Türk ekonomisi için şok sözler !

Türk ekonomisi için şok sözler !

Ünlü iktisatçı Korkut Boratav: "Türkiye yılın ikinci yarısında küçülme yaşayabilir"

“Hocaların hocası” olarak anılan ünlü iktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, ekonomideki gelişmeleri ve önümüzdeki günlerde beklenen küresel çalkantıları değerlendirdi.

Bugün'ün haberine göre, Boratav, Türkiye ekonomisinin yılın ikinci yarısında küçülme yaşayabileceği uyarısında bulunurken, küresel etkilere karşı Türkiye'nin kriz olasılıklarında ön sıralarda olduğunu söyledi.

7 Haziran'ın ardından yaşadığımız süreçte ekonomik göstergelerde önemli kötüleşme görülüyor. Bu ortamda ekonominin seçim ortamından nasıl etkilenmesini öngörüyorsunuz?

BÜYÜME SIFIRLANDI

Ekonomi 2014-2015'te esasen durgunlaşmaktaydı. Türkiye ekonomisinin özellikleri içinde canlanmayı tetikleyebilecek iki etken, dış kaynak akımları ve yatırımlardır. Bir yandan dünya ekonomisinin istikrarsız bir ortama girmesi, bir yandan da ülkedeki seçim ortamının yarattığı ek belirsizlikler nedeniyle Türkiye'ye net sermaye girişleri 2015'in ilk altı ayında yüzde 9 geriledi. Ocak-Mart 2015'te yatırım verileri ise sıfır büyüme gösteriyor. Sonraki aylarda siyasi istikrarsızlığın artması, özel sektör yatırımlarını aşağı çekmiş olmalıdır. Üstelik ihracat da gerilemektedir. Bu olgular dikkate alınırsa, 2015'in ilk üç ayına yüzde 2,3'lük büyüme ile giren Türkiye ekonomisi, yılın ikinci yarısında küçülmeye kayabilir.

SERMAYE ÇIKIŞINA YOL AÇTI

FED'in faiz artırması için beklenen zaman yaklaştı. Sizin küresel piyasalara ilişkin önümüzdeki dönem kısa ve orta vade öngörüleriniz nelerdir? Türkiye'yi nasıl dalgalar bekliyor?

FED'in faiz kararıyla ilgili beklentiler, yükselen piyasalarda -ve değindiğim gibi Türkiye'de-  dış kaynak girişlerinde yavaşlamaya veya net sermaye çıkışına şimdiden yol açtı. Ne var ki, ABD'de (diyelim) 1 puanlık bir faiz artışı, spekülatif sermayenin doymak bilmeyen “risk iştahı”nı karşılayacak bir getiri değildir.

KRİZ OLASILIĞINDA ÖNDEYİZ

Bu nedenle, sistemin merkezinde  bir kriz ortamı yoksa, “çıkan para, döner, dolaşır tekrar girer” kuralı işleyecektir. Ama nereye? Türkiye, dışsal kırılganlık göstergeleri açısından en riskli çevre ekonomilerinden biridir. O nedenle finans kapitalin ilk tercihleri arasında yer almaz. Yine de, yüksek risk, yüksek getiridir. Bu nedenle, borsa ve TL açısından fiyatlar yeterince gerilediği zaman, Türkiye'ye sıcak para girişi canlanabilir. Öte yandan, Çin'den gelen olumsuz haberlerden en az etkilenen ülkelerden biri, bu ülkeye ihracat bağımlılığı fazla olmayan Türkiye'dir. Bugünkü ortamın devamı halinde, 2015-2016 Türkiye'sinde durgunlaşmanın yerleşmesi beklenmelidir. Bu arada dünya ekonomisindeki çalkantılara karşı fazlaca kırılgan olan ülkemizin dış  kaynaklı kriz olasılıklarında ön sıralarda yer aldığı unutulmamalıdır.

BİZDEKİ GERİLİM, MERKEZ BANKALARINI ŞİZOFRENİK DAVRANIŞLARA YÖNELTİR

Neo-liberal kuralların egemen olduğu bir dünya, sermaye hareketlerinin sınırsız serbestliğine dayanır. Serbest sermaye hareketlerinden vazgeçmeden, hem faizler hem de dövizleri hedeflemek mümkün değil.

Merkez Bankası'nın para politikası yönetimini nasıl buluyorsunuz? Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıktan “faiz indir” baskısı yapmaya başlamasının ardından Merkez Bankası nasıl bir görünüm sergiledi? Merkez Bankası üzerinde hükümet etkisi görünümü, ekonomik sistemin kabulleri açısından nasıl bir manzara ortaya koydu sizce?

Neo-liberal kuralların egemen olduğu bir dünya, sermaye hareketlerinin sınırsız serbestliğine dayanır. Türkiye gibi ekonomilerin merkez bankaları için de üç kural geçerlidir: Bir, siyasi iktidarlara karşı bağımsızlık,  iki enflasyon hedeflemesi ve 3 ilke olarak sıkı para politikaları... 2008 krizinden sonra bu üç ilkeye bir de “finansal istikrar” hedefi eklendi ve işler karıştı. Niçin karıştı? Zira, Türkiye gibi kırılgan ekonomilerde finansal istikrarı korumak döviz fiyatlarındaki kontrolsüz hareketleri (özellikle  yükselmeyi) denetlemeyi gerektirir. O zaman, döviz fiyatının da (reel veya nominal olarak) hedeflenmesi gerekir.

SAYGINLIĞI ZEDELENDİ

Serbest sermaye hareketlerinden vazgeçmeden, hem faizler, hem de dövizleri hedeflemek mümkün değildir. Bu gerilimler, merkez bankalarını şizofrenik davranışlara yönlendirebilir. TCMB Başkanı da döviz fiyatlarındaki aşırı yükselmelere karşı bazen çaresiz hamleler yapmak zorunda kalmış; saygınlığı zedelenmiştir.

İkinci bir sorun, Türkiye gibi ekonomilerde parasalcı bir enflasyon kuramının yanlışlığından kaynaklanıyor. Örneğin döviz fiyatı temel bir maliyet öğesi ise, genel fiyat düzeyi dövize bağımlı olur. Faizlerin düşürülmesi döviz fiyatlarını yukarı çekerse enflasyon da tırmanır.

TCMB Başkanı bu olguyu grafikli bir sunuş yaparak Erdoğan'a anlatmak zorunda kaldı. Burada da neo-liberal modelin yetersizliklerinin yarattığı sorunların TCMB'ye yansıması söz konusudur.

AKP iktidarı hem ucuz döviz hem de düşük faiz istiyorsa, sermaye hareketlerini kontrol altına almayı denemelidir. Bu da, Türkiye gibi kronik ve yüksek dış açık içinde yaşayan bir ekonomi için çok güçtür. Bu ilişkileri Ali Babacan daha iyi bildiği için TCMB Başkanı'na destek verdi ve Erdoğan'ın o dönemdeki baskıları geçiştirilebildi.

TASARRUFLARIMIZ AZALDI

Mevcut ortamda Türkiye'nin yumuşak karnını oluşturacak en önemli ekonomik göstergeler olarak hangilerini görüyorsunuz? Bu konularda neler yapılmalı?

Başta da değindiğim gibi dışsal kırılganlıklar öne çıkıyor. Bu bozulma AKP'li yıllarda yoğunlaştı.

Ekonomi durgunlaştıkça cari işlem açığı artmakta; kriz yıllarında bile dış açık verilmektedir. Arka planda iki temel neden var: Birincisi, milli gelir içinde yurtiçi tasarruf oranının hızla aşınması; yüzde 20'lerden, 13'e inmesidir. İkincisi ise, üretimin ithal bağımlılığındaki yapısal yükselmedir.

Sermaye hareketlerinin denetimini ve özellikle sanayiye dönük bir sektörel planlamayı içeren bir stratejik alternatif üzerinde düşünmeden bu sorunlar çözülemez. Ancak, bu da neo-liberal perspektiften kopma anlamına gelir.

ORTA GELİR TUZAĞINA TAKILMADIK

Türkiye'de kronik hale gelmiş bir işsizlik sorunu var. Şimdi bu sorun çözülemeden yeniden zor bir döneme giriyoruz. Bu konuda ülkeyi nasıl günler bekliyor sizce? Kısa ve orta vadede neler yapılabilir?

Türkiye'de işsizlik ölçümü geleneksel tanıma göre yüzde 10, geniş tanıma göre yüzde 17 oranlarına oturmuştur.

SOSYAL DEVLET ŞART

“İstihdam yaratmadan büyüme” genel bir sorun olarak ortadadır. İşgücüne katılma oranı yüzde 50 civarındadır. Bu oran Batı'da, Asya'da, Latin Amerika'da olduğu gibi 10 puan yukarı çekilse, işsizlik de çarpıcı boyutlara çıkacaktır. Özellikle iki milyona yakın Suriyeli göçmenin kaynak tüketimi, ücretler ve işsizlik üzerinde yarattığı artan sorunlar da söz konusudur.

Çözüm, sosyal devlet kurumlarını tekrar canlandırarak yüksek yatırımlı, yüksek büyüme sağlayan bir yörüngeye geçmekte yatıyor. Türkiye'nin “orta gelir tuzağı”na takıldığı; bu nedenle düşük büyümeye mahkum olduğu savı doğru değildir. Türkiye hâlâ tarımda ve tarım dışında geniş ve âtıl emek rezervleri barındıran bir toplumdur. Sermaye birikim oranları, yüzde 20'lerden Asya ülkeleri gibi yüzde 30'lara çıkarılırsa bu emek rezervleri istihdama yönelir; Türkiye yüksek büyümeli bir güzergâha oturur; sosyal devlet kurumlarını, kaynak  aktararak canlandırmak mümkün olur; insanların gelecekle ilgili beklentileri düzelir.

VAHŞİ KAPİTALİZMDEN GEÇİYOR

Uluslararası kuruluşlar, hatta IMF ve Dünya Bankası dahi “sürdürülebilir-kapsayıcı büyüme” gibi kavramlar adı altında işsizlik-istihdam konusu üzerine daha fazla eğilir oldu. Sizce vahşi kapitalizmin kendisini bir nevi törpülediği, gözden geçirdiği bir dönemden mi geçiyoruz? AKP'yi kapitalizmin içinde nasıl konumlandırıyorsunuz?

Dünyanın birçok coğrafyaları gibi Türkiye de vahşi kapitalizmden geçiyor. Bu süreç, AKP ile değil, 1980 darbesi içinde neo-liberal modele geçiş ile başladı. Neo-liberalizm, sermayenin dünya çapında sınırsız tahakkümüdür. Kaynak tahsisinde ve bölüşümde devletin koruyucu, müdahaleci, kalkınmacı işlevlerini tasfiye etmeyi; bunların yerine sadece piyasa mekanizmasını yerleştirmeyi hedefler. Sonunda ortaya çıkan, paranın ve piyasanın hâkim olduğu; üstelik ekonomisi de durgun bu dünyada çaresizlik, hayat kavgası esastır; insan, insanın kurdu olur.

YÖRÜNGEYİ DÜZELTMELİ

Buna karşılık ekonomisi hızla büyüyen, istihdamın, eğitimin, sağlığın, geleceğin güvence altında alındığı farklı bir dünyada değer sistemleri de değişmeye başlar. İnsanlar birbirlerine, komşularına, rakipler olarak değil, dayanışma duyguları içinde bakarlar. Türkiye böyle bir topluma dönüşme imkânına hâlâ sahiptir. Fazla gecikmeden yörüngesini bu doğrultuya çevirmeyi becerirse…