Cumhurbaşkanı Seçiminin Düşündürdükleri

Güncelleme:

İlk Kez Halk oyuyla…

10 Ağustos 2014’te Türkiye, Cumhurbaşkanını ilk defa halk oyu ile seçti.

İki yıl önce yapılan referandumla belirginleşen mevcut yarı-başkanlık sistemimiz hukukileşti.

Geçerli oyların yaklaşık olarak % 52’sini alan Erdoğan, Çankaya’ya (ya da AOÇ Çiftliğindeki yeni konutuna) taşınacak. Dahası on iki yıldır iktidarda olan Başbakan Erdoğan’ın, bu süre zarfında “güçler dengesi”ne ilişkin özgün bir deneyimi ve Güçlendirilmiş Başkanlık anlayışına yatkın bir yaklaşımının olduğu biliniyor. Ne ki şimdi bir halk oyu yapılsa, Erdoğan’ı olumlayanların, oy verenlerin en az yarısının Güçlendirilmiş bir Başkanlık Sistemine nasıl bakacağı meçhul.

2,5 Parti mi, Çoğulcu Demokrasi mi?.

Türkiye’nin iki yıl önce, 12 Eylül 2010 yılında yaşadığı referandumda, siyasi partiler yasasının işleyişinin demokratikleştirilmesi veya % 10 seçim barajının “makul” bir düzeye indirilmesi gibi öğeler yoktu. Türkiye siyaseti, bu son seçimden sonra Başkanlık sistemi modellemelerine uygun olarak “2,5 partiye” indirgenir mi bunu zaman gösterecek ama…

Önce “usul” Açısından Eleştiri ve Öneriler…

10 Ağustos seçimlerinin, bu seçimde saf tutan bloklar; yani seçimde doğrudan “taraf” olan partiler açısından kimi etkileri olması kaçınılmaz… Ne ki, bu analize geçmeden “usul”e ilişkin kimi tespit ve önerilerimi paylaşmak istiyorum…

Halk, Bir Milyon İmzayla Aday Önerebilmeliydi… (usul)

Öncelikle Cumhurbaşkanı adaylarının belirlenmesinde “TBMM’nde görev yapan 20 Milletvekilinden az olmamak üzere imzalı öneride bulunulması” toplumsal talepleri daraltıcı bir uygulama olmuştur. Bu “daraltıcı” işlem-süreci, muhalefet parti liderlerinin demokratik kitle örgütleri ile “nabız yoklaması” sonrasında da aynen belirmiş ve o toplantılarda ismi bile dile getirilmeyen bir aday; Ekmeleddin İhsanoğlu, CHP ile MHP’nin “Çatı Adayı” olarak açıklanmıştır!

Aday belirleme işlem-sürecinin: içinde bulunduğumuz iletişim ve teknoloji çağı dikkate alınarak ve mevcut seçim sistemimizin, yüzde on barajı dolayısıyla ister-istemez önemli miktarda halk oyunu Meclis’te temsil olanağından yoksun kıldığı gerçeği göz önünde bulundurularak; halktan belli sayıda, örneğin, “bir milyon yurttaşın belgelenmiş imzasıyla” Cumhurbaşkanı Adayı gösterilebilir şeklinde düzenlenmesi uygun olurdu.

İlk Tur için CB Seçim Barajı Getirilmelidir… (usul)

Öte yandan, 10 Ağustos günü yapılan seçimlerde halk katılımının son seçim ve referandumlara oranla en düşük düzeyde ve yüzde 74’lerde kalması dikkat çekici bir diğer husustur. Bir kere Cumhurbaşkanlığı, devletin en yüce görev yeri ve temsil makamıdır. Doğal olarak bu makama halk oyuyla gelecek bir ‘adayın, halktan en yüksek oyu alması istenilen bir durumdur.

Yani “teorik” anlamda kayıtlı bulunan seçmen niteliğine sahip her vatandaşımızın geçerli oylarıyla adaylar hakkında olumlu ya da olumsuz irade beyanın alınmasına / sağlanmasına azami özen gösterilmek gerekir… “Zaten o özen gösterilmiştir” denilebilir ve “iki turlu seçimin geçerli bir yöntem olduğundan” da söz edilebilir… Bunlara itirazımız yok. Fakat, değindiğimiz gibi, Cumhurbaşkanlığı gibi bir makam için yapılan oylamada, örneğin, (geçersiz oylar düşülerek) geçerli oyların -bu günkü gibi- % 52’ye yakınını alan bir aday, toplam seçmenin % 74’ünün katıldığı bir oylamada; gerçekte 52 x 74 = 38 oy almış; yani tüm seçmenin aslında yüzde 38 oyunu almıştır.

Bu da ilk tur için yeterli bir oran değildir. Bizim önerimiz, deyim yerindeyse “Cumhurbaşkanlığı için de adeta bir seçilme oranı barajı” getirilmesidir. Örneğin, ilk turda, alınan oy itibariyle toplam kayıtlı seçmen sayısının en az % 50’sinin oyunun kazanılmasıdır. Örneğin ülke genelinde 55 milyon seçmen varsa, sandığa gitmeyen veya geçersiz oy verene bakamadan toplam 55 milyon sayısından en az yarısının oyu aranmalıdır, bu da 55 x 50 = 27,5 eder. İlk turda seçilmek için en az 27,5 milyon seçmenin oyu aranmalıdır. Değindiğimiz iki aşamalı bir sistem değildir. İlk turu güçlendirilmiş, katılımı özendirme zorunluluğu getiren bir düzenlemelidir.

Yani ilk turda, adaylardan herhangi biri diğerlerinden çok daha fazla oy alsa da, (Yani Erdoğan 20, İhsanoğlu 15 olsa da, hiç biri toplam kayıtlı seçmen sayısının yarısını yani 27, 5 tutturamadığından, ama en yüksek iki oy alan adaylar da bunlar olduğundan, ikinci tur yapılabilir ve ikinci turda işte o zaman, yalnız geçerli oylara bakılır ve bir fazlasını alan Cumhurbaşkanı sayılır.

Böyle bir düzenleme yarın hiç istenmediği halde yüzde 50 katılım olurda oyların yüzde 60’ını alan bir adayın, gerçekte; 50 x 60 = 30 oyla ve aslında tüm seçmenlere oranla yüzde 15’ini alan bir adayın hemen ilk turda seçilmesinin önüne geçer… Önerdiğimiz “baraj” demokrasisine ilişkin standart dışı tekrarlanmış deneyimler yaşayan ve sonuçlar hakkında içeride ve dışarıda derin tartışmalar yaşanılan kimi ülkelerdeki duruma düşülmemesi için de geçerlidir.

Seçimler mevsim ve coğrafi koşullar gözetilerek düzenlenmelidir…(ilke)

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine ilişkin “ilke” ara başlığı arasına girebilecek bir başka eleştiri konusu; seçim dönemlerinin, ülkelerin iklim ve coğrafi koşulları dikkate alınarak belirlenmesi gerçekliğidir… Türkiye, altmış yılı aşkın Parlamenter demokrasisi, seçim, oylama uygulamaları vb. itibariyle bu alanda ve anlamda elbette azımsanmayacak deneyime sahiptir. Öte yandan Türkiye, özellikle son yıllarda iç ve dış turizmin geliştiği, çeşitlendiği, ulaşım olanakları artmakta olan bir ülkedir. Fakat bunlara karşın elbette değişemeyen bir başka gerçeklik, mevsim koşulları ve tatil dönemleridir.

Bu olgular dikkate alınarak; “Ağustos ayının göbeğinde” sandık kurulması, sanırım gözden kaçan bir durumdur. Nitekim bu durum, muhalefetin de gözünden kaçmış olmalıdır. Tekrara kalsaydı doğal olarak zaman makası çok açılmadan 24 Ağustos’ta ikinci turu önerilen bir seçimi; 10 Ağustos’ta yapmak, katılımı düşürebilecek bir faktör olup, bundan böyle seçim takvimi konusunda herkesin daha özenli olması beklenmelidir.

Seçimlere 1 hafta kala anketler kesin olarak yasaklanmalıdır… (ilke)

Yine seçim yapmanın ilkeleri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir başka olgu, anketlerin durumu ve seyridir. Meri yasalara göre, seçimlere 10 gün kala anketlerin yayınlanması yasaktır. Fakat bu yasak fiilen ve pratikte yeterince işlememektedir. Bu durum da adaylar ve adaylıklar arasında haksız rekabete yol açmakta, dahası, yönlendirme amacı taşıyabilecek çalışmaların adeta önünü açmakta ve en başta seçmenin tercihine dolaylı, sandığa gitme kararına ise daha doğrudan etki yapmasının yanı sıra, anket ve kamuoyu yoklamaları yaparak topluma gerçek ve dürüst anlamda katkıda bulunmak isteyen iyi niyetli yapıların da zan altında kalmasına neden olmaktadır. O nedenle ve kesin olarak; seçimlere, referandumlara, bir hafta kala bu konularda yapılacak ve yapılan çalışmalara tüm medya başta olmak üzere kesin bir yayımlama denetiminin (yasağının) uygulanmasında büyük yarar bulunmaktadır.

Seçim sayım sistemi gözden geçirilmelidir… (teknik)

10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin siyasi dinamikler (partiler) ve adaylar açısından irdelenmesine geçmeden, 10 Ağustos’u bir seçim olarak düşündüğümüzde ve seçim tekniği temelinde iki ayrı konuya değinmekte, ülkemizin ve siyasetimizin geleceği açısından yarar vardır.

İlk olarak Dünya’da da eleştirilen ve pek de güven vermeyen SEÇSİS seçim sayım sistemini halen kullanmakta olmamızın, giderek artan bir kesim üzerinde, kuşkular ve kaygılar uyandırmasıdır… Bu sistem, iyice ele alınmalı ve daha güvenli bir seçim sisteminin yolu aranmalıdır… Burada bir parantez açarak, parmak boyama yönetiminin tamamlayıcı bir önlem olarak devrede tutulmasının yararı da anımsatılabilir.

Partiler ellerindeki sonuçları açıklamalıdırlar… (saydamlık)

Öte yanda, kamuoyu ve dış dünya açısından seçimlerin dürüst ve adil olarak gerçekleştiğine ilişkin partilerin yapması görevler arasında en önde gelenleri; tüm sandıklara eğitilmiş gözlemciler bulundurmak ve kendi bilgi işlem merkezlerinin de katkısıyla sandık birleştirme tutanakları temelinde ellerindeki veriler ile YSK’nın verilerinin karşılaştırılmasını yapmaktır. Yani partilerin her biri, seçim sonucunun sağlamasını yapmalı ve halka paylaşmalıdır.

Yüzde 74 katılım ile yüzde 52 (38) oy… (katılım)

10 Ağustos seçimleri son yıllardaki en düşük katılımlı seçim olmuştur.

Katılım oranı yaklaşık olarak % 74’tür.

İstanbul’da katılım oranı, % 72,6 ‘ da kalmıştır.

Bu oran, bir önceki, 30 Mart Yerel Seçimlerinde % 89,

ondan bir önceki, 2011 Genel Seçimlerinde % 83 idi…

10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Toplam Seçmene Göre Oy Davranışı:

Seçmen Sayısı: 55.701.719

Kullanılan oy:  40.941.382

Katılamayan :  14.760.337

Geçerli oy     :  40.200.282

Geçersiz oy    :       741.100

Bu durumda seçime katılmayan ve geçersiz oylar % 27,8 + 0.002

yani seçmenin yaklaşık yüzde 28’i “oy verecek” bir aday bulamamıştır.

Bu tabloya göre adayların aldıkları geçerli oyların sayısal dağılımı:

Erdoğan  : 20.842.495

İhsanoğlu: 15.455.929

Demirtaş:    3.901.858

Bu oylar itibariyle;

Sadece geçerli oylar dikkate alındığında adayların oy yüzdeleri:

Erdoğan  : 52

İhsanoğlu: 38

Demirtaş:  10

İken; Tüm seçmen Açısından adayların oy yüzdeleri:

(yani katılmayan ve geçeriz oylar da dikkate alındığında)

Erdoğan  : 37

İhsanoğlu: 28

Demirtaş:   7

Cumhurbaşkanlığı makamı tüm Milleti temsil eden, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise, siyasi partilerin yarışması gibi kristalize değil, iki turla da olsa adaylardan biri üzerinde kesin bir teveccüh ile somutlanan ve sonuçlanma dinamiği açısından ikinci turda da olsa artı 1 oyun yeterli görüldüğü bir seçim süreci ve mekanizmasına karşılık geldiğinden, adayların halktan aldıkları oy oranının gerçekçi değerlendirilmesi için, bu son tablonun temel alınması uygun olacaktır.

Bu yaklaşıma göre; Başbakan Erdoğan Milletin yüzde 37’sinden kesin bir teveccüh alarak Cumhurbaşkanı seçilmiş, diğer adaylardan İhsanoğlu yüzde 28 oranında kesin olarak benimsenmiş, nihayet Demirtaş için bu oran yüzde 7 de kalmıştır.

İktidar partisi ve 10 Ağustos

Başbakan Erdoğan’ın Köşke çıkmakta olduğu ortam, Türkiye için iç ve dış koşullarının giderek zorlaşmakta olduğu bir ortamdır. Ulaştırma ve alt yapı alanındaki gelişmeler belli bir durgunluğa girmiş, iktidarın sosyal yardım kapasitesini etkileyecek bir ekonomik çevrim yüzünü göstermeye başlamıştır. Döviz rezervleri ve bankalar güçlense de, enflasyon ve cari açık artmakta, bu durum dışarıdan sıcak para girişine yönelik alışkanlıkla birleşmektedir.

Erdoğan’ın elinde iş dünyası ve medyayı etkin değerlendirebilecek olanaklar vardır, parasal genişlemenin denetimde tutulması herkesin yararınadır ama kendisini ekonomi üzerinden “gösterecek” dış gelişmeler de kapıda beklemektedir.

Yıllardır Partisini sürükleyen Erdoğan’ın yerine belirlenecek aday hakkında doğal olarak en çok etkili olacak kişi yine Erdoğan’dır. Burada halef-selef dinamiği belirmektedir. Kimilerine göre geçmişte Özal sonrası ANAP’a, Demirel sonrası DYP’ye ne olduysa AKP’yi de aynı akıbet beklemekte, kimilerine göre mevcut siyasi kadrolar geçmişin deneyimlerinden ders almış şekilde, iktidarlarını, daha uzun yıllar devam ettirmek üzere yeni duruma adapte olabilecek esnekliği taşımaktadırlar.

Hem Köşk hem Parti demenin zorlukları…

Erdoğan’ın yerine hemen hemen denk temsil yeteneği ve yönetim becerisi olan biri seçilirse bu kez arzu ettiği yetki genişlemesini sağlayamaz diyenler olduğu gibi, başbakanlığa “emanetçi” konumda birini belirlerse, bu kez de toplum nezdinde parti aynı gücünü koruyamaz diye yorumlar yapanlar da vardır. Cumhurbaşkanlığı görevi sona eren Abdullah Gül’ün “Doğal olarak Partime döneceğim” açıklamasının hemen ardından görev süresi dolmadan bir gün öncesi için, 27 Ağustos’ta, AKP Kongresinin yapılması kararı alınmasında işte bu yol ayrımının etkili olduğu söylenmektedir.

Fakat, Abdullah Gül’ün, AKP için ikinci yol tutulursa ve bir “emanetçi” seçimi yapılırsa, partisinden bir kesimle yeni bir siyasi arayışa yönelmesi olasılığı da bulunmaktadır. Tüm bu senaryoların ortak paydası, yeni bir oluşumun veya en azından hareketlenmenin- 10 ay sonra yapılacak genel seçimlerden önce- gelişmesi beklentisidir…

“10 Ağustos”, 30 Mart Yerel seçimlerine kıyaslandığında;

CHP için olduğu gibi MHP için de çeşitli oy kaymaları ve kayıplarıyla tecelli etmiştir…

Kılıçdaroğlu zorlanacak…

Öte yanda, 10 Ağustos, muhalefet partilerini de etkilemeye başlamıştır… Bu gün (12 Ağustos 2014’te) CHP’nden bazı milletvekilleri, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na açıkça Kurultay çağrısı yapmışlardır. Parti içinde “ulusalcı” diye bilinen bu kanadın yanı sıra, Kılıçdaroğlu’nun 2011 listelerinden Meclis’e taşıdığı iki ismin; iki ayrı koldan aynı anda internet basınına düşen açıklamaları ilginçtir. Birincisi, “Başbakan Erdoğan’ı överken”, ikincisi, Demirtaş’ın “solun yükselen liderlerinden biri olmasından” duyduğu memnuniyeti ifade etmiştir... Ulusalcılar Kurultay talep ederken, Genel Başkanı daha da zor durumda bırakacak bu açıklamaların nispeten “Kemal Beye daha yakın” durduğu varsayılan kişilerden gelmesi, yakın gelecekteki olası olumsuzlukların habercisidir.

Demirtaş’ın oyu konjonktürel (devrevi)dir…

Bu milletvekillerinden birinin, PKK yanlısı Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oy oranının “devrevi”/ dönemsel bir artışından kaynaklandığı gerçeğini ters yüz etmeye çalışan büyük proje çevreleriyle aynı çizgiye düşmesi şansızlık veya bir yanlış “okuma”dır. PKK yanlısı partinin adayı başka sebeplerden oylarını artırsa da, bu ivmenin kalıcı olması beklenemez. Tabii, açılım sürecinin her adımını pusuya yatarak beklemekte olan terör örgütünün önümüzdeki dönemde bu partiye ne türden direktifleri olacaktır bu bilinmez.

Çatı aktı, toprağa karıştı…

Evet 10 Ağustos’ta çatı adeta çökmüştür. Öyle ki, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, kendi illerinde de sonuç alamadılar: Tunceli’de, Demirtaş, Osmaniye’de, Erdoğan ipi göğüsledi… Eskiden olsa ve örneğin Demirel, Isparta’da, Ecevit, Zonguldak’ta ‘seçim kaybetse, herhalde bu, en başta kendi parti tabanlarında şok etkisi yaratırdı.

“Çatı” formülünün tutmadığına dair başkaca ve hatta çok sayıda alt-analiz yapılabilir… Örneğin, İstanbul’da iki milyonu aşkın seçmen sandık başına gitmediği gibi, “Çatı Partileri” bırakın Akp’den oy alabilmeyi, oylarının bir kısmının da “tepki” olarak, Demirtaş’a gittiği varsayılmaktadır.

Bahçeli de sıkıntılı…

Öte yandan Bahçeli’nin partisinde de sıkıntılar gün yüzüne çıkmaya başlamış ve çok yüksek sesle ifade edilmese de seçim sonuçlarına ilişkin hoşnutsuzluklar, ilk etapta, bazı yerel parti yöneticilerinin istifasında kendisini göstermiştir…  10 ağustos’ta, “Milliyetçi duyarlılığı” ile bilinen kimi illerde Erdoğan’ın oy oranı, MHP’nin de desteklediği Çatı Adayın aldığı oy oranını geçmiştir. AKP’nin 30 Mart’ta başladığı oy yitirme süreci bir anlamda ve bazı yerlerde durmuş bunun paralel okumasının da, MHP’nin 30 Mart’ta girdiği yükselme trendinin durmasıdır denilebilir.

 Çatı 4 milyon azaldı; Erdoğan Cumhurbaşkanı

Çatı Adayı formülünde birleşen CHP ve MHP’nin 30 Mart Yerel seçimlerine göre toplam oy oranında 4 milyonu aşkın azalma olduğu kaydedilmektedir. Dahası Çatı Adayı destekleyen diğer partilerin de oy oranını dikkate aldığımızda 5 milyona yakın oyun “akan çatıdan toprağa kaydığı” anlaşılmaktadır! Bu olgu, MHP ve CHP’nin 30 Mart’taki yükselme trendinden en azından bir duraklamadır. O arada 30 Marta göre oyunu bazı illerde artıran Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Yalova Formülü

10 Ağustos’tan önce 30 Mart’ta bir formül belirmişti: Yalova Formülü. Yalova’da tekrarlanan  yerel seçimlerde, CHP’nin adayı, tam tamına HEPAR’ın oylarıyla ve elbette MHP’nin devam eden desteği ve İP’nin de adayını çekmesiyle başarıya ulaştı. Ne yazık ki, 30 Mart’tan sonra bu konudaki duyarlık yeterince sahiplenilmedi ve sergilenmedi.

37 gün kala belirlenen aday

Seçime 37 gün kala o güne kadar görüşülen onlarca dernek ve sendikaya adı telaffuz bile edilmemiş ve daha da ötesi kendi partilerinin kurmayları tarafından da tanınmayan bir aday, Çatı Aday olarak sunuldu. Etrafındaki acemi danışmanlar ve aceleye getirilmiş bir kampanya eşliğinde, pek de maddi zorluk içinde olduğu söylenemeyecek siyasilerin, zaman, kaynak ve mekan cimriliği içinde, halkın cömert oylarına talip olundu. Sonuç ortada. Bir tespite göre; “Ekmeleddin Bey, belki İslam Konferansının başında kalsa ülkemiz için daha hayırlı olurdu” denilen bir süreç yaşandı, bitti.

Güçlü bir tahkim, dinamik yenilenmeler gerekiyor…

Evet, bundan sonrası erken değil zamanında bir genel seçim gibi görünüyor ve ona da sadece 10 ay var… Muhalefet partileri bu süreyi iyice değerlendirmek, eksikliklerini gidermek, organizasyon yeteneklerini yükselterek; yenilenmek zorundalar… Bu amaçla ve toplumla daha da bütünleşmek adına, kendi dışında benzer ve ortak değerleri savunan partilerle Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Osman Pamukoğlu'nun da vurguladığı gibi geniş ve güçlü bir demokrasi cephesinin somut tahkimini yapmak zorundalar.

10 Ağustos’ta iktidara da uyarılar taşıyan bir seçim sonucu belirdi… İktidar partisi kendi güncesi ile halkın önceliklerini bir kez daha gözden geçirmek zorunda… Cumhurbaşkanı’nın kapsayıcı, tarafsız, hakça davranması devlet teminatının ve varlığının en önemli unsurlarından birisi olmaya devam edecektir. İktidar partisi, Başbakanlık (en azından yeni seçimlere kadar) ve Cumhurbaşkanlığı (belki bir 5 yıl için) kendi temsilcileri veya bünyesinden çıkan kişiler tarafından taşınacağından, hem bu kurumlara özen gösterilmesine, hem de bir büyük ölçüde toplumla uzlaşma kıvamının artırılması sorumluluğuna uygun davranılmasına mecburdur.

R.Bülend Kırmacı
Diğer Yazıları
Akıl Sağlığını Yitirmekte olan Toplum!
Bir asırlık çınar nasıl batırılır ?
Belediye Encümenleri Böyle mi olmalıydı?
Çöken madencilik politikamızdır