Samimiyet Var Mı ?

Güncelleme:

Değerli okurlar, son günlerde tümü ile Irak konusuna konsantre olmuş vaziyetteyiz. Oysa ki, en büyük komşumuz İran’la, Amerika arasında gerginlik giderek artmakta. Yüzeyde net olmayan, derinden derine ters bir akıntı, iki ülkeyi tehlikeli konumlara sürüklüyor.

Son günlerde yaşanan bazı olaylar ve Amerikan-İran ilişkilerindeki son dönem gelişmelerin kronolojisi, konunun ciddiyetini ortaya koyuyor.

Şeytan Eksen’i:

Başkan Bush iki sene önce Ulusa Sesleniş konuşmasında 11 Eylül saldırılarının analizini yaparken üç ülkeyi “ Axis of Evil = Şeytan Ekseni/Üçgeni ” olarak tanımlamıştı. Birincisi Irak, durumu ortada, ikincisi Kuzey Kore, ülkenin tamamı açlık sınırında ve üçüncüsü İran. Irak’ın elinde nükleer silahlar bulunmuyordu fakat kitle imha silahlarına sahip olduğu varsayılıyordu. Kuzey Kore ile İran ise ciddi nükleer programlara sahipler ve Batı demokrasileri bundan rahatsız. ABD, Kuzey Kore ile sürekli temas halinde ve nükleer çalışmaları sıkı denetimden geçirmekte.

İran ile ABD ilişkilerine gelince durum biraz farklı. İran ve Amerika kesinlikle birbirlerine güvenmiyorlar. Şah’ın, Humeyni devrimi ile devrilmesinin ardından, Amerikan elçiliğinde çalışanların bir yıl boyunca rehin tutulması ve İran’ın ‘bugün yarın’ serbest bırakacağım diyerek ABD’yi bir yıl oyalaması unutulmadı. İran rejimi, zamanın Amerika Başkanı Carter’ı seçimler boyunca yıpratarak, Carter seçimi kaybedinceye kadar, Amerikalı rehineleri serbest bırakmadı. Uzlaşmacı ve demokratik yaklaşımla İran’a karşı sonuç alamıyan Carter’in yerine, ‘sert’ konuşan ve saldırgan davranan Reagan seçimleri kazandı. Reagan’ın kişiliğinde kendini bulan Amerika’nın şahinliği, sonunda Berlin duvarını yıktı ve Sovyetleri tarihe gömdü.

Amerika, İran’ın o zaman sergilediği ‘şark kurnazlığı’ ve samimiyetsizliğini unutmadı.

Zor Lokma :

İran’ın şansı, Irak’a göre çok daha büyük bir ülke olmasından kaynaklanmakta. Yüzölçümü olarak, nüfus olarak, İran’ı kontrol altına almak büyük askeri güç gerektirmekte. Bugünün koşullarında, Amerika için bunu gerçekleştirmek imkansız. Afganistan ve Irak’ta ‘karaya’ oturmuş Amerikan askeri gücünün, bir üçüncü cephe açması olanak dışı. Amerika, gücünün limitlerinin farkında. Bu gerçeklerin ışığı altında ABD şimdilik İran’ın etnik yapısı üzerinde oyunlar oynamakta. Özellikle, İran’nın kuzeyinde yaşayan Azeriler üzerinde ABD çok etkin.

İran da, Amerika’nın hesaplarını yakından takip etmekte ve iki parametre üzerine strateji kurmakta. Birincisi, Şii bağlantısını kullanarak Irak’ın çoğunluğunu oluşturan Şiileri

Amerika’ya karşı kışkırtmakta. İran, Irak’ta Şiileri destekleyerek, başka bir ülkeyi işgal etmenin Amerika için yüksek maliyetli olmasına çalışmakta. İran’ın ikinci ve daha uzun vadeli hesabı da nükleer silah geliştirip, Amerika’nın herhangi bir askeri harekat için gözünü korkutmakta.

Kronoloji :

Yazın Viyana’da toplanan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, İran’a Ekim ayı sonuna kadar süre tanıdı. Bu süre içinde, İran’ın elinde bulunan tüm bilgileri detaylı bir şekilde kuruma sunması istendi. Eğer tüm bilgiler ulaştırılmazsa, İran’ın Birleşmiş Milletler tarafından cezalandırılması ön görüldü.

Geçtiğimiz hafta Batı’nın global dikkatleri çekmek için kullandığı standart taktikle, Nobel Barış ödülü İran’lı insan hakları savunucusu Şirin Edabi’ye verildi. Ödülün verilişine tepkiler, İran’da siyasi görüşler açısından tehlikeli fay hatları olduğunu su üstüne çıkardı. Reformcu basın ve politikacılar ödüle geniş yankı verirken, kökten dinciler ödülün verilişini Batı’nın bir tuzağı olarak küçümsediler.

8 Ekim günü İran Cumhurbaşkanı, Amerika karşıtı sert bir demeç verdi. Amerika’yı hasır altından işler çevirmekle suçlayan Hatemi, İran’la Amerika arasında ‘görüşmelerin olması için hiç bir neden bulunmamakta’ dedi. Bu konuşma aslında Bush’un davetlisi olarak Amerika’ya giden Rusya Başkanı Putin’in, Bush’un isteği üzerine Rusların İran’a yaptığı nükleer teknoloji transferini bir yıl ertelemesinin cevabı idi.

10 Ekim günü Amerikan hükümetinin başka bir şahini, Bolton, İran’la ilgili sert ve negatif şeyler söyledi.

Platonik Gardiyan :

Savunma Bakanlığı Müsteşarı Wolfowitz ülkemizde şahin olarak yakından tanınmakta. Boğaz’da verilen yemeklerde Irak’a asker göndermemiz için sıkı lobiler yaptığını hatırlarsınız. Ülkemizde pek tanınmayan başka bir şahin de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Bolton. Bolton’a göre İran, Ekim ayı sonuna kadar kendisine tanınan süreyi uzatmak için oyalama taktikleri uygulamakta. Müsteşar, İran’ın BM önlemlerine karşı vakit kazanmaya çalıştığı görüşünde ve İran’ın 2010 senesinde nükleer silaha sahip olabileceği inancında.

Kendisine yöneltilen ‘ABD’nin neden İsrail’in nükleer programlarına göz yumduğu fakat İran’ı tolere etmediği’ sorusuna ilginç bir yanıtı oldu. Müsteşar Bolton önemli olanın Amerika ve müttefiklerine kimin ve neyin tehdit oluşturduğunu vurguladı ve biz “Platonic Guardians = Platonik Koruyucu değiliz, Amerika’nın çıkarlarının savunucusuyuz” dedi.

Bütün bu gelişmeler yaşanırken, enterasan bir haber Alman basınına sızdırıldı. Habere göre, Amerika İran’ın yakında uzay programı çerçevesinde uzaya uydu fırlatacağı görüşünde.Amerika’nın endişesi, İran’ın elindeki balistik teknoloji ile Avrupa’yı vurabileceği doğrultusunda. Amerika müttefiklerini korumak için önümüzdeki yıl Avrupa’ya yeni füze bataryaları yerleştirmek arzusunda. Amerika Avrupa arasında var olan sorunlara bir yenisi daha eklenecek gibi.

Bindiğimiz Alamet :

İran’la Türkiye benzer büyüklükte olan iki ülke olarak ister istemez barış içinde yaşamayı uzun süre sürdürmeyi başarmış bulunmaktalar. İran’ın elinde bulunan enerji kaynakları İran’ın kendi içine kapanık bir ekonomi olarak ayakta kalmasını kolaylaştırıyor. Türkiye yüzünü batıya dönmüş dinamik bir ekonomi olma peşinde. Orta Doğu’da istikrarın en önemli ayaklarından birisi İran-Türkiye barışıdır. Bölgede Irak’ın işgali ile birlikte taşlar yerinden oynadı fakat sistem henüz yerine oturmadı. Türkiye Irak’a asker gönderme kararı alarak bölgede aktif olma seçeneğini tercih etti.

Umarız bugün asker göndererek yapılan tercihler, yarın AB üyesi değil, Orta Doğu üyesi olmaya zorlanmış bir Türkiye olarak karşımıza çıkmaz. Tezkere kararının kabulu ile birlikte, Türkçe’ye en şirin katkıların geldiği Bayburt yöresi deyimi ile , “ Bindik bir alemete gidiyoruz kıyamete” durumuna düşmeyiz.

Unutmayalım, Orta Doğu’lunun ‘herkese herşeyi yapabilme hakkı herzaman mahfuz’ dur.

14 Ekim 2003
Washington D.C.
joememet@hotmail.com


Diğer Yazıları
31 Mart Vakası & 31 Mart Yerel Seçimleri
Bir Türk Kedisinin Amerika Macerası
Yüzde 0,0055