IŞİD’e karşı nasıl bir strateji?

IŞİD’e karşı nasıl bir strateji?

Ankara Milletvekili Haluk Özdalga'dan AK Parti iktidarına sert IŞİD eleştirisi.

AK Parti'den istifa eden Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, gün geçtikçe büyüyen IŞİD terörine karşı Türkiye'nin izlemesi gereken stratejiyi bugün Zaman gazetesi için yazdı:

IŞİD adlı Cihadi Selefi örgütün işlediği hunharca katliamlar ve hızla güçlenmesi karşısında, Batılı siyasi liderler henüz etkili bir yol haritası ortaya koyabilmiş değil. Başkan Obama, kısa süre önce ‘kapsamlı bir strateji' açıkladı. Özetle, Amerika havadan bombalayacak; Irak ordusu, Kürt peşmergeler ve Suriye'deki ılımlı muhalif milisler karada savaşarak IŞİD'i bitirecekler. Bu strateji, Cihadi Selefileri sadece fanatik bir isyancı güruh olarak algılıyor. Ama askeri açıdan dahi yetersiz. Irak ordusu Amerika tarafından dağıtıldıktan sonra kurulan yeni ordunun aslında bir iş bulma kurumundan çok daha fazla bir şey olmadığı, 2013 sonundan beri IŞİD karşısında defalarca hezimete uğramasıyla ortaya çıktı. Kısa sürede yeni ve etkili bir ordu kurulması çok zor. Kürtler herhalde kendi yaşadıkları toprakların dışında savaşmak istemeyecek; çünkü güçlerini yayarlarsa, ellerindekini de kaybedebilirler. Suriye'de hem Esed'in ordusunu hem Selefi Cihadileri mağlup edebilecek ılımlı muhalif milisleri bulabilmek ise tehlikeli bir hayal. Ilımlı muhalefet denen milisler zayıf, parçalı, liderlikten yoksun ve çoğu Cihatçı Selefi ideolojiye bağlı. Amerika'nın tüm askeri gücünü kullanarak Irak'ta El Kaide'ye karşı alamadığı sonucu, bu üç zayıf unsurun daha güçlü IŞİD'e karşı elde etmesini beklemek gerçekçi değil. Korkunç bir kumar anlamını taşıyan bu strateji ısrarla uygulanırsa, şüphesiz IŞİD ağır darbeler alacaktır. Ama bölgede muhtemelen bugün Libya'da yaşanandan çok daha derin bir kaos ve ayrıntılarının şimdiden öngörülmesi imkânsız bir felaket ortamı doğacaktır.

Ancak Obama'nın açıkladığı stratejinin esas eksiği, Cihadi Selefiliğin güçlenmesini bölgede yaşanan tarihten soyutlayarak ele alması. Ortadoğu'nun Arap ülkeleri sivil, askeri, dinci, laik ve milliyetçi yönetimler dahil pek çok rejimi denedi ama, siyasi ve toplumsal modernleşmeyi bir türlü başaramadı. Şüphesiz bunun içsel nedenleri var. Ama diğer taraftan bölge neredeyse kesintisiz bir şekilde Batı'nın güce dayalı müdahalesi altında yaşadı. Son yıllarda mesela hiçbir makul gerekçesi olmayan Irak işgali sırasında yaklaşık bir milyon insan katledildi, on binlerce genç kadının ve erkeğin ırzına geçildi, insanın etini eriterek kemiğinden ayıran seyreltilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Zehirli bombalar nedeniyle Irak'ta çocuklar hâlâ sakat doğuyor. Topraklarından sürülmüş ve şimdi avuç içi kadar bir şeride kıstırılmış Gazzelilerin üstüne acımasız bombalar yağıyor. Batı Şeria'da Arap topraklarının gasp edilmesi hâlâ ve gün be gün devam ediyor. Libya ve Suriye yıkıldı, cehenneme döndü. Yemen'de insansız hava araçlarından yağdırılan bombalarla teröristten çok daha fazla masum siviller öldürülüyor. Buna da, 'tali hasar' diyorlar. Bu örnekler, sadece 21. yüzyılda Arap dünyasının Batı'nın elinde yaşadığı aşağılanmaların küçük bir kısmı. Bütün bunların IŞİD'in ortaya çıkışıyla ilgisi yok diyorsanız, yanılıyorsunuz!

Savaş ve şiddetin iyi bilinen kuralları vardır. Yabancı saldırısına maruz kalan toplumlar, din gibi kimliklerinin en derininde yatan değerlere sarılır ve sığınırlar. Diğer taraftan savaş ne kadar sert geçerse, ılımlıların tasfiyesi, merkezin yok oluşu, fanatiklerin ve aşırıların güçlenmesi de o kadar şiddetli olur. Bölgede en aşırı İslami yoruma sahip Selefilere ilk kez cihat yolunu 1979 Afgan savaşı sırasında Amerika açmıştı. O savaşı yapan Cihadi Selefiler ile, bugünün IŞİD militanları, dini ideoloji ve şiddete yatkınlık açısından aynı kişiler. Bugün yaşadıklarımız Skyes-Picot sınırlarının vahşi bir şekilde değişmesi ve Cihadi Selefilerin Arap milliyetçiliğinin tezahürlerinden biri olarak ortaya çıkması şeklinde de görülebilir.

Yeni strateji şart

Ortadoğu'da yaşanan derin krize karşı gerçekten kapsamlı bir strateji gerekiyor. Böyle bir yol haritası için altı temel unsur önerilebilir:

1- Batı artık Ortadoğu'ya güce ve şiddete dayalı müdahalelere, gökyüzünden ölüm yağdırmaya son vermelidir! Ortadoğu'nun ağır sorunları vardır; ama hiçbirinin Batı'nın askeri müdahalesiyle çözülmesi mümkün değildir. Askeri müdahale, sadece ve sadece insani nedenlerle yapılmalıdır. Ancak bunun Libya'da nasıl kaba bir şekilde istismar edildiği de unutulmamalıdır.

2- Cihadi Selefiliğin yükselişiyle ilgili yeni durum, Sünni dünyadan çok Arap dünyasının bir sorunudur. O nedenle yönetilmesi de, öncelikle Arap ülkelerine düşen bir görevdir. Yeni bir Arap işbirliği, Arap düzenini tehdit eden terör eylemlerine karşı, mezhep vurgusunu asgaride tutan güçlü bir anlayış ortaya koymalıdır.

3- Dışarıdan askeri müdahale yoluyla Suriye'de rejim değişikliği projesi çökmüştür. Suriye'nin içinde yer almadığı bir Arap işbirliğinin, mevcut krizi başarıyla yönetebilmesi mümkün değildir.

4- Suudi Arabistan-İran arasındaki çatışma, bölgenin hemen her köşesinde yıkıcı sonuçlar doğuruyor. İki tarafın da haklı yönler var. Suudi-İran gerginliğinin azaltılması şarttır.

5- Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, Selefiliğin ihracı için on yıllardır siyasi ve parasal destek sağladı. Son projenin hedefi Suriye oldu, Türkiye de buna destek oldu. Ama Cihadi Selefiler artık Riyad'ın denetiminden çıkmış durumda ve bizzat Suudi rejimi için en büyük tehdidi oluşturuyor. Arap Yarımadası'ndan Selefiye ihracına son verilmelidir.

6- Son olarak, ama belki de en önemli konuya işaret edelim. İsrail-Filistin çatışması kalıcı bir barışla son bulmadan, Ortadoğu'ya istikrar gelmesi zordur. İki devletli çözümün önündeki engel bugün Netanyahu hükümetidir ve bu engellin kalkması Batı'dan ciddi siyasi baskı olmadan mümkün değildir.

Ya Türkiye?..

Amerika'nın oluşturduğu askeri çözüm koalisyonuna Ankara'nın katılmayı reddetmesi doğru bir karar olmuştur. Ancak reddederken, Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren bu derin krize karşı farklı ve kapsamlı bir yol haritası masaya koyulmalıydı. Bu yapılmadı. Amerika'nın planına katılmayan, ama kendi mukabil yol haritasını da ortaya koyamayan Türkiye, demek ki bölgedeki krizi büyük ölçüde pasif olarak izleyecek. Esasen mukabil bir strateji (içeriği burada önerdiğimiz gibi veya farklı) ortaya koyulsaydı bile, muhtemelen yine de pasif izleyiciliğe mahkûm olacaktık. Çünkü böyle bir alternatif stratejiye destek bulabilmek, Batı ve Ortadoğu Arap dünyası içinde güçlü bir pozisyona sahip olmayı gerektirir. Ne var ki, yargıyı ve medyayı siyasi tahakküm altına alan, siyasetin en üst düzeyine bulaşmış yolsuzlukların üstünü örtmeye çalışan bir siyasi iktidarın yönetiminde Türkiye, giderek Batı'dan uzaklaşıyor. Mesela burada önerilen türden bir stratejiye Batı'dan destek, ancak Batı'nın içinde kalarak yapılırsa mümkün olabilir. Ama böyle bir öneriyi mevcut iktidar yaparsa, muhtemelen ideolojik Batı karşıtlığının yeni bir göstergesi olarak algılanacaktır.

Türkiye'nin konumu Ortadoğu'da da dibe vurdu ve pozisyonunu kendi eliyle Türkiye-Katar-Müslüman Kardeşler ekseninin bir parçası olmaya kadar indirgedi. Arap dünyası, Türkiye'nin çıkarlarını yakından ilgilendiren, sınırların yeniden şekillendiği derin bir dönüşüm yaşıyor; ama Türkiye'nin görüşlerini anlatabileceği etkili bir Arap ülkesi bulabilmesi dahi zor. Kendinden önceki iktidarları Ortadoğu'da pasif kaldılar diye sert bir şekilde eleştirenlerin düştüğü acı bir durum bu.