Bir idealist Türk gencinin hikayesi

Bir idealist Türk gencinin hikayesi
Güncelleme:

İngiltere’de Türkiye’de olmayan bölümü okudu uzman oldu. Dünya Kanser tedavisini onlarla birlikte yapıyor. Psiko-onkolog Ozan Bahçıvan Türkiye’ye dönünce bakın neler oldu? Bir idealist Türk gencinin hikayesi..

Avusturalya’da Türkiye’de olmayan bölümü okudu Psiko-onkolog oldu.
Dünya Kanser tedavisini onlarla birlikte yapıyor.
Uzman Sağlık Psikoloğu Psiko-onkolog Ozan Bahçıvan Türkiye’ye dönünce bakın neler oldu?
Bir idealist Türk gencinin hikayesi..
Okuduğunuzda Köy Enstitüleri dönemin öğretmenlerinde olan idealizmi hatırlayacaksınız..

Dünya Psiko-onkalogları Birliği yönetim kurulu üyeliğine seçilen Uzman Psiko-onkolog Ozan Bahçıvan, Türkiye’de kanserli hastaların tedavisinde sadece fiziksel tedavinin öne çıkarıldığını, ruh sağlığının ise geri planda bırakıldığını belirterek, “Oysa bir insanın ruh sağlığı ne kadar elverişliyse fiziksel olarak tedavisine devam etme şansı ve başarı oranı o derece artıyor” dedi.

Lise eğitimi için Avustralya’dayken babasını kanserden kaybeden Ozan Bahçıvan, kendisine kanserli hastaların psikolojik tedavisinde uzmanlaşmaya iten bir akademik kariyer seçmiş.
Lisans eğitimini Avustralya’da psikoloji alanında Western Sydney Üniversitesi’nde,  Yüksek Lisansını ise Sağlık Psikoloji alanında İngiltere’de West of England Üniversitesi’nde tamamlayan Ozan Bahçıvan,  Klinik ve Sağlık Psikolojisi dalında  da İspanya Barcelona Üniversitesi’nde halen doktorasını yapıyor.

Psiko-onkoloji alanında Avustralya’da parlak bir kariyeri geri çevirerek Türkiye’ye dönen Ozan Bahçıvan, Avustralya yerine niye Türkiye’yi seçtiğini ise şöyle açıklıyor: “Türkiye’deki üniversitelerde bu alanda eğitim verilmiyor. Psiko-onkolojiyi, kanser tedavisinin, kanser bakımının bir parçası yapabilmek, en azından bu konuda bir tohum atabilmek istiyorum”.

Babasın kanserden vefat edince Pisiko-orkolog oldu…

Ancak Türkiye’ye dönünce bakın başına neler gelmiş..

Uzman Sağlık Psikoloğu Psiko-onkolog Ozan Bahçıvan’ın bütün hikayesi şöyle:

Avusturalya nereden çıktı, Avrupa, İngiltere ABD dururken?


O zaman şartlarında İngilizce konuşulan bir ülke olsun istemiştik. Bir de babamın kanser durumu sonradan öğrendik. Tam vizem çıkmıştı. Babamın kanser olduğunu öğrendim. Gitsem mi gitmesem mi derken, git dediler “Nasılsa tedavi uzun sürece, Ben de lise çağında gittim.  Babamı 2010’da kaybettik. 2006 yılında gittim Avusturalya’ya.. Eğitimi çok iyiydi. Dünyaca her tarafta diploması geçerliydi. Ve İngilizce eğitim veriliyordu. Ve ben lisedeydim oraya gittiğimde.
Şu anda İngilizcem ana dilim gibi, Türkçem aksanlı, bir yıldır buradayım Türkçemi yeni yeni düzeltiyorum.

Avusturalya’da kalsaydın mesleki olarak ne olurdu


Avusturalya’da kalsaydım, mesleki olarak çok güzel şeyler olurdu. Uzmanlığımı İngiltere’den aldığım için, biliyorsunuz oralar İngiliz Toplulukları diye geçiyor.
Avusturalya, İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada bunların ortak bir Kraliyet şemsiyesi var. İngiltere’den bir uzmanlık çok rağbet görüyor Avusturlya’da..
Dolayısıyla orada daha fazla rağbet görüyorsunuz.
İnsanlar sana daha fazla iş vermek istiyor.
Mesela özellikle devlet kurumları “bizimle çalış” diye kapmak ister. Biz de nasıl yurt dışından mezun diye ülkemizde ayrı bir geçerlilik olur ya, onlarda da “İngiltere’den mezun” dendin mi insanlar sana iş vermek için sıraya giriyorlar.
Ama Türkiye’den mezun olsan aynı şey olmuyor orada. Türkiye’den gelen arkadaşlarım da oldu orada…. Ama ben başvuru yapıyorum, Avusturalya’dan İngiltere’ye diye, “hemen tamam çalışmaya başla” diye cevap geliyor.

Buraya ilk geldiğinde ne yaşadın?

Kültür şoku yaşadım. Türküm ama kendi ülkeme yeniden adapte oldum. İlk geldiğimde Türk aksanım yoktu. Aksanım yeni oturuyor. Daha doğrusu terimleri yeni yeni yeniden hatırlıyorum ve buluyorum.
Mesela İzmir’de hastaya “Oo filinta gibi olmuş” dedim, böyle dediğim bayan. Bayana “filinta gibi” mi denir? Bunun üzerine hasta  “Siz yabancı mısınız” diye sordu.
‘Ben Türküm aslında ama Avusturalya’dan geldim’ dedim. “Belli oluyor çünkü bayana ‘filinta gibi olmuş’ denmez ‘güzel olmuş’ denir” deyince ben de “Çok özür dilerim” dedim. 

“Hayır hayır özür dilemenize gerek yok aslında  çok sempatik” dedi.. “Sıkıntı yok ama siz de bunu bilin” dedi..

İlk geldiğinde mesleki anlamda yaşadıkların nedir Türkiye’de?

Avusturalya, psiko-onkoloji yani kanser hastalarının psikolojik tedavisini devlet mekanizmasında entegre edebilmiş bir ülke. İngiltere de aynı şekilde. Zaten bu ülkeler hep model ülke. Böyle bakınca Türkiye’de psiko-onkoloji çerçevesinde çok bir şey yapılmamış.
2012’de yapılmaya çalışılmış birazcık. Ben aynı zamanda “Dünya Psiko-onkaloji Birliğinin” yöneticisi seçildim. 2019’un sonuna kadar devam edecek vazifem. Seçildiğimde Avusturalya’daydım. Yani  Avusturalyalı olarak seçildim bu göreve.
Seçildikten sonra ben “Türkiye’ye gidiyorum, çünkü ben Türk asıllıyım” deyince, herkes şok oldu tabii. “Türkiye’de Psiko-onkoloji yok ki” dediler.
Durum böyle olunca da hem ülkeme adapte olmak, hem de psiko onkoloji, yani kanser hastaları ve yakınları için psikolojik destek konusunda neler yapabilirim diye düşünerek  Türkiye’ye döndüm.

Geldiğin bir yıl oldu. Peki bir yılda Türkiye’de ne buldun?


Bir yılda hemşireler çok güzel kucak açtı. Gerçekten “A diyorlar psiko-onkolojiyi biz biliyoruz. Bizim de kendi alanımız var, birlikte bir şeyler yapmak istiyoruz” dediler ve baha çok yardım ettiler.
Ama psikiyatrlardan destek alamadık. Yani doktorlardan bu kadar destek gelmedi maalesef.
Ben isterdim ki doktorlar da bizimle dayanışma yapsın. Doktorlar biraz sanki bizi rakip gördüler. O hoş olmadı.
Belki öyle hissettiler, psikologlar da aynı şekilde. Ki ben psikologlara eğitim vermek istedim, “Bakın ben yurt dışı bilgilerimi size aktarayım, gelin birlikte eğitimler düzenleyelim, kurslar düzenleyelim” dedim, öyle şeyler olmadı.
Ama hemşireler sağ olsun, çünkü hemşirelerin “psikiyatri hemşireliği” diye alanları var kendi içlerinde.
Ege üniversitesinde bu hastaların bakımıyla ilgili bir Çalıştay var, Oraya gideceğim. . Ben de ‘en azından bir yerden başlıyorum’ dedim, şimdilik geri çekilmedim.

Türkiye’de psiko-onkolog  pek bilinmiyor. Psiko-onkolog nedir?

Evet, doktorlar bile bilmiyor.
Psiko-onkolog aslında Tıbbi Psikolojinin bir alt birimi. Tıbbi Psikoloji ya da Sağlık Psikolojisi Türkiye’de okutulmuyor. Böyle bir bölüm yok Türkiye’de.
Türkiye’de biliyorsunuz Gelişimsel Psikoloji ya da Klinik Psikolojisi okutuluyor.
Psikolojinin masteri olarak yüksek lisansı olarak. Ama Tıbbi Psikoloji – Sağlık Psikolojisi diye bir alan yok. O yüzden Psiko – Onkoloji Türkiye’de gelişmemiş.
Şöyle bir olmuş ama, İstanbul Üniversitesi’nde Psiko-onkoloji Yüksek Lisansı açılmış ve kapatılmış. Çünkü okutmanları klinik psikologlar ve pskiyatırlar. Alanın uzmanları değil, sıradan bir doktorun gelip ders anlattığını düşünün. Hemen hemen aynı şey bu..

Psiko onkoloji nedir?

Kısacası Psiko-sosyal kanser bakımı demek. Çünkü kanser tanısında, Dünya Sağlık Örgütü’de söylüyor, ‘bir kişi kanser tanısı aldığında sadece fiziksel tedavi değil psikolojik tedavisinin de başlaması gerekir’ diyor.
Ama Türkiye’de maalesef diğer gelişmekte olan ülkeler gibi sadece fiziksel tedavi öne çıkarılıyor. Ama ruh sağlığı geri planda bırakılıyor.

Peki, Psiko-Onkolojinin pratikte yararı var mı?

Bakın bunu hasta odaklı düşünmemek lazım. Hasta ve hasta yakını odaklı düşünmek lazım. Bir insan, kanser tanısı aldığında zaman direk aklına “Ben öleceğim teması” geliyor.
Psikolojik boşluğa giriliyor. “Ben öleceğim” diyen bir mantalitedeki biri, o ruh halindeki bir insan tedaviyi kabul eder mi?
Kanser olmayan biriyle olan biri arasındaki farkı düşündüğünüzde hangisi daha çok kendisine zarar vermeye meyillidir. Tabii ki kanser hastası olan biri.
Çünkü “Zaten öleceğim” diyor.
“Kanserle yaşamak istemiyorum” diyerek bir şey yapabilir her an. Bu yüzden biz ruh sağlığı çalışanları olarak, bunun farkına varıp o an müdahale etmemiz mazım.
Kanser tanısı aldı, “bu süreç nasıl işleyecek” diyerek kişinin psikolojik olarak rahatlatılması lazım. O kadar çok fark ediyor ki bu…
Çünkü hasta tedaviye geliyor, hasta tedavi geliyor demek yani kendi isteği ile geliyor demek bu tedavi başarıya ulaşmasının yüzde 50’si demek..

Çünkü birçok hasta aksatıyor, gelmiyor, ya da “öleceğim” diyor. Doktorun dediklerini yapmıyor. Bakın kemoterapi standart tedavi süreci.
Kemoterapi alan hasta, bol su içsin diyoruz. Su bedenden kimyasalı atması için önemli. Hastalara “Ne kadar su içtin bugün” diyoruz ‘iki bardak üç bardak’ diyor. Sağlıklı insanın normalde 1.5 – 2 litre su içmesi gerekirken, bu hastaların biz daha fazla içmesini istiyoruz.
İşte dediklerini yapmıyor, diyetine dikkat etmiyor ya, işte bunları yaptırabilecek olan kişiler kesinlik ruh sağlığı çalışanları…


Peki hastalıkta başarı oranı nedir?


Hastalıkta başarı oranı kişiden kişiye değişir ama kanserin ne aşamada olduğu önemli. Cerrahi işleme girebilecek mi, ameliyat olmuşsa bu süreç nasıl işleyecek.
Mesela rahim kanseriyse, çocuğu var mı, kaç yaşında, evli mi.. Bunlar hep bizim psiko-sosyal destekte verdiğimiz şeyler.
Basma-kalıp bir tedavi uygulayamayız.
Her zaman şu örneği veriyorum. Benim de elim var, benim de baş parmağım var, sizin de bir eliniz var sizin de baş parmağınız var. Ben, benimkine de el diyorum sizinkine de el diyorum.
Ama ellerimizi karşılaştıralım; bakıyoruz sizinki biraz daha irili ufaklı, biraz daha çizgileriniz farklı. Yani farklılıklarımız ortaya çıkıyor.
İşte biz de ona göre yani tedavi yapıyoruz. Her eldiven her insana olmuyor değil mi? Biz de bedenlerine göre tedavilerini uyguluyoruz, kişi ve hasta yakınları bazlı…

İlaç tedavisi uyguluyor musunuz

Ben psikiyatr değilim. Biz ilaç yazmıyoruz. Biz sadece konuşma terapisi yapıyoruz. Ruhsal tedaviler. Çözüm odaklı terapiler, meditasyon, Bilinçte Farklılık dediğimiz tedavi şekilleri

Avusturalya’da psıko-onkoloji ne kadar yaygın?

Avusturalya’da bir insan kanser tanısı aldığı zaman direkt onkoloğa, psikoloğa, sosyal hizmet uzmanına ve hemşireye gönderilir. Dördü birlikte görüşür. Dört uzman birlikte görüşürler. Sonra, doktor aradan yavaşça çekilir, artık bütün bilgileri hemşire, sosyal hizmet uzmanı ve psiko-onkolog bilir ve hastayı ele alırlar. Belli bir müddetten sonra da psiko-onkolog geri çekilir, sosyal hizmet uzmanı ile hemşire kalır. Ondan sonra da sosyal hizmet uzmanı ara ara ziyaret eder.
Hasta hemşire ile yollarına devam eder. Ara ara da doktorlar ziyaret eder. Model budur…

Kanser hastaları arasında ne kadar başarılı oldu bu?

Bir insanın ruh sağlığı ne kadar elverişliyse fiziksel olarak tedavisine devam etme şansı ve oranı artıyor. Böylelikle tedaviye devam eden bir hasta olduğu zaman da tabii ki tedaviye cevap verme oranı da artıyor.

Biraz akademik kariyerinizden bahsedelim.

İstanbul’daki konferansa geldim Bu ay meme kanseri farkındalık ayı.
Ben Avusturalya’da normal Psikoloji Fakültesinden Psikolojiyi bitirdim.
Türkiye’de psikoloji fakültelerinde psikoloji okutulmuyor. Fen-Edebiyat fakültelerinde psikoloji okutuluyor.
Bu büyük bir fark aslında, çünkü meseleye garklı yaklaşım söz konusu…
Psikoloji bir sağlık bilimi olarak bilinirken, ülkemizde bu edebiyat fakültesinde teori bazlı bir alan gibi okutuluyor. Öncelikle büyük fark bu…
Bir sağlıkçı gibi bakan yaklaşım var bir yanda, çünkü siz tedavi yönlü eğitim alıyorsunuz, bir de Türkiye’de psikolojiye bakış var.
Bunu yermek için söylemiyorum, ama en azından hatalarımızı görelim ki bununla ilgili çalışmalar yapalım.
Türkiye’de bir insan 4 senelik psikoloji mezunu olunca “ben psikoloğum” diyor.
Yurt dışında böyle değil. 4 sene psikoloji mezunu olan insan “Ben psikoloji mezunuyum” diyor, “Psikoloğum” demiyor. Yurt dışında bunun üzerine uzmanlık yapması gerekiyor, iki sene daha staj yapması gerekiyor. Ülkemizde maalesef böyle şeyler yok. Ondan dolayı ruh sağlığı ile sıkıntılar oluyor.

Türkiye’de psikolog ile psikiyatr çok karıştırılıyor.


Doğrudur, psikiyatr tıp eğitimi alır, üzerine psikiyatri ihtisası yapar. Ama hepsi psiko farmakolojiktir. Aldığı eğitimler psiko-terapi değildir.
Yani bir psikiyatra gittiğiniz zaman öncellikle olarak ilaç vermek isteyecektir, çünkü zaten bir psiko-terapik bilgisi yoktur, eğitimini almamıştır.
Altı sene tıp eğitimi görülüyor.
Tıp eğitimi içerisinde standart tıp eğitimi tamamen biyolojik bazlı bir eğitim, bu süreçte ama ‘hangi hastalığa hangi ilaç uygunduru’ anlıyorlar.
Ama psikologlar, psiko-terapiyi öğreniyor.
Yurt dışında son sınıfta uygulamalı öğreniyoruz ki staja transit yol gibi oluyor bu…
Avusturalya’da mezun olduktan sonra İngiltere’de uzmanlık yaptım, Sağlık Tıbbı Psikoloji üzerine, ülkemizde olmayan bir bölüm.
Bir özel üniversitede açılmaya çalışılmış ama rağbet görmediği için, öğretmenleri, öğreticileri, okutmanları, sağlık psikologları olmadığı için, içerik zayıf olduğundan dolayı kapanmış burada.
İngiltere’den de mezun olduktan sonra İspanya’da Tıbbi ve Klinik Psikolojisi üzerine doktora yapmaya başladım. İki alanda doktora yapıyorum. Seneye bitecek.

En önemli şey
Türkiye’de psikologların odası yok, meslek yasası yok.
Birçok arkadaşım geliyorlar, bunları görünce okudukları ülkelere geri dönüyorlar.
Oralarda o ülkeden mezun olduğunuz için hemen de iş buluyorsunuz.
Çift dilli psikologları oralarda kimse kaçırmak istemiyor. Avusturalya’da bile Türkler 200 binin üzerinde. Çünkü, psikoloji demek konuşmak demek. Yurt dışında da çok fazla Türk göçmen var.

Dünya Psiko-onkalogları Birliğine yönetici seçilebilmek için birinin sizi aday göstermesi gerekiyor.
Türkiye’de psiko-onkloloji olmadığı için maalesef sizi aday gösterecek biri de yok. Yani Türkiye’den birinin buna aday olabilme ihtimali yoktu.
Ama Avusturalya’da çok bilinen bir şey olduğu için beni aday gösterdiler. Ancak ben Avusturalya kimliğim ile seçildim. Ben onlara dedim ki “Burada yönetici seçildim ama ben Türkiye’ye gidiyorum”.  Çok şaşırdılar.

Ama niye Türkiye’ye geldim.

Bu psiko-onkolojiyi, kanser tedavisinin, kanser bakımının bir parçasını yapabilmek için.
Hani en azından ben bir tohum atarım dedim.  Şimdilik hemşireler kol kanat gerdi.
Bunlar da ileri gelen hemşireler. Bir de beni rakip görmeyen profesörlerden destek geldi.
İsterim ki devletten destek gelsin.
Bu arada biz Türkiye’de Psiko-onkoloji Derneğini aktifleştirdik.
Psiko-onkoloji Derneği dana önce varmış, 2103 yılında bir şeyler yapılmış, biz onu yeniden canlandırdık işte.
Psikiyatrlarla psikologlar iyi anlaşabildikleri zaman çok güzel şeyler ortaya çıkıyor.
Ben de Dünya Psikolo-onkoloji Birliğinin yöneticisi olduğum için “Sizi birliğimizin kanatları altına alalım” dedik. 23 ülkeden birini de Türkiye’deki bu derneği yaptık.
Bakın bu derneğin sıfır üyesi vardı. Şimdi 12 üyesi var. Bu da çok güzel bir gelişme..

Röportaj: Orhan CAN