İşte 3 büyük anket şirketinin yorumları

İşte 3 büyük anket şirketinin yorumları

Türkiye'nin en büyük 3 anket şirketinin seçim sonuçları analiz ettirildi.

Radikal, 3 büyük kamuoyu araştırma şirketine partilerin şu ana kadarki performansını, bunun seçmene yansımasını ve önümüzdeki sürece dair beklentileri analiz ettirdi. Analizde kullanılan veriler 15 Mayıs'a kadar yapılan araştırmaları kapsıyor. Dolayısıyla HDP'ye yönelik bombalı saldırılar vb. gelişmelerin oylara nasıl yansıdığı yeni araştırmalarda ortaya çıkacak.

Seçime 15 günden az bir süre kala Meclis'in nasıl şekilleneceğine dair merak da giderek artıyor. Özellikle HDP'nin sadece barajı geçerek milletvekili sayısında çok önemli değişiklikler yapabilme potansiyeline sahip olması, bu merakın en büyük nedeni.

Radikal, kamuoyunun nabzını tutan ve uzun süredir seçim araştırmaları yapan 3 farklı araştırma şirketine seçim sath-ı mailinde son düzlüğe girerken genel durumu analiz ettirdi.

KONDA, MetroPOLL ve GENAR'ın müdürleri, 2014'ten bu yana yaptıkları kamuoyu yoklamalarından çıkardıkları sonuçlar çerçevesinde partilerin genel seyri ile önümüzdeki iki haftalık süreçteki eğilimlerin nelerin olabileceğine dair öngörülerini yazdı.

En başta belirtmek gerekir ki, analizde kullanılan veriler 15 Mayıs tarihine kadar yapılan araştırmaları kapsıyor. Dolayısıyla her gün yeni bir olayın yaşandığı sıcak gündemde son haftalardaki gelişmeler burada kullanılan anket sonuçlarına yansıtılmadı. Özellikle HDP'nin Adana ve Mersin il binalarındaki bombalamalar ve yeni gelişmeler seçmenin eğilimlerini kuşkusuz etkileyecektir.

Nitekim MetroPOLL'den Prof. Dr. Özer Sencar, son olayların HDP'nin Diyanet İşleri tartışması ile kaybettiğini düşündüğü oyları bu gelişmeler sonucunda tekrar kazanabileceğini tahmin ettiğini vurguladı.

İşte 3 büyük kamuoyu araştırma şirketinin uzmanlarının Radikal için yaptıkları analizler:

4 PARTİLİ BİR MECLİS OLACAĞINI TAHMİN EDİYORUZ

Ülke 3 seçimlik seçim rallisinin sonuncusuna yaklaşıyor. Güncel siyasetin gerilimlerinin ürettiği münazara ve münakaşaya dayalı şehvet dili yerine biraz daha serinkanlıca ne olabileceğini düşünelim. 7 Haziran’da ne olabileceğini anlamak ve kestirebilmek için ilk iki etapta ne olduğuna, ülkenin içinden geçtiği sürecin tarihsel, ekonomik, sosyolojik ve kültürel değişimlerin bugün bulunduğumuz evresine bakmak gerekiyor.

Çünkü 150 yıllık kalkınma ve modernleşme modelinin sonuna gelindi. Merkeziyetçiliğe, devletin kaynak ve rant dağıtımına, toplumu tektipleştirmeye ve tek bir değer setine sıkıştırmaya, kalkınmayı yalnızca büyüme fetişizmi şeklinde anlamaya dayanan bu modelin miadı doldu. Bugün yaşanan tüm siyasal ve toplumsal sorunların kökeninde bu model var. İktidarı ele geçirenin kendi değer setini tüm topluma dayattığı bu modelin ürettiği tüm sorunlar bendin arkasında birikti. İç dinamikler ve toplumsal sorunlar bakımından da küresel ve bölgesel dinamikler bakımından da bu model artık sürdürülemez durumda.

Seçim rallisi sürerken ülkenin devlet ve yönetim nizamında artık kaçınılmaz hale gelen reformlar siyaseti, devleti ve toplumu aynı anda değişime zorlamaktadır. Dünyanın İkinci Dünya Savaşı'nın ardından başladığı ve sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişe yöneldiği uzun bir zaman aralığında Türkiye, gerek küresel dinamiklerin gerek toplumsal dinamiklerin gerekse de değişen gündelik hayatın gerektirdiği siyasi ve yapısal reformların hiç birisini gerektiği oranda yapamamıştır.

Bu üç seçimlik rallinin sonunda ortaya çıkacak siyasi aktörlerin güç dağılımı ve karakteristikleri kaçınılmaz hale gelmiş yapısal reformları nereye kadar, hangi ilkeleri kendimize baz alarak yapabileceğimizi belirleyecek. Bu nedenle 7 Haziran’da oluşacak tablo yalnızca güncelden anlamlandırılamaz.

Siyasette konsolidasyon

Geçmiş iki seçimin gösterdiği birinci karakteristik siyasetin dört partiye konsolide olmuş olmasıdır bana göre. Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi dört parti dışındaki partiler giderek yok olmuş durumdadır. Bu durumu yalnızca seçim barajı ile açıklamak yetmez. Seçim barajı 1983 seçimlerinden beridir uygulanmaktadır ve 2007’ye gelene kadar da baraja rağmen tablo her zaman bugünden daha fazla çeşitliliğe dayalı olmuştur.

Siyaset konsolide olmuştur çünkü bu dört parti yalnızca ideolojik farklılığı değil aynı zamanda tarihsel, sosyolojik ve kültürel dalgaların üzerinde oturmakta, o dalgayı ve toplumdaki bir kimliği de temsil etmektedirler.

O nedenle yakın vadede beşinci bir partinin aralarına girebilmeleri çok zor görünmektedir. Ya da gelecek senaryoları bakımından birinin veya birkaçının parçalanmasını beklemek gerçekçi değildir. Parçalanma olmayacağı anlamına gelmez bu fakat, parçalansalar bile bir parça kısa sürede, yakın zamanda örnekleri görüldüğü gibi, yok olacaktır. Gerçekçi olan bu dört partinin birinin veya bir kaçının dönüşmesini beklemektir.

Kimlik siyasetine sıkışma

Çünkü bu dört parti, farklı ton ve dozlarda da olsa dört kimliğin partisi haline dönüşmüştür ve bu dört kimliğin hiç birisi de yok sayılamayacak büyüklüktedir. “Türkçülük-Kürtçülük-İslamcılık-Laikçilik” diyebileceğimiz bu dört kimlik bu partilerin içinde vücut bulmuş, partiler de giderek o kimliğin siyasetine dönüşmüştür.

Siyaset geleneksel kavgacılıktan beslenen kültürü ve alışkanlıklarıyla müzakere üzerinde değil gerilim üzerinde yürümektedir. O nedenle siyaset ihtiyaç ve talepler üzerinde uzlaşmalar üretmek yerine hayat tarzı, inanç, mezhep, bölge, kültür farklılıkları gibi unsurları çatışmacı boyutuyla kapsamaktadır.

Gündelik hayatının içinde günümüz insanının daha da belirginleşen aidiyet ve yeni kimlik arayışı, yaşanan kutuplaşma nedeniyle kimliğine olağandan fazla sıkışma ve farklılıkları ötekileştirme üretmeye başlamıştır. Toplumdaki bu kimliklere sıkışma giderek siyasi hayatı da etkilemekte ve siyaseti de kimlik siyasetlerine sıkıştırmaktadır.

Bir bakıma seçimler Erol Katırcıoğlu’nun deyimiyle kimlik sayımına dönüşmüş ve bu nedenle de çok büyük sayısal farklılaşmalar üretmez hale gelmiştir.

Siyasal kutuplaşma

Bu dört parti dayandıkları kimlikler bakımından dört ayrı kimliğin partisidirler ama aralarındaki ilişkiyi bir başka katmandan, kutuplaşmadan baktığımız zaman da üçü bir tarafta diğer biri bir tarafta bir siyasal kutuplaşma içindedirler de. Siyasal kutuplaşma dört partinin arasındaki güncel ilişkiyi tanımlamanın ötesine geçmiş ve gündelik hayatı ve toplumu da etkiler hale dönüşmüş durumdadır.

KONDA’nın periyodik olarak ölçmeye ve değerlendirmeye çalıştığı kutuplaşma endeksinin son beş yıldaki değişimi aşağıdaki üç grafikte görülmektedir.

Herhangi bir araştırmada normal çan eğrisi şeklinde oluşması beklenen dağılım bizim ülkemizde deve hörgücüne benzer iki zirveli bir eğri şeklinde oluşmaktadır. Bu çift zirveli eğriyi ne açıklar diye baktığınızda siyasi tercihlerin açıklayıcı olduğu görülmektedir.

Grafiklerin dayandığı araştırmalar KONDA tarafından her yılın Ocak ayında gerçekleştirilen kutuplaşma endeksi araştırmalarıdır. 2010 Yılındaki kutuplaşma grafiğinde görüldüğü gibi ilk zamanlarda Ak Parti ve zamanın Kürt siyaseti bir tarafta CHP ve MHP seçmenleri diğer tarafta durmaktadır. 2012 Grafiğine baktığınızda kutuplaşma eğrilerinde iki hareket görülmektedir. Birincisi hem Ak Parti hem de CHP tabanları daha da uçlara doğru yaslanmakta, ikincisi de BDP tabanı bulunduğu Ak Parti yandaşlığı pozisyonundan terse doğru harekete geçmiş görünmektedir.

2015 Kutuplaşma grafiği kutuplaşmadaki son durumu ve radikal bir değimi göstermektedir. Ak Parti taraftarları da CHP ve MHP taraftarları da uca doğru yığılmış, HDP taraftarları da tümüyle Ak Parti karşıtı pozisyona geçmiştir. Dolayısıyla ilke kez Ak Parti karşıtları kümesi Ak Parti yandaşları kümesinden daha büyük bir orana ulaşmıştır. Buradaki hareketi belirleyen bir başka unsur da Ak Parti taraftarı ya da çekirdek oyu dediğimiz kümedeki aşınma ve çözülmedir.

Kutuplaşma ve seçim sonuçları

Kutuplaşmanın derinliğini anlamak için son dört yıldaki referandum, genel ve yerel seçimler ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakmak yeterlidir. Seçmen sayılarına, seçim ve referandumlara katılım oranlarına bağlı olarak yüzdeler konuşuyoruz esas olarak. Bildiğimiz 2010 anayasa referandumunda evet oylarının yüzde 58, 2011 genel seçimlerindeki Ak Parti oyunun yüzde 49, 2014 yerel seçimlerinde yüzde 43,5 ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde R.T.Erdoğan oyunun yüzde 52 olduğudur. Ama aşağıdaki tabloya bakarsanız bu dört seçim ve referandumda da Ak Parti ve yandaşlarının oyunun 21 milyon etrafında olduğu görülecektir. Benzer şekilde E.İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı 15,6 milyon oyun 2010 referandumundaki yüzde 42 olan hayır oyları ile, 2011 genel seçimlerindeki CHP ve MHP oylarının toplamı ile benzer olduğu da görülecektir.

Bu 21 milyon ve 15,6 milyon seçmenin aynı Ali ve Ayşe olması gerekmiyor ama bu kümeler “Aligiller”, “Ayşegiller”dir. Gelenleri, gidenleri olsa da temel karakteristik ve büyüklük değişmemektedir.

Siyasi rekabet eksikliği

Son iki seçimin gösterdiği bir başka karakteristik siyasi rekabet eksikliğidir. Bu dört parti de ülkenin her yerinde birden rekabetin içinde değillerdir. Her seçim ve referandumdan sonra yayınlanan haritalar anımsanacaktır. O haritalarda hangi partinin hangi coğrafi bölgelerde güçlü olduğu ya da kazandığı gösterilir.

Ak Parti 79 ilde yüzde 20’nin üzerinde oy alırken diğer üç parti gerek coğrafi bakımdan gerekse de ekonomik, kültürel veya demografik bazı kümelere sıkışmış durumdadır.

Ama o haritaların benzer olduğu ve bir bakıma parti tabanlarının 150 yıllık kalkınma ve modernleşme süreçleri bakımından nerede durduklarını ya da partilerin bu sürecin sonundaki hangi karakteristiğe yaslandıklarını da gösteren bir başka harita daha vardır.


Yukarıdaki harita 81 ilin sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksinden üretilmiştir. Koyu kahverengi iller en geri kalmış, mor iller de en gelişmiş illeri göstermektedir. Harita bir bakıma ülke coğrafyasının “zengin-orta-yoksul” ayrımının da haritasıdır. Bu harita son bir yılın, beş yılın değil 150 yılın sonucudur. Partilerin güçlü oldukları coğrafi alan ile ekonomik gelişmişli,k haritası aynı şeyi göstermektedir. HDP/BDP ülkenin en geri kalmış coğrafyasının, Ak Parti ve MHP orta gelişmiş ve gelişmeye çabalayan yeni dinamizmin coğrafyasının, CHP’de gelişmiş coğrafyanın partisidir.

Siyasi rekabet tüm coğrafyaya yaygın olmadığı için de radikal büyüklükte oy kaymaları olamamaktadır.

Ekonomik durum ve kampanyalar

7 Haziran’ı belirleyecek bir başka unsur da ekonomik durum ve büyüme oranları olacaktır. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi ekonomik büyüme ile Ak Parti oy oranları neredeyse birebir paralel hareket etmektedir.

Son dört yıldaki ekonomik performansın kötüleşmesi, özellikle işsizlik oranlarındaki artış gibi bir çok ekonomik gösterge Ak Parti için alarm anlamına gelmektedir.

7 Haziran’ı belirleyecek olan elbette bir de adaylar, kampanyalar ve güncel gelişmeler olacaktır. Kabaca bakıldığında Ak Parti’nin büyüsünün bozulduğu görülmektedir. Başkanlık dayatmaları, her türlü hukuku ve teamülü zorlama çabaları, partizanlık, yolsuzluk gibi bir dizi gelişmenin Ak Parti’nin kimyasını ve örgütü ile yönetimi-liderliği arasındaki senkronizasyonun bozulduğu görülmektedir.

CHP ve MHP ise ilke kez ekonomik vaatlerden beslenen, kampanyanın ve diyalogun kontrolünü ellerinde tutmaya çalışan bir kampanya yürütmektedirler. HDP’nin ise seçim sürecine bir dinamizm getirdiği görülmektedir.

Seçmenin ise ağrı eşiği düşmüş durumdadır. Her türlü duyarlılık, ikirciklilik yükselmiş görünmektedir. O nedenle sokaklarda seçim heyecanı görülmemekte fakat toplumda derindeki basınç yükselmektedir. Öte yandan da tüm bu tarihsel, sosyolojik ve kültürel nedenlerle de partiler arasındaki oy kayışları radikal büyüklüklere ulaşmamaktadır.

7 Haziran senaryoları

Tüm bu analizler ışığında benim 7 Haziran senaryom şöyledir:

1-Seçime katılma oranı yüzde 85-88 aralığında olacağı beklenebilir. Kabaca 46 milyon geçerli oy mertebesinde dağılım oluşacaktır. Yurtdışı seçmenlere dair elimizde hiçbiri veri yoktur. Bu nedenle eğilimlerini tahmin etmek mümkün değilse de milletvekili dağılımına etkileri sınırlı kalsa da HDP’nin baraj sayısına ulaşmasında yurtdışından gelen oy sayısı kritik olacaktır.

2-HDP barajı geçecek ve dört partili bir meclis oluşacaktır. Araştırmalar üzerinden HDP oy oranı konuşmanın riskini farkında olarak kişisel beklentim HDP’nin barajı geçeceğidir.

3-Diğer partiler ya da bağımsız adaylar seçim aritmetiğini değiştiremeyeceklerdir. Belki Hüdapar iki ilde bağımız aday seçilmesi zorlayabilirse de diğer partilerde radikal bir değişiklik olmayacak gibi görünmektedir.

4-Ak Parti konforlu iktidar yaşadığı yıllardaki milletvekili sayısını kaybedecektir. Ak Partinin 21 milyon mertebesindeki oyuna ekleme yapamayacağı görülmektedir. Ak Parti açısından kritik olan iki nokta vardır. A) 21 Milyon oyunun ne kadarının sandığa gideceği veya koruyacağıdır. Her 450 bin oy tutarındaki gerileme Ak Parti oy oranını bir puan aşağıya çekecektir. B) Asimetrik siyasi rekabet nedeniyle MHP ve HDP oylarındaki il bazlı artışlar Ak Parti’nin oy oranından daha radikal biçimde milletvekili sayısını değiştirecektir. O nedenle Ak Parti’nin kazanacağı milletvekili sayısı her bir ildeki kendi oyu kadar MHP ve HDP’nin o ildeki oylarındaki artışlara bağlı olacaktır.

5-CHP için kritik olan 11 milyon mertebesine kilitlenmiş oyunu, bu yeni türden kampanya stratejisi ile artırıp artıramayacağı olacaktır.

6-MHP, Ak Parti’den çözülmeden karlı çıkan iki partiden birisidir. Bu nedenle her durumda 2011 oyunu aşacaktır.

7-7 Haziran’da oluşacak tablo ne bir partinin tek başına beklenen reformları üretebilmesine ne de Ak Parti’nin başkanlık hayallerinin vücut bulmasına yetmez. Oluşacak tablo radikal reformlar için ikili ve hatta üçlü ittifakları zorunlu kılacaktır.

Eğer 7 Haziran’da oluşan tablo bu çerçevede olursa, ülke için kritik olan şey seçimlerde kimin kaç oy alıp almadığı değildir. Her bir partinin ve Cumhurbaşkanı’nın 8 Haziran sabahı bu tabloyu nasıl okuduğu, bugünkü irrasyonel siyaset anlayışında ne kadar ve nereye kadar değişiklik yapıp, yapamayacağı geleceğimizi belirleyecektir.

7 Haziran seçimlerine çok kısa bir süre kaldı. Kampanyalar hızlandı, seçmene verilen sözler zirve yapmaya başladı. Bu kampanya ve vaatler seçmenlerin sandık tercihini nasıl etkileyeceği belirginleşmeye başladı. Elbette seçimlere bu kadar kısa süre kalmışken, oy tercihini belirlememiş, kararsız seçmen oranı fazla olmasa da, partilerin son dönemeçte gösterecekleri performans da bir kararsız seçmen üzerinde etkiye sahip olacaktır. Bu son atılımlar ve gelişmelerin etkisiyle seçim nasıl sonuçlanacak sorusunun cevabını seçimlerden hemen önce gerçekleştireceğimiz son araştırmamızda göreceğiz. Yine de Eylül ayından bu yana Türkiye'nin Nabzı aboneleri için yaptığımız 9 araştırmanın sonuçlarına göre partilerin durumlarını değerlendirecek olursak seçimlere nasıl bir tabloda ilerlediğimizi görebiliriz. 

AKP: BAŞKANLIK EKSENLİ ÇALIŞMA OLUMSUZ ETKİLEDİ

AKP'nin 8-11 Mayıs tarihlerinde yaptığımız son araştırma sonuçlarına göre oy desteğinin %43 seviyesinde olduğunu görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından Eylül 2014'te bu destek %50 seviyesindeydi. AKP Eylül'den itibaren azalan en düşük oy seviyesini %41,7 ile Mart ayında gördü. Nisan (42,5) ve Mayıs (42,8) aylarında ise oy oranını tekrar arttırmaya başladı. İktidar partisinin Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra %50 seviyesinde olan oy oranının 7 puan azalarak Mayıs ayı başındaki seviyesine gerilemesinin temel nedenlerini 4 ana grupta toplayabiliriz. 

İlki ekonomik gelişmelerin etkili olduğu seçmenler. Şimdiki seçime kadar kalkınma ve hizmet politikalarıyla sandıktan galibiyetle çıkmış iktidarın ekonomiyi iyi yönettiğine dair algı Eylül 2014'ten Nisan ayına kadar hem tüm seçmenler arasında ama asıl önemlisi hem de AKP'li seçmenler arasında anlamlı bir düşüş göstermiştir. Bu algıyı hem kurdaki dalgalanmalarla, hem de ekonomi yöneticileri ve Cumhurbaşkanı arasında kamuoyuna yansıyan tartışmalarla açıklamak mümkün. Mayıs ayında ise "iyi yönetilen ekonomi" algısı özellikle AKP seçmenleri nezdinde tekrar yükselişe geçmiştir. Görünen o ki, AKP yürüttüğü kampanya ile ekonomik gelişmelerden kaygılı seçmenini kısmen de olsa tekrar kazanma imkanına sahiptir.

İkincisi şimdiye kadar yürütülen çözüm sürecinden kaygıları olan ve bu kaygıların Dolmabahçe mutabakatıyla zirve yaptığı seçmen grubu. Özellikle milliyetçi-muhafazakar olarak tarif edebileceğimiz yaklaşık %4 oranındaki AKP'li seçmen grubunun, ülkenin bölüneceği algısının yoğunlaşması nedeniyle sürecin taraflarından biri olan hükümete faturayı kestiği anlaşılmaktadır. Nitekim, Dolmabahçe mutabakatının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kürt sorunu yoktur" çıkışını AKP'den uzaklaşan ve en yakın kapı olan MHP'ye yönelen seçmene yönelik bir çağrı olarak okumak zor değil.

Eylül ayından bu yana AKP ile arasına mesafe koyan üçüncü seçmen grubu ise Kürtler. Halihazırda bir kısmı Cumhurbaşkanlığı seçiminde etnik paydaşlık etkisiyle Demirtaş'ı desteklemiş AKP'ye oy veren Kürt seçmenler açısından bu seçim, aynı zamanda çözüm sürecinin sürebilmesi için Kürtlerin parlamentoda temsil edilmeye devam etmesi anlamı ve önemini taşımaktadır. HDP'nin baraj altında kalması durumunda sürecin devam edip etmeyeceği kaygısı ve Kürt hareketinin demokratik zemindeki temsil edilememesi endişesi nedeniyle yaklaşık %3 seviyesinde bir seçmen kitlesinin bu seçimde HDP'yi destekleme eğiliminde olduğu görülmektedir. AKP'li yöneticilerin "HDP'nin baraj altında kalması bir değişikliğe neden olmaz" söylemleri tam da bu seçmen grubunu hedef almaktadır.

Son olarak ise; hem demokratik alandaki gelişmelerden, yolsuzluk söylemlerinden, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tarafsız olmamasından ve Başkanlık sistemi kampanyasından endişeli olan bir AKP'li seçmen kitlesi göze çarpmaktadır. Özellikle başkanlık sistemine desteğin AKP'li seçmen nezdinde ancak %55-60 seviyesinde olduğu göz önüne alınırsa bu söylemin (özellikle kampanyanın başlangıcında) ağırlıklı olduğu bir seçim çalışmasının negatif etkiye sahip olduğunu söylemek mümkün. AKP'nin çekim alanından uzaklaşan bu seçmenlerin bir kısmının Nisan-Mayıs aylarında geriye dönüş yaptıkları görülmektedir. Seçim tarihi yaklaştıkça AKP’nin oy desteğini arttırmaya devam edip etmeyeceğini son araştırmamızda görebileceğiz. Elbette diğer partilerin çalışma ve söylemlerinin de etkisinin ne olacağı göz ardı edilemez.

CHP: AZDA OLSA OYU ARTTI AMA YÜZDE 30'UN ÜZERİ ZOR

CHP'nin 8-11 Mayıs tarihlerinde yaptığımız son araştırma sonuçlarına göre oy desteğinin %27 seviyesinde olduğunu görüyoruz. Eylül ayından bu yana CHP'nin oy desteğinde büyük bir değişiklik görülmemektedir fakat göze çarpan gelişme CHP'nin özellikle ön seçimler ve seçim bildirgesinin açıklanmasının ardından kararsız ve partilerinden memnuniyetsiz olan kendi seçmenlerinin parti bağlılıklarını arttırdığıdır. Peki seçime iddialı bir seçim bildirgesiyle giren CHP oylarını hangi oranda arttırabilecek? Özellikle ekonomi politikalarını merkeze alan seçim kampanyasıyla AKP'den ekonomik kaygılarla uzaklaşan seçmeni, bu seçmen grubunun oranı yüksek olmamakla birlikte, kendisine çekmiş görülmektedir. Ayrıca son yıllarda partiler arası oy geçişlerinin en fazla olduğu partilerin CHP ve MHP olduğu düşünülürse, CHP'nin yürüttüğü seçim kampanyasıyla bu oy geçişkenliğinde kazanan taraf olduğu görülmektedir. Görünen bu olumlu havanın CHP'nin oy oranını hedeflenen üzere %30 üstüne taşıma ihtimalinin olmadığı görülmektedir çünkü diğer taraftan, AKP ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir seçim kampanyası yürüten ve baraj altında kalması durumunda AKP'nin tek başına iktidarının garantilendiği bir HDP vardır. Kendisini sosyal demokrat, sosyalist olarak tarif eden yaklaşık 1-2 puanlık CHP'li seçmenin bu seçimlerde ister parti politikalarından memnuniyetsizlikten kaynaklansın, ister HDP'nin barajı geçmesi için stratejik oy kullanacak olsun önümüzdeki seçimlerde HDP'yi destekleme fikrinde oldukları görülmektedir. Stratejik oy kullanan diye tarif edebileceğimiz bu kitlenin bir kısmı aynı zaman da HDP ile ilgili endişeleri olan kitledir ve bu endişelerin onları tekrar CHP'ye oy vermeye yöneltmesi mümkündür.

MHP: SÜREÇTEN RAHATSIZ AKP'LİLERİN İLK DURAĞI

MHP'nin Mayıs ayı araştırma sonuçlarına göre oy desteğinin %17 seviyesinde olduğunu görüyoruz. Eylül 2014'te %13 seviyesinde olan MHP oylarının önce 6-7 Ekim Kobani olaylarının ardından %16 seviyesine ve Dolmabahçe mutabakat metninin okunmasının ardından tekrar Mart ayında %18 seviyesine kadar yükseldiği görülmektedir. MHP'deki bu oy artışı, MHP'nin yürütmüş olduğu seçim kampanyasından öte, süreçten rahatsız olan milliyetçi-muhafazakar AKP'li seçmenlerin gidecekleri ilk durağın MHP olmasıyla bağlantılıdır. AKP'den MHP'ye yönelen bu oy kaynağı MHP'nin etkili olamadığı durumda ve/veya AKP'nin geliştireceği söylemlerle evine geri dönebilir. Nitekim, 2011 seçimlerinde kaset suçlamaları ve baraj tehlikesi nedeniyle seçimlerden bir ay önce gerçekleştirilen araştırmalarda %17 seviyesine ulaşmış MHP oyları Erdoğan'ın etkili söylemleriyle %13 seviyesine gerilemiştir.

HDP: DİYANET KAYBETTİRDİ, BOMBALAMA TEKRAR TOPARLAYABİLİR

HDP'nin son araştırma sonuçlarına göre oy oranı %9,2 olarak görülmektedir. 2011 seçimlerinde %6,6 seviyesinde oy almış HDP, Cumhurbaşkanlığı seçiminde %10 barajını zorlamış, söylemleri ve göz ardı edilemeyecek Selahattin Demirtaş etkisiyle de Eylül'den bu yana bu oy desteğini az çok korumayı başarmıştır. Eylül 2014'te %8 seviyesinde olan HDP oy oranı Nisan ayında %10,2 seviyesine yükselmiş ve Mayıs ayı itibariyle %9,2 seviyesine gerilemiştir. 2011'de %6 seviyesinde olan bu oy artışının kaynağını %10 barajı nedeniyle Kürt hareketinin demokratik zeminde temsil edilememesi endişesi taşıyan %3 seviyesinde AKP’li muhafazakar Kürt seçmenler ve HDP'nin yürütmüş olduğu Erdoğan karşıtlığı üzerinden stratejik oy verme eğilimde olan seçmenler oluşturmaktadır. HDP'ye yönelen bu oy desteğinin Mayıs ayında gözlenen 1 puanlık düşüşünün nedenini özellikle HDP'nin Diyanet ve Demirtaş'ın "Taksim-Kabe" açıklamalarında aramak anlamlıdır. Yapılan bu açıklamalar özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından din merkezli bir kampanyaya dönüştürülmüş ve görünen o ki, bir grup AKP kökenli ama bu seçimde çeşitli gerekçelerle HDP'ye oy verme eğilime sahip seçmen üzerinde etkili olma potansiyeline sahip olmuştur. Ayrıca Erdoğan ve AKP karşıtlığı üzerinden HDP'ye yönelmiş stratejik oy kullanma eğilimindeki seçmenin de oy tercihi kesinleşmiş görünmemektedir. Anlaşılan o ki; HDP seçime baraj riskiyle girecektir.

Ancak şunu eklemek gerekir ki, son bombalı saldırılar Diyanet tartışmaları ile kaybedilen seçmen kitlesini yeniden HDP'ye çekebilir. Bu durumun etkilerini önümüzdeki araştırmalarda daha net görebiliriz. 

KARARSIZLAR NE DURUMDA?

Peki seçimlere haftalar kala seçmenin ne kadarının fikri değişebilir? Kararsız seçmen ne kadar? Eylül 2014'te henüz bir seçimden çıkmış olan seçmenlerin %9'u (bu oranlara partisini belirtmek istemeyen ve sandığa gitmeyecek seçmen dahil edilmemiştir) kararsız olarak ölçülmüştü. Bu oran Aralık ayında %12'ye kadar yükseldi ve seçimden bir ay önce %6 seviyesine geriledi. Kararsız seçmenlerin oranı önceki seçimlerle karşılaştırılırsa şaşırtıcı değildir. Yaptığımız araştırmalarda seçmenlerin seçimlerden aylar önce kararını vermiş olduğunu görebiliyoruz. Ayrıca son yıllarda seçmen bağlılığının ve partiler arası kutuplaşmanın yüksek olduğu dikkate alınırsa kararsız seçmen oranının yüksek olması beklenemez ama %6 oranında bir kitle partiler açısından azımsanacak bir kitle de değildir. Kararsız seçmene ek olarak, hangi partiye oy vereceğini belirten seçmenlerin %93'ünün bu tercihinde kesin bir karara sahip olduğu tespit edilmiştir. Geriye kalan %7'lik kesim de partilerin seçim arefesinde yapacakları son atakların etki alanında olacak gibi görünmektedir. Bu son dönemeçte; partilerin seçim kampanya ve söylemlerinin yanı sıra, partilere yönelik provokatif eylemlerin, sandık güvenliğinin de etkili olabileceği görülmektedir. Ayrıca, kamuoyunda artmış olan "iktidar değişikliği olabilir" algısı da hem iktidar hem de muhalefet partilerinin dikkatle ele alması gereken bir durumdur. Nisan ayında iktidarın değişebileceğini düşünen seçmenlerin oranı %29 seviyesinde iken, bu oran Mayıs ayında %42 seviyesine yükselmiştir. İlginç olan bu algının sadece muhalefet partileri tabanında değil aynı zamanda iktidar partisi tabanında da artmış olmasıdır. Önemli olan hangi partinin bu algıyı kendi lehine kullanabilecek olmasıdır.

SEÇMEN AK PARTİ'Yİ TEK BAŞINA İKTİDAR YAPAR AMA BİR UYARI DA VERİR

İlk başta Türk toplumunun bugünkü durumunu analiz etmekle işe başlayalım. Teknolojik gelişmeler hız kazandıkça buna paralel olarak toplumsal gelişmeler de aynı şekilde hızlanıyor. Toplumların değişmesi on yıllık segmentlere inmeye başladı. Ak Parti hükümetleri yapmış olduğu icraat ve faaliyetlerle Türk toplumunu dönüştürdü ve kendi elleriyle dönüştürmüş oldukları toplumu yeniden tanımaya çalışıyorlar. On yıl önce Türkiye’nin ana problemleri devletin yönetilip yönetilememe sorunu, büyük ekonomik krizler, kamuda yatırım açıkları, eğitim, sağlık, ulaşım alanlarında hizmet yetersizliği gibi temel konulardı.

Bugüne gelince yukarıda zikrettiğimiz konuların tamamı vatandaşların gündemi olmaktan çıktı. Bugün Türk toplumu ekonominin genel anlamda iyi gidip gitmeyeceğini, ne zaman emekli olacağını, maaşının ne kadar olacağını, çocuklarının eğitimini ve geleceğini, hasılı birebir kendi meselelerini merkeze almaya başladı. Bu durum bir bakıma ülkenin normalleşmesidir. Bundan önceki seçimlerdeki sorumuz Avrupa’da olduğu gibi bizde de seçimler eğitim, sağlık, işçi hakları ve insanların normal ihtiyaçları çerçevesinde tartışılmıyor, neden hala ideoloji tartışıyoruzdu.

Partilerin performansları nasıl?

Partilerin durumuna gelecek olursak, Ak Parti toplum oyunun yarıya yakınını elinde tutmayı başarmış durumdadır. Yapmış olduğu hizmetleri ekonomiye getirdikleri istikrarı ülkenin bu günkü şartlarını anlatarak oylarını muhafaza etmeye çalışıyorlar. Seçimin başlangıç günlerinde toplumun yeni taleplerine algılanmakta zorlanmış gözüktü fakat bugünlerde yeni toplumun yeni taleplerine hızlı bir şekilde adapte olmuş gözüküyor.

CHP bundan önceki seçimlerde yaptığının hilafına seçime ekonomik vaatler, emekliler, çalışanlara vaat ettikleriyle girdi. Başlangıçta AK Parti’nin çıkışlarıyla popülerlik kazanan kampanya gün geçtikçe sıradanlaşmaya başladı. Küçük partilerin devreye girerek artarda asgari ücret, emekli maaşı açıklamaları bir bakıma CHP kampanyasının da sulanmasına sebep oldu Haydar Baş örneğinde olduğu gibi.

MHP, CHP'ye benzer politikalar ortaya koymakla beraber herhangi bir siyasi söylem geliştirmeden oy devşirme pozisyonu yakalamıştır. Siyaset gündeminde HDP konuşulup tartışıldıkça MHP gündeme gelmektedir. MHP’nin vaatlerinden ziyade tutmuş olduğu pozisyon kendisine oy kazandırmaktadır.

HDP, çözüm süreci ile başlayan tartışmalarda terörden kendisini ayrıştırmış gözüken HDP ilk başlarda AK Parti’nin dindar tabanından oy almaya başladı. CHP'nin Alevi yoğunluklu bir liste çıkarması Batı’dan HDP’ye kayan oyları durdurmuştur. HDP için tek çıkar yol Ak Partili dindar seçmene yönelmek kalmıştır ki ortaya atılan iddialı din ve diyanet tartışmaları dindarların HDP’ye olan ilgisinde soru işaretleri oluşturmuştur.

Kararsızların oranı normal seviyeye indi mi?

Oy verme davranışı açısından bakıldığında seçmenin çok ilginç iki tutumu ortaya çıktı. Seçmen ilk olarak Ak Parti hükümetinin hükümet olarak devam etmesini, fakat kendisini unutmaması açısından küçük de bir ders vermek istiyor. İkincisi, ana muhalefet partisi kitleleri sürükleyerek iktidar senaryosu oluşturamadığı için sinerji daha ziyade üçüncü ve dördüncü partide oluşmaktadır. Bu durum da seçim havasının oluşmamasına sebep oluyor. Bu anlamda da önceki seçimlere nazaran kararsız seçmen hala hatırı sayılır bir oranda durmaktadır.

Son dönemde seçmenin kararını neler etkiler?

Seçimler, iktidarın kim olacağı ve hükümeti kimin kuracağı ile ilgili yapılan organizasyonlardır ve seçmenin önünde yalnızca iki alternatif vardır. Birincisi tek başına Ak Parti iktidarı ikincisi CHP, MHP ve HDP’den oluşacak olan koalisyon ihtimalidir. HDP ve MHP’nin birbirine karşı olan düşmanca tutumuna bakıldığında koalisyon ortamı hayli çetrefilli gözükmektedir. Türk seçmeninin kafasını en çok meşgul eden konu da budur.