De-Flasyon

Güncelleme:

Değerli okurlar dünyanın gündemi dolu. Savaş çıkacak mı ? Orta Doğu patlayacak mı ?

Avrupa batacak mı ? Latin Amerika iflasın eşiğinden dönecek mi ? Kovboy’un global stratejisi ne ? Ve tabii en önemlisi ‘Ne olacak bu memleketin hali ?’

Bir köşe yazısında bütün bu sorulara analitik cevaplar vermek mümkün değil. Türk medyasında gelenek haline gelmiş birer cümlelik ‘geyiksel’ kehanetlerle ülkesel ve küresel sorunlara çözüm (!) bulmak benim hiç tarzım değil. Bu nedenle isterseniz bu haftaki analizimizde gelin küresel ekonomik sorunlara en büyük tehdit unsurunu oluşturan ‘deflasyon’dan söz edelim.

Türk toplumu de-flasyon kavramının tersi en-flasyonla bir ömür boyu ‘seviyeli birliktelik’ geçirdi. Bu birliktelik son bir iki yıldır heyecanını ve hızını kaybetmiş olsa da, devam etmekte. Buna karşılık tüm dünyada fiyatlar düşüyor. Grup-7 dediğimiz büyük sanayi ülkelerinin enflasyon sorunu yok. Hammadde fiyatları, enerji fiyatları ve ücretler düşüşte. Düşmeyenler de en azından istikrara kavuşmuş durumda. Fiyat artışlarının ciddi olduğu bir iki kalem mal ve ürün, genelde Irak savaşının spekülatif havasından kaynaklanan petrol ve altın gibi mallar. Savaşın kısa sürmesi halinde bu fiyat artışlarının da kalıcı olmayacağı malum.

Dünyadaki ekonomilerin jandarması IMF’nin acımasız bir kurum olduğu ortada. Ancak IMF’nin elindeki araştırma imkanları ve veri bankaları başka hiç bir kurumda yok. Bu nedenle IMF’nin dünya ekonomisi hakkında yaptığı tahminlere kulak vermekte yarar var. IMF 2003 yılı için öngörülen global ekonomik büyüme oranlarını azalttı. IMF’ye göre 2003 yılında ABD yüzde 3.7 , Avrupa ( Euro-Zone ) yüzde 2.5 büyüyecek. Japonya ise yüzde 0.5 küçülecek. Benim tahminime göre IMF bu oranları yılın ikinci yarısında tekrar gözden geçirip aşağıya çekecek. Bu kuvvetle muhtemel bir olasılık. Açık anlatımı ile dünya ekonomisinde bir talep patlaması yok. Hatırlarsanız değişik yazılarda dünya ekonomisinin neden büyümediğini incelemiştik. Bu nedenlerin başında 90’lı yıllarda yaşanan aşırı büyüme, gösteriş tüketimi, plansız borçlanma gelmekte. Bugün dünya ekonomisi 90’lı yıllardan kalma aşırılığın ‘akşamdan kalma’ halini yaşamakta. Bu duruma bir de soğuk savaş sonrası ortaya çıkan süper-güç dengesizliğini eklerseniz, dünya ekonomisinin istikrarlı olmasını sağlayacak bir platformun yokluğu doğal. Ayrıca istikrarlı büyümeden yoksun dünya ekonomisinin ek talep yaratamayacağını tahmin etmek de zor olmasa gerek.

Talebin olmadığı yerde firmaların fiyat dikte etme gücünün olmaması, firmaları azalan pazar paylarını korumak için fiyat kırmaya zorlamakta. Fiyatlama gücünü kaybeden firmaların pazar payını ve nakit akışlarını koruma mücadelesi karlarını eritince, yatırım harcamalarının azalması ve işsizliğin artması deflasyonu körükleyen unsurlar olarak karşımıza çıkmakta. Şu anda bütün Batı ekonomilerinin en büyük sıkıntısı işte bu açmazda yatmakta. Bir de bu sıkıntılara 90’lı yıllarda yaratılan aşırı kapasite eklenince firmalar çıkmaz sokakta sıkışıp kalmış bulunuyorlar.


Türk Ekonomisini Etkiler Mi ?

Değerli okurlar ünlü fizikçi Einstein ‘everything is relative = herşey nispidir’ demiş. Türk ekonomisinin de içinde bulunduğu enflasyon-deflasyon sarmalı bu durumda. Şu anda enflasyon yüzde 30 oranında, en azından endeksler bunu yansıtıyor. Buna karşılık protein yoksunu varoş mutfaklarında protein kaynağı ürünlerin fiyat artışı çok daha fazla.

Enflasyon endeksinin düzenleyicisi kamunun da enflasyon anlayışı çok farklı. Örneğin taşıt vergisinde yıllık artış yüzde 50’den fazla. Adalet Bakanlığı’nın para cezalarına uyguladığı gecikme faizi yıllık yüzde 50. Buna karşılık Hazine’nin bankaların batık kredilerine uyguladığı faiz ‘Allah ne verdiyse’ . Kredi kartı faizine işletilen gecikme faizi ise tefeci faizinden hallice. Öte yandan vatandaşın devlete borç verdiği zaman talep ettiği faiz yüzde 60. Kısacası toplumun değişik kesimlerinin değişik enflasyon ve risk beklentisi bulunmakta. Bütün bu beklentiler ve keyfi fiyatlama ‘hukuk devleti-pazar ekonomisi’ değil ‘kanun-kararname devleti, medya ekonomisi’ felsefesinin uzantısı. Tabii ki günlük yaşamdan vermeye çalıştığım bu örnekler yurtiçine yönelik , yerli dinamiklerden kaynaklanan örnekler.

Bir de dünyada yaşanan ekonomik meteorolojinin getireceği gerçekler bulunmakta. Bu açıdan global ekonomide yaşanacak olayların Türkiye’yi nasıl etkileyecebileceği, ne gibi sonuçlar doğuracağı konusunu irdelemekte fayda var.

Türk ekonomisinin henüz düzlüğe çıkmadığı bir gerçek. Ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için hızla büyümesi gereken sektörlerin başında ihracat ve turizm gelmekte. Dünya ekonomisinin yavaş büyüdüğü bir ortamda Türkiye kaynaklı ürünlere ve hizmetlere yurt dışından gelen talebin azalması kaçınılmaz. Üstüne üstelik yurt dışından memleketine sürekli para gönderen vatandaşların da ellerinde olmayan nedenlerle fonlamalarında azalma mümkün. Bu nedenle, ülke ekonomisinin kriz öncesi ekonomik kalkınma seviyesini yakalaması için şart olan iç talebin ve istihdamın hızla büyümesi aksayabilir.

Günümüzde dünyada deflasyon riskinden söz edilirken, deflasyonun varlıkların değerini düşürdüğü bir ortamda, 4 milyar dolarlık bir özelleştirmenin gerçekçi olmadığı kesin. Son günlerde kurtarıcı ilaç gibi gündene getirilen özelleştirme gelirlerinin sağlanması zor. Öyle gözüküyor ki, Türk ekonomisine ve kamu finansmanına ‘ varlık satarak’ kaynak yaratmak bir başka bahara kaldı. Özelleştirme hedefini ‘Fizan Çöllerinde bir Serap’a’ benzeterek bu haftaki yazıma son veriyorum.


Diğer Yazıları
31 Mart Vakası & 31 Mart Yerel Seçimleri
Bir Türk Kedisinin Amerika Macerası
Yüzde 0,0055