Gazeteci Ersoy Dede'den bomba sözler !

Gazeteci Ersoy Dede'den bomba sözler !

Kanal 24'ün ünlü isimlerinden olan gazeteci Ersoy Dede, bomba açıklamalarda bulundu.

Kanal 24’ün ünlü ekran yüzlerinden gazeteci Ersoy Dede Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Medyanın masaya yatırıldığı söyleşide çok bomba açıklamalar yaptı Dede…

Yer: Star Medya binası… Karşımda gazeteci Ersoy Dede var. Son günlerde o da bir hayli star… Son derece nazik ve misafirperver karşılıyor bizi. Her şeyi sormak isterim deyince de “Elbette” diyor. Çaylar yudumlanırken; biz medyanın altından girip üstünden çıkıyoruz. Son günlerde bir hayli gündem yaratan “Günün Manşeti” ile başlıyoruz, ben de kendime hayli manşet çıkarmış oluyorum. Program partneri Cem Küçük ile şu sıralar her konuşmaları ayrı bir olay, ayrı bir tartışma konusu oluyor. Programda üslup sert, gündemleri ise genelde medya… Onlar medya konuşurken kulağı çınlamayan neredeyse kalmıyor. Hele Doğan Grubu’nu hiç sormayın! Vurun abalıya şeklinde. Kimi zaman Fox’a “Akıllı olun” deniyor, kimi zaman gazetecilere… Kimi zaman da medya patronlarına sesleniyorlar. Atar da var gider de… Kimi onları seviyor kimi ise nefret eder durumda… Kimi “Bu adamlar doğruyu konuşuyor” diyor kimi ise “Tetikçi” diyor ve meslektaşlarını hedef göstermekle suçluyor. Ben de bu soruları Ersoy Bey’e soruyorum o da gayet samimi bir şekilde yanıtlıyor. Ersoy Dede’ye göre; geçmişle mukayese edildiğinde medya en iyi günlerini yaşıyor. Doğan Grubu konusundaki tavrı net, “Günahları çok, işlemeye de devam ediyorlar” diyor. “Yandaş mısınız?” sorusuna ise çok net yanıt veriyor “İflah olmaz bir yandaşım” diyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hayran…  “Onu babam gibi seviyorum diyor” … Şimdi ben aradan çekiliyorum, manşet çok, okursanız yorumlarınızı bekliyorum diyorum. Sizlere güneşli günler diliyorum. Sevgiyle ve umutla kalın…

“CUMHURİYET’İN O MANŞETİ AFFI OLMAYAN BÜYÜK BİR SUÇ”

Sıcak bir gelişmeyle başlamak istiyorum. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül tutuklandı. Bu tutuklamalar basın özgürlüğüne vurulan bir darbe midir yoksa olması gereken bu muydu? Siz ne düşünüyorsunuz?

Soruyu ‘basın özgürlüğüne darbe’ diye sorarsan elbette yanıtta beni sınırlamış oluyorsun. Bak şimdi Can Dündar çok önemli bir belgeselci, Portre yazarı… Yıllarca konuşulan önemli dosyalara imza atmış biri.  İşin bu kısmından bakacak olursak evet artık Can Dündar, hürriyetinden yoksun olduğu için öyle dosyalar yapacak imkâna sahip olmadığı için büyük kayıp. Buna diyecek bir şeyim yok. Ayrıca yargılamanın süratli, tutuklamanın tedbir amaçlı ve esas olanın tutuksuz yargılama olduğunu savunan biri olarak Can Dündar’ın tutuklanmasını savunacak değilim. Ama şu kadarını söyleyeyim, Cumhuriyet’in o manşeti suçtur. Hem de affı olmayan büyük bir suç ve her kademesinde rolü olan herkesin de yargılanmasını gerektirecek türde bir suç. O tırları durdurandan, o devlet görevlilerini karşı karşıya getiren her kimse ona kadar. Düşünebiliyor musun diz çökmüş bir devlet görevlimiz karşısında silahını alnına dayamış bir başka devlet görevlimiz var. Aynı devletin iki görevlisi. İkisi de sorsan bu vatan uğruna can vereceğini söyleyecek iki asker. Ama biri, diğerinin alnına silah dayamış. Böyle bir ihaneti tarih yazmadı. Ve sen şimdi bu ihanete ortak oluyorsun. Gazeteni zaten bu adamların emrine tahsis etmişsin. “Erdoğan 1 Numara” diye başlık atıyorsun. Kimin ağzından? Bugün kaçak durumda olan tescilli bir örgüt üyesinin ağzından. Bütün bağlantılar ortada yani. Bu haberi ‘basın hürriyeti’ diye satma şansın yok. Erdem Gül’e çok üzüldüm. Hem 24 TV’de ekrandan söyledim hem de aynı gün yazı yazdım uzun uzun. Kurunun yanında yanan yaş gibi Erdem Gül. Ve sanıyorum o da ilk itirazda serbest bırakılır zaten.

“17 / 25 ARALIK DARBE KUMPASI EĞER GERÇEK OLSAYDI, ŞU AN İÇERİDE OLACAKTIK”

Tutuklanmaları sizi üzdü mü?

Üzmez mi? Elbette üzdü. Hem de çok üzdü. Bir gazeteci için, bir gazeteciyi cezaevine yollamak kadar hüzünlü başka ne olabilir ki? 17 / 25 Aralık Darbe kumpası eğer gerçek olsaydı, aralarında benim de olduğum onlarca gazeteci şu an içeride olacaktı. Eminim Can Dündar falan da ona üzülürdü o zaman. Ama asıl anlamadığım, kendilerine kumpas kurup içeri attıran FETÖ’nün mağduru gazeteciler, Nedim Şener gibi Mustafa Balbay gibi adamların bugün yaşadığı savrulmaları anlamakta güçlük çekiyorum. FETÖ ile mücadeleye destek olmaları gerekiyor.

“CAN DÜNDAR VE BARANSU’YA BURADAN ÇAĞRIM VAR”

Can Dündar’a da söyleyeyim. İnsan bir kere ölür. Kim adına bu haberi yapmak durumunda kaldıysa bunu savcılarla açık açık paylaşması gerektiğini düşünüyorum. Mehmet Baransu’ya da aynı şeyi tavsiye ediyorum. Bakın uğruna cezaevlerinde yattığınız adamların önemsediği isimler Amerika’da hayatlarını yaşıyor. Sizin kaç sene yatacağınız belli değil. Ahmet Altan dışarıda, Yasemin Çongar dışarıda, Ekrem Dumanlı dışarıda. Eee … Baransu cezaevinde... Can Dündar cezaevinde... Bir terslik var bu işte.

Can Dündar’ın MİT TIR’ları haberini gazetecilik olarak gören ve tutuklamalarını da habercilik açısından değil de siyasi bir rövanş olarak değerlendiren büyük bir kitle var, buna nasıl bakıyorsunuz?

Onlara dünyadaki emsalleriyle cevap verebilirim.  Julian Assange.. Amerika’nın yatak odasını deşifre etti. Doğru-yanlış.. Ne dedi Joe Biden? ’Terörist bu adam’ dedi.. Washington için Assange bir vatan hainidir... Şu anda Ekvador’un Londra Büyükelçiliği’nde kapana kısılmış durumda. Hakkında bir suçlama yapılmış. Cinsel saldırı gibi bir suç. Yerinden kımıldayamıyor.  Bradley Manning?  Tutuklu yargılanırken cezaevinde ağır işkenceler gördü. Amerikan ordusunun Irak ve Afganistan’daki sivil ölümlerindeki rolünü deşifre etmişti.  Edward Snowden. CIA elemanı… Ülkesinin devlet ve hükümet başkanlarını dinlediğini ortaya çıkardı. CNN, bu deşifreleri yayınlamayı, ‘ulusal güvenlik meselesi’ sayarak reddetti. The Guardian redaksiyonlu yayınladığı halde başı derde girdi. Genel Yayın Yönetmeni Alan Rusbridger gazetesini kapattırmamak için belgelerin depolandığı hard discleri parçaladı. Gazetecilik meselesi başka bir mesele.

“HAKAN ALBARAK YİNE YAZSIN YİNE ELEŞTİRSİN”

Medya en hareketli günlerini geçiyor. En son sizin mahalleye hayli yakın olan ve zaman zaman hem nalına hem mıhına dokunan yazılar kaleme alan Diriliş Postası’nın Genel Yayın Yönetmeni Hakan Albayrak gönderildi. Ne düşünüyorsunuz?

Hakan Albayrak’a çok üzüldüm. Ayrılma gerekçesini kendi veda yazısında yazdığı kadar biliyorum. Eğer sahiden patronu politik nedenlerde yolları ayırma kararı aldıysa doğru yapmamış. Hakan Albayrak beni eleştirir, ben onu eleştiririm. O Erdoğan’ı eleştirir. Ben onu eleştiririm. Biz bunu kendi aramızda hallederiz. Patronların bu işe karışmasını doğru bulmam. Ama açık açık söyleyeyim. Berat Albayrak’la ilgili olarak söylediği ‘damat olmaktan başka özelliği yok’ sözü, Hakan Albayrak gibi birinin kaleminden çıkacak bir laf değildi. Onun gibi birinin edeceği bir laf değildi. Affedilir türden bir laf değildi. Çünkü bu bir politik eleştiri değil. Direkt kişisel bir hesap görme sözü. Onun dışındaki her türlü politik eleştirisi benzer bir karşı eleştiriyle halledilebilirdi. Hakan Albayrak gene yazsın, gene eleştirsin isterim.

"MAHALLENİN DEĞİL, PATRONUN TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ"

Bu bir tahammülsüzlük mü çünkü Albayrak kendi kurduğu gazeteden kovuluyor, bu acı verici değil mi?
Onu patronuna söylemek lazım. Benim Hakan Albayrak’ı eleştirme hakkımı da elimden almış oldu bu tasarrufuyla. Ama bir kez daha söylüyorum. Gerçek bu kadar mı? Yani Erdoğan’ı eleştirdiği için mi görevden alındı, bunu bilmiyorum. Eğer öyleyse bu mahallenin tahammülsüzlüğü değil, patronunun tahammülsüzlüğüdür.

“İFLAH OLMAZ BİR YANDAŞIM”

Bugün siyasetten çok biraz sizi tanımak istiyorum ve medya konuşmak istiyorum. Bundan birkaç yıl öncesine gidersek Ersoy Dede deyince akla merkez medyadan bir isim gelirdi. Şimdilerde ise iktidara çok yakın bir isim geliyor, yani yandaş olarak nitelendiriliyorsunuz. Kimdir Ersoy Dede?
Evet, ben yandaşım hem de iflah olmaz bir yandaşım. 

“KIRMIZI ÇİZGİM ERDOĞAN, O BENİM BABAM GİBİ”

Bu yandaş ifadesi sizi rahatsız etmiyor mu?

Hayır, etmiyor bilakis gurur duyuyorum. Ben bir Erdoğanistim. Bunu da ilk kez söylemiyorum. Tayyip Erdoğan benim kırmızı çizgimdir, Erdoğan’ı ben herkesin gördüğü gibi ya da herkesin baktığı gibi değil, çok daha farklı görüyorum. Tayyip Erdoğan’ı ben babam gibi görüyorum.

“ERDOĞAN’A HAYRANIM, ERDOĞANİSTİM ÇÜNKÜ…”

Neden babanız gibi görüyorsunuz, bu bağlılık niye?

Tayyip Erdoğan’ın bende algısı bu yani. Ben onu babam gibi hatta daha ileri görüyorum. Bağlılığım millete olan bağlılığım, çünkü o da bu milletine gönülden bağlı. O milleti ile çok farklı bir bağ kurdu ve bu noktada ben kendisine inanılmaz bir hayranlık duyuyorum. Özgürlüklerin önünü açtı, milletin itibarını yükseltti. Bir Türk olarak dünyada başımızı havaya kaldıran o özgüveni sağladı bize. Ben 40 yaşındayım ve Erdoğan öncesi Türkiye’yi de biliyorum.

“ERDOĞAN SADECE TÜRKİYE DEĞİL, DÜNYA İÇİN UMUT”

Erdoğan öncesi bu ülkenin itibarı yok muydu?

Bakın ben bir Zonguldaklı olarak, sol iktidarların umut olarak görüldüğü bir kentten çıktım geldim, ben bir madenci çocuğuyum. O sol iktidarların Türkiye’ye vermiş olduğu arızayı, ağır faturayı bizzat gören biriyim. Erdoğan sadece Türkiye için değil, bu topraklar için ümmet coğrafyası için bir umuttur. Erdoğan öncesi ve sonrası diye bakmak lazım meseleye. Ondan önceki pasaportumuzun kıymeti ile bugünkü pasaportumuzun kıymeti bile bambaşka, bunu vatandaş görüyor. Yarı sömürge ve emperyalizm altında ezilmiş durumumuzu Erdoğan sayesinde aştık. İtibarımız yoktu demek Osmanlı ve Selçuklu’ya hakaret olur ama bizi komprador burjuva aileler eliyle yöneltilen bir Türkiye’den kendi finansal prangalarını kırıp, kendi kimliğini kazanan bir Türkiye’ye Erdoğan ulaştırdı. Buna da ne iş dünyasından ne de akademi dünyasından herhangi birinin itiraz edeceğini sanmıyorum. Biz Mayıs 2013'te kendi prangalarımızı attığımız için o faşist Gezi kalkışması tehditi ile karşı karşıya kaldık. 

“FAŞİST GEZİ OLAYLARI… ”

Gezi olaylarını faşist olarak mı görüyorsunuz?

Ben görmüyorum kendisi öyle…

“ERDOĞAN MAKÛS TALİHİMİZİ DEĞİŞTİRDİ”

Orada birbirinden çok farklı görüşler, kimlikler, parti üstü kalabalıklar yok muydu?

Yapmayın Allah aşkına. Ona isyan buna isyan dümeni ile ayaklanmaya kalkıştılar, ülkeyi gerim gerim gerdiler. Avrupa’yı görmüş olanlar bilirler, dünyanın en romantik ülkesi Paris’te akşam 21’den sonra Eyfel Kulesi’ne bakarak şarap içemezsin. Bizim ülkede içmesi değil ama 22’den sonra satışı yasaklanıyor ve sen buna “Özgürlük elden gidiyor” diye isyan ediyorsan, yemezler. Mesela özgürlükler ülkesi Amerika’da metrobüste öpüşemezsin ama Ankara’da metrobüste öpüşmeye müdahale edildiği için yaygara koparıyorsun. Paris’te hava karardıktan sonra Sen Nehri üzerinde şarap içemiyorsan, Türkiye’de özgürlük elden gidiyor numarası çekmeyeceksin. Dert Mayıs 2013’te IMF’ye olan borcumuzun ortadan kaldırılması ve Erdoğan’dı. Millet bu numarayı yemedi. Erdoğan bizim makûs talihimizi değiştiren adamdır.

ayyip Erdoğan da sizin onu sevdiğiniz gibi sizi seviyor mu?

Seviyordur herhalde. Ben bir gazeteci olarak ona yakınım…

“ONLARDAN BİR BARDAK SU BİLE İSTEMEDİM”

Ama gazeteciler de son dönemde çok siyasallaştı, parti sözcüsü gibi maşallah her biri.

Sana çok ciddi bir şey söyleyeyim. Aklımın ucundan bile geçmedi siyasete girmek. Hayatımda hiçbir politikacıdan bugüne kadar tek bir talebim olmadı, kimseden bir bardak su istemişliğim yok. İnsanlar dostane bir araya geldiğinde sorarlar ya “Bir şeye ihtiyacın var mı “ diye, “Hayır duanız” demişimdir hep. Benim kariyer hedeflememde siyaset yok ama gazetecilerin siyasete atılmasına karşı değilim. Bülent Ecevit bu ülkede Başbakanlık yaptı, İsmail Cem, Altan Öymen ve daha birçok isim sayabilirim. Gazeteciler siyasetçileri övebilir de eleştirebilir de. Bakmayın iflah olmaz bir Erdoğanist olmama, bu benim AK Parti politikalarını hiç eleştirmediğim anlamına gelmiyor.

Hiç eleştirdiğiniz zamanlar oldu mu?

Oldu tabii. Akit Gazetesi arşivi ortada.

“GAZETECİ MUHALİFTİR AMA ONLARA MUHALEFET EDEMİYORSUN ÇÜNKÜ”

Gazeteci muhalif midir?

Gazeteci içinde muhaliflik elbette barındırır, her şeye kuşkucu yaklaşır, irdeler, ifşa eder… Fakat bir bakıyorsun adam her şeyi çok güzel yapıyor ve sen eleştirecek bir şey bulamıyorsun,  çok da muhalif olacak bir şey görmüyorsun.

Hiç mi eleştirilecek yanları yok bu hükümetin?

Var tabii ki ama bir CHP gibi değil. Zaten CHP’ye söyleyecek sözüm yok, Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın.

“CHP TÖRENLE DERNEKLEŞİP TARİHTEKİ YERİNİ ALMALI”

CHP’ye karşı çok katısınız bu dikkatimi çekmiyor değil!

CHP artık devrini tamamlamış bir parti. Bu partinin artık törenle dernekleşip siyaset tarihindeki yerini alması gerekiyor. Türkiye’nin kitleselleşmiş en büyük, güçlü partilerinden Anavatan, Adalet Partisi, DYP, Demokrat Parti’nin tarih olduğu bir yerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin ısrarla varlığını sürdürmeye çalışmasının rasyonel bir izahı var mı?
Yüzde 25 alan bir partiden bahsediyoruz ama…

77’den beri ne başarısı var bu partinin. 1950 seçimlerinden bu yana hiç seçim kazanamamış, tek başına iktidarı hedef haline bile getirmemiş bir partiden bahsediyoruz. Bir daha da iktidar olma gibi bir şansı yok… Bence tarih olsun gitsin. Bakın Bedri Baykam, CHP Genel Başkanlığı’na adayım diye ortaya çıktı ve bu partiyi yüzde 35’lere taşırım diye hedef koydu. Böyle hedef mi olur yahu? Düşün ki en vizyoner aday bile çıkıp da sadece yüzde 35 hedef koyuyorsa bu partinin yaşamasının bir anlamı yok. Oy verenlere yazık, onlar sandığa gidip oy vermekten yoruldu, CHP yenilmekten yorulmadı. Mesela ben CHP’nin asgari ücret ve emekli maaşları ile ilgili vaadine AK Parti’nin karşı çıkmasını eleştirdim çünkü güzel vaatlerdi, Kılıçdaroğlu’nun polemiğe girmeyeceğim demesini de çok önemsedim ama bunlara rağmen yine halkta karşılığı olmadı, halk AK Parti’ye inandı ve o vaatleri AK Parti kendi ajandasına koydu. Makarnacı, kömürcü diye AK Parti’yi eleştireceğine ben de vereceğim demeyi bilmeyen bir partiden konuşuyoruz.

HDP’yi de konuşalım istiyorum. 7 Haziran’da aldığı oy ile herkesi şaşırttı ama 1 Kasım’da yeniden çakıldı, ne oldu?
HDP eli kanlı bir terör örgütünün şemsiyesi altında siyaset yapan bir parti.  HDP düzgün bir vizyonla ortaya çıkıp terörle araya mesafeye koymayı başarabilseydi durum çok farklı olurdu. O şemsiyeden çıkamadılar,  beceremediler…

“AYARI YİYİNCE OTURAN BİR PİYON”

Demirtaş’ı beğeniyor musunuz?

Demirtaş kendisi iradesi olmayan, terör örgütünün kendisine tanıdığı alan kadar alanda top çevirmeye çalışan bir piyon, beğenilecek bir yanı yok. O bir siyasi hareket başkanı falan değil. Kendisine bir çizgi çizilmiş onu aşamıyor. Bir kez PKK’ya laf söylüyor 30 kez tekzip ediyor. Dağdan ayarı yiyince oturuyor aşağıya.

“MHP YOK DEVLET BAHÇELİ PARTİSİ VAR: DBP”

O zaman seçimlerde büyük bir oy kaybeden MHP’yi de konuşalım…

MHP diye bir parti yok, DBP diye bir parti var. Devlet Bahçeli Partisi... Orada kimseye yaşam hakkı tanımayan bir anlayış hakim. Herkes MHP’yi ulusal politikalarda faşist bulur hâlbuki ben öyle görmüyorum. Parti içi disiplinde faşist bir parti. Bahçeli, kimseye söz hakkı tanımıyor. Bakın Koray Aydın, her seferinde Bahçeli’ye isyan başlatıyor ve her defasında Bahçeli onu yanına alıyor ve Koray Aydın bu numarayı hep yiyor. Bakın Bahçeli, kendine rakip gördüğü Sinan Oğan ve Meral Akşener’i de iki dakikada harcadı. Ses çıkaran ihraç ediliyor. Ben MHP’nin de siyasi ömrünü tamamladığını düşünüyorum.
Gelelim tekrar medyaya. Medyadaki bu büyük kutuplaşmanın nedeni ne?

Medyada kutuplaşma mı var. Ben niye göremiyorum?

“MEDYA EN İYİ DÖNEMİNİ YAŞIYOR”

Nasıl görmezsiniz Allah aşkına. Gazeteci gazeteciye düşman olmuş durumda. Bırakın yazılanları, fikir beyanlarını kimsenin kimseye tahammülü yok. Sabahları sizin yaptığınız programda bile bunun örneğini görüyoruz.
Medya bence hiç olmadığı kadar iyi bir dönemden geçiyor. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki medyaya baktığınızda insanların sinkaflı küfürlerle birbirine saydırdıklarını görürsünüz. Emin Çölaşan-Mehmet Barlas kavgasını hatırlarsanız bu kadar ağırını ben hiç görmedim. Ben bugünlerdeki polemiklerin onların yanında çok hafif kaldığını düşünüyorum.
Önceden küfür ediyorlarmış. Şimdi ise küfürden daha kötüsü yapılıyor, insanlar birbirlerini hedef gösteriyorlar.

Kim hedef gösteriyor?

Mesela sizin her sabah sunduğunuz Günün Manşeti programından ve Cem Küçük’ten başlayalım isterseniz. Aydın Doğan’a sürekli ekrandan talimat veriyor “Şunu kov, bunu kov” şeklinde?
Aydın Doğan çıkıp kameralar önünde “Ben milliyim” diyor. Biz de diyoruz ki “Arkadaş milli demekle milli olunmuyor. Sen DHKP-C’yi kollayan, PKK’yı öven yazarlarla milli olmuyorsun”  Mesela biz Birgün Gazetesi’ne bir şey diyor muyuz? Demiyoruz çünkü adamlar zaten ne olduğunu açıkça ilan ediyor. Birgün’ün yöneticileri çıkıp “Biz milliyiz” dese, “Komik olmayın” deriz. Aydın Doğan ise “Ben devletime bağlıyım” diyor, Hürriyet’in baş sayfasından mektuplar yayınlıyor, “Ben de paralelin mağduruyum” diye dert yanıyor, Biz de ona diyoruz ki “Sözlerinle yayınların örtüşmüyor”. Yoksa bize ne Aydın Doğan’dan? Kiminle çalışırsa çalışsın. DHKP-C’nin propagandasının yapıldığı gazete ve TV’lerinde yüzde 52’nin desteğini almış Erdoğan’a parmak sallanıyor. Bunu eleştirmeyelim mi? Biz medya kritiği yapıyoruz o programda, başka bir şey değil…

İnsanları hedef gösterdiğinizi düşünüyor musunuz o programda?

Elbette hayır. Kim bundan mağdur, kim şikâyetçi, kimi hedef göstermişiz?

“TETİKÇİ BİZ DEĞİL, ONLAR”

Aydın Doğan, Ahmet Hakan ve iktidara muhalif olan pek çok isim bundan şikâyetçi ve size “Tetikçi” diyorlar…
Tetikçi biz miyiz, onlar mı? Ahmet Hakan yazdığı köşe yazılarının farkında mı? Bu ülkenin en saygın, savunma sanayiine damga vurmuş, ülkenin yüzünü ağartmış Türkiye’nin en önemli üç gazete ve 2 televizyonuna sahip en önemli patronlarından biri olan Ethem Sancak Bey’e akla hayale gelmeyecek itham ve iftiralarda bulunuyor, kendisine biz yanıt verince hedef mi göstermiş oluyoruz? Tetikçi biz değil sahibi Aydın Doğan’ın kalemi olan o yazarlar…

“EN SAYGIN MEDYA PATRONUNA ŞEMS DİYECEK KADAR…”

Siz patronunuz Ethem Sancak’ı ne güzel savunuyorsunuz, o da kendi patronu Aydın Doğan’ı savunuyor, o da belki kendi patronunu temiz ve saygın görüyordur, olamaz mı?

Ben onun patronundan değil, bizim patronumuza yönelik çirkin ithamlarından bahsediyorum. Şems Ethem’i bana bir izah etsin lütfen. Geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda diyor ki “Ben Şems Ethem derken onun uhrevi anlamına gönderme yapıyorum.” Bıraksın Allah aşkına o mu geri zekalı yoksa biz mi? Adam gibi çıksın açıklasın. Kıvırmasın… Şems derken ne demek istiyor açıkça yazsın. Biz değil ama o yeterince herkesi hedef gösteriyor. Ben susayım hedef göstermek nasıl oluyor Yavuz Bingöl açıklasın isterseniz?

“ONU DÖVEN BENİM DE DÜŞMANIM ÇÜNKÜ…”

Ahmet Hakan dayak yedi hatırlarsanız…

Ben mi dövdüm? Ben onu döveni en sert şekilde zaten eleştirdim. Hala da aynı yerdeyim. Ahmet Hakan’ı döven ile beni döven arasında fark yok. Şunu da açık söyleyeyim; Ahmet Hakan’ı döven kişi her kimse benim düşmanımdır çünkü benim tezlerimi elimden alıyor. Ben Ahmet Hakan’ı yazılarım ve tezlerimle dövecek tezdeyim. Onun CNNTÜRK’ü varsa benim Kanal 24’üm var. Onun gazetesi varsa benim de gazetem var, onun Twitter’ı varsa benim de var. Ben Ahmet Hakan ile savaşabilecek güçteyim.

Ne gerek var ki böyle bir savaşa siz meslektaşsınız?

Ben fikri savaştan bahsediyorum. Bakın Murat Sancak güvenlik kameralarının önünde 22 kurşun yedi, bunun üzerine gittiler mi? Ama biz kendisi saldırıya uğrayınca bunu eleştirdik sonuna kadar.

Kumar borcu yüzünden saldırıya uğradığı iddia ediliyor Sancak’ın?

Ne alakası var? İftira atıyorlar. Bu iftirayı atanlar da yargı önünde hesap verecek. Bu meczuplar çıkıp acaba “Kendi kendini mi vurdu” diyecek kadar çirkinleştiler. Şimdi ben de aynı şeyi söylüyorum. Arkadaşım niye bu işin peşine gitmiyorsunuz? Ahmet Hakan’ı döven adamların bütün bağlantılarını ifşa etsinler, neden üzerini kapatıyorlar. Ne oldu, bitti mi bu hadise, içi rahat mı?  Neden köşesinde her gün bana saldıranlar çıksın hesap versin diyemiyor.
O da sizin bu sözlerinize karşılık “Siz niye Murat Sancak’a saldırı olayının üzerine neden gitmiyorsunuz?” diyebilir…
Biz sorguluyoruz, üzerini de kapatmıyoruz.

Kılıçdaroğlu bile Sancak olayını neden kendi gazeteleri bile sorgulamıyor, ben onlardan daha çok düşünüyorum dedi.
Kemal Kılıçdaroğlu’na da hayranım doğrusu, Türkiye’nin en zor gününde, en kötü saldırısının gerçekleştiği günde Başbakan ile görüşüyor ve o büyük terör saldırısı yerine Murat Sancak’ı konuşuyor. Şaka gibi. Bizi bu kadar düşündüğünü bilmek içimizi rahatlattı. Buna kargalar bile güler…

“KİMSEYİ HEDEF GÖSTERMİYORUZ”

Aynı soruyu bir kez daha vicdanınıza sormak istiyorum. Günün manşetleri programında insanlar hedef gösteriliyor mu, gösterilmiyor mu?

Vicdanım çok rahat öyle bir şey yapmıyoruz.  

“TETİKÇİLİK SADECE ONLARA YAKIŞIR”

Tetikçi ifadesini kabul ediyor musunuz?

Estağfurullah. Tetikçi ne demek? Bu ancak onlara yakışır. Kararttıkları hayatlara bir bakalım istersiniz. 28 Şubat’ta “Gerekirse silah bile kullanırız” manşetini ben değil, onlar attı.

“MAHALLE DEĞİŞTİREN O BEN DEĞİL”

Ahmet Hakan ile aynı mahalledendiniz bir zamanlar. Yakınlığınız var mı?

Yakınlığımız yok, sadece dışarıdan tanırım. Mahalle değiştiren ben değil, o. Zaten onu yakından tanıyanlar “O hiç bizim mahalleden olmadı” diyorlar. Benim Ahmet Hakan’la da aslında problemim yok. Cem’e gıcık olduğu kadar bana olmuyordur.

Program partneriniz Cem Küçük de şu sıralar oldukça popüler.  Partneriniz Cem Küçük’ü seviyor musunuz. Çok sert üslubu var size oranla?

Çok seviyorum, çok uyumlu olduğumuzu düşünüyorum. Birbirimizi de dengeliyoruz. Cem şu piyasada parmakla gösterilecek yürekli birkaç kişiden biri.

“CEM KÜÇÜK MESLEĞİN YÜZ AKIDIR”

Cem Bey çok fazla popülaritesi olan bir isim ama bu popülaritesi çok da iyi yönde değil, basın camiasında çok da sevilen bir isim değil. Sürekli meslektaşlarını hedef göstermekle suçlanıyor. Böyle bir isimle aynı masada oturup program yapmak zor mudur?

Gurur duyuyorum onunla yanyana program yapmaktan. Hiç de rahatsızlık duymuyorum, o bu mesleğin yüz aklarından biri bence. Kimseyi hedef göstermiyor, sadece doğruları söylüyor bu da yarası olan insanları ziyadesi ile acıtıyor. Mesela Ertuğrul Özkök, o alçak tavrıyla 29 Ekim gününün ertesinde bir resepsiyon yazısı yazdı. “Ey Şems Ethem, senin gazetelerini okuyorum şimdi, hiçbir işe yaramaz gazeteler çıkarıyorsun, ben de o resepsiyondaydım çok güzel resepsiyon magazini yapmış bizimkiler, senin gazetelerinde hiçbir şey yok. Ben geleyim de oraya senin genel yayın yönetmenlerine iş öğreteyim, at onları ” dedi. Biz de ona yanıt verdik; “Darbecilerle, cuntacılarla işimiz olmaz, CV’ni başka yere gönder” diye. Bu hedef göstermek mi şimdi. Onlar bizi küçümsesin, her türlü iftirayı atsın, zehrini kussun, biz konuşunca tetikçi olalım. İnsaf!

Mesela Milliyet Gazetesi’ndeki işten çıkarmalardan beni sorumlu tuttular, oysa ben buna kızmadım, sahiden de Milliyet de bir tasfiye oldu ve ben Akit’teki yazımda o gazetedeki PKK’ya yakın yazılar yazan bazı yazarları eleştirdim ve Demirören’i uyardım.  Gazetecinin işi zaten gerçeği ifşa etmektir, patron da demek ki baktı yaptıkları iş doğru değil ve gönderdi. Bunda benim suçum ne?

“O GAZETECİLERİN BİR DAHA İŞ BULAMAMASI LAZIM”

İşsizlik çok zordur, meslektaşlarınızın işsiz kalması sizi üzmez mi?

Batılı demokrasilerde savcı Selim Kiraz’ın ölümüyle ilgili rezalet bir tweet atan Mirgün Cabas’ın bir daha iş bulamaması lazım, bu net. O olayın olduğu günün ertesinde Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfadan bir DHKP-C bülteni gibi çıkması kabul edilemez. Terörist ülkenin Başsavcısının alnına silah tutuyor ve bunlar onu veriyor, kime ve neye hizmet ediyorlar? Normal şartlarda o gazetenin Genel Yayın yönetmeninin bir daha iş bulamaması lazım. MİT TIR’ları gibi askeri casusluk faaliyetini birinci sayfasına taşıyan Can Dündar’ın ana akım medyada bir daha iş bulamaması lazım. Bu benim kriterim değil ki, demokrasinin gereği bu. Sorunlu değil, sorumlu gazetecilik anlayışını taşımalıyız. Ana akım medyada terörü övemezsin, biz Evrensel Gazetesi’ne bir şey diyor muyuz? Hayır, çünkü adamlar “Biz böyleyiz” diyor…

“EVET DOĞAN GRUBU BİZİM KANLIMIZ GİBİ ÇÜNKÜ…”

Doğan Grubu ile kanlı gibisiniz,  çok takıksınız. Dışarıdan böyle bir görüntü veriyorsunuz!

Doğru. Bu bir görüntü değil, gerçek. Doğan Grubu tabii ki bizim kanlımız. Doğan Grubu dediğimiz şey bir projenin medya neticesidir. Bu ülke yıllarca komprador ailelerin eliyle yönetildi, köprü yapımından, sanayiye kadar hep bunlar karar verdiler. Doğan Grubu da bunların medya ayağıydı. Hürriyet Gazetesi bu memlekette çok büyük günahlar işledi, siyasetin dizayn edildiği bir merkezdi. Ama artık o amiral gemisi battı. Siyaseti dizayn edecek güçte değiller. 
Habercilik de yapıyorlar ama bir de böyle bakın meseleye.
Ayşe Arman’ın Ahmet Bayer röportajında bir büyük cinayeti nasıl örtbas edip, gizlediğini ve gazetenin buna nasıl alet olduğunu habercilikten sayıyorsan eğer yapıyorlar diyelim. Bu kurguyu da Şems’in medyası dedikleri o medya ortaya çıkardı. Ahmet Bayer’in 112 ile görüşmesini biz deşifre ettik. Kim gazetecilik yapıyor, kim operasyon? Sen karar verirsin…

Sadece bir röportaj mı bunun kriterini belirliyor?

Ben sana öyle örnekler sayarım ki akşam olur. Hürriyet Gazetesi’nin bu ülkenin hayrına yaptığı daha tek bir iş yok. Mesela iktidara yakın gibi görünen bazı yazarlar da Cumhurbaşkanı ve iktidarı çok öven yazarların, AK Parti’ye en büyük zararı verdiğini savundu. Onların değirmenine su taşıdı… Beni, Cem Küçük’ü, Yiğit Bulut’u zaman zaman hedef aldılar. Bu da ayrı bir tartışma konusu. En bizim mahalleden zannettiğin, Erdoğan’ın sırdaşı gibi gördüğün ve bir zamanlar danışmanlık da yapan Akif Beki, onlar da büyük yanlışlar yaptı. Belli bir pozisyon aldılar…
Ayşe Arman’ın röportajı dediniz aklıma sizin gazetede yapılan Kabataş röportajı geldi. O röportaj da çok tartışıldı, hatta Cem Küçük dâhil birçok yazar Kabataş olayı doğru ama büyük bir kısmı kurguydu dedi ve o röportajı eleştirmişlerdi. Bunu da konuşalım bence…

Kabataş yaşanan bir olay, kurgu değil. Orada bir editöryal kurgu olabilir dedik.
İşte bu noktada Ayşe Arman röportajıyla bu röportajın arasında bir fark yok aslında karşılaştırsak değil mi?

İkisi aynı şey değil. Ayşe Arman’ın hiç röportaj yapmadığı insanların basın bültenlerini kes-yapıştır köşesine koyarak röportaj diye verdiği bile oldu. Dolayısıyla ben Ayşe Arman’ı kategori dışında tutuyorum. Hiç röportaj yapmadığı Secret kitabının yazarı işte, her gazeteciye gönderilen basın bülteninden kes-yapıştır ile röportaj diye piyasaya sürdü.

Kabataş meselesiyle ilgili olarak ben kurgu diyebilecek bir bilgiye sahip değilim. Kabataş meselesindeki söyleyebileceğim tek şey şu, ben bir gazetenin başında olsaydım, o ifadeleri görüntüsünü görsem bile, savcı ifadesini okusam bile, bütün metne vakıf olsam bile o ifadelerden manşet yapar mıydım çok düşünürdüm bunu. Yani hassas bir dönemdi. Mesela şunu yaparsın bugün 2015’tir artık üzerinden 2,5 yıl geçmiştir o kalkışma günlerinde inanılmaz bir şey yaşandı diye bir haber yapılabilir. Bu editöryal bir tercih sadece. Hala mağdüre bu ifadelerinden geri adım atmış değil. Ben yalan söyledim demiyor. Sözler tamamen ona ait. Köşesine taşıyan gazeteci Elif Çakır da savcılık ifadesinde daha vahim ifadeler yazıyordu diyor. Gazetecilik açısından yanlış değil.
Elif Çakır diyor ki bu gazetede yazdıklarım tamamen anlattıklarıdır. Gazete yazılmayan daha çok ağır şeyler var. O zaman üzerinden 2,5 sene geçti Zehra Hanım geri adım atmış değil. Hala o günün psikolojisiyle mi söylüyor bilmiyorum demek ki doğru da yanlış Zehra Hanım’ın yaşadığı şeyin karşılığı bu. Bunu tartışmak haddime değil. Yani benim karım da olabilir kızım da olabilir, yaşadığı şeyi anlattığı zaman ben ona kamera kayıtlarını sormam. Benim karım eve gelse “Ersoy öyle kötü bir şey yaşadım, çok kötü davrandılar” dese ben karıma dönüp de göster bana kamera kayıtlarını demem. Biz böyle yetiştirilmedik. Gazetecilik açısından bakarsak ifadelerin kullanılmasında hiçbir sıkıntı yok. Ama editöryal açısından bu benim önüme gelseydi ben bunu kullanır mıydım onu bilmiyorum.
Dönelim medyaya, medya çok iyi dediniz ama bir yanda kayyum atanan kanallar diğer yanda Digitürk ve Türksat’tan atılan ve siyaha düşen kanallar ve tutuklanan gazeteciler var.
Kayyum teknik bir mesele. Medya özgürlüğü ile ilgili hiçbir sıkıntı yok. Bugün Gazetesi de, Millet Gazetesi de şu an çıkıyor susmuş bir şey yok orada. Kendileri oradan ayrılıp Özgür Düşünce diye bir gazete bile çıkarmaya başladılar. Bir de abone datasını çalmışlar giderken. Normal şartlarda Bugün Gazetesi’nin gitmesi gereken her yere kendi çıkarttıkları korsan gazeteyi bırakıyorlar. O medya özgürlüğü falan filan diye nutuk atanların hepsi iş buldu. Bugün Gazetesi’nde o rezalet görüntülerin yaşandığı gün o gazete çıkmadı,  gazetenin yayınının durması doğru değil. Herhangi bir nedenden dolayı bir gazetenin yayınının durması doğru gelmiyor bana, öyle ya da böyle o gazetenin çıkması gerekiyor. Çıkmayınca benim de içinde olduğum ortak dostlarım fikir alışverişi yaparken bana da dediler ki çıkmıyor gazete, bu gazetenin çıkması lazım. Biz de o gün bu durumu konuşmaya gittik gazeteye.
Bugün Gazetesi’ne Genel Yayın Yönetmeni olacağınız söylendi…

Sadece gazetenin çıkması için konuşmaya gittik. Söylenenlerin hepsi yalan. Onlara gidip şunları anlatmam lazımdı; Bir gün Ethem Sancak bu ülkeden kaçarsa İngiltere Kraliçesi’nin kanatları altına sığınırsa ben Star Gazetesi’ni savunmam. Ama patronum benim önümde kendi kurumunun başında otursun, icap ediyorsa tutuklansın ben onun malını kendi malımdan önce savunurum. Bak Tuncay Özkan’ın adamları öyle yaptı. Onun malını ondan daha çok savundular. Şimdi Akın İpek kaçmış, şu an Akın İpek diye bir adam var mı ortada? Gittim dedim ki oradaki arkadaşlara “Patron kaçmış gel şu gazeteyi yapalım ve gazete çıksın, durmasın.”  “Biz yapmayız” dediler. Öyle deyince ben de orada hızlıca kadro kurulması için yardımcı oldum. Gazetenin çıkması lazımdı çok şükür ikinci günde gazete çıktı. Hiç durmadı gazete yani.

Gazetecilerin maruz kaldığı o olayları nasıl yorumlarsınız? Kapılar kırıldı, polis müdahalesi oldu, rejiden yayınlar yapıldı, ekran siyaha düştü…

Kim bunun sorumlusu? Yani teknik bir mesele var ortada. Teknik olan şu bir para kaçırma olayı var deniliyor. Bunlar hukuki süreçlerdir, bütün bu hukuki süreci başından sonuna kadar takip etmek lazım. Fakat elde bir bilirkişi raporu ve bir mahkeme kararı var. Demiş ki adam bu kişinin 22 tane şirketinin yönetimini almamız lazım. Buna ilişkin teknik bir atama yapılmış. Teknik atama sadece, çok basit bir operasyon bu. Benzeri daha önce birçok kez yapılmış. Show TV’ye de yapıldı, Star TV’ye de yapıldı, Digitürk’te de yapıldı. Pek çok yerde içinde medyanın da geçtiği, pek çok teknik, ekonomik el değişiklikleri yaşandı bu ülkede. Show TV’nin hala patronu belli değil. Bir TMSF’ye gidiyor bir Ciner’e gidiyor. Sen Show TV’nin kapısında kendisini zincirleyen adamlar gördün mü? Hayır, TMSF elimizden alamaz Ciner için ölürüz biz filan diye. Çok teknik bir mesele bu. Adam oraya kayyum atıyor hesap kitapları inceleyecek.
Samanyolu grubuna ait kanalların karartılmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
PKK’nın yayın organları da yok Türksat’ta ama yine yayın yapıyorlar.

“CEMAAT DEĞİL ÖRGÜT ”

PKK değil de cemaate yakın kanallar bunlar…

Cemaat ve hizmet hareketi diye bir şey yok artık. Şu anda hukuki metinlere girmiş adıyla Fetullahçı Terör Örgütü Paralel Devlet Yapılanması var. Yani bizim anladığımız anlamda cemaat olmaktan epey uzaklaşmış durumdalar. Samanyolu kanalında öyle fıkıh sohbetleri filan yapmıyorlar, yani aleni propaganda yapıyorlar.

“MUHALİF DİYE SUSTURULDUYSALAR SÖZCÜ, AYDINLIK NİYE SUSTURULMUYOR”

Muhalif yayın yaptıkları için mi bunları yaşadılar?

Ne alakası var? Sözcü’nün, Aydınlık’ın Yurt’un başına böyle bir şey geliyor mu?  Demek ki muhalif yayın yapıyorlar diye değil. Bu memleketin en faşist yazarı Yılmaz Özdil hala en yüksek skaladan maaş alıyor ve en çok okunan köşe yazarı olarak yazılarını sürdürüyor. Bu memleketteki en sert adamlardan birisi olan Enver Aysever’i Halk TV maaş ödemeden işten atıyor. En sert adamlardan birisi Halk TV’de iş yapıyor, kendisini muhalif olarak adlandıran ve hükümet aleyhinde yayın yapan Halk TV maaş vermiyor. Maaş vermediği halde bir de adamı işten atıyor. Bunun hükümetle muhalefetle ne alakası var. Enver Aysever’i Erdoğan mı susturdu? Enver Aysever’i bildiğin Hakan Aygün susturdu işte. Maaş vermediği adamı işten atarak Hakan Aygün susturdu. Hulki Cevizoğlu’nun Halk TV macerası işte ortada.
Samanyolu Grubu’na ya da cemaate yakın gruplara şöyle bir bakarsanız orada çalışanların hepsi cemaatçi değildir. Orada onlarca kişi işsiz kaldı. O çocukların günahı ne?
Benim de derdim o çocuklar. O çocuklar devlete başkaldıran parmak sallayan patronlarına bir şey söylemeyecekler de kaçınılmaz olarak başlarına bu iş geldikten sonra hükümete mi kızacaklar? Sen bir örgütsen eğer bunların başına gelmesi doğal.
Bir arada iktidarla çok yakındılar…
Bilmiyorum onu iktidara soracaksınız. Bana hiç yakın olmadılar şimdiye kadar.

“GÜLEN’LE İLGİLİ HABER YAPAMAZDIK, ADI KONMAMIŞ BİR KIRMIZI ÇİZGİ VARDI”
Siz cemaate karşı hiç sempati hissetmediniz mi?
Hiçbir zaman sempati duymadım! Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, bu işler daha patlamadan önce beni Amerika’ya götürmek istedi, ben de tamam dedim. Faruk Mercan ile görüşmüştük. Hazırlıklarımızı yaptık, ne yapacağız Amerika'da dedim. Konferanslar ve paneller vardı 2 gün,  2 günde Pensilvanya var dediler. Ben gelmiyorum dedim. Çünkü bu gazetecilik faaliyeti gibi görünmüyordu. Beni bir şirket Amerika’daki lansmanına götürseydi seve seve giderdim mesela. Hayatımda hiç böyle gezilere zaten katılmadım.
Cumhurbaşkanı ile yurtdışı gezilerine katılırım onun da masraflarını kendimiz karşılarız. O saltanat kayığı filan diyorlar ya yalan onlar. Neyse ben Amerika’ya gitmedim onlarla. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bir iftarına katılmışlığım yoktur, bir bardak sularını içmişliğim yoktur benim. Maklubenin tadını bilmem. Şunu söylemeden geçemeyeceğim ama çalıştığım kurumlarda Fethullah Gülen hakkında ne yazacağımızı bilemezdik. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi falan filan denirdi. Bunu yaşadık tabi ki.

Benim Gülen’e sempati duymamla alakalı değil bir dönem hakikaten Fethullah Gülen hakkında adı konmamış bir kırmızı çizgi vardı. Aydınlıkçılar filan F Tipi falan dediklerinde biz o topa çok girmezdik mesela. Benle ilgili bir durum değil ama bu. Bu o zaman darbe davalarıyla ilgili olarak benzer bir yerde pozisyon almanızla ilgili bir durum.
Ben hala darbe davalarının önemli bir durumunun cemaat-hükümet kavgasına kurban edildiğini düşünenlerdenim. Hala daha Balyoz, Ergenekon gibi davalarda o zaman toptan verilen müebbetlerin şimdi verilen toptan beraatlarla değiştirilmemesini düşünenlerdenim. Şimdi bu işin bir ayarı olur. Bir adam müebbetten beraata dönmez. Haksızlık vardır, kumpas vardır falan filan tamam ama bu bende Çetin Doğan’ın darbeci olduğu gerçeğini de değiştirmez yani. Evet, cemaat bu davalarla kendi içerisindeki hesaplaşmasını da gördü. Ama Balyoz ve Ergenekon’un haksız davalar olduğuna ben inanmıyorum bir türlü.

“ERGENEKON VE BALYOZ DAVASININ TÜMDEN ÇÖKMESİNİ VİCDANIM BUNU KABUL ETMİYOR”

Peki, bu noktada iktidarı eleştirdiğiniz oluyor mu? Zamanında çok yakındılar, birdenbire ne değişti de terör örgütü oldu cemaat. İktidar Balyoz ve Ergenekon davasında neden onlara karşı çıkamamış?

Zamanında Balyoz ve Ergenekon davalarında yaptıklarımız doğruydu ama Genelkurmay Başkanı’nın tutuklanması yanlıştı.  O dönem Tayyip Erdoğan çıktı “Hop hemşerim” dedi. Hatta Ergun Saygun’u hastanede ziyarete gitti. İlker Başbuğ tutuklandığı zaman kalktı söyledi. Biz de darbelerle, darbecilerle hesaplaşalım ama bu cemaatin silahlı kuvvetler içerisindeki çatışmasına döndü. Ve ben hala aynı yerdeyim. Mesela Balyoz ve Ergenekon davalarının tümden çökmesini vicdanım kabul etmiyor yani.

“MUHALİF YAZARLAR İÇİNDE EN ÇOK ONU BEĞENİYORUM”

Muhalif yazarlardan en çok kimi beğeniyorsunuz? Mesela Doğan Grubu’nda beğendiğiniz yazarlar var mı?
Ahmet Hakan’ın yazı stilini beğeniyorum.

“YAZDIKLARINI ONAYLAMIYORUM FAŞİST BİR ADAM”
O zaman Yılmaz Özdil’i de beğenirsiniz?

Yılmaz Özdil’in de stilini beğeniyorum. Ama bunları edebiyat açısından beğeniyorum yanlış anlaşılmasın sakın. Yoksa yazdıklarını onaylamıyorum zaten. Yılmaz Özdil faşist bir adam zaten.

Sizin cenahta beğenmediğiniz, okumadığınız isimler var mı?

Okumadığım yok ama eleştirdiğim var tabi. Mesela Abdülkadir Selvi’yi, bizim cenahtan sayar mısın bilmiyorum ama Akif Beki’yi çok eleştiriyorum.

Akit Gazetesi’ni konuşalım biraz da. Aykırı, marjinal bir gazete. Orada yazmak sizi rahatsız etmiyor muydu?
Biz köşe yazarları içinde yazdığımız dikdörtgenden sorumluyuz. Köşe yazarlarının temel anlayışı bu. Hürriyet Gazetesi kadar saldırgan bir gazete değil Akit Gazetesi.

Akit de sert bir dil kullanıyor. Şöyle bir açsak gazeteyi herkese saldırıyor…

Türkiye Türklerindir mi yazıyor Akit’in logosunda. Türkiye gibi bir ülkede bu normal midir?

“BEN DEĞİL İSTİFA NEDENİMİ AKİT AÇIKLASIN”

Ülke için büyük bir değer olan, büyük bir lider olan Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, “Zulümden kurtulduk” diye bir yazı yazabiliyor mesela Akit Gazetesi…

O konuda yanlış yaptığını yazdım. Şöyle, Zulüm 1938’de bitmedi. Zulüm 1938 ile 1950 yılları arasında çok feci bir şekilde devam etti. Akit Gazetesi o konuda yanlış yaptı. Zulüm 1950’ye kadar devam etti. 50’den 60’a kadar rahattı millet biraz. Akit Gazetesi’ni Akit’in Genel Yayın Yönetmeni savunsun benim oradan ayrılma mevzum bu değil. Onu isterse Akit Gazetesi açıklar.

Neden istifa ettiniz?

Dedim ya onlar açıklasın, daha uygun olur…

“HEPİMİZİN MAAŞINI TOPLA TEK BİR AHMET HAKAN’IN Kİ ETMİYOR”

Diyorlar ki gün iktidara yakın gazetecilerin günü, devran onların. AK Parti ile birlikte servetinizde bir değişim oldu mu?

(Gülüyor) Ne serveti? Hangi servet… Ben bir ay işe gelmesem önümüzdeki ayı getiremem. Bunlar deli saçması. Bak medyada en büyük sorun ne biliyor musunuz, ücret dağılımı çünkü hiç adaletli değil. Çok açık söylüyorum mesela herhangi bir yandaş gazete, Akit diyelim, başyazarı dâhil bütün yazarlarının aylık toplam maaşı bir tane Ahmet Hakan’ın aldığı maaş etmiyor.

Derya Sazak bir belgesele konuk oluyor Beykoz’daki villasında bunu bana patronum hediye etti diyor. Yani hani biz ayakkabı kutularıyla alıyorduk! Demek ki 28 Şubat medyası yaptığı o darbeci yayınların karşılığını almış. 28 Şubat gazetecilerinin yedikleri önünde yemedikleri arkalarında. Ama şimdi iktidara yakın gazeteler diyorsun, ballı ihaleler diyorsun ama valla çık şurada sor bakalım ay sonunu getirebiliyor mu insanlar. Bu iş hiç öyle olmuyor yani. Hala en büyük paralar Doğan Grubu’nda dönüyor.

“ETHEM SANCAK MEDYANIN TEK ENTELLEKTÜEL PATRONU, O SÖZÜ SÖYLERKEN ÇEVRESİNDEKİ HÖDÜKLERİ HESAP ETMEDİ”

Patronunuza Şems denilmesine kızıyor musunuz?

Tabii ki kızıyorum. Çünkü Ethem Bey medya patronları arasında tanıyabileceğiniz en entelektüel birisidir. O, Şems diye dalga geçtikleri kişi edebiyatı tersten yazar onlara. Bir beş dakika oturup sohbet etseniz Ethem Sancak’taki derinliği görürsünüz zaten. Türkiye’de öyle bir medya patronu yok, keşke bütün medya patronları Ethem Sancak’ın yarısı kadar entelektüel olabilse.

Şems meselesini yani ‘Şems’in Mevlana’ya duyduğu aşkla Tayyip Erdoğan’ı seviyorum’ sözünün ne anlama geldiğini, oradaki derin anlamı atıyorum seküler bir geçmişten gelen Mehmet Yakup Yılmaz bilmeyebilir, Yılmaz Özdil bilmeyebilir fakat bir imamın oğlu olan Ahmet Hakan, Akif Beki gibi bir melenin oğlu çok iyi bilir.
Ethem Sancak’ın tek hatası kendisi gibi herkesi çok entelektüel zannetmesi. Ethem Sancak etrafta hödükler de olabileceğini hesaplayamadı bunu söylerken.

Ethem Bey’in bir müdahalesi oluyor mu Aydın Doğan meselesinde. Vurun abalıya yapıyor mu?

Ethem Bey’le aynı düşündüğümüz için çok gerek duymuyor buna. Ben de Ethem Bey’in ne düşündüğünü biliyorum. Onun bana bir şey söylemesine gerek yok. Zaten yayınlarımıza asla karışmaz.
Peki o zaman ben de bu güzel röportaj için size çok teşekkür ediyorum…