"Çözüm süreci artık HDP'siz olamaz..."

"Çözüm süreci artık HDP'siz olamaz..."

Radikal yazarı Cengiz Çandar, köşe yazısında çözüm süreci ve koalisyondan bahsetti.

"Çözüm Süreci", 7 Haziran gerçeklerine göre ve yeni "parametreler" ile yeniden dizayn edilmek zorundadır ve mutlaka ama mutlaka HDP'nin "taraf" ve "baş aktör" olacağı şekilde olmalıdır. Ve, "Kürt sorunu"nun çözümü, madem ki, "Tek Adam" ve ona uygun "Başkanlık sistemi" 7 Haziran'da reddedilmiştir; TBMM bünyesi içinde gerçekleştirilmelidir.

Son günlerin yoğun gündemi arasında, gözlerden kaçan önemli bir husus var: “Çözüm Süreci”nin akıbeti.

Konu, gündeme HDP İmralı Heyeti tarafından yapılan yazılı açıklamayla getirildi. Şunlar söyleniyordu:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın müzakere sürecini yok sayan, Dolmabahçe mutabakatını yanlış bulan, İzleme Heyeti'ni tanımayan ve en nihayetinde Kürt sorunu yoktur noktasına gelen yaklaşımları büyük bir tıkanmayı da beraberinde getirdi. Seçimlerden çıkan sonuçların tartışılmaz tek gerçeği, demokrasi ve barış karşıtı anlayışlara dönük tarihsel uyarıdır. Vakit geç olmadan, bir tek yurttaşımızın burnu kanamadan, bölgesel bir barış hamlesi mümkündür. Yeni oluşacak olan hükümet formülü ne olursa olsun, Çözüm Süreci'nin devlet politikası haline getirilerek korunması ve tüm halklarımız tarafından bu sürecin somut tek kazanımı olarak değerlendirilen çatışmasızlık durumunun devam ettirilmesi gerektiğine inanmaktayız."

Bu yazılı açıklamaya vakit geçirmeden, uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Yalçın Akdoğan’dan tepki geldi.

Heyetin açıklamasına, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan Twitter hesabından yanıt verdi. Akdoğan, şunları söyledi:

“Çözüm sürecinin aktörlerine ve yürütücüsü hükümete savaş açan HDP'nin hâlâ süreçte her şeyi AK Parti’den istemesi çok ironik. HDP'nin değil AK Parti'nin alacağı oyun sürecin gidişatına etki yapacağını, asıl belirleyici aktörün AK Parti olduğunu söylemiştik. HDP sadece istemeye alışmış, oyu ve desteği milletten, icraatı ve uygulamayı AK Parti’den istiyor, süreçteki rolü istemekten öteye geçmiyor.”

2012 sonu-2013 başından itibaren harekete geçirilen ve kimisinin “Çözüm Süreci”, kimisinin ise “Barış Süreci” diye adlandırdığı “şey”in –o her ne ise- hükümet namına sorumlusu olan, “Çözüm Süreci dosyası”nı elinde tutan kişi olarak algılanan Yalçın Akdoğan’ın HDP için yaptığı değerlendirme toptan yanlış.

Yanlış olduğu için, böyle birisinin elinde bulunan “Çözüm Süreci Dosyası”ndan da “hayırlı” bir sonuç çıkması mümkün değil.

Yalçın Akdoğan’ın asıl önemli yanı ve en bilinen özelliği  “Tayyip Erdoğan’ın arzuhalcisi” olması. “Dolmabahçe Mutabakatı fotoğrafı”nda yer aldıktan sonra, Erdoğan’ın bu konuda çektiği zılgıta, Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç,“direniyormuş” izlenimi verirken, Akdoğan, derhal “hizaya” gelmişti ve “Çözüm Süreci”nin sadece AKP ile yürüyebileceğine” ilişkin ipe sapa gelmez açıklamalar yapmıştı.

Hatta, HDP’nin barajı aşıp parlamentoda temsil edilmesi ve AKP’nin “tek başına hükümet” olma imkânını kaybetmesi durumunda, HDP’nin “Çözüm Süreci’ni filmlerde görür” gibisinden yakışıksız sözler sarfetmiş, bir anlamda iki yıllık“Çözüm Süreci”nin zaten olması gerektiği gibi olmadığını ve gelecek dönemde de Tayyip Erdoğan’ın kafasında bulunmadığını ima etmiş olmuştu.

Nitekim, gelinen nokta, inceden inceye Erdoğan’ı terk edip, Davutoğlu limanına yanaşmaya çalışan bazı iktidar yandaşlarını da endişeye sevketti. Bu konuda ilk kez “eleştirel” bir dil ile, “çözüm süreci”nin yerini “güvenlikçi siyaset”in almasından dolayı duydukları kaygıyı vurguluyorlar.

Söz konusu çevre, bir “AKP-MHP koalisyonu” ihtimalini de, “Çözüm Süreci”ni yok edeceği imasında bulunarak önlemeye çalışıyor, “AKP-CHP koalisyonu”nun gerekliliğinin altını çiziyorlar.

Bütün bunları, “yavaştan Ahmet Davutoğlu’nun etrafında ve Tayyip Erdoğan’a karşı toplanmak” gibi okumak ve anlamak da mümkün.

Bir AKP-CHP koalisyonu için AKP’yi ikna etmekten daha zor olanı, CHP’yi ikna etmek. CHP’nin yeni TBMM Grubu’nun en az üçte ikinin bugünkü haliyle yani “değişmemiş”, herhangi bir şekilde “değişeceği taahhüdünde bulunmamış”, bu konuda hiçbir “sinyal” vermemiş ve hatta bundan iki ay sonra Ahmet Davutoğlu’nun genel başkan kalacağı bile belli olmayan; Tayyip Erdoğan ile arasında belirgin bir mesafe koymamış AKP ile koalisyona “kapalı” olduğunu bilen biliyor.

Konumuza döner ve bir de MHP’nin “Çözüm Süreci”ne ilişkin söylemini ele alırsak, yakın gelecekte elle tutulur bir gelişme beklemek gerçekçi olmaz. MHP, “ihanet süreci” veya “çözülme süreci” ifadelerini kullanarak,  “Çözüm Süreci”nin terk edilmesini, kendisiyle ilişki kurulmasının “birinci şartı” olarak sunuyor.

Ne var ki, aslında “muhal” bir tartışmanın içine sürüklenme ihtimalimiz mevcut. Zira, “Çözüm Süreci” zaten yoktu. Hiç olmadı. Olması için gayretler oldu.

Evet, yoktu. Durum, Attila İlhan’ın ünlü “Ne kadınlar sevdim. Yoktular” dizeleri misali, “Ne Çözüm Süreçleri gördük. Yoktular” gibisindendi.

Son iki yıldır mevcut olan, bir tür güçlü “ateşkes hali” ya da “çatışmasızlık durumu” idi. Bir “Çözüm Süreci” için fevkalâde değerli bir “önsöz” sayılması gereken, çok olumlu bir gelişmeydi.

Ama, “Çözüm Süreci”nin kendisi değildi. “Güçlü ateşkes hali” ya da “çatışmasızlık durumu” hiçbir zaman “Çözüm Süreci”nin yerine ikame edilemez ve bunlarla “barış”a ulaşılmış olmaz.

Bir “yol haritası”, “takvim”i, “denetim mekanizmaları” bulunmayan bir “durum”dan “süreç” olarak söz edilmez.“Çözüm Süreci”nden ise hiç edilmez.

2012 sonundan bu yana, bir kez bile, bir “yol haritası” açıklandığını, bir “çözüm takvimi” ilân edildiğini; çözüm ve barış hedefine doğru yol alındığını gösterecek, engelleri aşmaya yarayacak “kontrol mekanizmaları” oluşturulduğunu duydunuz mu?

Sadece, Abdullah Öcalan ile büyük ölçüde kapalı bir “diyalog”a dayalı, taraflarının “müzakere masası”na karşılıklı oturmadığı ve bir “barış”a ulaşmak için “müzakerede” bulunmadığı bir “çözüm süreci” olabilir mi?

Bütün bunlara, yani gerçekten bir “çözüm süreci”ne en yakın nokta, 28 Şubat günü Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklanmasıydı. Onu da, Tayyip Erdoğan iptal etti.

Başarılı ve hedefe gidebilecek bir “Çözüm Süreci” için en mükemmel durum, 7 Haziran’da ortaya çıktı. Çünkü 7 Haziran’da HDP, “Kürtlerin partisi” olarak, “Kürt siyasi temsili”nin kendisi tarafından üstleneceğini ortaya koyacak şekilde, önündeki barajı yıktı, yüzde 13 oy oranı ve 80 milletvekili ile TBMM’ye girdi.

HDP, hem bir yandan “Kürt siyasi hareketi”ni Türkiye’nin yasama organına, “yasal siyaset alanı”na taşıyarak, kendisini“Türkiye bütünü”ne eklemlemiş oldu ve hem de bugüne dek geleneksel olarak AKP’ye giden Kürt oylarının çok büyük çoğunluğunu da emerek, tartışmasız “Kürt siyasi temsilcisi” olmasının yanında, “Kürt sorunun çözümü” ve “barış”yanlısı Türk demokratları, liberalleri ve bazı solcularının da “siyasi temsili”ni kendiliğinden üstleniverdi.

Türkiye’nin geleceğindeki hiçbir “Çözüm Süreci” HDP’siz olamaz. Hiçbir “Çözüm Süreci” HDP’yi “kurye” konumunda tutarak ve ona indirgeyerek yürütülemez.

“Çözüm Süreci”, 7 Haziran gerçeklerine göre ve yeni “parametreler” ile yeniden dizayn edilmek zorundadır ve mutlaka ama mutlaka HDP’nin “taraf” ve “baş aktör” olacağı şekilde olmalıdır.

Ve, “Kürt sorunu”nun çözümü, madem ki, “Tek Adam” ve ona uygun “Başkanlık sistemi” 7 Haziran’da reddedilmiştir; TBMM bünyesi içinde gerçekleştirilmelidir.

HDP ile ve HDP sayesinde…