İstanbul'un sağlığı bozuldu !

İstanbul'un sağlığı bozuldu !

Oftalmoloji, Toraks ve Psikiyatri Dernekleri'nden hükümete uyarı...

Türk Oftalmoloji Derneği, Türk Toraks Derneği ve Türkiye Psikiyatri Derneği, kolluk kuvvetlerinin halka orantısız güç kullanarak müdahale etmesinin ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceği konusunda uyardı.

Türk Oftalmoloji Derneği kolluk kuvvetleri tarafından yoğun şekilde kullanılan biber gazının gözde yarattığı tahribata dikkat çekti. Dernek, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

Biber gazı spreyi genellikle yüze doğru sıkılarak karşı tarafın etkisiz hale getirilmesi ve kontrol altına alınması amacıyla kullanılmaktadır. Deri, müköz membranlar ve gözlerde hızlı etki yapar. Deride şiddetli yanma hissi ve gözde maruziyet olduğunda şiddetli ağrı ve geçici körlüğe neden olarak korku ve dezoryantasyon oluşturur. Hızlı etkileri gözlerde şiddetli ağrı, kızarıklık, göz kapaklarını açamama, göz yaşarması, görme bulanıklığı ve nefes darlığıdır. Toplam 15-30 dakika süren geçici körlük oluşabilir. Hatta kalp yavaşlaması, tansiyon düşmesi, solunum yetmezliği nedeniyle ani ölüm vakaları bildirilmiştir.

Belirtiler, maruziyetten sonra 3-5 saniye içinde başlar ve sonraki 15 – 60 dakika içinde yavaş yavaş azalarak kaybolur. Ancak tekrarlayan maruziyet sonrası gözlerde, (özellikle saydam tabakada) kalıcı görme kaybına neden olabilecek değişiklikler meydana gelebilir. Bu geçici ve ani görme kaybına bağlı olarak ve örneğin solunum sorunları ile birlikte insanlarda panik, ani hareketler ve buna bağlı başka travmalar ve yaralanmalarla karşılaşılmakta ve insanların korunma yeteneği kaybolmaktadır. Buna bağlı olarak da, kalabalıklarda ezilme, düşme, yaralanma vb. ek sorunlar sık görülmektedir.

Dernek, biber gazına maruz kalanların yapması gerekenleri şu şekilde sıraladı: “Biber gazına maruz kalındığında hızla ve bol suyla göz yıkanarak kimyasal madde gözden uzaklaştırılmalıdır. En kısa zamanda bir göz hekimine ulaşarak, daha sonra iyileşmeyi hızlandırıcı ve yangı cevabını kontrol altına alıcı tedavi uygulanmalıdır. Maruz kalan gözde kontakt lens var ise hemen uzaklaştırılmalıdır. Biber gazı kontakt lense nüfuz ettiği için, defalarca temizlense bile bu lensler kesinlikle tekrar kullanılmamalıdır.”

Türk Oftalmoloji Derneği, “ciddi kornea ( saydam tabaka ) ve oküler yüzey hasarı yapabilen bu kimyasal maddenin, kontrolsüz bir şekilde insanlara karşı kullanılması sağlık açısından ciddi sakıncalar yaratmakta” olduğuna dikkat çekerek “biber gazının insanlara karşı kullanımına son verilinceye kadar, bu açıklamalarımızla, insanlarımızı ve kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğimizi bildiririz” ifadesi ile açıklamasını sonlandırdı.

“Biber gazı en az sigara kadar zararlıdır”

Türk Toraks Derneği ise “tütünün zararları önlenmeye çalışılırken, halkımızın üzerine akciğer sağlığı için en az tütün kadar zararlı bir gazın sıkılmasını uzlaşmaz bir çelişki olarak değerlendiriyoruz” açıklamasını yaptı. Dernek, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

Türk Toraks Derneği bir başka solunum tehdidi olan biber gazının ölüme kadar uzanan ciddi sonuçları konusunda bir proje yürütmüş iki kez basın açıklaması ile kamunun konuya dikkatini çekmiştir. 31 Mayıs tütünsüz dünya gününde İstanbul Taksim Gezi parkındaki kalabalığa saatler süren biber gazı sıkılması neticesinde yaralanmaların olması, üçüncü bir basın açıklamasını zorunlu kılmıştır.

Halk sağlığını korumak, halkı sadece tütün ürünlerinden korumak ile sınırlı olamaz. Solunum sisteminde tahribat yaptığı kesin olarak ispat edilmiş bir gazın bilerek ve zorla solutulması halk sağlığı koruyuculuğu ile asla bağdaşamaz. Biber gazını zorla solutmak, sigara dumanını zorla solutmaktan daha tehlikelidir.

Türk Toraks Derneği halk üzerine biber gazı uygulaması durduruluncaya kadar ulusal ve uluslararası duyurularını tekrar etmeye kararlıdır.

“Hükümetler vatandaşlarına ölümcül şekilde saldıramaz”

Türkiye Psikiyatri Dermeği ise “Hükümete Uyarı” başlıklı bir açıklamasında hükümetin tutumunu sert bir dille eleştirdi. Açıklamanın tam metni şöyle:

6 gün önce Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların alışveriş merkezi yapılması amacıyla kesilmesi ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto ve eylemler; insanların devletin kendi yaşama tercihlerine müdahale etmesine, hükümetin kendi politik inançları doğrultusunda tüm toplumun yaşam tarzını düzenleme çabalarına, ülkenin bütün ağaçlarının, derelerinin tepelerinin, hayvanlarının tüm doğa varlığının daha çok ‘kazanç’, daha çok ‘yatırım’ uğruna yok edilmesine ve Türkiye’nin doğusundan batısına silahlarla, insansız hava araçlarıyla, bombalarla, tomalarla, biber gazlarıyla, tazyikli sularla kendi halkına yaptığı zulümlere, verdikleri bir yanıttır.

Demokrasilerde hükümetler sadece kendisini seçenlerin, destekleyenlerin değil tüm halkın yararını göz önünde tutmak zorundadır. İktidarlar, halklarının kendilerine biat etmesini talep edemez tam tersine halkın taleplerini demokratik yollarla dile getirmesini desteklemekle yükümlüdür.

Türkiye Psikiyatri Derneği olarak ülkemizde son yıllarda yaşanan her olumsuz gelişmenin takipçisi olmaya çalıştık.

Bilge Köyü’ndeydik, Uludere’deydik, Reyhanlı’daydık. Tüm travma mağdurlarının ve arkada kalanların yaralarını sarmaya, seslerini duyurmaya çalıştık.

Uygulanan vahşi neoliberal politikaların insan ruhunda açtığı yaraları anlatmaya çalıştık, depresyonun giderek tüm insanları saran bir hastalık olduğunu ve bunun yaşam koşulları, çalışma koşulları, barınma koşulları ile ilişkisini ortaya koyduk. Dereleri, köyleri yok edilen insanların yasına ortak olduk. Ülkemizde giderek yoksulların daha yoksul, varsılların daha varsıl olmasının açtığı yaraları, sosyal dışlanmayı, ayrımcılığı anlatmaya çalıştık.

Kadınların tecavüz sonunda oluşan fetüsleri doğurmak zorunda bırakılmasından, kaç çocuk doğuracakları gibi bedenleri konusunda en temel kararlarının yasalarla düzenlenmesine itiraz ettik. Bu ülkenin sokaklarında her gün öldürülen kadınların öldürülme nedenlerinin erkeklerin bozuk ruh sağlığı olmadığını, ruhsal tedavilere değil kadın erkek eşitliğinin gerçek anlamda inşası için, kadınların daha çok eğitim almasını, güvenceli işlerde çalışmasını, sosyal statülerinin geliştirilmesini, kendi yaşamları konusunda kararları kendilerinin vermesi gerektiğini savunduk.

Sağlıkta dönüşüm sistemiyle hastaların ‘hasta’ olmaktan çıkarılıp ‘müşteri’ olmasına, paraları kadar sağlık hizmeti alabilmelerine karşı sesimizi yükselttik.

Barışı sağlama yolunda, silahların susmasının öncelikli olduğunu ama yeterli olmadığını, birbirimizle, geçmişimizle yüzleşmeyi, hesaplaşabilmeyi, ortak bir toplumsal bellek oluşturmak için çalışmak gerektiğini söyledik. Sivil silahlanmaya karşı koymaya çalıştık.

Tüm dünyada, her coğrafyada yüzyıllardır insanların sosyal yaşamda alkollü içecek tüketmelerinin ruhsal hastalık, bağımlılık olarak kabul edilemeyeceğini söyledik. Alkol bağımlılığı gelişmesinin önlenmesine dair yapılan yasal düzenlemelerin Türkiye’deki alkol bağımlılığı gelişme oranları ile oransız olduğu, burada da ‘orantısız şiddet’ kullanıldığını, kamusal alanlarda kendi kültürümüzde yerleştiği şekliyle kırlarda, dere kenarlarında, pikniklerde, deniz kenarında alımının kısıtlanmasının alkol kullanım bozukluklarının gelişimi ile ilişkisiz olduğunu ve sözde toplum ruh sağlığı gözetilerek muhafazakarlığa kılıf bulunduğunu söyledik.

Tüm insanlık tarihi boyunca her coğrafyada, her toplumda var olan eşcinselliğin bir ruhsal hastalık ya da normal dışı bir davranış olmadığının altını defalarca çizdik. Meclis duvarlarından yükselen ve eşcinsel insanların varlığını tanımayan, hastalıklı olarak gören her sese karşı eşcinselliğin 40 yıldır uluslararası ve ulusal hekim örgütlerince heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak kabul edildiğine dair bilimsel açıklamalarda bulunduk. Eşcinsellerin, biseksüellerin, transseksüellerin ruh sağlığını bozan şeyin ayrımcılığa uğramaları olduğunu ve hükümetlerin bu ayrımcılığı azaltacak yasal düzenlemeler la sorumlu olduğunun altını çizdik. Tıpkı alkollü içeceklerin kullanımında olduğu gibi sahte, geçersiz, güncel olmayan bilimsel açıklamalarla yükselen muhafazakar anlayışın dayatılmasını ve eşcinsellerin yok sayılmasını, en temel insani haklarını kullanmalarının kısıtlanmasını kınıyoruz.

Bugüne kadar bu ülkenin psikiyatristleri olarak biz yukarıda saydığımız açılan tüm ruhsal yaraları tedavi etmeye, yaralananlara şifa bulmaya çalıştık. Ama artık hükümeti uyarıyoruz. Tıpkı en yakınında, en sevdiği annesinden babasından gelen fiziksel şiddetin çocuğun ruh sağlığına açtığı onulmaz yaralar gibi, kendi hükümetinin kendi yöneticilerinin kendi halkına açtığı bu savaşın yara izleri kapanmayacaktır. Bugün ülkenin tüm kentlerinden yükselen insanları kör eden, kalp krizi geçirten, öldüren biber gazlarının, insanların kemiklerini unufak eden tazyikli suların yaraladığı şey sadece beden değildir. Ve ruhsal yaraların izleri beden iyileştikten sonra bazen ölene kadar bizleri etkiler. Biz psikiyatristler bu yaraları kapatamayacağız, kapatmayacağız.