''Referandumda Hayırcılar kazanabilir''

''Referandumda Hayırcılar kazanabilir''

Konda araştırma şirketinin genel müdürü Bekir Ağırdır, referandumda "hayırcıların" kazanabilmesi için tek eksiğinin "özgüven" olduğunu söyledi.

TBMM'deki olaylı yeni anayasa görüşmelerinin ardından Türkiye şimdi referandumu tartışıyor. Peşpeşe açlıklanan referandum anketlerinin yanısıra araştırma şirketlerinin patronları da verdikleri röportajlarla olası referandumun sonuçlarını değerlendiriyor.

Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır, AKP’nin önceki seçim başarılarına rağmen bu referandumda “kesin evet çıkar” demenin mümkün olmadığını söylerken “Hayırcılar başarabilir ama önce ‘başarabiliriz’ özgüvenine ihtiyaç var” dedi.

Cumhuriyet gazetesinden Kemal Göktaş'ın sorularını yanıtlayan Ağırdır, “Referandumda ‘hayır’a sahip çıkacak, talebi olan, umuda ve bir ütopyaya ihtiyacı olan geniş kitleler var. Seküler kesimlerin 1 Kasım’dan sonraki çaresizlik duyguları kırılıyor, tersine dönüyor” diye konuştu.

Referanduma giden yolda önümüzdeki 2 - 2,5 aylık sürenin çok önemli olduğunu belirten Ağırdır şöyle konuştu:

"Önümüzdeki 60-70 günde hangi dinamikler belirleyici olur dersen, bir kere paketin içeriğine dair Ak Parti makinesi henüz sokakta çalışmaya başlamadı. Ak Parti makinesinin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kitleleri etkileme gücünü ya da kendi tabanının algısını tercihlerini yönetme maharetini biliyoruz. Henüz o makine çalışmaya başlamadı. Tam devreye girmedi. Dolayısıyla başlarken bugün itibariyle fotoğrafa bakıp eşit başlıyor diyebiliriz. Baş başa ya da baş başaya yakın bir noktadan, ‘evet’in biraz daha geride olduğu, ‘hayır’ın önde olduğu ama neredeyse eşit bir noktadan başlıyoruz tartışmaya. Ne etkileyecek? Birincisi, Ak Parti makinesinin nasıl çalışacağı, 7 Haziran’dan önce olduğu gibi, lakayt, kendi içinde çatlamış, problemleri olan mı, 1 Kasım’da olduğu gibi ‘aman, iktidar elden gidiyor, aramızdaki bütün kavgaları, eleştirileri, bir kenara koyalım’ deyip yeknesak çalışan bir makine mi olacak bilmiyoruz. İki, Recep Tayyip Erdoğan’ın maharetini biliyoruz, ülkenin ya da toplumun 3’te 1’i üzerindeki liderlik algısını biliyoruz. Onların algılarını ve tercihlerini yönetme becerisini, onlarla olan ilişkisini biliyoruz. Erdoğan ne kadar ağırlığıyla sahneye çıkacak, nasıl yönetecek o süreci, onu bilmiyoruz. Üç, bu sürecin içinde önümüzdeki günlerde, ekonomik meselelerin, döviz kurunun, işsizliğin, sanayideki üretim problemlerinin nasıl evrileceğini bilmiyoruz. Dört, Suriye meselesinin nasıl evrileceğini bilmiyoruz. Yani El Bab’da şu veya biçimde, gündelik hayatımızda hissetmiyor olabiliriz ama sonuçta Türkiye bir ucuyla savaşta, fiilen askerimiz var orada. Oradaki başarının ya da başarısızlığın, ölümlerin, kalımların ne üreteceğini toplumsal psikolojide, ya da olur mu olmaz mı böyle şeyler, onu bilmiyoruz. Tabii terör meselesini bilmiyoruz. Bir yandan da elimizde şöyle bir veri var: Bütün bu dinamiklerin yanı sıra, bugünden baktığımızda, bu ülkenin kimliklerden bakınca ve sadece siyasi kimliğinden, hem kültürel kimliğinden, hem siyasi kimliğinden baktığımızda ciddi bir kutuplaşma yaşıyor Türkiye toplumu. Bu yeni de değil ayrıca. Konda olarak biz veya Bekir Ağırdır olarak ben 2008’den beri Radikal’de kaç yazım, kaç tane dizim var ve herkes önceleri ciddiye almadı kutuplaşma meselesini. Ak Parti yandaşları, hatta bazı dostlarımız ‘bu kültürel çoğulculaşma, nesi kutuplaşma ki’ diye savundular. Hatta bizim elimizde şöyle bir bulgu var ya da ben söylemiştim. Görünür yüzeyi bu siyasal kutuplaşma, Ak Parti yandaşları veya karşıtlıkları diye tarif ettiğimiz. Ama bir adım sonrası da var. Biraz önce söz ettim, kültürel kutuplaşma ve siyasetin de bu 4 kimliğe sıkışıyor olması. Asıl önemlisi, kemik kanseri dediğim kısmı, bunun bir hayat tarzı kutuplaşmasına dönüşüyor olması. Bu gettolaşma üretir, birbirimizden kopmayı üretir. Sadece ayrı gazetelere, televizyon kanallarına bakmak değil, ayrı tatil köylerine gitmek, ayrı bisküvi markalarını kullanmak, ayrı kargo şirketlerini, ayrı bankaları kullanmak gibi bütün gündelik hayata yansıması. Nitekim Türkiye’de iş buraya doğru gidiyordu. Dünyada da siyasi kimliklerle tüketim arasında, teorinin bildiği ilişki yok. Kültürel kimlikle var. Müslüman’ın haram - helal gıda meselesi… Ama siyasi kimlikle böyle bir ilişki bilinir bir ilişki değildi literatürde ama bizde anımsayacaksın yeşil sermaye boykotu listeleri vardı. Unutma ki karşı tarafın da Siyonist marka listeleri var ya da Ergenekoncu marka listeleri var. İlk defa ABD’de başkanlık seçimlerinden önce Financial Times bir anket yayımladı ki Trumpçılarla Clintoncuların gittiği perakende mağazaları ve tercih ettiği markalar bile farklılaşıyor giderek. Türkiye bunu daha önce yaşamaya başlamıştı. Bunu biraz da böbürlenerek söylüyorum, Konda olarak biz bunu 8 yıldır sayılarla anlatmaya çalışıyoruz. Aşağı yukarı Türkiye toplumun 3’te 2’si meseleye siyasi kutuplaşmanın penceresinden bakıyor. Referandum süreci bu kutuplaşma üzerinden yürürse, baştan 3’te 2 insanın oyu belli. Yerel seçimlerde olduğu gibi, ‘Kadir Topbaş seçilmesin de hepimiz birine oy verelim’, ‘Aman Melih Gökçek seçilmesin de hepimiz birine oy verelim’ denilirse, hep kazanacaklar. Çünkü o zaman iş kutuplaşmaya dönüce, siyasal dertler, her şey unutuluyor, o kimliğin içinden bakılıyor. O zaman da kimliğin temsilcisine oy vermeye devam ediyor çünkü kaybettiği sadece iktidarı kaybetmek değil bütün kazandıklarını, kendi kimliğini kaybedecek korkusuyla… Dolayısıyla bir ikinci katmanı da bu; 4 kimliğin arasındaki sıkışma. Üçüncüsü de bu hayat tarzı sıkışması. 55 milyon seçmenin (son sayıları bilmiyoruz, yurt dışı seçmen de dahil değil), aşağı yukarı 36 milyonun tercihi belli diyebiliriz. Geri kalan 16 milyondan kimler sandığa gidecek ve ne tarafa meyledecekler meselesi, biraz önce saydığımız 4-5 dinamikten nasıl etkilenecekler, o belli değil.

alkarsan, bunun üreteceği psikolojik iklim,  ‘az konuş, fazla karışma’ iklimidir. Dolayısıyla doğal olarak iktidarın lehine olur.

Cumhuriyet