Başkanlık sistemi için sert eleştiri

Başkanlık sistemi için sert eleştiri

Ankara bağımsız milletvekili Haluk Özdalga, AK Parti'nin Başkanlık sistemi için ''dezenformasyon kampanyası'' eleştirisinde bulundu.

Ankara bağımsız milletvekili Haluk Özdalga, ''Başkanlık sistemini getirmek isteyen AKP, son günlerde kamuoyuna dönük bir dezenformasyon kampanyası yürütüyor'' dedi.

Bu siyasi kampanyanın öncülüğünü, hiç umursamadan Anayasa’yı ihlal etmeyi sürdüren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yapıyor. Gerçek dışı ve çarpıtılmış iddiaları, gerçekmiş gibi kamuoyuna sunuyorlar. İşte bazı örnekler:

-Dünyanın gelişmiş ülkelerinin büyük çoğunluğu başkanlık sistemi ile yönetiliyor.

-Yürütmenin yasamayı tahakküm altına alması, sadece parlamenter sistemde mümkündür. Başkanlık sisteminde bu mümkün olamaz ve o nedenle kuvvetler ayrılığı garanti altına alınır.

-Koalisyon diye bir şey olamayacağı için, başkanlık sistemi siyasi istikrarı garanti eder.

Bunlar AKP ve Erdoğan tarafından piyasaya sürülen çarpık ve içi boş propagandanın sadece bir bölümü. Gerçek durum şöyle: Dünyanın gelişmiş ülkelerinin neredeyse tamamı, parlamenter sistemi benimsemiştir. Tek istisna, her yönüyle Türkiye’den çok farklı özellikler taşıyan Amerika’dır. Sadece bu durum dahi, bizim başkanlık sistemine geçmemizin son derece yanlış olduğunu göstermek için yeter.

Kuvvetler ayrılığı

Başkanlık sisteminde yürütmenin yasamayı tahakküm altına alamayacağı, büyük bir yutturmacadır. Çünkü hükümetin meclisi kontrol edip etmemesini belirleyen temel unsur hükümet sistemi değil, o meclisi oluşturan milletvekillerinin nasıl seçildiğidir. Eğer bir lider kimin milletvekili seçileceğini belirleme yetkisine sahipse, o lider seçimleri kazandıktan sonra başbakan da olsa, başkan da olsa, meclisi tahakküm altına alır, kuvvetler ayrılığı ortadan kalkar. O kişi Erdoğan veya bir başka lider olabilir. Ayrıca seçim sisteminin dar bölge olması da kayda değer bir fark yaratmaz.

Amerika’da meclisin (Kongre’nin) başkana karşı güçlü olmasının temel nedeni başkanlık sistemi değil, siyasetin adem-i merkeziyetçi yapısıdır. Milletvekili (temsilciler meclisi ve senato üyesi) adaylarının belirlenmesinde, başkanın hiçbir etkisi olmaz. Kimin aday olacağı konusunda parti genel merkezlerinin de ağırlığı yoktur. Adayları yerel partililer ve doğrudan seçmen belirler. Parti merkezleri, adayların kampanyasının içeriğine karışmaz. Zaten parti merkezinde, seçim kampanyasını yöneten bir birim bulunmaz. Seçilen milletvekilinin mecliste nasıl oy vereceğine de parti genel merkezi karışamaz. Kendi partisinden seçilmiş başkanın tasarısına ret oyu vermesi veya rakip partiden seçilmiş başkanın tasarısına kabul oyu vermesi, milletvekilinin tekrar seçilme şansını olumsuz etkilemez.

Amerika’da kuvvetler ayrılığının iyi işlemesinin, bir başka ifadeyle meclisin güçlü olmasının esas nedeni, kimi AKP’li sözcülerin ileri sürdüğü gibi başkanlık sistemi değil, işte bu işleyiştir. Olaya tarihsel açıdan bakarak şunu da söyleyebiliriz. Amerika’da siyasetin bu işleyişi, başkanlık sistemi nedeniyle ortaya çıkmış değildir. Aksine, Amerika’nın kurucu liderleri (babaları), sahip oldukları adem-i merkeziyetçi siyasi yapıya en uygun düştüğü için başkanlık sistemini benimsemiştir. Başkanlık sistemi hakkında dezenformasyon yayan AKP’li sözcülerin ve Erdoğan’ın, arabayı atların önüne koşmaması ve bu gerçeği iyi görmesi gerekir.

Koalisyon ve istikrarsızlık

Parlamenter sistemde elbette koalisyon ihtimali vardır. Koalisyona kıyasla tek parti hükümeti daha istikrarlı bir yönetim olanağı sağlar. Ama hiçbir partinin tek başına çoğunluk kazanamadığı zaman ortaya çıkan koalisyon hükümetinin başkanlık sistemindeki karşılığı, başkanın ve meclis çoğunluğunun farklı partilerin elinde olmasıdır. Böyle bir durum, hele bizim gibi uzlaşma kültürü olmayan bir ülkede, büyük ihtimalle ağır bir siyasi bunalım nedeni olacaktır. Meclis çoğunluğu, başkana muhtemelen en basit gider kalemlerini karşılayacak bütçe dahi vermeyecektir. Ülke ağır bir krize sürüklenecek, işte asıl o zaman sürünecektir!

Buna karşılık koalisyon hükümetleri, başkanlık sistemindeki bu ağır kriz riskini taşımaz. O nedenle parlamenter sistem, seçmenlerin tek bir partiye çoğunluk sağlamadığı zamanlarda, başkanlık sistemine göre daha fazla istikrar anlamına gelir. Sonuç olarak, başkanlık sistemi Türkiye’ye, ya bugün olduğundan daha koyu ve diktatörlüğe giden bir tek adam rejimi ya da ağır siyasi bunalım getirecektir.

Diktatörlük işaretleri

Yukarıda özetlenen sakıncalara rağmen başkanlık sistemine geçilmesi büyük ihtimal, ya örneğini mesela Güney Amerika ülkelerinde gördüğümüz gibi diktatörlük ya da istikrarsızlık getirecektir. Elimizde bu ihtimali güçlendiren endişe verici iki işaret daha var. Birincisi, AKP’nin gerçek amacını gösteren ve Kasım 2012’de Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu ‘Türk usulü’ başkanlık sistemi taslağıdır. AKP önerilerinin bir bölümü şöyle:

-Başkanın, partisinde genel başkan olarak göreve devam etmesinin önü açıktır.

-Başkan dilediği gibi kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahiptir. Bugün olduğu gibi, meclisin bu kararnamelerin kapsam, içerik ve süresini belirleme hakkı yoktur.

-Amerika’daki gibi klasik başkanlık sisteminin tersine, başkanın Meclis’i denetleme yetkisi, Meclis’in Başkan’ı denetleme yetkisinden daha fazladır! Mesela Meclis’in yaptığı yasalar eğer başkan tarafından veto edilirse, tekrar kabul için % 60 oy aranacaktır. Bu yüksek oran sağlansa bile, bu kez başkan o yasayı iptal için Anayasa Mahkemesi’ne veya referanduma götürebilir.

-Başkanın atamaları Meclis denetiminin tamamen dışında tutulmuştur. Hiçbir denetim olmadan başkan istediği kişiyi bakan, müsteşar, genel müdür, büyükelçi, yüksek yargı üyesi vs. atayacaktır! Halbuki bu atamaların yürürlüğe girebilmesi Amerika’da, başkandan tamamen bağımsız Senato’nun onayına bağlıdır.

-Başkan, bugün olduğundan farklı olarak ve Meclis’in hiçbir denetimi olmadan, sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilan edebilir.

-Buna karşılık Meclis’in denetim yetkisi en alt düzeyde tutulmuş, ağır şekilde sınırlandırılmıştır. Mesela başkana karşı Yüce Divan kovuşturması başlatılabilmesi için % 75 oy gerekecektir. Bu gerçekleşmesi son derece zor denetim yolu dışında, başkan tarafından atanan diğer kişiler üstünde Meclis’in hiçbir denetim yetkisi yoktur!

Eğer bütün bunlar, başkanlık sistemi adının arkasına saklanmış, şiddetli baskı ve zulüm yolunun önünü açan bir tek adam düzeni değilse, nedir?

İkinci kanıt ise özellikle cumhurbaşkanı seçildikten sonra Erdoğan’ın sergilediği ürkütücü yönetim tarzıdır. Erdoğan, kendini yasalar ve hatta Anayasa ile bağlı saymıyor. Umursamaz bir şekilde devamlı Anayasa’yı ihlal ediyor. Belli ki verdiği sözlerin, hatta namusu ve şerefi üzerine ettiği yeminin dahi, Erdoğan için bir değeri yok.

Erdoğan’ın iktidarı elinde tutma hırsı öylesine sınır tanımaz ki, şimdi AKP milletvekili aday listelerini belirlediği anlaşılıyor. Bu, tabii Anayasa’nın kaba bir şekilde ihlali anlamını taşıyor. Ama hukuki durum bir yana, bir an için AKP’nin hayal ettiği gibi başkanlık sistemine geçtiğimizi varsayalım. Erdoğan’ın belirleyeceği milletvekillerinden oluşan bir meclis mi ona karşı kuvvetler ayrılığını oluşturacak?!.

İki hayatî dönüşüm

Türkiye’de parlamenter sistem yerleşmiştir. Her şey açıkça gösteriyor ki, başkanlık sistemi arayışı Erdoğan’ın iktidar hırsından kaynaklanıyor. Erdoğan hem cumhurbaşkanı olmak istedi hem de parlamenter hükümet sistemine sahip Türkiye’de, iktidarı tek başına kendi elinde tutmak istiyor. Amacına ulaşabilmesi için uzaktan kumandalı bir başbakan bulması gerekiyor. Ama bunu, eninde sonunda hiçbir siyaset adamı içine sindiremez. Bugün Türkiye’de iki başlı icra var. Ancak icra iki başlı olmaz ve mevcut durum sürdürülebilir değil. İçine düştüğü kriz durumunu yaratan Erdoğan’ın kendisi. Tek çıkış yolu başkanlık sistemini getirmektir. Yani hükümet sistemini değiştirme ihtiyacı mevcut sistemin patinaj yapmasından değil, Erdoğan’ın kişisel iktidarının patinaj yapmasından kaynaklanıyor.

Türkiye’nin bugün öncelikle iki hayati dönüşümü yapması gerekiyor. Siyasi partilerimiz, 21. yüzyılda artık başka hiçbir demokratik ülkede görülmeyen ölçüde aşırı merkeziyetçi bir yapı ve işleyişe sahip. Bu aşırı merkeziyetçi yapı değişmeli, hangi partiden olursa olsun seçmenlerin kendi temsilcilerini seçmesinde daha çok söz sahibi olmasının önü açılmalıdır. Hükümet sistemi hangisi olursa olsun, kuvvetler ayrılığının daha etkili işleyebilmesi için atılması gereken ilk adım budur.

İkincisi, tıpkı siyasi partilerimiz gibi, Türkiye’nin yönetimi de içinde bulunduğu boğucu merkeziyetçi yapılanmadan kurtarılmalıdır. Yerelde ve bölgelerde, halkın kendisini yönetmesinin önü açılmalıdır. Demokratik taleplerin ve uluslararası rekabetin giderek yükseldiği 21. yüzyılın hızla değişen koşulları da bunu şart kılıyor. Bu iki köklü dönüşümü tamamlamadan, kişiye göre tasarlanmış bir başkanlık sistemine geçilmesi, herhalde ağır bedeller ödememize neden olacaktır.