Tunç Soyer'den İzmirlilere müjde

Tunç Soyer'den İzmirlilere müjde
Güncelleme:

CHP'nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Tunç Soyer, CNN Türk'te Buket Aydın'ın konuğu oldu.

AK Parti İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Nihat Zeybekci'nin ardından Buket Aydın'la 40 programının konuğu CHP'nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Tunç Soyer oldu. Soyer, "12 Eylül dönemini yaşamış insanları nasıl ikna etmeyi düşünüyorsunuz?" sorusuna yanıt verdi. Soyer, "İzmir'de seçime giriyoruz. Ve bu yerel seçimlerde adayların 12 Eylül'de nerede durdukları, 12 Eylül'de ne yaptıkları veya babalarının atalarının ne yaptığı oylanmayacak. 12 Eylül'deki performanslar, konumlar oylanmayacak. İzmirli seçmen, gerçekten içinde yaşamaktan gurur duyduğu bir kent haline getirecek mi bu aday, getirmeyecek mi bunu oylayacak." ifadelerini kullandı.

Tunç Soyer, kendisine sorulan 20 soruya şöyle yanıt verdi:

Adaylığınızın bu kadar geç açıklanmasının sebebi nedir?

Titizlenmek diyebilirim. Böyle bir algı yaratıldığına katılıyorum ama bu algının doğru olduğunu düşünmüyorum. Çünkü parti içerisinde inanılmaz titiz ve çok ciddi bir çalışma sürdürüldü. İzmir gibi Cumhuriyet Halk Partisi'nin en güçlü olduğu kentin adayını belirlerken bu kadar tiziz olunması aslında anlaşılır bir şey. Birden çok parametre kullanıldı. Kamuoyu araştırmaları, anketler, aile duruşu, geçmiş performansı, vizyonu, projeleri... Bütün bunlar ince ince çalışıldı, araştırıldı, bir karara varıldı. Gecikildi ama bu gecikmenin arkasındaki temel sebeplerden biri partinin, genel merkezin, genel başkanın bu konudaki titizliğidir.

CHP sizi neden İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yaptı?

Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart 2019 seçimleriyle ilgili bir irade ortaya koydu. Bu iradenin de arkasındaki fikir şu; biz yerel seçimlere yerel yönetimlerde başarılı olmuş, kendini kanıtlamış, performansı ve vizyonuyla tercih edilmiş adaylar koyalım istediler. Bakarsanız İzmir'in dışında İstanbul, Ankara, Bursa, Adana, bütün bu şehirlerde geçmişinde başarılı belediye başkanlığı performansı olan adaylar kondu. Yani tercih yaparken bilinirlik tek kriter değildi. Genel merkez bilinirliği de test etti. Bu anketlerle de araştırıldı. O anlamda da aslında benim sonuçlarım fena değilmiş. Birden çok anket yapıldı. Hep ilk iki içinde çıktığım söylendi. Tam anlamıyla bilinmez ve birden bire ortaya çıkmış bir küçük taşra kasabasının belediye başkanı değilim. İzmirli de tanımış ve ismimizi biliyor. Seferihisar'da yaptığımız çalışmalar, tercih edilmemizin temel sebebi oldu anlaşılan.

12 Eylül dönemini yaşamış insanları nasıl ikna etmeyi düşünüyorsunuz?

İzmir'de seçime giriyoruz. Ve bu yerel seçimlerde adayların 12 Eylül'de nerede durdukları, 12 Eylül'de ne yaptıkları veya babalarının atalarının ne yaptığı oylanmayacak. 12 Eylül'deki performanslar, konumlar oylanmayacak. İzmirli seçmen, gerçekten içinde yaşamaktan gurur duyduğu bir kent haline getirecek mi bu aday, getirmeyecek mi bunu oylayacak. İzmirli seçmen içine çekilmek istendiği bu tartışmaları hiç de umursamayacak diye düşünüyorum. Çünkü biz bir kentin geleceğinden bahsediyoruz. Çocuklardan, onların annelerinden, babalarından, işsiz gençlerden, aşsız evlerden bahsediyoruz. Biz büyükşehir belediyesi olarak bu hikayede nasıl bir performans ortaya koyacağız? Gerçekten bu insanlar İzmirli olmaktan duydukları gururu artırabilecekleri bir geleceğe gidecekler mi? Adayları yarıştıracaklar, performanslarını, vizyonlarını, geçmiş deneyimlerini, gelecek bakışlarını yarıştıracaklar. Yoksa 40-50 öncesinde atalarının, babalarının neleri yaptığı, neleri yapmadığıyla ilgili bir değerlendirme yapacaklarını düşünmüyorum. O nedenle bir infial olduğunu da düşünmüyorum.

FETÖ ile ilgili şahsınıza yapılan eleştiriler ne kadar doğru?

Çok gayriciddi buluyorum. Bunun en çok iyi ve temiz insanları siyasetten uzaklaştıran sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Çünkü gerçekten böyle bir şeyin nasıl bir hayal ürünü olabileceğini bilmiyorum. Nasıl böyle bir şey söylenebiliyor inanın bilmiyorum. Ama bunlar söyleniyor ve bunun sonucunda da şöyle bir şey ortaya çıkıyor; iyi temiz insanlar, iyi donanımlı insanlar siyasetten uzak durmaya başlıyorlar. Ondan sonra biz şikayet ettiğimiz şeylerin, şikayet ettiklerimiz tarafından değiştirilmesini bekleyen safdiller durumuna düşüyoruz. Çünkü insanlar şunu düşüyor; 'Tunç Soyer'e bu yapılıyorsa ben siyasete girdiğimde kim bilir bana neler yapılacak.' Ben bunlardan yılmıyorum ama insanlar bundan endişe duydukları için siyasetten uzak duruyorlar. Bu akla hayale sığmayacak saldırıların arkasında asıl yatan şey bu. Asıl üzücü olan şey de bu. Bu soruya verecek başka cevap bulamıyorum. Çünkü hiçbir mantığı, hiçbir tutarlı gerekçesi, hiçbir alakası olmayan saldırılardan biri. Ama bunlar son zamanlarda çokça yapıldı. Diliyorum ki bu memleketin aydınlık gençleri, iyi donanımlı, iyi aile terbiyesi almış gençleri bu nedenlerle siyasetten uzak durmasınlar.

“10 yıldır benzer saldırılarla karşılaştım ama hep iyilik kazandı. Yine öyle olacak. İzmir çok açık, yenilenmeye, gelişmeye, ileriye gitmeye. İzmir tekrar bir dünya kenti olacak.” dediniz. İzmir şu anda halihazırda CHP'li bir belediye başkanı tarafından yönetiliyor. Şu ana kadar İzmir'de 'iyilik hakim değildi' olarak mı anlayacağız söylediklerinizi? İzmir neden halihazırda bir dünya kenti olamadı? Bundan sonra nasıl olacak?

Aslında sorunun iki ayrı bölümü var. Bir tanesi yapılan saldırılarla ilgili söylediğim 'iyilik kazanacak' tespiti. Diğeri İzmir'in dünya kenti olmasıyla ilgili. İzmir'de her zaman iyilik kazandı. İyilik kazanacak tespitim İzmir'le ilgili değildi. Bana yapılan saldırılarla ilgiliydi. O nedenle İzmir'de hep iyilik kazandı ve iyilik kazanmaya devam edecek. Dünya kenti olma meselesiyle ilgili İzmir bir dünya kenti olmak zorunda. Geçmişinde bu var. Fakat 150-200 yıldır kan kaybediyor. İzmir'i aslında bir yürek gibi düşünün coğrafi konumu itibariyle. Doğudan beslenen, doğunun damarlarından aldıklarını batıya pompalayan, batının damarlarından aldıklarını yani ürünlerini, değerlerini doğuya pompalayan bir kalp, bir yürek. Bu yürek kan kaybediyor 150-200 yıldır. Bunun birçok sebebi var. İşte büyük yangın var, mübadele var, Kurtuluş savaşı var. Ama artık tekrar iade-i itibara ihtiyacı var İzmir'in. Ve bunun vaktinin geldiğini düşünüyorum. İzmir bir dünya kenti olacak tekrardan. Akdeniz Kentler Birliği ile başlayacağız. Akdeniz'de 6 hedef kent tespit ettik. İskenderiye, Beyrut, Atina, Roma, Marsilya ve Barcelona. Bu 6 kentle birlikte İzmir, Akdeniz Kentler Birliği kuracak. Ve akademiler, STK'lar üzerinden spor, sanat, kültür, bilişim teknolojileri üzerinden ortaklıklar yapmaya başlayacağız. Pazarını büyüteceğiz, tek tek her bir kent için ve global olarak Akdeniz için. Global dünyanın tekrar global bir aktörü haline getireceğiz. Ve İzmir bunun öncülüğünü yapacak.

İzmir'de nasıl iz bırakmayı düşünüyorsunuz?

İzmir'e gerçekten hayranlıkla, büyük bir aşkla, sevgiyle, tutkuyla bağlıyım ve seviyorum. EXPO 2015 İzmir adaylığında ben genel sekreterlik görevini yürütüyordum. Ve o dönemde İzmir'i bütün dünyaya tanıtmak için büyükelçilerimizle beraber hani fersah fersah gezdik. Ülke ülke her yerde İzmir'i anlattık. İzmir'i anlatırken öğreniyorsunuz ve gittiğiniz ülkelerin kentleriyle karşılaştırarak öğreniyorsunuz. Hakikaten İzmir mucize bir kent. Olağanüstü bir zenginlik ve potansiyeli var. Dolayısıyla da İzmir'e hayranlığım EXPO sürecinden beri arttı. Aynı zamanda da bilgilenmemin önünü açtı. İzmir'i anlatmaya çalışırken tanımaya gayret ediyorsunuz. Daha çok bilmeniz gerekiyor çünkü. Özetle bu süre içerisinde biriktirdiklerim, deneyimim, öğrendiklerim, yaptıklarım, vizyonum bir yanda, İzmir'e olan hayranlığım, sevgim, tutkum, aşkım bir yanda. Bütün bunları harmanlayın ve bu kente vakfedin. İşte o vakfettiğiniz anda ne iz kalacaksa o kalacak İzmir'de. O izi bırakmaya çalışıyorum.

Hürriyet gazetesine verdiğiniz röportajda "Projeleriniz ne deseniz mesela ben size proje mroje anlatmayacağım. Çünkü biz insanların bu kentle ilgili hayallerini fikirlerini, düşüncelerini, projelerini birlikte hayata geçireceğiz." diyorsunuz. Sokağa inip İzmirlilere fikrini sorma fırsatınız oldu mu? İzmir'in en büyük eksiği nedir? "Projem yok" demek aslında hazırlıksız olduğunuz manasına gelmiyor mu?

Asla gelmiyor, tam tersine belki de İzmir'i benim kadar çalışmış bir başkan adayı yok. Ben çok uzun yıllardır çalışıyorum İzmir'i. Kafamda onlarca fikir var. İzmir'e aday olduğum ya da adaylığım açıklandığı anda İzmir'e kafa yormaya başlamış biri değilim ki ben. İzmir'e 15-20 yıla yakın bir süredir kafa yoruyorum. STK'larında çalıştım, belediye başkanlığı yaptım, EXPO adaylık sürecinde genel sekreterlik yaptım. Ve bütün bunlar aslında İzmir'le ilgili çok ciddi hazırlık yapma imkanı verdi. Proje meselesi hakikaten vatandaşa sorarak öğrenilecek bir şey de değil. İzmir için sokağa çıkıp projelerini sormayacağım. Format bu değil. Bir çerçeve çizeceğim. Onun içine girmesi gereken projeleri, ilgilileriyle, uzmanlarıyla, eğitmenleriyle oluşturacağız. İzmir'i Akdeniz'in bir öncü kenti haline getireceğiz demiştim. İzmir gerçekten bu coğrafyada yüzlerce, binlerce yıldır en güçlü liman kentlerinden biri. Sonra bu güç kaybolmaya başlamış ve bir zafiyet ortaya çıkmış. Ama coğrafi jeolojik konum olduğu gibi duruyor orada. Biz tekrar iade-i itibar edeceğiz. Biz bunu yapacağız, söylemeye çalıştığım şey bu. Bunun içini dolduracak o kadar proje yapmak mümkün ki. Söz gelimi Barcelona'daki ulaşım sistemiyle İzmir'deki ulaşım sisteminin karşılaştırılarak her iki ulaşım sistemi arasındaki farklar, benzerlikler, ortaya nasıl daha iyi bir model konabilir birlikte çalışarak çıkartabiliriz. Onlarca, yüzlerce proje yapabilirsiniz ama bu projeyi ilgilileri ile yapacağız. Benim cebimden bununla ilgili proje masaya koyup 'Hadi bunları yapmaya başlıyoruz' demeyeceğim. Aynı şekilde arka sıradakilerle ilgili bir tercihim var. O da şu; İzmir sahnesi körfez olan amfi tiyatroya benzer. Çeperleri de bütün İzmir'de aslında o sahneyi seyreder. Bizim sahnemiz bakmayın biraz renksizdir, hareketsizdir, cansızdır. Bir kere o sahnenin canlanması, çok daha hareketli hale gelmesi gerekiyor. Ama asıl mesele sahneyi göremeyenler, arka sıradakiler var. Biz perspektifi biraz onlara çevireceğiz ve daha çok onlara hizmet götürmeye çalışacağız. Özetle bir yandan Akdeniz'in öncü kenti yapmak, bir yandan İzmir'de yaşayan arka sıradakilere öncelik vermek gibi bir tercihimiz var. Bu iki aksın içine ne kadar çok proje sığdırabilirsek ilgilileri ile beraber sığdıracağız.

Siz Seferihisar'da çok iyi işler yapmış bir belediye başkanısınız. Yerli tohum, zeytinyağı, kadınlar ve küçük işletmeleri desteklemek gibi böyle birçok proje var aslında sizin desteklediğiniz. Ve diyorsunuz ki "Bugün Seferihisar'da herkes yavaş şehir kriterlerini biliyor. Benim kapıma gelip, "Bu kriter böyle uygulanmaz." diyen Seferihisarlılarımız var. Yani biz Müslüman mahallesinde salyangoz sattık ve tuttu." demişsiniz. "Seferihisar'da, Müslüman mahallesinde salyangoz sattık ve tuttu" ne demek?

Aslında bu bir metafor ve bir şaka. Asla böyle bir şey yapmadık tabi ki. Ama şunu söylemeye çalıştık; bizim Cittaslow'un logosu salyangozdur. Neden onu da söyleyeyim kısaca. Kabuk serttir ve içindekini iyi korur. Antenleri ile bütün dünyayla iyi iletişim kurarlar, yavaştırlar ve iz bırakırlar. Cittaslow'un logosunun salyangoz olması bu dört sebebe dayanıyor. Ama logo salyangoz yani gerçekten salyangoz. Bir de adı Citta-Slow, yarısı İtalyanca yarısı İngilizce bir sözcük. Dolayısıyla zor bir şeydi bunu bir yerel kalkınma modeli olarak Seferihisarlılara anlatmak, onları içine çekmek, o kriterlerin hayata geçirilmesi konusunda onların desteğini almak gerçekten zordu. Biz bu zorluğu aştık. Çünkü Cittaslow markası yaşam kalitesini yükseltti, insanların hayatını kolaylaştırdı, iyileştirdi. Dolayısıyla insanlar sahip çıkmaya başladılar. O nedenle 'Müslüman mahallesinde salyangoz sattık ve tuttu.' dedim. Yoksa haşa öyle bir şey söz konusu bile değil. Ama sadece bu mümkünmüş onu gördük. Eğer gerçekten insana dokunan, onun hayatını iyileştiren, kolaylaştıran bir şey koyuyorsanız, adı gavurca da olsa logosu salyangoz da olsa insanlar buna sarılıyorlar.

İzmir, Seferihisar'dan kat kat büyük aslında. Küçük bir yeri kalkındırmakla, büyük bir şehri kalkındırmak farklı değil mi?

Evet, farklı ama ters açıdan da farklı olabilir. Bazen küçük bir taşra kasabasını yönetmek, bir büyükşehri yönetmekten daha zor olabilir. Bunu Seferihisar için söylemiyorum ama bir taşra kasabasının size sunduğu, insan malzemesi, teknik olanaklar, potansiyeller ne kadar sınırlıysa, hele hele İzmir gibi bir büyükşehrin insan malzemesi, gücü, imkanları çok daha fazla olabilir. Dolayısıyla belki de tam tersi doğru, bilmiyorum. Orada ölçek değil mesele. Bir şiir içinde aynı şeyi söyleyebilirim. Şiirin uzunluğu kısalığı değildir onu güzel yapan şey. Bazen destan gibi şiir yazarsınız da gerçekten insanın ruhuna dokunan bir şey söylememiş olursunuz. Bazen de 3 cümle ile beş cümle ile olağanüstü şeyler anlatırsınız. Burada mesele kent yönetimi için de aynı şeydir. Yani kent yönetiminde de mesele sizin ne kadar çalışkan olduğunuzdur. Mesele sizin ne kadar birikimli, bilgili olduğunuzdur. Mesele ne kadar vicdanlı olduğunuzdur. Ne kadar çok o kentin insanlarına, o kentin hayvanlarına, otuna, ağacına sahip çıktığınızdır. Dolayısıyla ölçekten çok daha önemli kriterler var. Kentin yönetimindeki zorluğu ve kolaylığı ifade eden.

Peki, şimdi yine sizin bir sözünüz "Siyaset benim için bir tutku, hayatı dönüştürmenin yolu siyasetten geçer." demişsiniz.  Şimdi bu sözleriniz bana şunu düşündürttü; hayatta en büyük tutkum dediğiniz siyaseti çıkarttığınızda geriye ne kalıyor acaba? Siyasetle ilgili gelecek hedefleriniz neler?

Şimdi, sorudan şöyle bir anlam çıkarttım. "Tutku olmayınca ne kalır? Çok kuru bir şey kalır." gibi bir anlam. Aslında değil. Eğer o aşk, o sevda bir kara sevda değilse, yani gözü dönmüş bir kör aşk değilse o zaman arka planda insan yaşıyor biliyor musunuz? Yani tam tersine o tutku besliyor. Yani ben, şöyle söyleyeyim size 22 senedir her sabah koşuyorum, müzik dinlemeyi çok seviyorum, film izlemeyi çok seviyorum, kitap okumayı çok seviyorum. Hayata tutku ile bağlıyım ama bu bağlılık İzmir aşkıyla, Seferihisar aşkıyla buluşunca enerji veriyor, moral veriyor, motivasyon veriyor. Ve o zaman besleniyorsunuz. Yani o tutku şöyle söyleyeyim; aşkın büyüleyici ve pozitif bir gücü vardır. O bir kara sevdaya ve bir kör aşka dönüşmezse o zaman hiçbir şey kaybolmuyor. Yani o siyaset tutkusu, aslında bütün o aşkı besleyen ve sizi insan olarak besleyen bir şeye dönüşüyor. İyi ve temiz insanların siyaset yapmasını istiyorum. En büyük dileğim, siyasetteki en büyük hedefim, siyasetin dilini değiştirmek. Bu memleketteki bu hoyrat bu tepeden bakmacı, bu küçültücü, bu yok sayıcı, bu çirkin dili, bu kirli dili uzaklaştırmak. Genç insanların, güzel insanların iyi bir dille siyaset yapmalarına imkan bulacakları bir Türkiye yaratmak, bir kent yaratmak. Özetle siyasetteki gelecek hedefim buna katkı verecek her ne yapabiliyorsam odur. Buna katkı vermek istiyorum. Türkiye'deki iletişim dilinin, siyaset dilinin değişmesine katkı vermek istiyorum. Bunun en güzel yapılacağı kentin İzmir olduğunu biliyorum. O nedenle İzmir'e aşkla bağlıyım.

Siyaseti bu kadar çok seviyorsunuz ama sanırım geç başlamışsınız. Siyasete teşkilattan yetişmek gerekmez mi? Sonradan siyasetçi olunur mu? Siyasi hayatına neden geç başladınız? Teşkilat bu durumu kabul ediyor mu? Siyasi hayatınıza neden geç başladınız?

Aslında geç başlamadım. Ben 20 senedir ciddi ciddi siyasetle çok aktif olarak uğraşıyorum. Ama bunun öncesi var. O pek bilinmediği için belki bu soru geldi. Ben daha orta ikideyken biz yatılı okuyorduk ve mütalaa abilerimiz akşam ders çalışma saatinde bizimle sohbet ederlerdi. Ve o sohbetlerde bizim aklımızda yavaş yavaş sorular uyanmaya başlamıştı. "Memleket niye daha iyiye gitmiyor?", "Niye daha iyi bir memlekette yaşayamıyoruz?" ve "Bunun sebepleri neler?", "Bunlar nasıl düzeltilir?" gibi sorular. Kitap okurduk, bizimle sohbet ederlerdi ve bizi eğitirlerdi aslında. Ben orta ikiden beri aslında siyasetin içindeyim. Ben daha lise öğrencisiyken Devrimci Liseliler Birliği'nin kurucu üyeleri arasında yer aldım. O zaman "Milli Demokratik Devrim" yani "Tam Bağımsız Türkiye" şiarının arkasında siyaset yapmanın doğru olduğunu düşünmüştüm ve ilk zamanlar benim teşkilatım oydu. Yani ben aslında siyaseti çok küçük yaşlardan beri içinde bulunarak yaptım.  20'li yaşlarda Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirdim. İsviçre'ye Uluslararası İlişkiler Master'ı yapmaya gitmiştim. Orada bir günlük tutuyordum. Günlüğümde şöyle bir cümle var; '40 yaşına geleceğim. 40 yaşında para kazanma hevesini bir tarafa bırakıp, bu memleketle ilgili söylemek istediklerim var. Onları söylemeye başlayacağım.' Gerçekten de bu mümkün oldu. Şanslı bir adamım ve memleket ile ilgili söylemek istediklerimi söylemeye çalışıyorum yirmi yıldır.

En büyük destekçiniz ve en büyük eleştirmeniniz 'Eşim.' diyorsunuz. Bir politikacı olarak eşiniz sizi en çok hangi konularda eleştiriyor?

Valla konu başlıklarını saymaya kalkarsam program yetmez. Ama mesele orada değil. Yani eve kapıdan girdiğim andan itibaren aklımdan 'Ya bugün ne güzel işler yaptım. Buna da söyleyecek bir şey bulamaz herhalde.' gibi şeyler geçiyordu. Girdiğim anda hiç bakmadığım bambaşka bir açıdan oradaki eksikleri oradaki yanlışları söylemeye başlardı. O an bir hüzün ve 'Hay Allah yine olmadı.' gibi bir duygu yaşadığım olur. Ama hem mükemmeliyetçi oluşu, hem matematikçi oluşu belki de böyle bir kimlik kazandırmış ona. Velhasıl hayatın her anında, her alanında en büyük destekçim ama aynı zamanda en büyük muhalifim. O ayaklarımın yerden kesilmesine imkan vermeyen bir yapı ortaya çıkartıyor. Bundan da hiç şikayetim yok doğrusu. Hele, bizim bu koltuklarımız o kadar zehirli ki, yani birden bire kendinizi çok yakışıklı, çok akıllı hatta dünyanın en akıllısı, en iyi bileni, en doğruyu yapanı olarak görebilirsiniz. Neyse ki Neptün Hanım gibi biri buna pek izin vermiyor.

İzmir'e bir 'kadın şehri' diyorsunuz. Ben de erkekler acaba buna içten içe alınmaz mı diye merak ediyorum. İzmir'i neden bir 'kadın şehri' olarak adlandırıyorsunuz?

Bunu ben demiyorum aslında. Bu şehir adını tarihin ilk örgütlü kadın hareketi olan Amazonların kraliçesinden alıyor. Bir Amazon kraliçesi Smyrna. İzmir, bir Amazon kraliçesinin adını taşıyor. Ben demiyorum. Böyle bir şehir İzmir ve bunun çok fazla örneği var neden kadın şehri olduğunu kanıtlayacak. Bir tanesini sizinle paylaşayım. Sene 1828, 190 yıl önce, İzmir'de Vali Hasan Paşa bir ekmek zammı yapıyor. Ama çok fahiş bir zam ve vatandaşlar gidip "Paşam yapma, etme. Bu çok büyük bir zam, lütfen bunu indirin." diyor. Rica, minnet Vali Paşa yapmıyor indirimi. Fakat ertesi günü kadınlar çocuklarıyla beraber sokaklara dökülüyor. Üç gün boyunca kadınlar sokakta protesto ediyor bu zammı ve Vali Paşa üçüncü günün sonunda bu zammı geri alıyor. Şimdi İzmir böyle bir şehir. Yani kadınlar gerçekten İzmir'de çok öndedirler, çok öncüdürler. Yani bunu girdiğiniz her mekanda, yürüdüğünüz her sokakta, İzmir'in her yerinde her anında hissedersiniz. O nedenle İzmir bir kadın şehridir ve kadınlar öncüdür, önderdir. Bunu bilmeyen İzmir'de yaşayamaz.

İzmirliler çekirdeğe 'çiğdem', çamaşır suyuna 'klorak' diyor. Hatta İzmirlileri anlamak için gerekli kelimeler diye listeler hazırlanıyor ve sosyal medyada paylaşılıyor. İzmirlilerde sanki ülkenin geri kalanına bir üstten bakış, 'Siz bilmezsiniz doğrusu bu.', 'İzmir'de biz böyle yaparız. Çünkü biz İzmirliyiz.' tarzı söylemlerle biz çok şahit oluyoruz. İstanbul'da da şahit oluyoruz. Burada da çok İzmirli var ve böyle şeyler söylüyorlar. Neden İzmirliler kendilerini Türkiye'nin geri kalanından ayırıyor?

Evet, aslında iyi ki ayırıyorlar. Bir kere, arkadaşlarımızla bir çalışma yaptık. Rica etmiştim. Anadolu'da Türkiye'de ilkleri nelerdir İzmir'in? O kadar çok şey çıktı ki belki 8-10 sayfalık bir liste çıktı. Bir kaç tanesini söyleyivereyim size. İlk konsolostan ilk hastaneye, ilk matbaadan ilk futbol takımına o kadar çok ilki var ki İzmir'in. İzmir'i bu batı ve doğunun bir buluşma noktası, bir köklenme noktası olarak ortaya çıkarmış ve İzmir Anadolu'nun birçok ilkine ev sahipliği yapmış. Boşuna değil ilk kurşun, boşuna değil ilk iktisat kongresi. Hep onun üzerine inşa olmuş. Kurtuluş Savaşı ilk İzmir'den başlamış. Şimdi İzmir böyle bir kent ve bu hakikaten çok önemli bir farklılık getiriyor, bir önderlik yükü getiriyor. Türkiye'nin neresine giderseniz gidin, herkes aslında İzmir'i merak eder. İzmir bu konuda ne düşünüyor, 'İzmir neden AK Parti'ye oy vermiyor?', 'İzmir neden böyle duruyor?' gibi. Çok sayıda sıralayabilirim. Bu kimlik, yani ilklerin şehri olmak çok önemli bir hüviyet kazandırmış. Bunu şuraya bağlamak isterim. Bu çağ öyle bir çağ ki kentler kimliklerini kaybediyorlar. Gerçekten kentler sıradanlaşıyorlar, birbirlerine benzemeye başlıyorlar. Size öyle fotoğraflar gösterebilirim ki yani bu 'Çanakkale mi?', 'Sinop mu?', 'Manisa mı?' ayırt edemezsiniz. Kentler mimari özelliklerini, geleneklerini, lezzetlerini kaybedip sıradanlaşmaya başladılar. İzmir her şeye rağmen, bütün bu sıradanlaşma furyasına rağmen o kimliğini, o lezzetlerini, o yaşam geleneklerini korumayı başarmış bir kent. Onun için iyi ki korumayı başarmış diyorum, onun için iyi ki bu farklılıklarını koruyor diyorum. Çünkü bunlar kıymetli. Bir kenti kent yapan şey kendi özgün ritmidir, kendi özgün lezzetleridir, kendi özgün gelenekleridir. Bunlar yok oluyorsa o zaman o kentler kent olmaktan çıkıyor. İzmir boyozuyla, çiğdemiyle, asfalyasıyla, az önce saydığınız şeylerle aslında o kimliğini koruyor. Buna da hayran olmamak elde değil.

Sizi PKK'ya destek vermekle suçluyorlar. O nedenle CHP'nin milliyetçi ve ulusalcı kanadının sizin adaylığınızla ilgili tereddüdü olduğu da konuşuldu. Geçen hafta HDP'nin size yönelik bir destek açıklaması oldu. HDP İzmir'de aday çıkarmadı ve sizi destekleme kararı aldığını duyurdu. Amerika'nın Sesi'nden Soner Kızılkaya'ya konuşan HDP İzmir İl Eş Başkanı Kadir Baydur, sizi destekleme konusunda kararlarının net olduğunu dile getirdi. "Bizim çizdiğimiz profile en uygun adayın Tunç Soyer olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla." gibi bir ifadesi var. Bu söylentiler sizce CHP seçmeninin kafasında bir karışıklığa neden olmuş olabilir mi? Neden terör örgütüne destek vermekle suçlanıyorsunuz?

Valla bunu onlara sormak lazım, çünkü ben bir anlam veremiyorum. Merkezde yürütülen siyasetle, yerelde yürütülen siyaset arasında çok büyük fark vardır. Biz yerel yöneticiler olarak kentimizin tamamından oy almak isteriz. Kentimizde yaşayan herkesin belediye başkanı olmak için herkesi kucaklamak zorundayızdır. Ben demokrasi çerçevesinde, demokrasinin sınırları içinde ve hukuki meşruiyet sınırları içinde herkesin oyuna talibim. Bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak İYİ Parti ile yaptığımız bir ittifak var. Onun dışında hiç kimse ile ne açık ne örtülü bir ittifakımız söz konusu değil. Çok net. Dolayısıyla bizim sadece onlardan oy almamız diye bir şey söz konusu değil. Biz İzmir'de yaşayan herkesten oy talep ediyoruz. Çünkü biz herkesin belediye başkanı olacağız. Ben AK Partililerden oy almak istiyorum. Bu beni AK Partili yapar mı? Ben MHP'lilerden oy almak istiyorum. Bu MHP'li yapar mı beni? Asla yapmaz. Ben kendi dünya görüşümle bütün İzmirlileri kucaklayarak, onların hayatını iyileştirecek, kolaylaştıracak çareler üretmek için talibim bu göreve. Tabi ki herkesin oyunu almak istiyorum. Ama bu onların dünya görüşüne inandığım, onların dünya görüşüyle aynı şeyi düşündüğüm gibi bir anlama gelmiyor. O nedenle böyle yakıştırmaları da doğru bulmuyorum.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "Sayın Bahçeli, 80 öncesi dönemin başbakanı olan rahmetli Ecevit'le hepimiz adına helalleşti. Tunç Soyer eğer Seferihisar Belediye Başkanlığı'nda kalsaydı. Bu fırtına koparılır mıydı? Suç babadan oğula geçmez." diyerek size destek açıklaması yaptı. Birçok İYİ Partili var ki Akşener gibi düşünmüyor. CHP-İYİ Parti ittifakının, yani Millet ittifakının adayısınız. Adaylığınız ittifakı ikiye mi böldü? Milliyetçi seçmeni nasıl ikna edeceksiniz?

Valla yukarıda birileri bu seçimin parametrelerini, tercihlerini nereye çekmeye çalışırlarsa çalışsınlar sonuçta İzmirli şu tercihi yapacak; 'Kardeşim benim seçeceğim aday, benim içinde yaşadığım kentin yaşam seviyesini yükseltecek mi?', 'Benim işsiz gencime iş bulması mümkün olabilecek mi?', 'Benim aşsız evime, aş gelmesini mümkün kılacak mı?', 'Benim içinde yaşadığım bu kentin kaldırımları, yolları düzgün olacak mı?', 'Önümdeki parkın ışıkları yanacak mı?', 'Ben daha rahat evime, işime ulaşabilecek miyim?'. Yani insanlar bunlarla meşgul ve bunlarla ilgili karar verecekler. HDP, FETÖ, PKK bütün bu hikaye birilerinin bir algı yaratarak bu objektif tercihleri, bu objektif seçimleri, objektif kriterleri yok saymaya çalışmasından ibaret. Ama İzmirli bunu yemez. İzmirli bunları ciddiye almaz. Hangi siyasi görüşten olursa olsun, İzmirliler gerçekten neyi seçtiklerini, neyi seçmeleri gerektiğini bilecek kadar olgun bir demokrasi kültürüne sahiptir. Bu bir başka kentte olsaydı, belki tutardı. Ama İzmir'de asla tutmayacak.

İzmir gibi büyük bir şehrin ulaşım problemini nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?

Yeni öğrendiğim bir şey var. Parametrik tasarım diye bir şey. Bir kavşakta kullanacağınız bir takım teknolojilerle kentin kavşağın izini çıkartıyorsunuz. Oradan geçen araç sayısı, geçtiği an, yoğunluklar, nereden nereye gittiği, bütün bunları artık veri olarak tespit edebiliyorsunuz. Ondan sonra da ona uyumlu, ona uygun çözüm ortaya koyabiliyorsunuz. Dolayısıyla hissi, gerçek olmayan, doğru olmayan sonuçlar ortaya koymanız mümkün değil. Son derece reel veriler üzerinden çözüm üretmeye başlıyorsunuz. Artık buna imkan var. Trafik dediğiniz mesele, yol meselesinden ibaret değil. Trafik aslında planlama meselesi. Mesele sadece alt geçit, üst geçit meselesi de değil. Akıllı şehir dediğimiz kent modeliyle, teknolojiyi kentin yönetiminde, ulaşımında kullanmaya başladıkça inanılmaz çözümler üretmeniz mümkün. Dolayısıyla burada da aynı şeyi söyleyerek bitireyim. Büyüklük, küçüklük meselesi değil. Kentle ilgili üreteceğiniz çözümlerin ne kadar akılcı olduğu, ortak akla dayandığı, ne kadar teknolojik çözümlerle üretildiği, ne kadar veriye dayalı olduğuyla ilgili. Yoksa eğer o verilere sahipseniz, eğer o ortak aklı kullanıyorsanız, eğer o teknolojiyi kullanıyorsanız, küçük bir şehirde de büyük bir şehirde de büyük bir meydanda da küçük bir meydanda da doğru çözüm üretirsiniz. O nedenle mesele büyüklük-küçüklük meselesi değil.

Ahmet Hakan sizinle ilgili bir yazı kaleme aldı; "CHP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer, Ayşe Arman'a verdiği röportajda şöyle diyor; "Seks kasetim olduğunu bile söylediler." Ben Tunç Soyer ile ilgili seks kaseti var diye dedikodu çıkarıldığını bilmiyordum. Eminim benim gibi milyonlarca kişi de bu dedikodudan haberdar değildi. Yine eminim İzmir halkının çok büyük bölümü de bunu bilmiyordu. Tunç Soyer bu pis dedikodunun gazete manşetine çıkmasına vesile olarak bilmeyenlere de bildirmiş oldu. Uzmanların kötü iletişim dedikleri şey böyle bir şey mi acaba." diyor Ahmet Hakan sizin için. Ahmet Hakan'ın dediği gibi hakkınızda çıkan dedikoduları basınla paylaşmak 'kötü iletişim' mi?

Evet, çok haklı Ahmet Hakan. Söyleyecek başka bir şey yok. Süreyi başka bir soruya aktarabilirsiniz. Haklı yani ne diyebilirim ki buna. Keşke söylemeseydim. Çok gereksiz yani, haklı.

Size göre İzmir'deki yanlışlar neler ve nasıl düzeltilir?

İzmir'deki yanlışlar için çok şey sayabiliriz. Nasıl düzeltileceğiyle de ilgili çok şey anlatabilirim. Bu programın formatına da uymaz, süresine de uymaz. Ben sadece şunu söyleyerek tamamlayayım. Seferihisar'a belediye başkanı olmaya karar verdiğimde, aday olduğumda şöyle bir fikir vardı aklımda. Şöyle bir şey şekillenmişti; 'Seferihisar olağanüstü bir zenginlik, olağan üstü bir mucize, adeta bir istiridye içinde inci ama bunu kimse görmüyor. Ben belediye başkanı olduğum anda bu güzelliğin bütün insanlık tarafından görülmesi için elimden ne geliyorsa yapacağım. Çünkü bu mümkün.' demiştim. Ve 10 yıl boyunca da bunu yapmaya çalıştım. Bir ölçüde yaptığımı da söyleyebilirim ukalalık kabul etmezseniz. Şimdi aynı duyguyu, aynı hissiyatı İzmir için taşıyorum. İzmir belki de Seferihisar'dan çok daha muazzam parlak bir inci aslında ama yine bir istiridye kabuğu içinde. Ben bu güzelliğin ortaya çıkartılmasına katkı vereceğimi, onun ortaya çıkartılmasında bir önderlik yapabileceğimi biliyorum. O nedenle bu göreve talibim. İzmir bana hep şunu dedirtir; 'Derya içinde olup, deryayı bilmeden yaşayan balık misali yaşıyoruz bu topraklarda.' Öylesine büyük bir potansiyel, öylesine güzel bir iklim, bereketli topraklar, akvaryum gibi bir deniz yani olağanüstü. Hep gideriz mesela batıya imreniriz ya dönüp geliriz. 'Ya bu niye böyle değil? Orada şöyle oluyor da, bizde öyle olmuyor.' gibi. İzmir bütün bunların, hepsinin çok daha fazlasının mümkün olabileceği bir kent. Gerçekten olağanüstü bir kent. Olağanüstü güzel bir kent. Bütün mesele onu tekrar dünya ile buluşturmakta, dünyaya açmakta ve bu zenginlikleri refaha dönüştürmekte. Bunun yolu demokrasiden geçer. Demokrasiyi ne kadar güçlü uygulayabilirsek, ne kadar çok bu kentin kılcallarına yayabilirsek o zaman herkesin İzmir'le ilgili olan sevgisi aidiyeti, katılımı artacak. Ve biz İzmir'le ilgili daha büyük bir ortak akıl yaratacağız. 'İzmir'i en çok ben seviyorum.', 'İzmir'i en çok ben biliyorum.' Böyle bir dünya yok. Bu kentte yaşayan herkes İzmir'in sahibidir, İzmir'dir. Her birimiz İzmir'iz aslında. Dolayısıyla bizim İzmir'le ilgili heyecanımızın bir sebebi var, reel bir sebebi var. Çok daha fazlasına muktedir İzmir. Ve bunu biz el birliğiyle, bütün İzmirliler birlikte yapacağız. İnanın bana sadece İzmir değil, Türkiye değişecek. İzmir Türkiye'yi bir lokomotif gibi arkasına takacak ve bambaşka bir güzelliğe taşıyacak. Türkiye İzmir'den iyileşecek, Türkiye İzmir'den güzelleşecek. Onun için İzmir çok renk, çok ses, çok nefestir. Daha çok rengi, daha çok sesi, daha çok nefesi İzmir Türkiye'ye taşıyacak

Seçiniz...

Etiketler CHP izmir Tunç Soyer