Fadıl'ın Ribası

Engin Civan yazdı: Bu çelişkiler bugün yeniden vücut buldu, faiz politik kişiliğine yeniden büründü.

Engin Civan engin.civan@haber3.com

Tesadüf değil. Lisan ne kadar güçlüyse gelen kitaplar da o denli yoğun oluyor. 

Kâinattı, Tanrı’ydı, ölümden sonra hayattı, mal canın yongasıydı vesaire…  

İşte tüm bu girift konseptleri ancak güçlü lisanlar farklılaştırıyor.
 
Somut kavramlar denizinde, Swahili dilinde seyrüsefer yapacak değiliz ya.
 
Pusulamız tabii ki İbranice olacak, Aramice olacak, klasik Arapça olacak.

Malumunuz, son haftalarda Türk lirası serbest düşüşe geçince, “Bilgisizler, cahilleri ağırlar!” muhabbetleri de coştu bir kere…

Döviz kuruydu, faizdi, enflasyondu havada uçuşuyor!

Evet, konumuz faiz! Nedir, ne değildir, dinler dünyasında nasıl algılanır, bugünlere nasıl geldik, ekonomik kararların politik temelinde ne yatıyor?
 
Kısacası, bugün bu soruları mercek altına alacağız.
 
ÖBÜR YANAĞINI UZATAN İSA “EN AGRESİF” ÇIKTI

Algı olarak İsa barışçıl bir peygamber olarak bilinir. Yanağına tokat atana öbür yanağını çevirir. Öğretisi bu!
 
Fakat konu faize gelince İsa Peygamber sükunetini kaybeder ve Mabet’i basar.  Faizcilere ve tefecilere saldırır. Mabedin giriş merdivenlerinde (ki bunlara banko denir, alın size “banka” kelimesinin orijini) piyasa tutmuş Musevi para esnafının tezgahlarını yerle yeksan eder.
 
Nihayetinde, Musevi tüccarlar da durumu Roma Valisi’ne şikâyet ederler. 12 Havariden birisi olan Yehuda, bir kaç gümüş akçeye İsa’yı satar ve İsa çarmıha gerilir.
 
Çarlık Rusya’sında yakın geçmişe kadar, Kozak Hristiyanlar da Musevi köylerini Noel öncesi basıp yağmalar, peygamberleri İsa’nın öcünü alırlardı. Bir nevi dolaylı vergi!
Hani derler ya “Paranın gözü kör olsun” diye. İşte o misal…
 
MUSA DÖNEMİ

Firavun döneminde tarihte ilk kâğıt parayı görüyoruz. Hani şu yakışıklılığı kutsal kitaplara konu olmuş Hz. Yusuf’u hatırlarsınız. Kutsal kitaplara anlatılan sahibesi tarafından cinsel tacize uğramış Hz. Yusuf.  (Tabii o zamanlar Yusuf’u koruyacak “İskenderiye Sözleşmesi” yok ki hakkını arasın…) Yusuf, kuraklığı öngörüp Firavunu uyarınca, Firavun da tahılları depolatır; mal sahiplerine makbuz verir ve bu makbuzlar da senet gibi alış-verişte araç olur.
 
Firavun başka bir uygulama daha getirir: Gecikme faizi anaparayı geçemez!

Museviler de faizi yasaklar. Fakat daha sonra Musevi din alimleri bir içtihat çıkarır. Buna göre Musevilerin kendi aralarında faiz uygulamaları haram fakat Musevi olmayanlara faiz uygulaması helal sayılır.
 
Roma döneminde de siyasetçiler faizle mücadele için kafa yorarlar. Faizlere sınır getirmeye çalışırlar. Köleler ile asillere farklı faiz uygulatırlar.

Sonradan Haçlı Seferleri’nin finansmanı için Katolik Kilisesi de faiz işine girer. Vatikan faiz faaliyetini tatlı kazanç kaynağı yapar. Ta ki çok yakın zamanda Vatikan’ın bankasını yöneten Kardinal’in Vatikan Meydanı’na çıkan köprünün altında kendini asana kadar. Vatikan, her ne kadar yasaklamasa da artık faiz işlerinden uzak duruyor. Yeni faaliyet alanı: gayrimenkul yatırımı. Tapu bazında dünyanın en büyük “gayrimenkul yatırım ortaklığı” kurumu. Haberiniz olsun!

Orta Çağ’da Tapınak Şövalyeleri de aynı şekilde faize soyunur. Fransa’da XIV. Louise ile şövalyeler arasında parasal çıkar çatışması yaşanır. Fransa Kralı’yla şövalyeler arasında kan dökülür. Bir cuma günü, ayın 13’ünde Fransa Kralı şövalyeleri kılıçtan geçirir. (Alın size 13 rakamının uğursuz sayılması)
 
Sonuç olarak faiz, kilise tarafından denetim altına alınmaya çalışılır. Örneğin Mısır’dan mülhem gecikme faizinin ana parayı geçmemesi gibi, borçluların korunması gibi kurallar uygulanır.
 
Başka bir ip ucunu da Batı’nın güçlü dili Almanca’da görüyoruz. Almanca Schulden
(Okunuşu: Şulden!) kelimesi hem borç hem günah hem suç hem kabahat anlamına gelir. Kilisede ibadet ederken “Tanrı borçlarını/günahlarını affetsin” son duadır.

Adaletiyle ünlü Hz.Ömer’e de “borçların affı” konusunda atfedilen hadisler mevcuttur.

HZ. MUHAMMED DÖNEMİNDE FAİZ:

Kudüs’le düzenli ticari ilişkiler içinde olan Hz. Muhammed, faiz konusunu yakından bilmektedir.
 
Bizans’la yakın ticaret partneri olan Arap Yarımadası’nda ortalama faiz yüzde 4 civarındadır. Cahiliye döneminde Arap kavimler de yaygın bir şekilde faiz uygulamaktadır.
 
KUR’AN VE HADİSLER

Kitabın engin derinliklerine inmeden önce yine Arapça’nın güçlü yapısına bakmak gerek. Türkçeye “faiz” olarak geçen Arapça kelime, İslami jargonda “Riba” olarak geçer.
 
Ribanın kelime anlamı; eklenme, yükselme, artma olarak yorumlanır.
 
Değişik ribalar var ve değişik konumlarda kullanılmaktadır. Bunların içinde benim ilgimi çeken riba da El Fadıl‘dır. Yasaklanmıştır çünkü vade farkından doğan fazlalık tefecilik kapsamına girer.
 
Hz. Muhammed’in arzuladığı sistemde aynı kalite aynı miktar emtia eşzamanlı mübadele edilir ve böylece vade farkından doğan riba ortaya çıkmaz. Çünkü riba haksız kazanç kaynağıdır ve Allah nezdinde makbul değildir. 

Aynı miktar altını altınla gümüşü gümüşle hurmayı hurmayla değiştirmek gerekir. Farklı hurmaları takas ettiği için Bilal’i Habeşi Hz. Muhammed’den fırça yemiştir.
 
İçki konusuna çok benzer bir şekilde, toplumda sosyal tümör olabilecek faiz konusu Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde münhasıran yasaklanmıştır. Burada hangi ayet hangi hadis hangi sayfa detayına girmek istemiyorum. Onun için mebzul miktarda ilahiyatçı mevcut zaten.
 
Geldik günümüze…
 
Faizin mekruh olduğu dönemlerden geçip dünyamız farklı bir ortama geldi. Faizsiz takas tarım ürünleriyle beki daha kolay ve gerçekçiydi fakat bugün Sanayi Devrimi’ni geride bırakmış bir dünya ekonomisi var. Hatta 4. evre sanayiden söz edilmekte.

Sanayi denilince ortaya proje kavramı çıkmakta. Proje denilince de bu sefer proje finansmanı gündeme gelmekte. 
 
Proje finansmanı gündeme gelince bu sefer de risk dağılımı gündeme gelmekte.
 
Özetle,  proje başarısız olunca finansmana katkıda bulunan para sahiplerinin riski ne olacak?
 
Mezkur mesele, modern ekonomide araya finansal bir kurum koyarak aşılmış. Banka tasarruf sahiplerinden paralarını faiz karşılığı topluyor, sonra da proje sahibine daha yüksek faizden satıyor.
 
Proje başarılı olursa sıkıntı yok. Şayet proje batarsa tasarruf sahiplerinin riski yok, onların muhatabı banka. Mesuliyet bankanın!
 
Bu noktada; faiz uygulaması bir nevi risk kayması yapmakta, riski tasarruf sahibinin üzerinden almakta. Pivot görevi de faize yüklenmiş olmakta.
 
Faizsiz bir banka sistemi geliştirmek için uğraşan İslami bankacılık “Katılım Bankacılığı” sistemini alternatif olarak tesis etmiştir. 
 
Burada işin püf noktası yine risk paylaşımıdır. Tasarruf sahibi riske ortaktır. Katılım payı vardır; proje kar ederse ne ala, etmezse parasını kaybedebilir.
 
Türkiye’de merkez sağda yetişmiş siyasiler bu konularda çok kafa yormuşlardır. Dahiyane görüşleri olan Erbakan Hoca da ‘Rantiye’ deyiminin isim babasıdır ve deyim günlük lisanda yer bulmuştur.
 
Dünya Bankası’nda çalışırken bir yaz ziyaretimde, sonradan Maliye Bakanı olan rahmetli Unakıtan’la Feriköy’deki ofisinde, o zamanlar Al Baraka’nın kuruluş çalışmalarını yaparken, faizsiz bankacılık konusunda münazaralarınız olmuştu.
 
PRATİK GERÇEKLER

Türkiye genel anlamda tasarruf yapmayan bir toplum. Hatta gelirinin ötesinde tüketen bir toplum. Aynı zamanda sabırsızca hızlı kalkınmak isteyen bir toplum. Bütün bu şartlar bir araya gelince, Türkiye de dışarıdan borçlanmak zorunda olan bir ekonomi durumuna düşüyor çünkü elinde projeleri finanse edecek kaynağı yok.
 
Dış borç ancak döviz bazında alındığı için döviz kuru aşırı önem kazanıyor.
 
Türkiye gibi devamlı döviz açığı veren bir ekonomi, geçmişin Japonlarını ve Almanlarını veya bugünün Çin’ini taklit edip ihracat mucizesi yaratabilir fakat an itibarıyla Türkiye bir dolar ihracat için 60 sent ithalat yapmak zorunda.  Basitçe söylersek, ihracatın ithalat girdisi fazla yüksek.
 
Türkiye ekonomisi ayrıca enerji fakiri ve Suudi Arabistan gibi kapalı ekonomik model uygulayacak döviz gücü yok. Sonuç olarak belki egemen ve bağımsız bir ülkeyiz ama dünya ekonomisine enterkonnekte bir ekonomiyiz.
 
MEKANİZMA NASIL ÇALIŞIYOR 

Şimdi size yıllarca New York borsalarında döviz ‘trader’ larla işlem yapmış birisi olarak bir kavramı açıklamak zorundayım- ki faiz-döviz kuru dinamiğini anlayabilesiniz-
 
Trader’ların ufku günlük, saatlik hatta dakikalıktır. Uzun vade onlar için saat 16:00’dır. Piyasaların kapanma saati. Alım satım yapılırken fonların bir para biriminde park edilmesi gerekir. İşte biz buna “Cost of Carry” yani taşıma maliyeti deriz. Taşıma maliyetinin 180 derece aksi o para biriminde getirisidir. Yani ben bu parada durursam getirim ne olacak?
Yani ne kadar faiz gelirim var.

Bir para biriminin faizi düşerse getirisi düştüğü için o para birimi satışa geçer yani başka bir para birimine karşı değeri düşer, yani karşı paranın kuru artar.
 
İki para birimi arasında faiz getirilerinin eşitlendiği noktada piyasanın istikrar bulduğu kur olur, traderlar buna “breakeven point” yani tapi noktası diyorlar.
 
Spekülatörlerin bütün gün ulaşmak istedikleri nokta işte bu noktadır: Tapi noktası. O noktaya gelinceye kadar durmadan işlem yaparlar. Hedef işlemlerin yüzde 51’inin kazançlı olması günlük hedeftir.

Spekülasyon negatif çağrışım yapan kavram fakat aslında trafikte şeritlere düzen getiren hızlı sürücüler gibi de algılanabilinir. Akışı düzenleme işlemi gibi.

Ölümcül kaza yapmazlarsa spekülatörler aslında regülatör görevi görürler.

Kısacası spekülatörlerden korkmamak, “bubble” dediğimiz balonlardan korkmak gerekir.
 
İşte böyle değerli okur;  biraz uzun, biraz teknik oldu ama bu konulara girmeden faiz gündemini anlamak imkansızdı. Tarihi geçmişi var, inanç dünyasına dayanan veriler var ve günümüz gerçekleri var. Hatta hafif abartıp “Medeniyetler Çatışması”nın muharebe alanı finansal sistemler çatışması diyebiliriz.

Ve sizlere bir kötü haberim daha var! Konu henüz bitmedi.
 
Malumunuz ne zaman Türkiye’de sorun çıksa hemen ilk güne gidilir ve rejimin temelini oluşturan prensipler gündeme getirilir. O prensipler “challenge” edilir.
 
Kurtuluş Savaşı’ndan birkaç ay sonra ve Lozan Antlaşması’ndan birkaç ay önce Cumhuriyete giden yolu çizen, İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır.

Kongrenin Atatürk’ün emriyle yapılması ve Kongre Başkanının Kazım Karabekir Paşa olması kongrenin önemini gösterir.
 
Kongre, Anadolu Kurtuluş Savaşı zaferinin iktisadi yönünü temsil eder.
 
Bu Kongre’de ilginç bir karar da alınır. Bu karara göre riba tefeciliktir ve günahtır fakat faiz helaldir.
 
Halbuki Arapça’dan Türkçeye geçen faiz kelimesi Türkçede birebir ribaya tekabül eder. 
 
Kısacası faizin politik profili, Türkiye gibi padişahlık sisteminden çıkıp parlamenter sisteme geçen bir ekonomik yapıda net çizilmemiştir. Hatta hafif spekülasyon yapıp, Müslümanlığın baskın olduğu bir toplumda “kelime oyunlarından yararlanıp modern bankacılık için hafif bir hülle yapılmış” diyebiliriz.
 
İşin erbabı kimseler ilk günden bu çelişkinin farkındadırlar. Sonuçta faiz ve/veya riba kavramları inanç dünyasıyla çelişki içindedir.
 
Bu çelişkiler bugün yeniden vücut buldu, faiz politik kişiliğine yeniden büründü.

">

Tesadüf değil. Lisan ne kadar güçlüyse gelen kitaplar da o denli yoğun oluyor. 

Kâinattı, Tanrı’ydı, ölümden sonra hayattı, mal canın yongasıydı vesaire…  

İşte tüm bu girift konseptleri ancak güçlü lisanlar farklılaştırıyor.
 
Somut kavramlar denizinde, Swahili dilinde seyrüsefer yapacak değiliz ya.
 
Pusulamız tabii ki İbranice olacak, Aramice olacak, klasik Arapça olacak.

Malumunuz, son haftalarda Türk lirası serbest düşüşe geçince, “Bilgisizler, cahilleri ağırlar!” muhabbetleri de coştu bir kere…

Döviz kuruydu, faizdi, enflasyondu havada uçuşuyor!

Evet, konumuz faiz! Nedir, ne değildir, dinler dünyasında nasıl algılanır, bugünlere nasıl geldik, ekonomik kararların politik temelinde ne yatıyor?
 
Kısacası, bugün bu soruları mercek altına alacağız.
 
ÖBÜR YANAĞINI UZATAN İSA “EN AGRESİF” ÇIKTI

Algı olarak İsa barışçıl bir peygamber olarak bilinir. Yanağına tokat atana öbür yanağını çevirir. Öğretisi bu!
 
Fakat konu faize gelince İsa Peygamber sükunetini kaybeder ve Mabet’i basar.  Faizcilere ve tefecilere saldırır. Mabedin giriş merdivenlerinde (ki bunlara banko denir, alın size “banka” kelimesinin orijini) piyasa tutmuş Musevi para esnafının tezgahlarını yerle yeksan eder.
 
Nihayetinde, Musevi tüccarlar da durumu Roma Valisi’ne şikâyet ederler. 12 Havariden birisi olan Yehuda, bir kaç gümüş akçeye İsa’yı satar ve İsa çarmıha gerilir.
 
Çarlık Rusya’sında yakın geçmişe kadar, Kozak Hristiyanlar da Musevi köylerini Noel öncesi basıp yağmalar, peygamberleri İsa’nın öcünü alırlardı. Bir nevi dolaylı vergi!
Hani derler ya “Paranın gözü kör olsun” diye. İşte o misal…
 
MUSA DÖNEMİ

Firavun döneminde tarihte ilk kâğıt parayı görüyoruz. Hani şu yakışıklılığı kutsal kitaplara konu olmuş Hz. Yusuf’u hatırlarsınız. Kutsal kitaplara anlatılan sahibesi tarafından cinsel tacize uğramış Hz. Yusuf.  (Tabii o zamanlar Yusuf’u koruyacak “İskenderiye Sözleşmesi” yok ki hakkını arasın…) Yusuf, kuraklığı öngörüp Firavunu uyarınca, Firavun da tahılları depolatır; mal sahiplerine makbuz verir ve bu makbuzlar da senet gibi alış-verişte araç olur.
 
Firavun başka bir uygulama daha getirir: Gecikme faizi anaparayı geçemez!

Museviler de faizi yasaklar. Fakat daha sonra Musevi din alimleri bir içtihat çıkarır. Buna göre Musevilerin kendi aralarında faiz uygulamaları haram fakat Musevi olmayanlara faiz uygulaması helal sayılır.
 
Roma döneminde de siyasetçiler faizle mücadele için kafa yorarlar. Faizlere sınır getirmeye çalışırlar. Köleler ile asillere farklı faiz uygulatırlar.

Sonradan Haçlı Seferleri’nin finansmanı için Katolik Kilisesi de faiz işine girer. Vatikan faiz faaliyetini tatlı kazanç kaynağı yapar. Ta ki çok yakın zamanda Vatikan’ın bankasını yöneten Kardinal’in Vatikan Meydanı’na çıkan köprünün altında kendini asana kadar. Vatikan, her ne kadar yasaklamasa da artık faiz işlerinden uzak duruyor. Yeni faaliyet alanı: gayrimenkul yatırımı. Tapu bazında dünyanın en büyük “gayrimenkul yatırım ortaklığı” kurumu. Haberiniz olsun!

Orta Çağ’da Tapınak Şövalyeleri de aynı şekilde faize soyunur. Fransa’da XIV. Louise ile şövalyeler arasında parasal çıkar çatışması yaşanır. Fransa Kralı’yla şövalyeler arasında kan dökülür. Bir cuma günü, ayın 13’ünde Fransa Kralı şövalyeleri kılıçtan geçirir. (Alın size 13 rakamının uğursuz sayılması)
 
Sonuç olarak faiz, kilise tarafından denetim altına alınmaya çalışılır. Örneğin Mısır’dan mülhem gecikme faizinin ana parayı geçmemesi gibi, borçluların korunması gibi kurallar uygulanır.
 
Başka bir ip ucunu da Batı’nın güçlü dili Almanca’da görüyoruz. Almanca Schulden
(Okunuşu: Şulden!) kelimesi hem borç hem günah hem suç hem kabahat anlamına gelir. Kilisede ibadet ederken “Tanrı borçlarını/günahlarını affetsin” son duadır.

Adaletiyle ünlü Hz.Ömer’e de “borçların affı” konusunda atfedilen hadisler mevcuttur.

HZ. MUHAMMED DÖNEMİNDE FAİZ:

Kudüs’le düzenli ticari ilişkiler içinde olan Hz. Muhammed, faiz konusunu yakından bilmektedir.
 
Bizans’la yakın ticaret partneri olan Arap Yarımadası’nda ortalama faiz yüzde 4 civarındadır. Cahiliye döneminde Arap kavimler de yaygın bir şekilde faiz uygulamaktadır.
 
KUR’AN VE HADİSLER

Kitabın engin derinliklerine inmeden önce yine Arapça’nın güçlü yapısına bakmak gerek. Türkçeye “faiz” olarak geçen Arapça kelime, İslami jargonda “Riba” olarak geçer.
 
Ribanın kelime anlamı; eklenme, yükselme, artma olarak yorumlanır.
 
Değişik ribalar var ve değişik konumlarda kullanılmaktadır. Bunların içinde benim ilgimi çeken riba da El Fadıl‘dır. Yasaklanmıştır çünkü vade farkından doğan fazlalık tefecilik kapsamına girer.
 
Hz. Muhammed’in arzuladığı sistemde aynı kalite aynı miktar emtia eşzamanlı mübadele edilir ve böylece vade farkından doğan riba ortaya çıkmaz. Çünkü riba haksız kazanç kaynağıdır ve Allah nezdinde makbul değildir. 

Aynı miktar altını altınla gümüşü gümüşle hurmayı hurmayla değiştirmek gerekir. Farklı hurmaları takas ettiği için Bilal’i Habeşi Hz. Muhammed’den fırça yemiştir.
 
İçki konusuna çok benzer bir şekilde, toplumda sosyal tümör olabilecek faiz konusu Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde münhasıran yasaklanmıştır. Burada hangi ayet hangi hadis hangi sayfa detayına girmek istemiyorum. Onun için mebzul miktarda ilahiyatçı mevcut zaten.
 
Geldik günümüze…
 
Faizin mekruh olduğu dönemlerden geçip dünyamız farklı bir ortama geldi. Faizsiz takas tarım ürünleriyle beki daha kolay ve gerçekçiydi fakat bugün Sanayi Devrimi’ni geride bırakmış bir dünya ekonomisi var. Hatta 4. evre sanayiden söz edilmekte.

Sanayi denilince ortaya proje kavramı çıkmakta. Proje denilince de bu sefer proje finansmanı gündeme gelmekte. 
 
Proje finansmanı gündeme gelince bu sefer de risk dağılımı gündeme gelmekte.
 
Özetle,  proje başarısız olunca finansmana katkıda bulunan para sahiplerinin riski ne olacak?
 
Mezkur mesele, modern ekonomide araya finansal bir kurum koyarak aşılmış. Banka tasarruf sahiplerinden paralarını faiz karşılığı topluyor, sonra da proje sahibine daha yüksek faizden satıyor.
 
Proje başarılı olursa sıkıntı yok. Şayet proje batarsa tasarruf sahiplerinin riski yok, onların muhatabı banka. Mesuliyet bankanın!
 
Bu noktada; faiz uygulaması bir nevi risk kayması yapmakta, riski tasarruf sahibinin üzerinden almakta. Pivot görevi de faize yüklenmiş olmakta.
 
Faizsiz bir banka sistemi geliştirmek için uğraşan İslami bankacılık “Katılım Bankacılığı” sistemini alternatif olarak tesis etmiştir. 
 
Burada işin püf noktası yine risk paylaşımıdır. Tasarruf sahibi riske ortaktır. Katılım payı vardır; proje kar ederse ne ala, etmezse parasını kaybedebilir.
 
Türkiye’de merkez sağda yetişmiş siyasiler bu konularda çok kafa yormuşlardır. Dahiyane görüşleri olan Erbakan Hoca da ‘Rantiye’ deyiminin isim babasıdır ve deyim günlük lisanda yer bulmuştur.
 
Dünya Bankası’nda çalışırken bir yaz ziyaretimde, sonradan Maliye Bakanı olan rahmetli Unakıtan’la Feriköy’deki ofisinde, o zamanlar Al Baraka’nın kuruluş çalışmalarını yaparken, faizsiz bankacılık konusunda münazaralarınız olmuştu.
 
PRATİK GERÇEKLER

Türkiye genel anlamda tasarruf yapmayan bir toplum. Hatta gelirinin ötesinde tüketen bir toplum. Aynı zamanda sabırsızca hızlı kalkınmak isteyen bir toplum. Bütün bu şartlar bir araya gelince, Türkiye de dışarıdan borçlanmak zorunda olan bir ekonomi durumuna düşüyor çünkü elinde projeleri finanse edecek kaynağı yok.
 
Dış borç ancak döviz bazında alındığı için döviz kuru aşırı önem kazanıyor.
 
Türkiye gibi devamlı döviz açığı veren bir ekonomi, geçmişin Japonlarını ve Almanlarını veya bugünün Çin’ini taklit edip ihracat mucizesi yaratabilir fakat an itibarıyla Türkiye bir dolar ihracat için 60 sent ithalat yapmak zorunda.  Basitçe söylersek, ihracatın ithalat girdisi fazla yüksek.
 
Türkiye ekonomisi ayrıca enerji fakiri ve Suudi Arabistan gibi kapalı ekonomik model uygulayacak döviz gücü yok. Sonuç olarak belki egemen ve bağımsız bir ülkeyiz ama dünya ekonomisine enterkonnekte bir ekonomiyiz.
 
MEKANİZMA NASIL ÇALIŞIYOR 

Şimdi size yıllarca New York borsalarında döviz ‘trader’ larla işlem yapmış birisi olarak bir kavramı açıklamak zorundayım- ki faiz-döviz kuru dinamiğini anlayabilesiniz-
 
Trader’ların ufku günlük, saatlik hatta dakikalıktır. Uzun vade onlar için saat 16:00’dır. Piyasaların kapanma saati. Alım satım yapılırken fonların bir para biriminde park edilmesi gerekir. İşte biz buna “Cost of Carry” yani taşıma maliyeti deriz. Taşıma maliyetinin 180 derece aksi o para biriminde getirisidir. Yani ben bu parada durursam getirim ne olacak?
Yani ne kadar faiz gelirim var.

Bir para biriminin faizi düşerse getirisi düştüğü için o para birimi satışa geçer yani başka bir para birimine karşı değeri düşer, yani karşı paranın kuru artar.
 
İki para birimi arasında faiz getirilerinin eşitlendiği noktada piyasanın istikrar bulduğu kur olur, traderlar buna “breakeven point” yani tapi noktası diyorlar.
 
Spekülatörlerin bütün gün ulaşmak istedikleri nokta işte bu noktadır: Tapi noktası. O noktaya gelinceye kadar durmadan işlem yaparlar. Hedef işlemlerin yüzde 51’inin kazançlı olması günlük hedeftir.

Spekülasyon negatif çağrışım yapan kavram fakat aslında trafikte şeritlere düzen getiren hızlı sürücüler gibi de algılanabilinir. Akışı düzenleme işlemi gibi.

Ölümcül kaza yapmazlarsa spekülatörler aslında regülatör görevi görürler.

Kısacası spekülatörlerden korkmamak, “bubble” dediğimiz balonlardan korkmak gerekir.
 
İşte böyle değerli okur;  biraz uzun, biraz teknik oldu ama bu konulara girmeden faiz gündemini anlamak imkansızdı. Tarihi geçmişi var, inanç dünyasına dayanan veriler var ve günümüz gerçekleri var. Hatta hafif abartıp “Medeniyetler Çatışması”nın muharebe alanı finansal sistemler çatışması diyebiliriz.

Ve sizlere bir kötü haberim daha var! Konu henüz bitmedi.
 
Malumunuz ne zaman Türkiye’de sorun çıksa hemen ilk güne gidilir ve rejimin temelini oluşturan prensipler gündeme getirilir. O prensipler “challenge” edilir.
 
Kurtuluş Savaşı’ndan birkaç ay sonra ve Lozan Antlaşması’ndan birkaç ay önce Cumhuriyete giden yolu çizen, İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır.

Kongrenin Atatürk’ün emriyle yapılması ve Kongre Başkanının Kazım Karabekir Paşa olması kongrenin önemini gösterir.
 
Kongre, Anadolu Kurtuluş Savaşı zaferinin iktisadi yönünü temsil eder.
 
Bu Kongre’de ilginç bir karar da alınır. Bu karara göre riba tefeciliktir ve günahtır fakat faiz helaldir.
 
Halbuki Arapça’dan Türkçeye geçen faiz kelimesi Türkçede birebir ribaya tekabül eder. 
 
Kısacası faizin politik profili, Türkiye gibi padişahlık sisteminden çıkıp parlamenter sisteme geçen bir ekonomik yapıda net çizilmemiştir. Hatta hafif spekülasyon yapıp, Müslümanlığın baskın olduğu bir toplumda “kelime oyunlarından yararlanıp modern bankacılık için hafif bir hülle yapılmış” diyebiliriz.
 
İşin erbabı kimseler ilk günden bu çelişkinin farkındadırlar. Sonuçta faiz ve/veya riba kavramları inanç dünyasıyla çelişki içindedir.
 
Bu çelişkiler bugün yeniden vücut buldu, faiz politik kişiliğine yeniden büründü.

Tüm yazılarını göster