Barış görüşmeleri masasında Avrupa’nın yer almaması için birden çok neden var
Avrupalı politikacılar son günlerde şaşırtıcı açıklamalar yapıyor. Medyadan bir haber:
“Letonya Dışişleri Bakanı Baiba Braze, şu günlerde neredeyse tüm Avrupalı politikacıların ağzından dökülen görüşleri ifade ediyor: Avrupa, Ukrayna barış görüşmeleri masasında oturmalıdır. Başka hiçbir çözüm kabul edilemez.” ( kaynak )
İsveç’in muhafazakar Başbakanı Kristersson ve Sosyal Demokrat ana muhalefet lideri Andersson’un ikisi de, AB’nin müzakere masasında oturmasının “makul tek çözüm” olduğunu savunuyor.
Halbuki, Avrupa’nın Ukrayna barış görüşmeleri masasında oturmaması için birden çok neden var.
Trump’ın yeni takımı, seçimlerde Biden’ı açıkça destekleyen Avrupalı ana akım siyasetçilere duydukları öfke nedeniyle, hafta sonundaki Münih Konferansında onlara sert kroşeler indirdi. Amaç misilleme ve dengelerini bozmaktı. Hesap tuttu, pek çoğu kroki kalmış boksör gibi rasyonel olmayan konuşmalar yapıyor.
Ukrayna müzakereleri uzun, zor ve karmaşık diplomasi gerektiren bir süreç. Azami özen gerekiyor, çünkü işin ucunda ya savaş ya barış var.
Her şey sürecin başarısının, yani barışın emrinde olmak zorunda. Olabildiğince adil ve kalıcı bir barışın.
Savaşın ve olası anlaşmanın esas tarafları Ukrayna veya Rusya’nın, hangi nedenle olursa olsun, kabul etmediği üçüncü tarafın masaya oturması mümkün değil. Rusya Avrupa’yla müzakere istemiyor.
Bunun Trump yönetimiyle ilgisi yok. Rusya Şubat 2022’de savaşı başlatmadan önce, ABD ve NATO’ya iki kapsamlı öneri paketi sunarak görüşme talep etti. Avrupa’yla müzakere istemediğini o zaman da açıklamıştı.
Moskova’nın tavrının sonradan daha da katılaştığı biliniyor. Şubat 2014’de Ukrayna’nın Rusya’ya sıcak bakan Cumhurbaşkanı bir darbeyle devrilince, Rus birlikleri Ukrayna’nın Donbas bölgesini işgal etti. Şubat 2015’de Donbas’ta barışı sağlamak için Minsk 2 adı verilen ve Almanya-Fransa ikilisinin liderlik ettiği müzakere süreci başladı.
O anlaşma sağlanabilseydi savaş olmayacaktı; ama yedi yıl geçti netice alınamadı. 2022’de savaş başladıktan sonra Alman lider Merkel, Minsk 2 sürecinde esas amaçlarının müzakereleri uzatmak ve Ukrayna’ya zaman kazandırmak olduğunu açıkladı. Fransa lideri Hollande teyit etti. Halbuki iki lider bütün dünyaya amaçlarının anlaşmayı ve barışı sağlamak olduğunu söylüyordu.
Rusya o nedenle Avrupa’ya güvenlerinin tükendiğini sert sözlerle defalarca vurguladı. Münih Konferansı’nda çıkan krizden sonra Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Amerikalı muhataplarıyla görüşmek üzere Suudi Arabistan’a giderken, Avrupa’nın görüşme masasında yeri olamayacağını kesin dille bildirdi.
Ancak Avrupa’nın o masada olmamasını gerektiren başka nedenler de var. İlla orada olacağız diye ısrar edenler, herhalde müzakere prosedürlerini ve içeriğini yeterince dikkate almadan konuşuyor.
Kritik bir husus, müzakerelerde konuşulanların ve tarafların olası ödünlerinin dışarı sızmamasıdır. Aksi takdirde Ukrayna’daki değişik fraksiyonların, Moskova’daki radikallerin, Amerikan Kongresindeki veya Avrupa’daki politikacıların görüşmeleri sabote etmesi kolaylaşır.
Avrupa masada yer alırsa, siyasi kararlar için Brüksel ve herhalde Londra dahil 29 kadar merkezin devreye girmesi gerekecek, sızma riskleri artacaktır.
Görüşmelere başlamadan önce ilk temel konu, tarafların ‘müzakere edilmez’ bulduğu hususların, yani kırmızı çizgilerinin belirlenmesidir. Bazı politikacıların ayaküstü açıkladığı türden değil, mutlak kırmızı çizgilerin, yani aşılırsa ülkelerin savaşı göze aldığı sınırların belirlenmesidir. Eğer tarafların (UKR-RUS) kırmızı çizgileri kesişirse, görüşmeye başlamanın anlamı yoktur.
Misal, Rusya kendi kontrolünde kalacak arazilerin Ukrayna tarafından resmen tanınmasını isteyebilir. Ama hiçbir Ukrayna hükümeti böyle bir talebi kabul edemez. Rusya ısrar ederse, görüşmelere başlamanın anlamı yoktur.
Şimdilik görünen, fiilen Rusya’nın kontrolüne bırakılacak arazileri Ukrayna resmen tanımayacak ve hukuki statünün belirlenmesini geleceğe erteleyen bir diplomatik çözüme gidilecek.
Rusya’nın en kalın kırmızı çizgisi, savaşın nedeni olan Ukrayna’nın NATO üyeliği. Mart 2022’deki görüşmelerde Ukrayna NATO üyeliğinden vazgeçmeyi kabul etti, şimdi arazideki koşullar nedeniyle eli daha zayıf. Yeni müzakereler ancak o kırmızı çizgi çerçevesinde başlayabilir. ABD’nin yeni Savunma Bakanı Münich’te bunu açıkladı.
O nedenle bazı Avrupalı politikacıların “daha başlamadan en büyük müzakere kozunu Rusya’ya verdiniz” eleştirisi naif.
Tarafların kırmızı çizgileri şekillenirken, hangi konularda ödün verebilecekleri hakkında ön yoklama da yapılmış olur. Çok sayıdaki kırmızı çizgiyi belirleme süreci son derece hassas bir konudur. O süreçte müzakerenin taraflarca doğrudan yapılması değil, güvenilir arabulucu tarafından yönetilmesi genellikle daha başarılı sonuçlar verir.
O nedenle, Ukrayna ve Rusya’nın ilk andan itibaren doğrudan müzakereye başlamaması isabetli yaklaşımdır. O yoldan gidilirse, müzakerelerin daha başlangıçta kopma olasılığı artar.
General Kellogg başkanlığındaki Amerikalı ekip, Rusya ve Ukrayna ile temas içinde, iki ayı aşkın bir süredir bu konularla uğraşıyor. Ama konulara yeterince vakıf olmayan kimi çevreler, Amerika’nın Ukrayna’yı dışlayarak Ukrayna adına müzakere yürüttüğünü ileri sürüyor.
Müzakereler çok-kanallı (multi-track) yürüyecek, ana kanalda Ukrayna-Rusya görüşürken, ikinci kanalda ABD-Rusya kendilerini ilgilendiren konuları konuşacak. Yani aslında iki değil üç ülkenin yer aldığı bir müzakere süreci yaşanacak.
İkinci kanal ABD-Rusya siyasi ilişkileri, uzun menzilli füzelerin konuşlandırılması, karşılıklı güç indirimi gibi iki ülke arasındaki güvenlik konularını içerecek. O nedenle Amerika’nın başlangıçta Rusya’yla daha yoğun görüşmesi beklenen bir durum.
General Kellogg, Avrupa’nın çıkarlarını ilgilendiren her konuda onların onayının alınacağını açıkladı ve zaten işi öyle götürüyorlar. Başka türlüsü tasavvur dahi edilemez.
Avrupa’yı ilgilendiren bir konu, NATO üyesi olamayacak Ukrayna’nın haklı olarak talep ettiği güvenlik garantileri. Avrupa ülkeleri gereken garantilere katkı yapabilir.
İkincisi, askerden arındırılmış bölgeye konuşlanacak barış gücü. Ancak Rusya, NATO-Rusya savaşını tetikleme riski olduğu için, NATO ülkelerinden barış gücü istemiyor, herhalde öyle olacak.
Olası barış anlaşması çerçevesinde AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımların ne olacağı ise, isterse tek taraflı isterse ABD veya Rusya ile görüşerek AB’nin karar vereceği bir konu.
Ancak bu konuların hiçbiri, Avrupa’nın masada bulunmasını gerektirmiyor, hatta konuşmak için bile henüz erken.
Kellogg başkanlığındaki takım şu ana kadar işini başarıyla götürdü. Ama bu çok zor süreci barışa kadar taşıyabilecekler mi, o ayrı bir konu.
Avrupa’nın müzakere masasına davet edilmemesi üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un acilen düzenlediği ve önde gelen Avrupa ülkelerinin liderlerinin katıldığı “kriz toplantısı” tam fiyaskoyla sonuçlandı, ortak açıklama bile yapamadılar. Toplantıya katılan NATO Genel Sekreteri Mark Rutte gibi berrak zihin sahibi birileri, muhtemelen burada değindiğimize benzer gerekçeleri vurgulamış olabilir.
Uzun sürecek müzakereler için her bakımdan en uygun yer Türkiye idi. Yüz milyonlarca dolar harcanarak elde edilemeyecek bir reklam ve ciddi siyasi prestij kazanılmış olacaktı. Ama iki ülke Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri için son değerlendirme yapılırken, Türkiye’nin adı geçmedi.
ABD ve Rusya arasında Türkiye toplantı yeri olarak gündeme geldi mi, bilmiyoruz. Bir şekilde geldiyse dahi, belli ki taraflardan biri itiraz etti, diğeri itirazı kolaylıkla uygun buldu. Bu sonucun, iktidar yanlısı medyanın şişirmeye çalıştığının tersine, küresel siyasette Türkiye açısından en önemli iki büyük ülkenin Ankara’nın izlediği siyasete duyduğu güven eksikliğinin ciddi bir kanıtı olarak okunması gerekir.