Hepimizin Dedesi Hulusi Kentmen Sarıyer'de anıldı

Yeşilçam'da tatlı sert ve babacan yapısıyla seyircinin gönlünü kazanan Hulusi Kentmen’in vefatının üzerinden 26 yıl geçti.

Adı Sarıyer’de Vefa Projesi kapsamında yapılan bir parkta yaşatılan usta oyuncuyu torunu Melek Kentmen’den dinledik. Geçtiğimiz günlerde ‘Dedem Hulisi Kentmen’ kitabını çıkaran Melek Kentmen, dedesinin filmlerde sergilediği karakterlerin gerçek hayattaki karakteriyle de örtüştüğünü söyleyerek, “ Doğruluk timsali, içten, candan, samimi biriydi. Belki de bu sebepten çok sevildi. O, hepimizin dedesiydi” dedi.

Yeşilçam'ın "tonton babası", hayatını sinemaya adamış Hulusi Kentmen’in yaşamına ve yaptıklarına bugünün gözlükleriyle bakmak haksızlık olur. Dönemin zorlu atmosferini, imkansızlıklarını, sanat anlayışını göz ardı etmek onu sadece oynadığı sayısız rolle tanımaktan öteye gitmeyecektir. İşte bu düşünceyle yola çıkan emektar oyuncunun torunu Melek Kentmen ona ismini veren dedesinin hayat hikayesini ve bilinmeyenleri yazıya dökerek “Dedem Hulusi Kentmen” kitabını okuyucularla buluşturdu. Denizaltı subayı iken, oyunculuğuyla kalbimizle taht kuran Kentmen’i kaybettiğinde 17 yaşında olduğunu söyleyen Melek Kentmen; “Bu kitabı yazarken dede ile torun karşılıklı sohbet ediyormuşuz gibi hissettim. Herkesin sevdiği bir insanın torunu olmak gurur verici bir olay fakat küçükken bu durumu söylemeye utanıyordum. Çünkü bilinen bir soyadım yoktu ve hemen bir bağınız var mı diye sorulurdu. Tabi ki büyüdükçe anladım ki bu benim için bir gurur” dedi. Usta oyuncunun ismini yaşattığı için Sarıyer Belediyesi’ne teşekkür eden Kentmen, “Sarıyer Belediyesi'nin bende yeri apayrıdır dedemin ve birçok yeşil Yeşilçam sanatçısının adını parklarda yaşatıyorlar” diye konuştu.

BİLMEDİĞİM ŞEYLER ÖĞRENDİM

Yazdığı kitapla birlikte dedesiyle alakalı bilmediği birçok şeyi öğrendiğini söyleyen Kentmen dedesini şu sözlerle anlatıyor: “ Dedem çok babacan biriydi. 17 yaşıma kadar onunla vakit geçirebilme imkanı bulabildim. Bu kitabı yazarken ben de bilmediğim şeyleri öğrendim. Çünkü dedem setlerde olurdu, ben de okulda. Onun çok önemli bir özelliği vardı. Emniyet sibobu derler ya işte öyle. Onun olduğu ortamlarda asla kavga olmazmış. Yemek saatinde muhakkak işçilerin yemeğini kontrol eder, eğer eksik varsa kendi yemeğini gönderirmiş. Kendisinin olmadığı zaman da yönetmeni tembih edermiş. Dedem bunlardan bahsetmediği için sonradan öğrendim.

PEK GÜLMEZDİ

Çok iyi bir insandı ama pek gülmezdi. Askerlikten gelen bir disiplinle davranırdı. Mübadele döneminde Bulgaristan'dan İzmit'e göç etmişler.  Dedem Akçakoca İlkokulu'na giderken okul sıralarında tiyatro aşkının, İzmit Körfezi'nde de deniz aşkının kanına girdiğini söylerdi. Orada denizci kıyafeti ile askerleri gördüğü zaman karar vermiş zaten.

22 GÜNDE GETİRMİŞ

Kitap kapağımın mavi olmasının da bir özelliği var. Dedemin arabasının rengi. Çünkü ilk ve son arabasıydı. Arabasından da bahsetmek istiyorum çünkü onun için çok önemliydi.  Mavi renk ve kenarlarında dalga şeklinde gri renkli köpükleri vardı.  Amerika'da görmüş bu arabayı ve aşık olmuş resmen. 22 günde İstanbul'a getirmiş. Öyle de bir anısı var.

KALEMİN YERİ BİLE DEĞİŞEMEZDİ

Disipliniydi, çok disipliniydi. Mesela evde akşam yemek hazırlandığı zaman o sofra saatinde herkes oturmalıydı. Bir kaleminin yeri bile değişmemeliydi. Hani böyle hastalık derecesinde disiplinliydi.

HALKEVLERİ'NDEN SİNEMAYA

Askerlik döneminde deniz dikimevine tayin oluyor dedem. Yaz dönemlerinde belli bir saatten sonra boş kalıyorlar ve ne yapabilirim diyor. Halkevleri’ne gidiyor orada tiyatroları izlemeye başlıyor ve bir eleman noksan olunca dedeme teklif ediyorlar. Orada ilk kez sahneye çıkıyor. Tiyatroya “Hisse-i Şayia” oyunuyla başlıyor.  Sonra tiyatro sahnesinde de sinema için keşfediliyor. İlk sinema filmi de Cahide Sonku ile.

YEŞİLÇAM BOZULDU

Dedem bırakmak zorunda kaldı çünkü o zaman film sektörü kötüye gitti. Yeşilçam bozuldu. Senetle çalışmaya başladılar, nakit para vermiyorlardı. Sonradan o senetleri de ödeyemedikleri için film sektörü de sekteye uğradı. Bazı durumlardan dolayı da bırakmak zorunda kaldı. Ama bırakması onu yaşlandırdı çünkü çalışmak onu dinç tutuyormuş aslında.

FİLM ANILARINI BİLMEM

İşi eve taşımazdı kesinlikle. Kendi evinde çekim olurdu onlarda da ben genelde okulda olurdum. Kitapta anlattıklarım dedemden duyduklarım değil. Çünkü ben ev hayatını biliyorum, film anılarını hiç bilmiyorum.  Benim için “Oh olsun” filminin ayrı bir yeri vardır.

KEŞKE DAHA ÇOK KONUŞSAYDIK

En büyük pişmanlığım keşke onunla daha çok konuşsaydım derim. Daha çok anı not alabilseydim ama o zaman tabi bunu akıl edemedim. Çünkü böyle bir kitap düşüncem yoktu. Bu kitabı yazarken çok duygulandım istedim ki keşke yaşarken olsaydı bazı şeyler ama en azından bir yerlerden gördüğünü biliyorum.

FİLMİMİZ OLSUN İSTEMİŞTİ

Dedem birlikte filmimiz olsun çok istiyordu. Babama şöyle demişti; “Herkesin çocuğunu torunum diye kucağıma alıyorum, gezdiriyorum. Bir kere de hani izin ver de kendi torunumla bir film çekeyim. Ama babam istemedi bu sektöre girmemi. Dedemde babamı ezmedi.  Benim de hiç ilgim yoktu. Ee çünkü hayali olanları biliyoruz.

O GÜN ANLADIM

Dedemi kaybettiğimiz günü hatırlıyorum. Babamla hastaneye ziyarete gitmiştik. Marmara Üniversitesi Hastanesi’nde.  Gökyüzüne bakıyordu tabii hissediyordu herhalde.  Sarıldım, öptüm ve çıktık. Eve geldikten sonra vefat ettiğinin haberini aldık. Cenazesi Altunizade’deki o büyük camiinden kalkmıştı. Çok kalabalıktı zaten ordu kaldırdı cenazeyi. Köşeden sadece izledim.  Bu kadar sevindiğini o gün anladım.

HEPİMİZİN DEDESİ

Hulusi Kentmen dedem dediğim zaman şöyle bir tepkiyle karşılaşıyorum; o senin deden değil hepimizin dedesiydi diye.  Çok sevilen bir insanın torunuyum ve onun soyadını taşıyorum. Bu kitabı onu tanımayanlarda tanısın diye yazdım.

Sonraki Haber