Cem Karaca'nın ''döneklik'' isyanı

Türk Rock’ının babası..Pop - Halk müziğinin eşsiz yorumcusu. Bir halk...

Hakan Tartan hakan.tartan@haber3.com

Türk Rock’ının babası..Pop - Halk müziğinin eşsiz yorumcusu.

Bir halk Derviş’i.

Cem Karaca ile özdeşleştirilen deyimler bunlar.

1970’li yıllarda fırtına gibi esmiş, yaptığı şarkılar, plaklar Türkiye’yi ayağa kaldırmıştı.

7’den 70’e herkesin dilindeydi O’nun türküleri, şarkıları.

Dadaloğlu’lar, Emrah’lar..

Davudî sesi, güçlü yorumu Türkiye’de Cem Karaca adına farklı bir kitle yaratmıştı..

Solcuydu.. Sevmeyenler O’na komünist yakıştırması yapıyordu.

Oysa komünistlikle bir alâkası yoktu.

Sol görüşlüydü. Halkçıydı.

Halkın yaşam kalitesinin artmasından yanaydı.

Ülke değerlerinin hakça paylaşılmasından yanaydı.

İran asıllı Azeri bir baba ile Türk Ermenisi bir sanatçı annenin oğluydu.

1978 yılının soğuk bir kış günü Ankara’da Çağdaş Sahne’de yüz yüze gelmiştim ilk kez.

O zamanlar Okul’dan sınıf arkadaşım Ahmet Karahan ile konserine gitmiştik.

Aman Allahım, ne coşkuydu!

Ne müthiş bir adamdı.

İşçisin sen işçi kal..

Tamirci Çırağı..

Namus belası..

Resimdeki gözyaşları..

Daha nice güzel şarkılar..

Sahnede bir dev vardı, bir dev.

İki saat boyunca coştuk, şarkılara eşlik ettik..

Sloganlar attık..

Konser bitti, soluğu kapıda aldık.

Bazı grupların attığı sloganlar, bol polis, bol endişe.

Her an olaylara gebe saniyeler.

Her şeye rağmen bekledik, 17 yaşın korkusuzluğu ile.

Çıkışta boynuna atladık.

‘Yavaş olun gençler, boğacaksınız beni’ dedi, sevecen bir ses tonu ile.

Ve tabi gür ve güçlü bir tonda.

‘Büyüksün’ dedik, ‘Yanındayız’ dedik, sonra da atılan sloganlara eşlik ettik.

Ama.. O’nu daha fazla ‘boğmadık’.

Başka sevgilere de koşsun diye ‘özgür bıraktık’.

Terörün, kışkırtmaların, gençler üzerinde oynanan oyunların, hiç uğruna akan kanın Türkiye’de kol gezdiği yıllardı.

Ülke her gün çok sayıda gencin, aydının ölümüyle sarsılıyor, tedirginlik artıyordu.

Sonra 12 Eylül geldi.

Ordu yönetime el koydu.

Baskılar, genç ölümler, faili meçhul cinayetler, yakılan kitaplar, işinden –gücünden edilen insanlar, idamlar, haksız tutuklamalar, cezalar.

Karanlık mı karanlık günler!

12 Eylül’den önce Almanya’ya gitti Cem Karaca.

Korkmuştu, adı ölüm listelerindeydi.

Belirsizlikten, karamsarlıktan yorulmuştu.

Sanatını yapmak istiyordu, olmuyordu.

Konuşmak, bir şeyleri dile getirmek istiyordu, engelleniyordu.

‘Bir umut’ dedi, ‘bir arayış’.

Ver elini Alamanya!

Sonra uzun yıllar sesi - soluğu çıkmadı.

Yaşam mücadelesi verdi gurbet topraklarında.

Eşinden, dostundan, ailesinden uzak kaldı.

Hep özlem büyüdü içinde.

Hep vatan hasreti.

Hep doğup büyüdüğü yerleri düşledi.

Çay içtiği kahveler, meyhaneler, çarşılar, sokaklar.

Belki hataları da oldu.

Her insan gibi.

‘Hatasız kul olmazdı’ ya..

Ve elbette şarkılar yaptı.

Hasret kokan şarkılar.

‘Bana İstanbul’u anlat, nasıldı/ Hep kahır hep kahır, bıktım be!’.

Sıkıntılarını aşmaya çalıştı..

Bazen tek başına..

Bazen tek - tük dostlarının desteği ile.

Maddi, manevi..

En çok ülkesinden uzak olmak koyuyordu O’na.

Doğup - büyüdüğü topraklardan..

Ve elbette İstanbul’dan.

Bir yaşam muhasebesi de yaptı o süreçte.

Çetin bir muhasebe..

Dostluklar adına..

İlkeler adına..

Devrimcilik adına..

ANAP’ın iktidarda olduğu günlerdi..

Türkiye’de bir Özal rüzgârı esiyordu.

Özal’lı ANAP, iki seçimi arka arkaya almış, bir sürü yapısal reforma girişmişti.

Bazı özel dostları kanalı ile sıkıntısını aktardı ‘içten içe bir sempati duyduğu’ Başbakan Özal’a.

Memleket ve aile hasretini..

Artık dönme istemini..

Bir suçu da yoktu zaten.

Vatandaşlıktan çıkarılmıştı sadece..

Şarkılarla, türkülerle ne suç işlenebilirdi ki..

Özal da, o dönemin parlak politikacılarından Adnan Kahveci de, Semra hanım da yakından ilgilendiler bu dev sanatçı ile.

Sorununu çözdüler de..

İşte ondan sonradır bir yakıştırma başladı; ‘dönek’ diye.

Ömrünü ‘Türkiye’de devrim’ için çürütmüş, hatta bu uğurda tehlikeler atlatmış, memleket hasreti çekmiş Cem Karaca, Özal’dan ‘af aldı’ diye bir ‘dönek damgası’ yedi..

Hep boynunda asılı kalan..

Hiç çıkmayan..

O artık bir ‘dönek’ti..

Zaten yanında hiç olmayanlar suçluyorlardı boyuna ‘dönek’ diye..

Halini - vaktini, işini - aşını sormayanlar yoğun bir bombardımana tutmuşlardı O’nu..

İsyanını bir şarkıya döktü çaresiz:

‘Ben döneksem döndüm diye memleketime/Döndüm baba/ Döndüm işte/ Oh be!’.

Uzun yıllar dışlandı, iş alamadı.

Sıkıntı çekti.

1989’dan sonraki süreçte ülkede sosyal demokrat belediyeler rüzgarı eserken de, aynı sancıları yaşadı.

Zar-zor toparladı cep harçlığını.

Zar-zor geçindi..

Ama ele - güne, muhtaç olmadan.

Bir – iki konser..

Birkaç kaliteli kulüpte haftada bir program.

İşte ‘akmasa da damlıyordu’ en azından.

İstanbul’da bir akşam O’nu dinlemeye gittik.

Küçük bir barda..

Fatih Çekirge, Nebil Özgentürk ve ben..

Nostalji yaşayacaktık.

Eski günleri anacaktık..

Hatta o günlere dalacaktık..

Balıklama. Keyifle.

Bütün sevdiğimiz şarkılarla elbette.

Bu işlerin piri Nebil (Özgentürk), ‘Cem Karaca’ya gidelim’ demiş, Fatih de her zaman ki uyumlu ve vefalı çizgisi ile ‘süper olur’ deyip desteklemişti.

8- 10 masa vardı.

Yarı yarıya doluydu mekan.

Sesi eskisi gibi güçlü değildi.

Yaşlanmıştı.

Yorulmuştu.

Ama yorumu..

Her zaman ki gibi mükemmeldi.

Nasıl vurguluyordu sözcükleri.

‘İşçisin’ derken, o nasıl bir sevgiydi..

İstanbul’u anlatırken, sadece gözleri değil, sözcükleri de gülüyordu adeta.

Muhteşemdi.

Fatih;  Star’ın Genel Yayın Yönetmeni, Nebil;  TV’de yapımcı ve Sabah Yazarı, ben de DSP İzmir milletvekili.

Programını bitirdi, masamıza geldi.

Mutluydu.

Bu mutluluğunu, ‘Sağolun çocuklar. Ne iyi yaptınız da geldiniz. Beni çok mutlu ettiniz. Ne güzel sizleri burada görmek’ sözleri ile mıhladı masaya.

Konuştuk saatlerce.. Eskiden - yeniden..

Sanattan, kültürden, şarkıdan, türküden..

Politikadan.. Yaşamın zorluğundan.

Zor günler ve sıkıntılar

Hâlâ doğru - dürüst bir arabası yoktu.

Hâlâ oğluna yeterince destek olamadığı için dertliydi.

Hâlâ toparlanamamıştı.

Ekonomik sıkıntı çekiyordu.

Hâlâ yaralıydı.

Canını acıtanlar vardı.

Söz döndü - dolaştı, dönekliğe geldi..

Ve Cem Karaca’nın ağzından şu sözcükler döküldü:

‘Bir yolculuk bu. Nereye gideceğimiz belli, ama ne zaman olacağı belli değil. Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete. 60’ına geldik, hâlâ bir geleceğimiz yok.Yarınımız belli değil. Öyle  büyük bir acım var ki; bu döneklik damgası. Ne dönekliği, neyin dönekliği. Bu damgayı vuranlar kim? Ne yapmış? Benim emeklerim; benim mücadelem..Bu kadar ucuz mu karalamak.. Bu kadar kolay mı yaralamak..Bana insanlık yapanlara saygı mı döneklik? Memleketi özlemek mi? Memleketinin havasını solumak mı? Acını -sevincini, aşkını, doğduğun topraklarda yaşamak mı? Vergini bu ülkeye vermek mi döneklik? Bu ne bitmez acıdır böyle. Bu ne insafsızlıktır! Bak her yerde sosyal demokrat belediyeler. Hiç biri iş vermez bana..Hiç biri halim nicedir sormaz. Biz döneğiz ya! Eski dostlarımız kapımızı çalmaz, bize arka çıkmaz. Niye? Biz döneğiz ya! Bu nasıl iştir dostlar, bu ne vicdansızlıktır! Bakın yaşamıma..Bakın mücadeleme..Haksızlık bu yapılanlar. Biz devrim mücadelesi yaparken sırça köşklerde oturanlar beni eleştirenler. Ben sürgündeyken halin nicedir diye sormayanlar. Artık anlamalarını bekliyorum. Olaylara ve gerçeklere biraz da insanlık penceresinden bakmalarını..Hepsi bu. Memleketimi çok seviyordum, döndüm. Bunu sağlayanlara da elbette minnettarım.’.

Gözleri dolu dolu olmuştu, unutamam.

Boğazı düğümlenmiş, sözcükler boğazına takılır olmuştu.

Koca Cem Karaca memleketine dönmüş, ama istediği gibi mutlu olamamıştı.

Kendini anlatamamıştı.

En çok da buna üzülüyordu.

‘Bir de beni dinleseler, bir de koşullara baksalar, bir de özlem nedir anlamaya çalışsılar’ diyordu.

Diyordu da..

Hepimizi duygulandırmıştı sözleri.

Bir isyandı dudaklarından dökülenler..

Bir haykırış..

Belki bir umut.

‘Doğarken ağladı insan/bu son olsun bu son’ diye seslenmişti herkese..

Hiçbir şey ‘son’ olmamıştı onun için.

Sessizce ağlamıştı geceleri.

‘Yeter artık’ diye uyanmıştı uykulardan.

Ama.. ‘Son’ olmadı..

‘Dönek’ deyip işin kolayına kaçanların sesi daha çok duyuldu hep.

Her zaman olduğu gibi.

Onu anlayanlar ise ‘sessiz çoğunluk’tu maalesef.

O yüzden de..

Çokça duyulmadı sesi..

Bu sohbetin üzerinden iki yıl geçti - geçmedi, 8 şubat 2004 günü, 59 yaşında son nefesini verdi Cem Karaca..

Ambulans 20 dakika gecikmiş, ağır derecede grip olmasına rağmen iki gün önce ‘ekmek parası’ için çalıştığı barda programa çıkmıştı..

‘Hastane’ye git, Hastane’ye git’ uyarılarına son 10 yılda yaptığı gibi yine kulak tıkamıştı.

‘Dönek’se memleketine dönmüştü.

Sevdiklerine..

İstanbul’una..

Her gün ‘bir yerlere dönenlerin baş tacı’ edildiği bu ülkede bunca haksızlığı, bunca yoksunluğu ve bunca eleştiriyi haketmiş miydi Cem Karaca?

‘Dönek’se memleketine dönmüştü..

Cenazesinde alkış istemedi, ‘Beni tekbir ile gömün’ diye vasiyet etti.

Sıcak, sevecen, dost, ülke ve insan sevdalısı bu güzel insan Bektaşî geleneklerine uygun uğurlandı son yolculuğuna..

Sevenlerinin gözyaşları ile..

‘Yeni dönem döneklerine’ inat hem de..

">

Türk Rock’ının babası..Pop - Halk müziğinin eşsiz yorumcusu.

Bir halk Derviş’i.

Cem Karaca ile özdeşleştirilen deyimler bunlar.

1970’li yıllarda fırtına gibi esmiş, yaptığı şarkılar, plaklar Türkiye’yi ayağa kaldırmıştı.

7’den 70’e herkesin dilindeydi O’nun türküleri, şarkıları.

Dadaloğlu’lar, Emrah’lar..

Davudî sesi, güçlü yorumu Türkiye’de Cem Karaca adına farklı bir kitle yaratmıştı..

Solcuydu.. Sevmeyenler O’na komünist yakıştırması yapıyordu.

Oysa komünistlikle bir alâkası yoktu.

Sol görüşlüydü. Halkçıydı.

Halkın yaşam kalitesinin artmasından yanaydı.

Ülke değerlerinin hakça paylaşılmasından yanaydı.

İran asıllı Azeri bir baba ile Türk Ermenisi bir sanatçı annenin oğluydu.

1978 yılının soğuk bir kış günü Ankara’da Çağdaş Sahne’de yüz yüze gelmiştim ilk kez.

O zamanlar Okul’dan sınıf arkadaşım Ahmet Karahan ile konserine gitmiştik.

Aman Allahım, ne coşkuydu!

Ne müthiş bir adamdı.

İşçisin sen işçi kal..

Tamirci Çırağı..

Namus belası..

Resimdeki gözyaşları..

Daha nice güzel şarkılar..

Sahnede bir dev vardı, bir dev.

İki saat boyunca coştuk, şarkılara eşlik ettik..

Sloganlar attık..

Konser bitti, soluğu kapıda aldık.

Bazı grupların attığı sloganlar, bol polis, bol endişe.

Her an olaylara gebe saniyeler.

Her şeye rağmen bekledik, 17 yaşın korkusuzluğu ile.

Çıkışta boynuna atladık.

‘Yavaş olun gençler, boğacaksınız beni’ dedi, sevecen bir ses tonu ile.

Ve tabi gür ve güçlü bir tonda.

‘Büyüksün’ dedik, ‘Yanındayız’ dedik, sonra da atılan sloganlara eşlik ettik.

Ama.. O’nu daha fazla ‘boğmadık’.

Başka sevgilere de koşsun diye ‘özgür bıraktık’.

Terörün, kışkırtmaların, gençler üzerinde oynanan oyunların, hiç uğruna akan kanın Türkiye’de kol gezdiği yıllardı.

Ülke her gün çok sayıda gencin, aydının ölümüyle sarsılıyor, tedirginlik artıyordu.

Sonra 12 Eylül geldi.

Ordu yönetime el koydu.

Baskılar, genç ölümler, faili meçhul cinayetler, yakılan kitaplar, işinden –gücünden edilen insanlar, idamlar, haksız tutuklamalar, cezalar.

Karanlık mı karanlık günler!

12 Eylül’den önce Almanya’ya gitti Cem Karaca.

Korkmuştu, adı ölüm listelerindeydi.

Belirsizlikten, karamsarlıktan yorulmuştu.

Sanatını yapmak istiyordu, olmuyordu.

Konuşmak, bir şeyleri dile getirmek istiyordu, engelleniyordu.

‘Bir umut’ dedi, ‘bir arayış’.

Ver elini Alamanya!

Sonra uzun yıllar sesi - soluğu çıkmadı.

Yaşam mücadelesi verdi gurbet topraklarında.

Eşinden, dostundan, ailesinden uzak kaldı.

Hep özlem büyüdü içinde.

Hep vatan hasreti.

Hep doğup büyüdüğü yerleri düşledi.

Çay içtiği kahveler, meyhaneler, çarşılar, sokaklar.

Belki hataları da oldu.

Her insan gibi.

‘Hatasız kul olmazdı’ ya..

Ve elbette şarkılar yaptı.

Hasret kokan şarkılar.

‘Bana İstanbul’u anlat, nasıldı/ Hep kahır hep kahır, bıktım be!’.

Sıkıntılarını aşmaya çalıştı..

Bazen tek başına..

Bazen tek - tük dostlarının desteği ile.

Maddi, manevi..

En çok ülkesinden uzak olmak koyuyordu O’na.

Doğup - büyüdüğü topraklardan..

Ve elbette İstanbul’dan.

Bir yaşam muhasebesi de yaptı o süreçte.

Çetin bir muhasebe..

Dostluklar adına..

İlkeler adına..

Devrimcilik adına..

ANAP’ın iktidarda olduğu günlerdi..

Türkiye’de bir Özal rüzgârı esiyordu.

Özal’lı ANAP, iki seçimi arka arkaya almış, bir sürü yapısal reforma girişmişti.

Bazı özel dostları kanalı ile sıkıntısını aktardı ‘içten içe bir sempati duyduğu’ Başbakan Özal’a.

Memleket ve aile hasretini..

Artık dönme istemini..

Bir suçu da yoktu zaten.

Vatandaşlıktan çıkarılmıştı sadece..

Şarkılarla, türkülerle ne suç işlenebilirdi ki..

Özal da, o dönemin parlak politikacılarından Adnan Kahveci de, Semra hanım da yakından ilgilendiler bu dev sanatçı ile.

Sorununu çözdüler de..

İşte ondan sonradır bir yakıştırma başladı; ‘dönek’ diye.

Ömrünü ‘Türkiye’de devrim’ için çürütmüş, hatta bu uğurda tehlikeler atlatmış, memleket hasreti çekmiş Cem Karaca, Özal’dan ‘af aldı’ diye bir ‘dönek damgası’ yedi..

Hep boynunda asılı kalan..

Hiç çıkmayan..

O artık bir ‘dönek’ti..

Zaten yanında hiç olmayanlar suçluyorlardı boyuna ‘dönek’ diye..

Halini - vaktini, işini - aşını sormayanlar yoğun bir bombardımana tutmuşlardı O’nu..

İsyanını bir şarkıya döktü çaresiz:

‘Ben döneksem döndüm diye memleketime/Döndüm baba/ Döndüm işte/ Oh be!’.

Uzun yıllar dışlandı, iş alamadı.

Sıkıntı çekti.

1989’dan sonraki süreçte ülkede sosyal demokrat belediyeler rüzgarı eserken de, aynı sancıları yaşadı.

Zar-zor toparladı cep harçlığını.

Zar-zor geçindi..

Ama ele - güne, muhtaç olmadan.

Bir – iki konser..

Birkaç kaliteli kulüpte haftada bir program.

İşte ‘akmasa da damlıyordu’ en azından.

İstanbul’da bir akşam O’nu dinlemeye gittik.

Küçük bir barda..

Fatih Çekirge, Nebil Özgentürk ve ben..

Nostalji yaşayacaktık.

Eski günleri anacaktık..

Hatta o günlere dalacaktık..

Balıklama. Keyifle.

Bütün sevdiğimiz şarkılarla elbette.

Bu işlerin piri Nebil (Özgentürk), ‘Cem Karaca’ya gidelim’ demiş, Fatih de her zaman ki uyumlu ve vefalı çizgisi ile ‘süper olur’ deyip desteklemişti.

8- 10 masa vardı.

Yarı yarıya doluydu mekan.

Sesi eskisi gibi güçlü değildi.

Yaşlanmıştı.

Yorulmuştu.

Ama yorumu..

Her zaman ki gibi mükemmeldi.

Nasıl vurguluyordu sözcükleri.

‘İşçisin’ derken, o nasıl bir sevgiydi..

İstanbul’u anlatırken, sadece gözleri değil, sözcükleri de gülüyordu adeta.

Muhteşemdi.

Fatih;  Star’ın Genel Yayın Yönetmeni, Nebil;  TV’de yapımcı ve Sabah Yazarı, ben de DSP İzmir milletvekili.

Programını bitirdi, masamıza geldi.

Mutluydu.

Bu mutluluğunu, ‘Sağolun çocuklar. Ne iyi yaptınız da geldiniz. Beni çok mutlu ettiniz. Ne güzel sizleri burada görmek’ sözleri ile mıhladı masaya.

Konuştuk saatlerce.. Eskiden - yeniden..

Sanattan, kültürden, şarkıdan, türküden..

Politikadan.. Yaşamın zorluğundan.

Zor günler ve sıkıntılar

Hâlâ doğru - dürüst bir arabası yoktu.

Hâlâ oğluna yeterince destek olamadığı için dertliydi.

Hâlâ toparlanamamıştı.

Ekonomik sıkıntı çekiyordu.

Hâlâ yaralıydı.

Canını acıtanlar vardı.

Söz döndü - dolaştı, dönekliğe geldi..

Ve Cem Karaca’nın ağzından şu sözcükler döküldü:

‘Bir yolculuk bu. Nereye gideceğimiz belli, ama ne zaman olacağı belli değil. Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete. 60’ına geldik, hâlâ bir geleceğimiz yok.Yarınımız belli değil. Öyle  büyük bir acım var ki; bu döneklik damgası. Ne dönekliği, neyin dönekliği. Bu damgayı vuranlar kim? Ne yapmış? Benim emeklerim; benim mücadelem..Bu kadar ucuz mu karalamak.. Bu kadar kolay mı yaralamak..Bana insanlık yapanlara saygı mı döneklik? Memleketi özlemek mi? Memleketinin havasını solumak mı? Acını -sevincini, aşkını, doğduğun topraklarda yaşamak mı? Vergini bu ülkeye vermek mi döneklik? Bu ne bitmez acıdır böyle. Bu ne insafsızlıktır! Bak her yerde sosyal demokrat belediyeler. Hiç biri iş vermez bana..Hiç biri halim nicedir sormaz. Biz döneğiz ya! Eski dostlarımız kapımızı çalmaz, bize arka çıkmaz. Niye? Biz döneğiz ya! Bu nasıl iştir dostlar, bu ne vicdansızlıktır! Bakın yaşamıma..Bakın mücadeleme..Haksızlık bu yapılanlar. Biz devrim mücadelesi yaparken sırça köşklerde oturanlar beni eleştirenler. Ben sürgündeyken halin nicedir diye sormayanlar. Artık anlamalarını bekliyorum. Olaylara ve gerçeklere biraz da insanlık penceresinden bakmalarını..Hepsi bu. Memleketimi çok seviyordum, döndüm. Bunu sağlayanlara da elbette minnettarım.’.

Gözleri dolu dolu olmuştu, unutamam.

Boğazı düğümlenmiş, sözcükler boğazına takılır olmuştu.

Koca Cem Karaca memleketine dönmüş, ama istediği gibi mutlu olamamıştı.

Kendini anlatamamıştı.

En çok da buna üzülüyordu.

‘Bir de beni dinleseler, bir de koşullara baksalar, bir de özlem nedir anlamaya çalışsılar’ diyordu.

Diyordu da..

Hepimizi duygulandırmıştı sözleri.

Bir isyandı dudaklarından dökülenler..

Bir haykırış..

Belki bir umut.

‘Doğarken ağladı insan/bu son olsun bu son’ diye seslenmişti herkese..

Hiçbir şey ‘son’ olmamıştı onun için.

Sessizce ağlamıştı geceleri.

‘Yeter artık’ diye uyanmıştı uykulardan.

Ama.. ‘Son’ olmadı..

‘Dönek’ deyip işin kolayına kaçanların sesi daha çok duyuldu hep.

Her zaman olduğu gibi.

Onu anlayanlar ise ‘sessiz çoğunluk’tu maalesef.

O yüzden de..

Çokça duyulmadı sesi..

Bu sohbetin üzerinden iki yıl geçti - geçmedi, 8 şubat 2004 günü, 59 yaşında son nefesini verdi Cem Karaca..

Ambulans 20 dakika gecikmiş, ağır derecede grip olmasına rağmen iki gün önce ‘ekmek parası’ için çalıştığı barda programa çıkmıştı..

‘Hastane’ye git, Hastane’ye git’ uyarılarına son 10 yılda yaptığı gibi yine kulak tıkamıştı.

‘Dönek’se memleketine dönmüştü.

Sevdiklerine..

İstanbul’una..

Her gün ‘bir yerlere dönenlerin baş tacı’ edildiği bu ülkede bunca haksızlığı, bunca yoksunluğu ve bunca eleştiriyi haketmiş miydi Cem Karaca?

‘Dönek’se memleketine dönmüştü..

Cenazesinde alkış istemedi, ‘Beni tekbir ile gömün’ diye vasiyet etti.

Sıcak, sevecen, dost, ülke ve insan sevdalısı bu güzel insan Bektaşî geleneklerine uygun uğurlandı son yolculuğuna..

Sevenlerinin gözyaşları ile..

‘Yeni dönem döneklerine’ inat hem de..

Tüm yazılarını göster