmış, kitabın diyor ki, 'Silahlı mücadele için yeterli gücümüz yok, yeterli kuvvet elde edeceğimiz ana kadar bizim farz olan bu cihadı tehir etmiş durumdayız. Ama yeterli kuvveti elde ettiğimizde cihat nasıl yapılır göstereceğiz' diyor." ifadelerini kullandı.

"EL-KAİDE'YLE İLETİŞİMLERİ TESPİT EDİLDİ"

Operasyonun başlama sürecini de ayrıntıları ile paylaşan Ardıç, şu bilgileri verdi: "Operasyon neden 2010'da yapılıyor? Şöyle bir gelişme görüyor arkadaşlarımız; özellikle Afganistan'la ve Kuzey Irak'taki silahlı El Kaide grupları ile iletişimlerini artırdıkları ve oralara silahlı militan gönderme yönünde bir teşebbüslerinin olacağı yönünde bir beklenti görüyorlar. Çünkü takibin ilk süreçlerinde böyle bir ilişkiyi direkt olarak oradaki silahlı gruplarla görmezken, bir süre sonra oradaki irtibatların kurulmaya başlandığı görülüyor. Ve buralara silahlı elemanların Türkiye'den vatandaşlarımız konumundaki ve bu grubun müntesibi olan ve bu anlayışı benimsemiş bir takım insanların sevk edilme riskini gördüğünden dolayı polis de bir operasyon süreci başlatıyor."

"OĞUZ KAAN KÖKSAL ONAYLADI"

Ardıç, şöyle devam etti: "Operasyon sanırım 23 Ocak 2010 tarihinde yapılıyor. Bu operasyonun icra edilmesinden önce (dönemin) İstanbul Emniyet Müdürümüz Sayın Hüseyin Çapkın bir yazı yazıyor Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı'na... Çünkü operasyonun istihbarat ayağındaki işlemler ilk olarak orada başlamış, devamındaki adli işlemler terör birimince yürütülürken, İstihbara Dairesi de bir koordinasyon yürütmüş ve İstihbarat Dairesi'ne yazı yazılıyor, bir operasyona dönüştürme konusunda 'olur' isteniyor. O dönemdeki İstihbarat Daire Başkanımız Sayın Hüseyin Namal bir 'makam oluru' yazıyor. Hali hazırda iktidar partisinden de milletvekili olan o dönemin Emniyet Genel Müdürü Sayın Oğuz Kaan Köksal imza atıyor, onaylıyor bu operasyonu. Kendileri daha önceden de detaylı bir şekilde brife ediliyorlar, bilgi sahibiler bu operasyon süreci ile ilgili... Hatta onlar üzerinden Sayın Bakan da bilgilendiriliyor operasyon öncesinde... Ve operasyon icra ediliyor. Yapılan operasyonda 3 tane el bombası, 7 silah, 1 sis bombası, muhtelif El-Kaide terör örgütü ile ilintisini ortaya koyabilecek ya da örgütsel doküman niteliğinde denebilecek bir takım dokümanlar ele geçiriliyor."

"POLİS 'PARMAK İZİM VAR' DİYE EKİBİ UYARMIŞ"

"Özellikle bir noktanın altını çizmek istiyorum; dün (15 Aralık) Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç basına yaptığı açıklamada şöyle bir şey ifade ettiler; bu el bombalarının üzerinde polisin parmak izleri çıkmış. Başka da şüphelilerin parmak izleri çıkmamış. Dolayısıyla burada şu mana çıkıyor anlattıklarından; zaten savcılar da bunu iddia ediyorlar. Bu bombaları polis koydu diyorlar. Ve Sayın Başbakan Yardımcısı da bunu teyit eden bir açıklama ile polisin bu bombaları koymuş olduğu yönünde bir algı üretecek, sonuç doğuracak bir açıklama yaptılar." diyen Ardıç, şu detayları paylaştı:

"Bir defa bu olay şöyle bir hadise; Bahçelievler'deki bu Tahşiye grubunun örgüt mensubunun evine operasyon sabahı ekipler gidiyorlar. Aramada bir tane muhtar azası, şahsın kendisi hazır bulunuyor. Hazirûnun nezaretinde kapıyı da -şahıslarla dışarıda buluşmuşlar- şahıs açıyor. Yani şahıs evdeyken polis gitmiş değil. Başka bir adreste bulunuyormuş, orada alıyorlar ve gidiyorlar adrese. Şahıs kapısını açıyor, içeri girip aramaya başlıyorlar, hazirûnun ve şahsın nezaretinde... Görevlilerden bir tanesi, genç bir memur bir kanepeyi kaldırdığında bir poşet görüyor. Bu poşeti açtığında içinde 3 tane el bombası görüyor. Bu arada o poşete dokunmuş oluyor tabi. Ve bombayı görünce silahlı bir grubun varlığı konusunda ön bilgisi de var bu arkadaşlarımızın. Sonuç itibariyle ekip amirine 'bomba var burada' diyerek o poşetleri gösterdiğinde o kıdemli memur da poşeti alıyor elinden, muhafazalı bir yere bırakıyor. Hemen bomba uzmanı ekip çağırılıyor. Aynı zamanda delil araştırması yapılması gerekiyor, parmak izi incelemesi... Çünkü poşetin içinde... Parmak izi incelemesi yapılabilmesi için yine bizatihi bu arkadaşlarımız tarafından Olay Yeri İnceleme ekiplerimiz çağırılıyor. Geliyor bomba imha şubesi, gerekli tedbiri alıyor ve bu tedbirden sonra özellikle de o poşet içinde parmak izi incelemesi için çalışma yapmak üzere muhafaza altına alıyor olay yeri incelemesi... Bu arada görevliler uyarıyorlar, diyorlar ki; 'Biz bu poşete dokunduk, poşetin üzerinde bizim parmak izlerimizin çıkması muhtemel... Böyle bir durumda, genelde polisin delil araştırması esnasında gayri ihtiyari olarak dokunmuş olduğu bir delil üzerinde parmak izi incelemesi yapılacaksa uygulama şudur, tutanağa da geçilir bu; o görevlilerin parmak izleri alınır, mukayese amaçlı olarak alınır. Yani olayla ilgili bir fail pozisyonunda olmuş olmasından kaynaklı değil. Bu görevlilerin kendi talebi üzerine kendi parmak izleri Olay Yeri İnceleme Şubesi tarafından alınıyor ve yapılan incelemede üç farklı parmak izi bulunuyor. İkisi polis memurlarına ait, bir tanesi tanımlanamayan bir kişiye ait."

"ŞÜPHELİ İKİNCİ DURUŞMAYA KADAR SUÇ DUYURUSUNDA BULUNMUYOR"

Ardıç, "Şüpheli diyor ki, 'bu bombalar bana ait değil'. O arama esnasında hazirûn olan da buna şahit. Arkadaşlarımız da bu beyanlarını geçiyorlar tutanağa... Daha sonra polis, savcılık ifadesi ve mahkeme sorgu sürecinde tutuklanıyor. Şimdi bu süreçte kendisine ait olmayan bir bomba ile ilgili olarak evinde böyle bir şey bulunmuşsa bu şahsın bir suç duyurusu yapması beklenir, sadece 'bana ait değildir' şeklinde bir ifade ile... Tabi ki polis onu kayda geçecek, savcıyı bilgilendirecek... Kişinin bir suç duyurusu ile avukatı ile beraber bu sürecin peşini kovalaması beklenir. Savcının nezdinde de bunun peşini kovalaması beklenir. Hiçbir hareket yapmıyor şahıs. Aylar sonra iddianame tamamlanıyor, duruşmalar başlıyor. Sanırım ikinci duruşmada avukatın da bilgilendirmesi ile bu poşet üzerinde parmak izi bulunan görevlilerin bunu koymuş olabileceği iddiası ile mahkemeye bir beyanda bulunuyorlar. Neden o süreçte bunu söyleyebiliyorlar? Çünkü parmak izlerinin kendi müvekkilinin ya da şüphelinin kendisinin, kendisine ait bir parmak izi ya da örgüt mensuplarına ait bir parmak izinin çıkmamış olduğunu iddianamenin kabulünden sonra, dosya verilerinin tüm taraflara açık bir şekilde verilmesinden sonra görüyorlar ve ondan sonra harekete geçiyorlar. Yani bakıyorlar ki sadece polislerin parmak izi var." diye konuştu.

"POLİSİN ELDİVEN TAKMAMASI ELEŞTİRİLEBİLİR"

Ardıç, şöyle konuştu: "Şimdi orada bir tane de tanımlanamayan, yani o örgütte işlem yapılan bir kişi ile alakalı bir parmak izi değil, üçüncü bir parmak izi. Sonuçta örgüt mensuplarından birisinin parmak izi çıkmamış. Pratikte bunun bir açıklaması var. Yani onu oraya koyan bir eldivenle bırakmış olabilir, parmak izi bırakmadan. Bugün hırsızlar bile ellerine eldiven takıp iz bırakmamak için hırsızlık yapıyorlar. Ancak o süreçte polislerin eldivensiz buna dokunmuş olmaları eleştirilebilir. Ki 2010 yılından sonraki süreçte -ben de İstanbul'a 2009'da atandım- bu aramalarda eldiven kullanılmamış olmasını gördüğümde bunun önemli bir eksiklik olduğunu diğer şubelerdeki arkadaşlarımızla da görüştük. Bütün şubelerimizde eldiven kullanımını bir standart haline getirdik. 2010'un bir sürecinden sonra artık tüm aramalarda tüm görevliler eldiven takar hale geldiler. Ancak daha öncesine baktığımızda bu konuda bir eksikliğin varlığı eleştirilebilir."

"ÜZERİNDE TEPİNİYORLAR"

Ardıç, son olarak şunları kaydetti: "İki şeye dikkatinizi çekmek istiyorum; bu şahıslar neden aylar sonra sadece polislerin parmak izinin varlığını öğrenecekleri ana kadar herhangi bir suç duyurusunda bulunmuyorlar; ta ki ikinci duruşmada, aylar sonra bu durumu öğrendikten sonra polisleri suçlayıcı bir şeyle kendilerini kurtarma gibi bir yaklaşım ortaya koyuyorlar? Bunun göz önünde bulundurulması gerekiyor. İkinci husus; bombayı polislerin koyduğu iddia ediliyor ya, kötü niyetli olan bir polis Olay Yeri İnceleme Şubesi'ni oraya niye çağırır? Kendisi gönüllü olarak parmak izi mukayesesi yapmak üzere neden parmak izinin alınması ister? Ve neden aynı gün mukayese için parmak izini verir? Şimdi talihsizlik şu ki; şüphelinin parmak izi poşetin üzerinde çıkmamış. Çıkmayınca malum günümüzde algı süreçleri ile bu operasyonel süreçler yürüyor. Bulunmaz bir nimet oraya çıktı. Algı için o güzel bir malzeme ortaya çıktı ki, üzerine çıkıp tepinin bunun üstünde... Böyle yapıyorlar, şu an üzerine çıkıp tepiniyorlar..." CİHAN