İclal Aydını hiç böyle görmediniz!
Aşk üzerine kitaplar yazan İclal Aydın, gerçek hayatta aşk konusunda başarısız olduğunu söyledi.
İclal Aydın’ın son kitabı 'Senin Adın Bile Geçmedi', büyük ses getirdi. Kitabın ilk 10 bin baskısı bir hafta içinde tükendi. Ama aşk ve ilişkiler üzerine yazdığı kitaplar yok satsa da gerçek hayatta durumu o kadar da parlak değil! Aydın, bu gerçeği Hello! dergisine verdiği röportajda itiraf etti: “Hayatta en başarısız olduğum konu aşk!”
“Yeni bir şey söylemeyeceğimin, kitabın daha en başından bilinmesini istedim” diyorsunuz. - Evet çünkü aşk hakkında söylenebilecek her şey zaten çoktan söylenmiştir. Bunu hepimiz biliriz ama yine de aşkı konuşmak, hatta tanımlamak isteriz. ışte tam da bu yüzden, kitap aşkın anlatmak, susmak, saklamak ya da yazmakla ilişkilerini ele alarak başlıyor. Sonrasındaysa bu ilişkiler birbirini açarak, adeta kendiliğinden çoğalıyor. Aşkın tetikleyicilerinden yaratıcılarına; eşiklerinden çıkmazlarına; sevinçlerinden kederlerine; delice bekleyişlerden kendi yıkımına doğru koşmalara; meydan okumalardan dünyaya küsmelere; hatta yemeklerden şaraplara ve şehirlerden ülkelere; kısaca bütün sonlardan bütün başlangıçlara doğru satır satır yükseliyor kitabın nabzı... “Senin Adın Bile Geçmedi”yi okuyanların çoğu “Bir solukta bitirdim ama başa dönüp tekrar okuma isteğine kapıldım” diyerek hem kitabın ritmi hakkında yanılmadığımı gösterdi hem de çok mutlu etti beni...
AŞKTAN KONUŞMANIN BÜYÜK RİSKLERİ VAR Aşkı kağıda dökmenin ağır yükünden nasıl kurtuldunuz? - Bir kere, kendinize karşı alabildiğine eleştirel olmanız ve çok çetin, neredeyse kanlı bir masa başı çalışmasına dayanabilmeniz gerekiyor. Hatta öyle anlar geliyor ki, kitapta da geçtiği gibi, insan nasıl olup da hayatta en başarısız olduğu konu hakkında yazıp söyleme cesaretini kendinde bulduğuna kendisi bile şaşırabiliyor! Kitabın ilk 10 bin adedi bir haftada tükenince ikinci baskıda bu tür kaygılarım bir parça azaldı. Korkularım sevinçlere dönüştü. Aşktan konuşmanın kişisel ya da ruhsal riskleri de var tabii. Kitaptan alıntılayarak söylersem; belleğin o kilitli aşk odasına girmek, seni en iyi gösteren, bütün kusurlarını örten şu zavallı elbiseni çıkarıp paramparça etmeye benziyor. Yani çifte ihanetlerdeki gibi, çifte risk söz konusu aşkı yazarken. Hangisi daha acıtıcı sizce? Ya da hangisi daha iyileştirici? ınsan karar veremiyor...
O halde, bu kitap aşka ilişkin iç hesaplaşmalarınızın bir tür dışavurumu sayılabilir mi?- Anlatıcı ben olduğum için ister istemez böyle bir çağrışım yaratmış olabilir sizde. Ama kitap sadece benim kişisel hikâyemden değil, proje yönetmeni arkadaşım Tolga Meriç’in ve tanıdığımız daha pek çok kişinin yaşamlarından da izler ya da sonuçlar taşıyor. Tabii okurla bütünleşebilmek için kişisellikten sıyrılmış ve çoğullaşmış bir biçimde yer alıyor bu hikâyeler. Yoksa kimse kimsenin aşklarını ya da aşka bakışını uzun uzadıya dinlemez bana kalırsa... Siz aşktan söz ederken ya da kendi aşkınızı anlatırken soru soranlar, aslında kendi aşklarını sorup anlatmaya başlarlar ki, işin zevki de buradadır biraz. Kitapta tam da bu yüzden şöyle bir cümle geçiyor: “Hep birlikte başlatacağımız bir operasyona benziyor aşktan konuşmak.”