''Kaleci olmamak için okuldan kaçtım''

''Kaleci olmamak için okuldan kaçtım''

Medipol Başakşehir'in milli kalecisi Volkan Babacan, ilkokuldayken futbola ilgisinin olmadığını, kaleci olmamak için okuldan kaçtığını söyledi.

Türkiye Futbol Federasyonu'nun TamSaha dergisine açıklamalarda bulunan tecrübeli kaleci Volkan Babacan, ilkokuldaki müdür yardımcısı tarafından kaleci idmanına çağrıldığı için okuldan kaçtığını ifade etti. Milli kaleci Volkan Babacan'ın TamSaha dergisine verdiği röportaj şöyle:
 
11 Ağustos 1988 Antalya doğumlusun. Futbola nasıl başladın, nasıl bir çocukluk geçirdin?
 
Öncelikle asker bir babanın oğluyum. Disiplinli bir yaşamım oldu her zaman. En önemlisi eve giriş-çıkış saatlerim hep kontrollüydü. 
 
Bir nizamiye vardı yani... 
 
Evet, bir nizamiye vardı. Evin içinde olsun, dışardaki sosyal hayatım olsun, okulda olsun her zaman her şey kontrol altındaydı. 
 
Peki, bu durumun hayatına etkisi nasıl oldu?

 
Tabiî şimdi baktığımız zaman futbolda disiplinli bir şekilde yaşamak önemli. Hem iş anlamında olsun hem sosyal anlamda olsun, bu durum kariyerini, arkadaşlarını ve dostlarını belirliyor. Hem arkadaşlık hem de iş anlamında babamın bana kazandırdıklarının hayatımda çok önemli bir yeri var. Daha sonra futbola nasıl başladım dersek orası ilginç... Çok fazla futbolla haşir neşir birisi değildim açıkçası... İlkokul 4. sınıfa kadar basketbolla ilgilendim. Lisanslı basketbolcuydum. Daha sonra okul takımının turnuvaları vardı. Bir gün müdür yardımcısı beni yanına çağırdı, "Yarın antrenmanımız var. Sen de geliyorsun" dedi. Şaşırdım, "Ne antrenmanı?" diye sordum. "Futbol antrenmanı... Kaleci olacaksın" cevabını verdi. "Ben kalecilik yapamam" dedim. "Okulda en uzun boylu sensin. Mecbur kaleye sen geçeceksin" dedi... Ben de ertesi gün okula gitmedim! Beni kaleci yapacaklar diye okula gitmedim. O derece ilgim yoktu futbola. O yaşıma kadar belki ayağımla topa bile dokunmamıştım. Çünkü ayağımızda basketbol ayakkabıları var. Eskimesin diye topa vurmuyoruz. Öyle bir anlayış vardı. Memur bir babanın oğlu olunca tabiî böyle bir anlayış vardı. Daha sonraki gün tekrar okula gittiğimde dersin ortasında müdür yardımcısı yanına çağırdı beni. Tabiî güzel bir fırça yedik. Kendisinin de kulaklarını çınlatalım; Ahmet Karsavurdan... 
 
Bu arada ciddi ciddi kaleye geçeceksin diye okula gitmedin öyle mi? 
 
Evet, gerçekten gitmedim! Kaleci olacağım diye okula gitmedim. Sonra Ahmet Karsavurdan Hocamız beni yanına çağırdı. "Nasıl gelmezsin idmana... Sen bu okulda okuyorsan bunu yapmak zorundasın. Bu senin görevin" dedi. Bana eldiven almış, krampon almış... Çok hoşuma gitti. Çünkü birisi beni düşünmüş ve benim için bir şeyler yapmıştı. O an kendimi önemli biri hissettim, değer gördüm açıkçası... "Akşam idman var, geliyorsun" dedi. Ben de tabiî okuldayım; kaçamayacağım artık... Krampon ve eldivenleri görünce de açıkçası içimde bir heyecan uyandı. Bu arada basketbol antrenman eşyalarımı çantanın dibine koymuştum. Kramponla eldiveni de üste koydum, futbol antrenmanına gittim. Toz-toprak içinde oraya atlıyorsun, buraya atlıyorsun... Yapabildiğim kadarını yapmaya çalıştım açıkçası... Salon varken, yani basketbol varken ben sahada futbol idmanı yaptım. Her yerim çamur içinde kaldı. O eşyaları çantanın en altına koydum. Basketbol eşyalarını üste çıkardım ve oradan basketbol idmanına gittim. Basketbol idmanına gidince bu defa kendi kendime "Ne yapıyorum ben? Basketbol varken ne futbolu?" dedim. Tabiî o yaşlarda belki biraz daha kolayı seçiyorsunuz. O an keyif veren şeyi seçiyorsunuz ve bugünleri düşünemiyorsunuz. Ondan sonra ara sıra okul takımında antrenmanlara gitmeye başladım. Oradan da basketbol antrenmanlarına gidiyordum. Okul takımı kuruldu. Biz o sene Antalya şampiyonu olduk. Full kalede oynadım. Penaltı falan kurtardım. Yarı final maçı mıydı tam hatırlamıyorum. Takım arkadaşım taç kullandı ve ben o topu elimle tuttum. O derece futbolla alâkam yoktu. "Ne var, ayağıyla atmadı ki, eliyle attı" dedim. O an bilmiyorsun taçtan gelen topu kalecinin eline alamayacağını. Ama şampiyon olduk. Belki bana çok fazla iş düşmedi. Şampiyon olmak, okulda hem hocaların hem öğrencilerin bana farklı gözle bakması veya galibiyetlerden sonra bizi takım olarak yemeğe çıkarmaları tarifsiz duygulardı. 
 
Geçmişe baktığın zaman genç bir oyuncu için bu tip motivasyonların ne kadar önemli olduğunu görüyorsun değil mi?

 
Kesinlikle öyle. O an için gerçekten çok büyük bir haz veriyordu insana... Herkesin, "Keşke o kalede ben olsaydım. Ben de bu takımın bir parçası olsaydım" dediği yerde siz görev yapıyorsunuz. Önemli bir şeydi benim için. O yüzden o dönem keyif almaya başladım kalecilikten. Ama basketbola da devam ediyordum. 
 
Ailen sporla olan bu ilişkini nasıl karşılıyordu?
 
Derslere çok fazla çalışan bir öğrenci değildim. Notlarım iyiydi ama eve gelince oturup saatlerce ders çalışmazdım. Okulda disiplinliydim. Basketbol oynadığım arkadaşlarımla çıkar dolaşırdım, bisiklete binmeyi çok severdim. Çok gezerdim. Evde fazla vakit geçirmezdim. Evdekiler benim bu işi profesyonel anlamda yapabileceğimi düşünmüyordu. Ne basketbolu ne de futbolu profesyonel olarak yapacağımı tahmin etmediler. Açıkçası ben de böyle düşünmüyordum. Çünkü ortaokulda tek bir hedefim vardı; sınavlara girip askeri liseyi kazanmak. Asker bir babadan geldiğim için başka bir amacım yoktu. Ailem de bunu gördüğü için sporu çok ciddiye almıyordu. Derslerim de iyiydi. O yüzden evde çok problem olmadı. Antalya Kepez vardı o zaman; 2. Lig B Kategorisi'nde mücadele ediyordu. Bizim okul takımı maçlarını izlemişler. Beni idmana davet ettiler. Ben de sıcak baktım. Oraya gittim. İdmanlara başladım. Yıldız takımda mücadele ediyordum fakat önümde bir kaleci vardı. Bütün sezon boyunca sadece bir maçta oynayabildim. O maçı da 9-0 mı 10-0 mı ne kazandık. Yani bu kadar kolay bir maçta ancak kaleye geçtim. Çünkü gerçekten ne altyapı tekniği olsun ne kalecilik anlamında bir bilgi olsun bende yoktu o dönemde. Kendi el becerilerimle, basketboldan kalma top tutma yeteneğiyle bir yerlere kadar geldim. 6 ay kadar Antalya Kepez'de forma giydim. Ondan sonra "Fenerbahçe'nin seçmeleri var" dediler.  3-4 arkadaşımız Fenerbahçe seçmelerine gidecekti. Antalyaspor'da oynayanlar da vardı. Futbolcu olma hayaliyle derslerini bırakan çocuklar da vardı. 3-4 arkadaşımla gitmeye karar verdim. Aileme konuyu açtım. "Böyle böyle bir durum var, ne diyorsunuz?" dedim. Başta biraz, "Ne gerek var, niye gidiyorsun?" dediler. "Arkadaşlar gidiyor, ben de gitmek istiyorum" dedim. Zaten çok fazla seçileceğim ya da orada kalacağım ihtimalini kimse vermiyordu. Bir hazırlık maçı oldu. Denenmeye gelen oyuncular sahaya çıktı. Yaklaşık 7-8 gol yedim, çok kötü bir maç oynadım yani... İlk deneme maçında çok kötüydüm. Maç bitti. Döndük geri. Bir liste asılacaktı. Ben de "Beni kimse almaz" diyorum tabiî. Hatta "Hayatta almazlar" diyorum. Bunu bilerek oraya gidiyorum belki ama yine de orada ismini görmek insana farklı bir heyecan veriyor. Ondan sonra liste asıldı. Baktım benim de adım yazıyor. "Kesin seçilir" denilenlerin hiçbirisinin adı yok. Oraya 6 kişi gittik, 2 kişi kalabildik. Fikirtepe'deydik. Bizi oradan Dereağzı'na aldılar. Orada belki de bugünlere gelmemde, Millî Takım forması giymemde, Fenerbahçe'de oynamamda, diğer bütün kulüplerde oynamamda en büyük emeği olan Yavuz Şimşek'le tanıştım. Onun yeri bende çok büyüktür. "Hazırlan, sabah Yavuz Hoca seni görecek" dediler. Ben de eldivenimi, kramponumu giyip sahaya çıktım. 5 dakika filan sürdü zaten. Bana yerden bir top attı, havadan bir top attı. "Tamam gidebilirsin içeri. Duşunu al, odama gel" dedi. Gittim odasına. "Sen kalecilikle ilgili hiçbir şey bilmiyorsun" dedi. "Evet, farkındayım hocam bilmiyorum" cevabını verdim. "Ama fiziğin yerinde. Akıllı olursan, iyi çalışırsan bu işten ekmek kazanabilirsin. Ne diyorsun?" dedi. Tabiî ki orada kalma ihtimali bana inanılmaz heyecan verdi. 
 
Bu arada ailen Antalya'da mı? 
 
Evet Antalya'da. Neyse konuşma bitti, telefonla ailemi aradım, durumu anlattım. Ertesi akşam da geri döndüm. Oradaki işlemler için zaman gerekiyordu. Amatör lisanslı bir oyuncuydum. Kulübümden lisansımı almam gerekiyordu. Akşam yemeğe oturduk, annemin de babamın da suratı beş karış. Yüzümdeki heyecanı ve gitme isteğimi görüyorlar. Ben de onların suratını görüyorum ve gitmemi istemediklerini düşünüyorum. "Ne istiyorsunuz, ne yapalım" dedim. Annem ağlıyor bir yandan... Babam, "Ne istiyorsun oğlum?" dedi. "Baba ben gitmek istiyorum" dedim. "Tamam, git o zaman" dedi. 2-3 yıl sonra ailecek bu olayı konuştuğumuz zaman babam, "Biz senin gitmeni hiç istemedik. Ama ilerde 'Bak beni göndermediniz. Ben belki de böyle olacaktım, şöyle olacaktım' deme diye sana bir şans vermek istedik" dedi. Çünkü gerçekten çok ufak yaştaydım. 13 yaşımda ailemden ayrıldım. Zaten her şeyi de Fenerbahçe'de öğrendim. Tabiî okuldaki müdür yardımcımızın bu kıvılcımı ateşlemesi beni bugünlere getirdi. Ama her şey Yavuz Hocamla başladı. Konuşulduğu zaman yıllar da geçse o akşamı, o akşam yemeğini hiç unutamam... Çünkü çok hüzünlü ama aynı zamanda bir o kadar da değerli ve heyecanlı bir akşamdı. Daha sonra gittim başladım. Her sabah Yavuz Hocayla çalıştım. Akşam takımla birlikte idman yaptım. Belki bir sene hiç maça çıkmadım. Sadece idman yaptım. Akşamları da okula gittim. Dereağzı'nda kalıyordum. Fenerbahçe'nin o dönemlerde düzeni gerçekten çok iyiydi. Altyapıdan çok iyi oyuncular çıktı. Değer buldular, bulamadılar orası tartışılır. Ama çok iyi oyuncular yetiştirdiler gerçekten. Birçok oyuncu çok üst düzeyde olmasa bile Türk futboluna hizmet verdi. Yemek saatimiz olsun, okul saatimiz olsun, antrenmanlarımız olsun, odalarımız olsun her şey çok düzenliydi. Her şey bizim gelişimimiz için yapılmıştı. 
 
2005'te U17 Millî Takımı ile Avrupa Şampiyonluğu yaşadın. Nasıl bir histi? Sende ne gibi hatıralar bıraktı? 
 
Bölgesel karmalar, İstanbul karması, Anadolu karması seçildiğinde ilk kez Millî Takım'a gelmiştim. O zaman hatta ilk Hollanda maçı vardı. Nedense Hollanda maçları benim hep dönüm noktalarım oldu. İlk Hollanda maçında üç kaleci gitmiştik. Kampın son günü beni çıkardılar, başka kaleci aldılar. Hollanda ta o günden beri her zaman bir şekilde karşıma çıkıyor. Avrupa Şampiyonası'ndaki takım, çok kolay yakalanabilecek bir takım değildi. Caner Erkin, Nuri Şahin, Deniz Yılmaz, Tevfik Köse gibi çok iyi oyuncular vardı. Bu saydıklarım gerçekten o yaşlarda kendilerini belli ediyordu. Hepimiz çok yetenekli değildik. Caner ve Nuri o yaşlarda da kendilerini belli ediyordu açıkçası. Türk futboluna damga vuracakları o günlerden belliydi. Biz, çok yetenekli oyunculara sahip olmanın yanında sahada karakterini veren, bazen duygularıyla değil de aklıyla oynayabilen bir takımdık. Çok duygu yoğunluğuyla oynuyorduk. Çünkü o yaşlarda ilk defa millî formayı giyiyorsun. Çok gençsin. Onun verdiği heyecan, onun verdiği duygu yoğunluğu... Ülkeni temsil ediyorsun. Çok farklı oluyor gerçekten. 
 
Babanın asker olmasından ötürü millî duyguların biraz daha baskın diyebilir miyiz? 
 
Hepimizde baskındır millî duygular... Millî bir mücadele olduğu zaman; bu millî maç olur, başka bir yerde olur ben bu şekilde temsil edebiliyorum. Bu şekilde iyi temsil ettiğimi düşünüyorum. Burada görev alıyorum. Başka bir şekilde temsil etseydim, başka bir şekilde görev alırdım. Burası olmuş, başka bir yer olmuş çok da önemli değil açıkçası. Önemli olan ülkeme hizmet etmek... Ülkemiz işin içinde olduktan sonra kim nerede, neyi iyi yapabiliyorsa herkes elini taşın altına sokmalı. 
 
Peki, 17 yaşında bir kaleci Avrupa Şampiyonu oluyor. Bu nasıl bir duygu? Seni nasıl etkiledi? 
 
Millî Takım'da forma giymek kulübümde daha ön planda olmamı sağladı. Ardından böyle büyük bir başarının gelmesi, finalde Hollanda'yı yenmemiz çok güzeldi...
 
Peki, o zamanki Hollanda'dan çıkan şimdinin yıldız oyuncuları var mıydı? Hatırlıyor musun? 
 
Kayserispor'da oynayan Biseswar vardı o zaman kadrolarında. Kalede de Newcastle'da oynayan Tim Krul vardı. 
 
Finalde yendiğimiz takımdan sizin gibi üst düzey oyuncular çıktı yani...
 
Evet çıktı. En son Hollanda ile deplasmanda 1-1 berabere kaldığımız maçta Tim Krul'u gördüm. "Beni hatırlatın mı?" dedim. "Tabiî ki seni hatırlıyorum. Hatırlamaz mıyım?" dedi. Çünkü gerçekten o yaşta da beğendiğim bir kaleciydi. Birçok kez karşılaşmıştık onlarla. Çok iyi biliyorduk Hollanda'yı... Daha sonra Dünya Kupası'nda da Hollanda ile mücadele ettik. Millî formayı en çok giydiğim rakip takım Hollanda olabilir belki. Şampiyon olduktan sonra kulübün bana bakışı değişti. A takımla idmana çıkmaya başladım. Benden 4-5 yaş büyük oyuncularla oynuyordum. Aynı zamanda A takımla idmana çıkıyordum. Tabiî çok büyük etkisi oldu Avrupa Şampiyonası'nın. 
 
Fenerbahçe'de birçok iyi oyuncuyla oynadın. Bu isimler sana nasıl bir etki etti? Mesela bir Alex'le oynamak seni nasıl geliştirdi?
 

Alex'ten önce Van Hooijdonk'la çalıştım. Ortega'yı gördüm. Revivo'yu gördüm. Daum'un ilk geldiği zaman A takımla idmana çıkmaya başladım. Rapaiç'ler, Lazetiç'ler, Hooijdonk'lar, Revivo'lar vardı. Çok büyük yıldızlar da geliyordu. Bir Anelka geldi mesela... Onlardan da bir şeyler kapmak çok önemliydi. O zaman Rüştü abi vardı. Daha Barcelona'ya transfer olmamıştı. Rüştü, Volkan, ben ve bir de Recep Biler abi vardı. Dördümüzdük. Serdar Kulbilge, Rüştü abi gittikten sonra geldi. Hepsinden bir şeyler öğrendik. Müteveffa Enke'yi de gördüm. Hepsini hatırlıyorum. Futbolda yetenek çok önemli tabiî ki. Ancak bence çalışmak çok çok daha önemli. Çalışmayla da olmuyor, şansa da çok ihtiyacınız var. Pes etmemek de çok önemli. Yaptığınız hiçbir işte pes etmemelisiniz. Fenerbahçe'de profesyonel oldum. 16 yaşında kadroya girdim. Hatta Volkan bir Galatasaray maçından sonra formasını çıkartırken ayağı kayıp omzunu sakatlamıştı. Tabiî ki Volkan için çok üzücü bir durum ama bu benim için büyük bir şans oldu. Hiçbir oyuncunun sakatlanmasını kimse istemez. Sevmediğiniz birisi de olsa sakatlanmasını istemezsiniz. Ama belki de bu benim şansımdı. 
 
Kalecilerde böyle bir durum var ama... Engin İpekoğlu sakatlandı, onun yerini Rüştü Reçber aldı. 
 
Kaleci anlamında hocalar çok fazla değişime gitmiyor. Çünkü kale çok fazla değişiklik yapabileceğiniz bir mevki değil. Ancak çok büyük hatalar yapacaksınız, çok büyük eksikleriniz olacak ya da arkanızdaki kaleci çok ekstra işler yapacak. Bir maç o oynasın, bir maç ben oynayayım ya da gireyim de şu maçı kurtarayım gibi bir şansınız yok. Sahada kendinizi çok fazla gösterme şansınız yok. Sadece idmanda gösteriyor ve sıranızı bekliyorsunuz. Bu da genellikle ya sakatlıkla ya da ceza durumunda oluyor. 
 
Peki, büyük takımlarda büyük isimlerle oynamak ya da sıra beklemek avantaj mı, dezavantaj mı? 
 
Büyük takımda olmak, büyük oyuncuların bulunduğu bir takımda forma giymek çok farklı, çok güzel bir duygu. Onlardan öğrendiklerin çok önemli. Çok büyük yıldızlar geliyor. Kişilikli, karakterli oyuncular geliyor. Buralara nasıl geldiklerini, hangi yollardan geçtiklerini çok iyi anlıyorsunuz. Ama bir yönden de her maçı kazanmak zorundasınız. Her sene şampiyon olmak zorundasınız. Hiçbir şekilde berabere bile kalmamalısınız. Büyük kulüplerin camiaları her zaman şampiyonluk ister. Mağlubiyetlerde de sıkıntılar tabiî ki olabiliyor. Ama sürekli maç oynamıyorsunuz ve 10 hafta veya 20 hafta sonra, her maçı kazanması gereken, her sene şampiyon olacağına inanmış bir takımda kaleye geçiyorsunuz. Bu gerçekten kolay bir şey değil. O yaşlarda hele daha da zor. Şimdi olsa kendimi mental olarak daha iyi hazırlarım ama o zaman gençsiniz, fazla tecrübeniz yok. Ne kadar da birileri size, "Şunu şunu yap" dese bile o yaştaki biri için bir kulağından giriyor, ötekisinden çıkıyor. Bunu ben de yaşadım. Bana da çok şey anlattılar. Çok şeyler söylediler. Hatalarım var mı? Evet var. Daha iyi yerlere gelebilir miydim? Tabiî ki gelebilirdim. Ama en iyi tecrübe bir şeyleri yaşamakla ediniliyor. 
 
Bir sezonluk Kayserispor maceranın ardından Manisaspor serüvenin başladı. Tam anlamıyla ilk kez Manisaspor'da birinci kaleci oldun. O günleri bize anlatır mısın? 
 
Fenerbahçe'nin başına Aragones geldi. O sezon bayağı bir maç oynadım. Türkiye Kupası maçlarında ben oynadım. Ligde de 6-7 maçım vardı. O sezon iyi geçti benim için. Hep Türkiye Kupası'nın finali hatırlanır. O sezon Türkiye Kupası'nda gerçekten tüm maçlarda iyi oynamıştım. İyi oynamıştım ki finalde de kaleye ben geçtim. Aragones'i ne daha önce tanırım, ne başka bir şey var... Kimse futbolda babasının hayrına birisini sahaya sürmez. Çünkü herkes o işten bir şeyler kazanıyor. Kimse başarısızlık istemez. Kimse bir yerlere gelsin diye bir şey yapmaz. Ama finalde gerçekten iyi oynamadım. Hatalı goller yedim. Fenerbahçe Türkiye Kupası'nı 22 yıldır kazanamıyordu. Belki onun da verdiği bir sıkıntı vardı. 22 yıldır kazanamamış olmamız ve de kalede benim oynayıp hatalı goller yemem, üzerimde büyük bir baskı oluşturdu. Ondan sonraki sene de zaten kulüpten kiralık olarak ayrılmak istedim. Gidip bir yerlerde şansımı denemek istedim. Kayserispor'a gittim. Orada da fazla forma şansı bulamadım. Buldum, kaleye geçtim. Yine bir Fenerbahçe maçı oynadım. Çok konuşulan, saçma sapan şeyler anlatılan bir maçtı. O maç benim bir seneme mal oldu. Çünkü son 8 hafta kadro dışı kaldım. Beni tanıyanlar bilir; benimle uyuşmayan bir durum. Kadro dışı kalmak veya sorun çıkarmak benimle asla uyuşmaz! Hatalarım olmuştur, yanlışlarım olmuştur ama bunun sahada olan hatalarımdan kaynaklandığını düşünmüyorum açıkçası... Sahada tabiî ki hata olacaktır. Elimden top da kaçırabilirim. Hatalı gol de yiyebilirim. Bunu herkes yapabiliyor. Ama ben başka işler olduğunu düşünüyorum Kayseri maceramda. 
 
Daha sonra Manisaspor'a transfer oldun... Çok iyi bir çıkış yakaladın ve bu çıkış Millî Takım'dan da takdir gördü. 
 
A Millî Takım'a, Manisaspor'da oynarken çağrılmıştım. Manisa'da iki sezonda 60-65 maç oynadım. Tabiî maç oynamak çok önemli bir faktör. Ne kadar çalışsanız da o hava çok başka. Sahneye çıkmak farklı bir şey. İstediğiniz kadar çalışın, idmanda en iyisini yapın ama sahne orası. Sahnede kendinizi göstermeniz lâzım. Ben de o sahneye yavaş yavaş ayak uydurdum. Manisaspor'da çok güzel günlerim geçti. Bir şeyleri tamamladığıma inandım ve artık Süper Lig'de oynamak istiyordum. Bunun için de daha önce beraber Avrupa Şampiyonluğu yaşadığımız Abdullah Avcı'nın Başakşehir'de yeni bir projeyle mücadele edeceğini öğrenmek beni heyecanlandırdı. Hocanın da orada olması, yönetim anlamında da işleyiş anlamında da düzenli bir kulüp olması, onların da beni tercih etmesi önemli bir etkendi. Mutlu oldum. Yeni kurulmuş bir takım olarak iyi başladık. Ligin devamını da iyi getirdik. Futbolun gerektirdiği şeyleri yaptık. Sonunda da bence ilk senemizde büyük bir başarı elde ettik. 
 
1.92'lik boyunla kalede de devleşiyorsun. İnanılmaz pozisyonların var. Hızlı ve çabuk olabilmek için özel idmanlar yapıyor musun? 
 
İşin tekniğine girersek açıkçası benim boyumda veya benden daha uzun kalecilerin çabuk olması çok büyük avantaj. Ancak benden bir aşağı indiğiniz zaman bizden çok daha çabuk kaleciler var. Tabiî onlar da bu çabukluklarını fizikî eksikleri kapatmak için kullanıyor. Bizim boyumuzdaki bir kaleci ne kadar çabuk olursa o kadar avantajlı konuma geçer. 
 
Yaşadığın çıkışı sürdüren, adeta yeniden doğan futbolculardan bir tanesisin. Bu çıkışı yakalamanda neler etken oldu? Hayatında neleri değiştirdin? 

 
Bu çıkışı belki çok daha önce yapmam gerektiğini düşünüyorum. Biraz geç kalınmış bir çıkış bence. Bu çıkış devam edecek mi? İnanıyorum ki devam edecek...
 
Bir kaleci olarak çok uzun zaman yok mu önünde? 
 
Tabiî ki çok uzun bir zaman var ama eskiye baktığınız zaman hatalarım olmuştur. Hâlâ belki yanlış yaptığım şeyler var. Belki 1 sene sonra, 3 sene sonra geriye dönüp baktığımda, "Keşke şunu şöyle yapsaydım" diyeceğim. Böyle şeyler yine olacaktır. Ben bunları azalttığımı düşünüyorum. Yaşım ilerledikçe üç yerine bir yapacağım yanlışları. Bizim işimizde olsun, başka işte olsun hatalar bitmiyor. 
 
Şunu da atlamamak lâzım sanırım... Volkan Babacan, 15-16 yaşından beri tanınıyor. Belki insanların kafasında şu an, "Volkan 32-33 yaşında" düşüncesi var. 

 
Onu çok söyleyen var. Kaç yaşındasın diye soruyorlar. 27 diyorum. "Nasıl 27 ya?" cevabını alıyorum. Beni görmeyip, ismimi bilen çok insan var. 20 yaşında oynayan kaleciler de var. Dünyanın en iyi liglerinde çok genç yaşta forma giyenler de var. Ben kendimi çok geç kalmış görüyorum. Geç kaldım mı? Tabiî ki değil. Belki de zamanı buydu. Ama baktığın zaman daha önceden bir yerlere gelebilirdim diye düşünüyorum. 
 
Peki, özeleştiri yaptığın zaman kendinde gördüğün hatalar neler? 
 

Eskiye baktığım zaman en büyük sorunum konsantrasyon diyebilirim. Çünkü yeteneklerime güveniyorum. İyi çalışıyorum. İyi çalıştığım zaman özgüvenli oluyorum. Eskiden gerçekten motive olmak anlamında sıkıntım vardı. Belki heyecan, belki de bulunduğun yerin farkında olamama... Hatta arkadaşım var; İstanbulspor'da beraber oynamıştık, Behram... İlk defa A Milli Takım'a çağrıldım. "Farkında mısın nerede olduğunun?" dedi... O an tam idrak edememiştim. Üç kaleciden birisi bendim. 
 
Şu an A Millî Takım'ın birinci kalecisi sensin...
 
Ama şu an farkındayım olayın... Bu bana hem özgüven veriyor. Hem daha çok çalışmam gerektiğini düşündürüyor. 
 
Volkan Babacan bugün Millî Takım'da da hatalı goller yemiştir. Ama benim gördüğüm kimse seni kötü anlamda eleştirmiyor. Hep yapıcı eleştiriler var. Yani kamuoyunda sana karşı bir güven var.  
 
Hatalı golü en başında ben yemek ister miyim? Tabiî ki hatalı goller de yiyeceğiz. Çünkü benim işim bu... İşimi yapmaya çalışıyorum. 
 
Yani kimsenin kafasında "Volkan Babacan" denince en ufak bir soru işareti bile yok...
 
Buna lâyık olmaya çalışacağım ben de... 
 
27 yaşındasın. Bu kadar tecrüben var. Bundan sonra ne olacak? Volkan Babacan'ın hayali, hedefi nedir? 
 
Öncelikle Millî Takım'da kalıcı olmak istiyorum. Burada sürekli oynayan, uzun yıllar hizmet eden bir oyuncu olmak istiyorum. A Millî Takım kampına belki altıncı, yedinci gelişim. İlk geldiğimde heyecan nasılsa ikincisinde de aynıydı, üçüncüsünde de, şimdi de... Bu heyecanımı kaybedecek bir yer değil burası. Futbol hayatım sürdüğü kadar buraya gelmek istiyorum. Hocalarım oynatır, oynatmaz bilemem ama ben hizmet etmek istiyorum. Kişisel hedefim tabiî ki Avrupa'da oynamak, büyük takımlarda oynamak. Ama ilerde ne olur zaman gösterir. Avrupa'ya gitmek de kolay değil. Kolay olsa 20 oyuncudan 10'u gider. Yetenek de yetmiyor. Avrupa ayrı bir tecrübe, ayrı bir özgüven. Maddiyattan da önemli bir şey... 
 
Kendine hangi kalecileri örnek aldın? Beğendiğin kaleciler kimlerdi? 
 
Buffon'u çok beğenirdim eskiden... Duruşunu, açıklamalarını takip ederdim. Basın toplantılarını arkadaşlarıma tercüme ettirirdim. O kadar ilgiliydim. Ama ondan sonra o hayranlığım geçti. Şimdi Manuel Neuer'i çok beğeniyorum. Bir kalecide olması gereken her şey kendisinde var. 
 
Peki, futbolcu olarak en çok kimi beğeniyorsun? 
 
Bence Arda Turan şu anda... Yeteneği, kişiliği, karakteriyle kesinlikle Arda... 
 
Yediğin hangi golü unutamıyorsun? 
 
Herhalde o Beşiktaş maçında hatalı yediğim goldür. Yusuf abi atmıştı. Yusuf Şimşek... Ayağım kaymıştı. 
 
Peki, kurtardığın en güzel pozisyonu hatırlıyor musun? 
 
En iyi kurtardığım top daha yoktur yaa... Daha iyisini yaparım (gülüyor). Belki daha kötüsünü de yiyebilirim ama daha iyisini yaparım. O daha gelmedi. 
 
Peki, hatalı gol yediğinde eve gidince ne hissediyorsun? 
 
Tabiî ki üzülmemek elde değil. Özellikle maçın başında hatalı gol yiyince bitmiyor maç. Devam ediyor. Veya maç bitiyor yeniliyorsunuz, eve gidince kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Geriye dönemeyeceğinizi anlıyorsunuz. Bir yerde kalmak zorunda. Yeni hedefler başlıyor çünkü. Sadece ders çıkarmak lâzım. Yakınmak bir şey ifade etmiyor. Yeni bir gün doğuyor, yeni bir maç başlıyor, yeni bir heyecan başlıyor, yeni bir hedef geliyor. Tabiî ki düşünüyorum yaptığım yanlışı ama bu ertesi güne kalmıyor. 
 
2018 Dünya Kupası yolunda rakiplerimiz belli oldu. Hırvatistan, Ukrayna, İzlanda, Finlandiya rakiplerimiz. Bu grubu değerlendirir misin?
 
Her turnuvaya başlarken şampiyonaya gitme hedefimiz var. Bu her şampiyona için böyle oldu. Son zamanlarda katılamadık şampiyonalara... Bence bu grupta da var olma adına önemli işler yapacağız. Önemli rakipler var. Ama bence biz de son senelere baktığımızda yükselen bir grafik çiziyoruz.  Mutlaka Dünya Kupası'nda olmak istiyoruz. 
 
Son bir sorum var... Volkan Babacan'ın olmak istediği sahne neresi... Yani bir Dünya Kupası mı, bir Şampiyonlar Ligi finali mi? Nerede olmak istiyorsun? Nasıl bir hayalin var? 
 
Adı üstünde hayal. Hayallere kimse gem vuramaz. Ben çok hayal de kurarım. Geçen Arda'yı dinledim bir yerde. "Öyle hayaller kurarım ki, duysanız gülersiniz" dedi. Hoşuma gitti bu düşüncesi. Hayallere sınır koymamak lâzım. Her şey bizim elimizde diye düşünüyorum. Çalışırsak, mücadele edersek yeri geldiğinde ulaşılamayacak hayal diye bir şey yoktur.