Blue Jasmine

En son izlediğim Woody Allen filmi Blue Jasmine’ de büyük bir zenginlik, lüks ve gösteriş içinde...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

En son izlediğim Woody Allen filmi Blue Jasmine’ de büyük bir zenginlik, lüks ve gösteriş içinde yaşayan, güzeller güzeli Cate Blanchett’ in, kendisi gibi evlatlık olan kardeşinin evine taşınması ile başlayan olaylar anlatılıyordu. Film öyle bir şekilde bitti ki, kimse bir süre yerinden kalkamadı. Çok gerçekti, çok sade bir anlatımı vardı. Oyunculuk performansları çok natüreldi.

Woody Allen insanların zaaflarını, hatalarını ya da doğalarını çok güzel tespit edip, yakalayan ve bunu seyirciye anlatabilen bir yönetmen. Zaten kendi hayatı da benzer absürdlükler içeriyor. Aktirist Mia Farrow ile evli iken evlatlığına aşık olup, tüm hayatını değiştirmişti. Şimdi başka marjinal hayatlara ışık tutup, onları beyaz perdeye taşıyor. Etrafımız bu kadar sanal, sahte hikayelerle dolu iken, böyle hayatın içinden ve gerçek hikayeler benim ilgimi çekiyor.

Bazı insanlar başarısız olmuş ya da kaybetmiş insanlara karşı çok acımasız oluyor. Onları etrafında görmek istemiyor, varlıklarını yok sayıyor. Tıpkı filmde anlatıldığı gibi normalde, ve iyi zamanında  ancak çantasını taşıyabilecek konumda iken eğer ayağı tökezlemiş ve düşmüşse hemen onu aşağılamaya, hakaret etmeye ya da ezmeye çalışması  belki de onu hep geçmişte de kıskanmış olduğunu, diş bilediğini, altında ezildiğini gösteriyor.

Onun dışında eskiden tanıdığım bir psikiyatrist arkadaşımın dediği gibi; ‘Yaşamın içinde iki tür insan vardır. Kazananlar ve kaybedenler. Aman kaybedenlerden uzak durun!’ mantığı ile insanları kayıplarının içine gömmek istiyorlar.

Bu insanların mantığı ile bakarsak, düşene bizim de bir tekme atmamız ve yanımızdan uzaklaştırmamız gerekiyor. Ne insanlık ama!

Bence asıl böyle kötü ve vicdansız insanların dışlanması ve imha edilmesi gerekiyor. Bunlar böyle pişkin pişkin aklın yolu birmiş gibi hastalıklı fikirlerini marifetmiş gibi dillendirip, kendi gibi olan, yeteneksiz ama para kazanmak adına her yol mubah diye kendini parlatan şişme kişilikleri ile birbirlerini pohpohlayıp duruyorlar.

Tecrübe ile sabit….

Kendilerine karakter kişilik gelişimi gibi yatırımlar yapmadıkları halde, öyle olan insanları da aşağılama fırsatı bulduklarına seviniyorlar ve o kadar aptallar ki, belki de bu basitliklerinin farkına bile varmıyorlar.

Yaşamın içinde iki tür insan vardır doğru; iyiler ve kötüler. İyiler çoğaldıkça ve birbirine kenetlendikçe, kötü ve aptal olanlar kaybedecek. Karanlık ve aydınlığın savaşı gibi. Gerçek güç her zaman para ya da mevki  sahibi olmak değildir. Gerçek güç iyi ya da kötü tüm zamanlarda kaliteni çizgini, duruşunu korumak ve ihtiyacı olanlara elini uzatmaktır. Tabii ki sonraki zamanlarda yardım ettiğin insanın yüzüne vurmamak şartı ile yoksa her şey insanlar için bir gün kazanırsın, bir gün kaybedersin. Hep kazanmak istiyorsan, parana değil, kişiliğine yatırım yap diğer her şey geçici ama kişiliğin ve diğerlerinde bıraktığın izler kalıcı …

">

En son izlediğim Woody Allen filmi Blue Jasmine’ de büyük bir zenginlik, lüks ve gösteriş içinde yaşayan, güzeller güzeli Cate Blanchett’ in, kendisi gibi evlatlık olan kardeşinin evine taşınması ile başlayan olaylar anlatılıyordu. Film öyle bir şekilde bitti ki, kimse bir süre yerinden kalkamadı. Çok gerçekti, çok sade bir anlatımı vardı. Oyunculuk performansları çok natüreldi.

Woody Allen insanların zaaflarını, hatalarını ya da doğalarını çok güzel tespit edip, yakalayan ve bunu seyirciye anlatabilen bir yönetmen. Zaten kendi hayatı da benzer absürdlükler içeriyor. Aktirist Mia Farrow ile evli iken evlatlığına aşık olup, tüm hayatını değiştirmişti. Şimdi başka marjinal hayatlara ışık tutup, onları beyaz perdeye taşıyor. Etrafımız bu kadar sanal, sahte hikayelerle dolu iken, böyle hayatın içinden ve gerçek hikayeler benim ilgimi çekiyor.

Bazı insanlar başarısız olmuş ya da kaybetmiş insanlara karşı çok acımasız oluyor. Onları etrafında görmek istemiyor, varlıklarını yok sayıyor. Tıpkı filmde anlatıldığı gibi normalde, ve iyi zamanında  ancak çantasını taşıyabilecek konumda iken eğer ayağı tökezlemiş ve düşmüşse hemen onu aşağılamaya, hakaret etmeye ya da ezmeye çalışması  belki de onu hep geçmişte de kıskanmış olduğunu, diş bilediğini, altında ezildiğini gösteriyor.

Onun dışında eskiden tanıdığım bir psikiyatrist arkadaşımın dediği gibi; ‘Yaşamın içinde iki tür insan vardır. Kazananlar ve kaybedenler. Aman kaybedenlerden uzak durun!’ mantığı ile insanları kayıplarının içine gömmek istiyorlar.

Bu insanların mantığı ile bakarsak, düşene bizim de bir tekme atmamız ve yanımızdan uzaklaştırmamız gerekiyor. Ne insanlık ama!

Bence asıl böyle kötü ve vicdansız insanların dışlanması ve imha edilmesi gerekiyor. Bunlar böyle pişkin pişkin aklın yolu birmiş gibi hastalıklı fikirlerini marifetmiş gibi dillendirip, kendi gibi olan, yeteneksiz ama para kazanmak adına her yol mubah diye kendini parlatan şişme kişilikleri ile birbirlerini pohpohlayıp duruyorlar.

Tecrübe ile sabit….

Kendilerine karakter kişilik gelişimi gibi yatırımlar yapmadıkları halde, öyle olan insanları da aşağılama fırsatı bulduklarına seviniyorlar ve o kadar aptallar ki, belki de bu basitliklerinin farkına bile varmıyorlar.

Yaşamın içinde iki tür insan vardır doğru; iyiler ve kötüler. İyiler çoğaldıkça ve birbirine kenetlendikçe, kötü ve aptal olanlar kaybedecek. Karanlık ve aydınlığın savaşı gibi. Gerçek güç her zaman para ya da mevki  sahibi olmak değildir. Gerçek güç iyi ya da kötü tüm zamanlarda kaliteni çizgini, duruşunu korumak ve ihtiyacı olanlara elini uzatmaktır. Tabii ki sonraki zamanlarda yardım ettiğin insanın yüzüne vurmamak şartı ile yoksa her şey insanlar için bir gün kazanırsın, bir gün kaybedersin. Hep kazanmak istiyorsan, parana değil, kişiliğine yatırım yap diğer her şey geçici ama kişiliğin ve diğerlerinde bıraktığın izler kalıcı …

Tüm yazılarını göster