Biden-Erdoğan zirvesi AKP’nin dış ilişkilerde köşeye sıkıştığının yeni görüntüsü olacak

Güncelleme:

Yandaş medya haberlerine göre Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD Cumhurbaşkanı Joe Biden’la yapacağı görüşme için Ankara’daki bürokrasi bilgi, belge ve görsellerle desteklenmiş hummalı bir çalışma yürütüyor.

Ne var ki 14 Haziran’da Brüksel’de yapılacak zirvede neler olacağı büyük ölçüde belli, sürpriz olasılığı çok az

Zirve, kimi çevrelerin iddia ettiği gibi Türkiye açısından herhangi bir başlangıç veya son olmayacak. AKP iktidarının büyük bir heves içinde umduğu “Amerika’yla ilişkilerde yeni bir dönemin kapıları aralanacak” beklentisi gerçekçi görünmüyor.

Bunların anlamı, iki başkan arasındaki zirvenin önemsizliği değil. Ancak zirvenin önemi, varılacak ve varılamayacak mutabakatlardan çok, AKP’nin dışarda iyice köşeye sıkıştığının yeni ve güçlü bir belgesi olmasında yatıyor.

Zirve hakkında yorum yapanların çoğu maalesef bu sıkışmayı yakalayabilmiş değil. Durumun tamamen farkında olan kişi Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan. Birkaç gün önce zirve hakkında konuşurken kullandığı sözler şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bu şekilde köşeye sıkıştıranlar önemli bir dostu kaybederler.”

Biden’ın göreve başlamasından sonra geçen yaklaşık beş ay içinde iki ülke cumhurbaşkanı arasındaki yetersiz diyalog elbette önemli bir soğukluk işareti. Ama daha önemlisi ve genellikle gözden kaçan, yetkililer arasında son aylarda yapılan değişik görüşmelerde Amerika’nı izlediği yaklaşım.

AKP’nin en üst düzey sözcüleri defalarca Washington’a mesajlar gönderdi ve yeni ABD yönetimiyle iyi ilişkiler yürütmek istediklerini vurguladı. ABD/NATO çizgisinde bir siyaset izlemeye hazır olduklarını, hatta Rusya’ya dönük yeni çevreleme politikasına katkılar yapabileceklerini açıkladılar. Tek arzuları iki ülke arasındaki sorunları genel bir pazarlık çerçevesinde konuşarak uzlaşmaya bağlamaktı.

Washington temsilcileri Ankara’yla değişik görüşmeler yaptı – ama asla müzakereye yanaşmadı. AKP iktidarına daha çok kendi taleplerini tebliğ ettiler. AKP pazarlık ortamı yaratabilmek için girişimlerde bulundu, ama çoğuna cevap dahi alamadı.

Bunu en canlı bir örneği Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, S-400’ler için Girit modelinin müzakere edilebileceği açıklamasıydı.

Belli ki amaç başka konuları da kapsayan bir pazarlık zemini yaratmaktı. Ama bir süre sonra Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın bu kez “Girit formülü gündemde değil” dedi.

S-400 gibi önemli bir konuda Bakan Akar elbette kendi kişisel düşüncelerini açıklamış değildi. Girit modeli, iktidarın zirvesinde konuşulup mutabık kalınmış bir çözüm arayışıydı. Ama Washington ilgi göstermeyince Kalın’ın açıklamasıyla geri adım atmak zorunda kaldılar.

ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Wendy Sherman, Biden-Erdoğan görüşmesinin hazırlıkları için kısa süre önce Ankara’yı ziyaret etti. Müzakere ve pazarlık yerine Washington’un AKP iktidarına nasıl bildirimlerde bulunduğunun eşine az rastlanır kabalıktaki örneğini o ziyaret sırasında gördük.

Sherman medyaya açıklamalarında yapılan tebligatı şöyle ifade etti: “Alternatif sunduk, tam olarak ne yapmaları gerektiğini biliyorlar… Türkiye durumun farkında, atması gereken adımları biliyor.”

Sherman, sadece görünürde kalan bir diplomatik nezaketin arkasına saklanmayı da ihmal etmedi: “Bu Türkiye’nin kararı olacak…”

Ama “Türkiye’nin S-400’leri aktive etmemesi, ikinci parti S-400 veya başka Rus silahları almaması gerektiğini” vurgulamayı unutmadı. İşin dikkat çekici yönü, Washington’un kamuoyuna da yansıttığı bu rahatsız edici tebligatları AKP iktidarı içine sindirdi ve hiçbir itiraz gelmedi.

Ankara’ya sunulan bu talepler karşılığında, AKP iktidarının müzakere etmek istediği Suriye veya başka bir dosya üzerinde pazarlık bir yana görüşme dahi olmadı. Washington değişik vesilelerle kendi bildiği politikaları uygulamaya devam edeceğini, Ankara’nın görüşlerini dikkate almayacağını sözlü ve eylemli olarak gösterdi. Bu çerçevede Amerikalı sivil ve askeri yetkililerin Suriye, Irak ve Libya’ya yaptıkları ziyaretleri sayabiliriz.

Sherman’ın S-400’ler için önerdiği çözüm neydi? İktidara yakın bir gazetecinin haberine göre işte Washington’un çözüm önerisi: “Türkiye S-400’leri aktive etmeyeceğine ilişkin taahhüt verecek. Taahhüt yazılı olacak. Ama o da yeterli değil, S-400’lerin aktive edilmediğinin denetimini Amerikalı uzmanlar yapacak. Bu denetim şekli de taahhütte yer alacak.”

Biden göreve başladıktan sadece birkaç hafta sonra niçin Ankara’yla pazarlık etmeyeceğini gerekçeleriyle yazmıştık. Biden daha aday bile olmadan, 14 ay önce bu sayfalardaki öngörümüz ise şöyleydi:

 “S-400’leri depoda tutacağız demek yetmeyecek…

Depoda, yarın ne yapacağı belli olmayan bir iktidarın elinde işletmeye hazır duran S-400’ler var…

ABD muhtemelen o deponun anahtarını isteyecek!

Anahtarı nasıl ister? Belli aralıklarla denetçi gönderir veya yazılı yaptırımlara bağlar veya başka yere taşımasını mı ister? Göreceğiz. Ancak ABD ne yapacaksa, AKP’nin imzasını alarak yapacak.

Biz bağımsız ülkeyiz söylemiyle başlayan AKP’nin denemesi muhtemelen, kendi topraklarındaki bir silah deposunu veya S-400’lerin akıbetini ABD’nin iradesine terk etmesiyle son bulacak.”

AKP iktidarı henüz tam bu noktaya gelmedi ama işler o doğrultuda hayli ilerledi!

Şimdi Zirvenin olası sonuçlarını özetleyelim.

S-400 sorunu iktidarın keşfetmekten sevinç duyduğu deyimle ‘paranteze alınacak’. Yani dondurulacak, ilerleme ve kıpırdama yok. 2,5 milyar lira ödenen sistem kullanılmayacak, depoda bekleyecek. Ona bağlı olarak, Türkiye’nin güvenliği açısından hayati önem taşıyan F-35 uçakları da bekleme odasında tutulacak.

AKP iktidarı “hem S-400’leri hem F-35’leri alacağız” diye yola çıkmıştı. Şimdi ne S-400’leri ne F-35’leri kullanabiliyorlar.

Zirvede herhalde Suriye konusu da paranteze alınacak. Uzlaşma olasılığı görünmüyor. Amerikalı komutanlar ve diplomatlar Fırat’ın doğusuna yoğun ziyaretlerini, YPG yönetici kadrolarıyla görüşmelerini ve desteklerini sürdürüyor. Benzer şekilde, AKP üst düzey sözcüleri bu konuda son zamanlarda kayda değer tepkiler vermedi. Medyaya yansıdığı kadar Washington, Ankara’nın Suriye’de yeni askeri girişimlerde bulunmaması arzu etmediğini bildirdi. Özetle Ankara’nın Suriye’de de fazla manevra alanı kalmadı.

S-400, F-35, Suriye gibi konuların paranteze alınarak dondurulması Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmıyor. Zaman Türkiye’nin aleyhine çalışıyor. Ama ABD’nin hiçbir kaybı yok. Kendi siyasetini uygulamaya ve paranteze alınmış sorunları Ankara üzerinde baskı aracı olarak sallandırmaya devam ediyor.

Halk Bank davası zirvede gündeme bile gelmeyebilir. Çünkü Biden yönetiminin işi tamamen hukuki seyrine bırakan tutumunda değişikliği herhalde artık AKP yönetimi de beklemiyor.

Belki en canlı müzakereler, ABD’yle ilişkileri iyileştirmek için can atan AKP’nin son önerisi Afganistan’ın başkenti Kabil havaalanının Türkiye tarafından korunması etrafında dönebilir. Ama bu Türkiye’nin çıkarları açısından tali bir dosya.

Biden-Erdoğan zirvesi en çok, AKP’nin dış ilişkilerde köşeye sıkıştığını gösterecek. Ama sıkışma sadece ABD değil, Avrupa ve Ortadoğu dahil neredeyse her yerde.

Dahası, şimdi ilk kez karşımızda beraber hareket eden ABD ve AB var. AB kısa süre önce AKP iktidarına kendi tebligatını yaptı: “Doğu Akdeniz’de yasadışı sondaj faaliyetlerinden vazgeç” ve “uluslararası hukuku ihlal eden eylemlerde” bulunma, “yoksa yaptırım uygularım”. Bu bildirimi AKP içine sindirdi, Ege ve Doğu Akdeniz’de ihtilaflı deniz yetki alanlarında araştırma faaliyetlerini durdurdu. Karşılığında hemen hiç bir şey alamadı.

Son Gazze savaşı sırasında içeriye dönük sert demeçler dışında AKP iktidarı kayda değer bir etkinlik gösteremedi. Diplomasi ve ateşkes sürecini Mısır yönetti. Kritik bir dönemden geçen Filistin sorununda Türkiye’nin etkili olabileceği zemin pek kalmadı.

Mısır’la hasarlı ilişkileri onarmak için başlatılan girişimde kendisine koşul dayatılan taraf AKP iktidarı: Müslüman Kardeşleri desteklemekten vazgeç, Libya’da Mısır’ın güvenlik kaygılarını dikkate al. Mısır ve onunla beraber hareket eden Suudi Arabistan karşısında AKP iktidarı sıkışmış durumda. Ankara’dan artık sık duyulan sıcak mesajlara Kahire ve Riyad’dan yeterli karşılık gelmemesi bunu açıkça gösteriyor.

* * *

Belarus diktatörü Aleksandr Lukaşenko kısa süre önce muhalefet liderlerinden birini tutuklamak için, kendi hava sahasından geçen bir uçağı yolcuların hayatını riske atarak zorla indirdi. Bu hava korsanlığına karşı NATO’nun tepkisi görüşülürken, Ankara Lukaşenko’ya destek çıkan bir tavır sergiledi.

AKP iktidarı Belarus halkının özgürlük mücadelesinden çok Lukaşenko yanlısı bir tutum içinde. Bu vahim yanılgı, Türkiye’nin bir zamanlar benzer bir mücadele yürüten Cezayir halkı yerine emperyalist Fransa’yı destekleyen tutumunu hatırlatıyor. Türkiye o yanılgının bedelini on yıllar boyunca ödedi. Şimdi Belarus halkı er veya geç özgürlüğe kavuşunca benzer bir bedel ödenecek.

Biden, Avrupa’ya yapacağı kapsamlı gezinin temel amacının “demokrasileri bir araya getirip toparlamak” olduğunu açıkladı. Zirvede Türkiye’deki insan hakları ve hukuk devleti çürümesine göndermeler yapacağı muhakkak. AKP’nin diktatör Lukaşenko yanlısı tutumu muhtemelen vurguların daha güçlü yapılmasına neden olacak.

Savuma Bakanı Akar’a göre “Türkiye’nin içinde olduğu NATO, daha anlamlı ve daha güçlüdür ve geleceğe daha emin adımlarla ilerleyecektir.” Doğru ama eksik; bu hüküm sadece Türkiye demokratik hukuk devleti olduğu sürece geçerlidir.

AKP iktidarı içerde zor durumda. Ekonomi dipte, işsizlik zirvede. Ağır yolsuzluk skandallarıyla sallanıyor. Oylarında ciddi düşüş var ve iki sene içindeki seçimlerde iktidarı kaybetmemek içi ne gerekirse yapmak eğiliminde. Dış ilişkilerde kıpırdayacak alanı pek kalmadı. Böylesine zayıflamış bir iktidarın yönetimindeki Türkiye’nin hayati çıkarları, dilerim başta Ege, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da kalıcı darbeler almasın.

 Kaynak: HalukOzdalga.com

Diğer Yazıları