Egoyu Kullanmak

Egomuzu törpülesek de mi kullansak yoksa pamuklara mı sarıp sarmalasak bir türlü karar veremeyiz....

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Egomuzu törpülesek de mi kullansak yoksa pamuklara mı sarıp sarmalasak bir türlü karar veremeyiz. Nedir bu egonun insandan çektiği, herkesin dilinde bir ego lafı almış başını gidiyor. Herkes başkasında ego olduğunu ama kendinde olmadığını iddia ediyor. Ben tam tersini söylüyorum, herkesin bir egosu var. Benim de mesela büyük bir egom var. Ve ben onu seviyorum. Çünkü ihtiyacım olduğunda, bir ejderha gibi ortaya çıkıp, pek çok kötülükten beni koruyor.  En azından öyle inanıyorum.
Ego dediğimiz kavram aynı zamanda aklımızı da tanımlıyor. Pek çok dinde, egonun terbiyesinden bahsedilir. Tasavvuf da da nefis terbiyesi diye bahsedilen egonun ta kendisidir. Geçenlerde Mevlana aşığı bir hanım efendi, spiker hanıma nefis terbiyesi ve onun mertebelerinden bilgiler veriyordu. Keyifle dinledim. Diyordu ki, nefis bir köpektir, onu terbiye edin, her dediğini yapmayın. Örneğin canınız dışarıya mı çıkmak istiyor. Çıkmayın. Uyumak mı istiyorsunuz uyumayın. O şekilde nefsinizin idaresini ele almaya başlayın.

Budist felsefede de buna yakın bir disiplin vardır. Acı çekmek ve o çekilen acıların insanı pişirdiğine, geliştirdiğine inanılır. Budist rahipler çok az yemek yerler, çok az uyurlar. Daha çok ruhani kimliklerini ortaya çıkartmak için Tanrıya dua ederler. Toplumlar değişir ama ritüeller birbirine benzer özellikler gösterirler.

Batı felsefelerinde bazı New- Age akımcıları egonun olduğu gibi kabullenilmesini savunurlar.
Yani insan bedeninin doğanın bir parçası olduğu ve bedenin isteklerinin sesini duymak, onları yerine getirmek gibi…

Dünyada izlediğimiz üzere birbirinin tam zıddı felsefeler vardır. Gece-gündüz, erkek-kadın, iyilik-kötülük, korku-güven gibi. Bu zıt enerjiler ancak bu şekilde var olurlar. Tek başına bir enerji doğal dengeyi bozar. Varlığını tanımlayamaz…

Hangi felsefenin doğruluğuna karar vermek için. Dış uyaranlardan, gürültülerden, seslerden arınmak lazım gelir. Çünkü herkesin enerjisi ve ihtiyaç duyduğu gelişim enerjisi farklıdır. Kiminin bedeni 8 saat uykuda harekete geçer, diğerinin 4 saatte, ben mesela 9 saatte kendime geliyorum. Yani bayağı bir uykucuyum. Buradan hareket edersek hiç ego sahibi olmazsak ki bu mümkün değil aslında, üzerimize gelen negatif enerjilerden, kötü olaylardan, üzüntülerden korunamayız.

Yaratılışımız ya da varoluşumuz mükemmel bir tamir anlayışıyla oluşmuş. Hastalandığımızda ister bedensel, ister ruhsal vücudumuz kendi kendini iyileşmeye yöneltiyor. Otonom sistemimiz, yani istem dışı çalışan sinir sistemimiz, bütün hayati organlarımızın kusursuz çalışmasını sağlıyor.
Bütün bu içeride ve dışarıda olan her şeyi aklımızla algılayabiliyoruz.

Hani derler ya bilge bir insan ile olgunlaşmamış insan arasındaki farkı nasıl anlarsınız diye?
Egosu yüksek insana bir tokat atarsanız, size aynı şekilde tokatla karşılık verir.

Biraz daha gelişmiş olanı, neden vurdun diye sorar. Bir üst basamağı tokata karşılık vermez. Çünkü o kadar tam ve dengelidir ki, korkusu, endişesi kaybolmuş  bir rahatlık ve güven içindedir.

Özetle ego bizi hep daha güçlü, daha yenilmez, daha fazla ne varsa o yapmak için uğraşır. Ruhani, bedenli ve akıl sahibi bir varlık olduğumuza inanıyorsak. O zaman bu üç kavram arasındaki dengeyi kurmak lazım. Egosuz bir hayat, içinde yaşadığımız yaşamın realitesine uygun değil. Bedenimiz doğanın bir parçası ve onun kuralları karşı konulamayacak kadar güçlü. Onun sesini duyabilmek için, aklın gürültüsünü kesmek lazım. Ama nasıl yapabileceğimizin bir formülü yok daha doğrusu genel geçer bir formülü yok. Belki de yaşam amacımız o formülü bulabilmekte…

Kuvvetli olan varlıklar yaşama devam ediyor ama kuvvetini kendi içine yönelterek, başkalarının yaşam haklarına saygı göstererek, onların ilerlemesine engel olmadan, gücünü, egosunu dengeli ve bilgece kullanarak. O zaman egodan korkmaya, onu bastırmaya da gerek kalmıyor…Doğru kullanalım yeter, terbiyeye, acı çektirmeye gerek yok.

">

Egomuzu törpülesek de mi kullansak yoksa pamuklara mı sarıp sarmalasak bir türlü karar veremeyiz. Nedir bu egonun insandan çektiği, herkesin dilinde bir ego lafı almış başını gidiyor. Herkes başkasında ego olduğunu ama kendinde olmadığını iddia ediyor. Ben tam tersini söylüyorum, herkesin bir egosu var. Benim de mesela büyük bir egom var. Ve ben onu seviyorum. Çünkü ihtiyacım olduğunda, bir ejderha gibi ortaya çıkıp, pek çok kötülükten beni koruyor.  En azından öyle inanıyorum.
Ego dediğimiz kavram aynı zamanda aklımızı da tanımlıyor. Pek çok dinde, egonun terbiyesinden bahsedilir. Tasavvuf da da nefis terbiyesi diye bahsedilen egonun ta kendisidir. Geçenlerde Mevlana aşığı bir hanım efendi, spiker hanıma nefis terbiyesi ve onun mertebelerinden bilgiler veriyordu. Keyifle dinledim. Diyordu ki, nefis bir köpektir, onu terbiye edin, her dediğini yapmayın. Örneğin canınız dışarıya mı çıkmak istiyor. Çıkmayın. Uyumak mı istiyorsunuz uyumayın. O şekilde nefsinizin idaresini ele almaya başlayın.

Budist felsefede de buna yakın bir disiplin vardır. Acı çekmek ve o çekilen acıların insanı pişirdiğine, geliştirdiğine inanılır. Budist rahipler çok az yemek yerler, çok az uyurlar. Daha çok ruhani kimliklerini ortaya çıkartmak için Tanrıya dua ederler. Toplumlar değişir ama ritüeller birbirine benzer özellikler gösterirler.

Batı felsefelerinde bazı New- Age akımcıları egonun olduğu gibi kabullenilmesini savunurlar.
Yani insan bedeninin doğanın bir parçası olduğu ve bedenin isteklerinin sesini duymak, onları yerine getirmek gibi…

Dünyada izlediğimiz üzere birbirinin tam zıddı felsefeler vardır. Gece-gündüz, erkek-kadın, iyilik-kötülük, korku-güven gibi. Bu zıt enerjiler ancak bu şekilde var olurlar. Tek başına bir enerji doğal dengeyi bozar. Varlığını tanımlayamaz…

Hangi felsefenin doğruluğuna karar vermek için. Dış uyaranlardan, gürültülerden, seslerden arınmak lazım gelir. Çünkü herkesin enerjisi ve ihtiyaç duyduğu gelişim enerjisi farklıdır. Kiminin bedeni 8 saat uykuda harekete geçer, diğerinin 4 saatte, ben mesela 9 saatte kendime geliyorum. Yani bayağı bir uykucuyum. Buradan hareket edersek hiç ego sahibi olmazsak ki bu mümkün değil aslında, üzerimize gelen negatif enerjilerden, kötü olaylardan, üzüntülerden korunamayız.

Yaratılışımız ya da varoluşumuz mükemmel bir tamir anlayışıyla oluşmuş. Hastalandığımızda ister bedensel, ister ruhsal vücudumuz kendi kendini iyileşmeye yöneltiyor. Otonom sistemimiz, yani istem dışı çalışan sinir sistemimiz, bütün hayati organlarımızın kusursuz çalışmasını sağlıyor.
Bütün bu içeride ve dışarıda olan her şeyi aklımızla algılayabiliyoruz.

Hani derler ya bilge bir insan ile olgunlaşmamış insan arasındaki farkı nasıl anlarsınız diye?
Egosu yüksek insana bir tokat atarsanız, size aynı şekilde tokatla karşılık verir.

Biraz daha gelişmiş olanı, neden vurdun diye sorar. Bir üst basamağı tokata karşılık vermez. Çünkü o kadar tam ve dengelidir ki, korkusu, endişesi kaybolmuş  bir rahatlık ve güven içindedir.

Özetle ego bizi hep daha güçlü, daha yenilmez, daha fazla ne varsa o yapmak için uğraşır. Ruhani, bedenli ve akıl sahibi bir varlık olduğumuza inanıyorsak. O zaman bu üç kavram arasındaki dengeyi kurmak lazım. Egosuz bir hayat, içinde yaşadığımız yaşamın realitesine uygun değil. Bedenimiz doğanın bir parçası ve onun kuralları karşı konulamayacak kadar güçlü. Onun sesini duyabilmek için, aklın gürültüsünü kesmek lazım. Ama nasıl yapabileceğimizin bir formülü yok daha doğrusu genel geçer bir formülü yok. Belki de yaşam amacımız o formülü bulabilmekte…

Kuvvetli olan varlıklar yaşama devam ediyor ama kuvvetini kendi içine yönelterek, başkalarının yaşam haklarına saygı göstererek, onların ilerlemesine engel olmadan, gücünü, egosunu dengeli ve bilgece kullanarak. O zaman egodan korkmaya, onu bastırmaya da gerek kalmıyor…Doğru kullanalım yeter, terbiyeye, acı çektirmeye gerek yok.

Tüm yazılarını göster