Reis Çelik: ''Kendimi hep İstanbul'a pencereden girmiş biri olarak gördüm''

Haber3.com yazarı Ebru Eğinlioğlu sordu; "karlı kışlı doğu filmlerinin, ezilmişliklerin, çocuk gelinlerin, sürgünde kalmışların, dile gelmemiş acıların sesi, Ardahanlı senarist, film yönetmeni" Reis Çelik yanıtladı...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Reis Çelik; karlı kışlı doğu filmlerinin, ezilmişliklerin, çocuk gelinlerin, sürgünde kalmışların, dile gelmemiş acıların sesi, Ardahanlı senarist, film yönetmeni. İstanbul' a ilk gelişini biraz mahçup, biraz da gülerek şöyle anlatıyor...

13 yaşında bir akrabamla, Gültepe'de oturan halamın evine gitmek üzere otobüsle 36 saat süren bir yolculuk sonunda, söylenen yere vardık. Uzun ve geniş tarlalardan geçtik Sonra bir kahve çıktı önümüze, kapıyı açtık içeri girdik, üstümüz, başımız belimize kadar çamur olmuştu. Camlı Kahve' yi bulduk. Kahveci dedi ki ; halanı soruyorsun onu anladım, üşüdünüz, ıslandınız, kirlendiniz tamam da be evladım niye kapı yerine camdan girdiniz ? O zaman çok utanmıştım. Ardahan' da kapılar hep yüksekteydi kardan dolayı, burada da öyle sanmıştık.

Film yönetmenliği bir öykü anlatma becerisi midir?

Aslında sanatın doğuş biçimine baktığımız zaman sanat kendini ifade etme biçimidir. Kendini ifade ederken, biçimlere bölersin. Öykü ile sinema ile anlatırsın. Daha önce röportajcılık ve muhabirlik yaparken de öykü gibi anlatıyordum, sonra sinemaya merak saldım ve olayları böyle anlatmak istiyorum dedim.

Çocukluğunuzdan mı meraklıydınız sinemacılığa?

Evet çocukluğumdan meraklıydım. İlk izlediğim film Yılmaz Güney'in Kargacı Halil filmiydi. Ardahan' da izlemiştim, muazzam bir şey demiştim. Hedefim İstanbul' a gidip, gazeteci olmaktı. Kitap yok, hiç bir şey yok, köyden okula yürüyerek gidiyorum 3 kilometre kadar. Ardahan' da hatırladığım, hayallerimin biçimlenmesine yardımcı olan ne vardı diye; yerde bulduğum gazeteleri yırtık, pırtık toplardım, onları düzgün yerlerinden keserdim, üstüste dizerdim ve onu anneme çuvaldızla diktirirdim. O benim kitabım olmuş oluyordu. 13 yaşında da İstanbul' da gazeteci olacağım diye yola çıktım. Sonra Halkevi dönemlerim oldu, 70 li kuşağın insanıyım, orada da sinemaya gitmek, sinema, kısa film çekebilirmiyiz konularını konuşuyorduk.

Ardahan' dan geldiniz, İstanbul' a pencereden girdiniz ama bu gün baktığımızda, yurtdışında ki pek çok festivalde, ülkemizi temsil ettiniz ve pek çok da ödül kazandınız. Orada ki halinizde kalmadınız, kendinizi geliştirdiniz?

Şehirlilik ve köylülük kavramına baktığımızda, Aşık Veysel bir şehirli değildi ama dünyayı dolaşabilen birisiydi veya Ömer Hayyam şehirli değildi. Nazım Hikmet şehirli idi. Dünyayı dolaşma şekilleri, yarattıkları şeylerle alakalıdır. Ürettiklerimiz ilginçti, şehirli insana değişik gelebilen başka şeylerdi.

80 lerde içeri girdiniz, kendinizi o dönem küçük olarak tanımlıyorsunuz, 19 yaşındaydınız, neden hapise girdiniz?

Şiirlerim Türkiye Kominist Partisi'nin Sesi Radyosu'nda yayımlanıyordu. Örgütlüydük. Bütün gençliği önce içeri kapattılar, sonra darbe yapalım diye. Yaşım küçüktü ama büyük işler peşindeydim, önde giden bir isimdim, devrim yapmayı hayal ediyorduk, hala daha ediyoruz da.

Bir tek şiir meselesi miydi?

Şiir, bir de örgütlülük.Radyo illegal dinlenilen bir radyoydu. O radyoyu dinlemek gizli gizli yapılan bir şeydi. Moskova' dan yapılan bir yayını dinlemek falan bunlar ciddi suçlardı.

Ne kadar kaldınız içeride?

1 yılı buldu. 12 Eylül de içerideydik biz, ancak mahkeme sırası geldi, on binlerce insan içerideydi, üstüsteydik içeride, hep çoluk çocuktuk, askeri bir hakim vardı. Bütün Rus klasiklerini okumuş, Marksizmi okumuş, seminer verecek düzeyde çocuklardık, boş kafalı çocuklar değildik. Kapital'i okuyup anlama düzeyindeydik.

Solcu olmak suçtu o dönem?

Tabii ki ağır suçtu. Askeri hakim kaç kişi bunlar dedi. 38 kişiydik, baktı baktı bu Reis kim dedi, ben de ortalardayım, kalktım ayağa. Bu 38 kişinin reisi senmisin dedi. Efendim benim adım sadece Reis dedim. Nazım Hikmet gibi olmaya çalışıyorsun ama dedi sen de halk ozanı dili var dedi. Bunlara ağırlık ver dedi, devrim yapmaya kalkma daha çok erken dedi ve gönderdi önemli bir dersti benim için.

Peki o hapis sürecinden sonra gözünüz korktu mu, ben çizgimi biraz yumuşatmalıyım diye?

Yok çıkar çıkmaz örgütlülüğe devam ettim. Ama şöyle önemli bir şey olmuştu orada. Çıktığımda özlediğim iki tane şey vardı. Sefaköy' de oturuyor ailem.

Ardahan' dan geldiler mi onlar da?

Evet onlar da geldiler, benim arkamdan. Bir simit alıp, vapurda giderken simit yemek iki de o zaman sular akmıyordu, güzel bir banyo yapmak. Sefaköy İnönü Mahallesi'ndeki gecekonduları yapıp yapıp halka biz dağıttık, gariban anneme babama bir ev yapmadım ama herkese ev yaptık, oralarda dolaşırım, herkes beni çağırır bir çay ikram eder diye düşünüyordum. Öyle olmadı. Beni gören kapısını kapadı. 12 Eylül olmuştu.

Korktular mı?

BU DÜNYANIN SOSYALİZME İHTİYACI OLDUĞUNA İNANIYORUM...

Evet . Biz o dönem halkı Tanrısallaştırmıştık. Oysa halk çok yüklem isteyen bir şey değildi. Gücün karşısında çok çabuk ikna olan bir kavramdır. Halk ile kitleyi karıştırıyoruz biz. Güç neredeyse ona biat etmek zorunda bu bir kitledir. Halk başka bir kavramdır, halk örgütlü bir kavramdır. Biz bunu karıştırdık hep. O bende kırlıma noktası yaptı, olaya daha mantıklı ve bilinçli bakmaya başladım. Yarın devrim olacak, halkımız, peşimizde kavramı, ben de o gün değişmeye başladı. 12 Eylül oldu ve ertesi gün sokakta bir tek karşı çıkış olmadı. Bunu iyi algılamak gerekiyor. Ama ben kendi dünyamda bu dünyanın sosyalizme ihtiyacı olduğuna inanıyorum.

Peki neden filmleriniz hep Doğu'ya yönelik, Batı' da yaşamış insanın sorunları, problemleri yok mu?

Şehirle ilgili de yapılıyor, yeni kuşak sinemacılar yapıyor. İnsanlar kendi yaşamlarından yola çıkarak bir şeyler üretiyor ama baktığım zaman onunda Doğu'ya giderek, soyunu aramak, kökenini aramak gibi hikayelere yöneldiğini görüyorum. Bunu okurken, insanın kendi gerçekleri ile yüzleşmesi kavramına geliyor. Niye mesela ben gidip, Tuncel Kurtiz'i ikna edip, Çıldır' dan başlayıp, bir hikaye yazmaya başladım. Kendime sordum bunu, oyuncu olmayacak, senaryo olmayacak Tuncer ağabey ve ben bir kelime üzerinden inat sözcüğü...İnsan doğduğu büyüdüğü ortamda ispat etme arayışına ihtiyaç duyuyor belki de...Tamamlanmamış, eksik kalmış bir şeyler var orada. Ne doğru dürüst şehirli olabilmişiz, ne de köylü olabilmişiz.

Woody Allen'ı izlediğiniz zaman ne düşünüyorsunuz filmleri ile ilgili, o şehirli insanların yaşamlarını, aşklarını, kadın erkek ilişkilerini anlatır?

Bir kent aristokratının yaklaşımını görürsünüz, insan ilişkileri veya Ken Losch' a gidelim daha işçi sınıfının sorunları ile ilgilenir. İnat Hikayeleri filmimde şunu anlatmaya çalıştım 5 farklı öykü vardır. En sonunda bir bankacı ile köylü kurnazının hikayesine gelir dayanır.Bankacı köylüyü rahatlıkla idare edebileceğini zanneder ama köylü kurnazı, öyle bir hikaye çevirir ki, şehirliye taş çıkartır. Bu günün siyasetçilerine benzer...

Filmlerde neden Tuncer Kurtiz, İlyas Salman, neden Çağatay Ulusoy değil, Kıvanç Tatlıtuğ değil bu bir tercih mi?

Tercih tabii. İlyas Salman 24 yıl aradan sonra ilk kez bir başrolde oynadı. Neden onu çağırdım. Çünkü bir odada geçecek 13 yaşında bir kız ve 60 yaşında bir adam evlendirilmiş, gerdek odasına girilmiş film orada geçecek. Burada oyunculuğa, derinliğe ihtiyaç var. Sadece benim senaryoyu iyi yazmamla olmaz. Lal Gece filmi. Diğeri Tuncel Kurtiz' le tek kelimden, doğaçlama ikimizin yaptığı filmde de onun oyunculuğuna, birikimine ihtiyacım vardı.

Kağıttan Hayatlarda Çağatay Ulusoy' u izledim çok başarılıydı, neden yurtdışında olmuyor, neyi eksik diye düşündüm, görselliği de düzgün kolaya kaçmak mı bu ?

Oradan bakmamak lazım, örneğin Kıvanç Tatlıtuğ oyunculuğu o kadar gelişti ki. Bir hikayem vardı, Irak' ta işgal sırasında gerçekleşen bir orkestra hikayesi, yarım kalmış bir projem vardı ona teklif edecektim. Çünkü evet yakışıklı diye başladı ama çok geliştirdi oyunculuğunu benzeri diğerleri Çağatay ve kızlarda da var hem güzel hem çok iyi oyuncular. Bizim yönetmen olarak, yazar olarak bunlara ürün yetiştirme meselemiz var. İki tane yol vardır biri gerçekten sanatsal anlamda çok derinlikleri olan bir ürün üretirsiniz bir de iş yapıyor bunlar para kazanırız deyip kolayına kaçarsınız, o da bir alan. Kıvanç' ı oynatırsak, onun fanlarının izleyeceği gerçeği ama içerik ne. ya birbirine aşık zengin kız, fakir oğlan ya da küfürlerin geçtiği bir komedi serileri bunlar kolaycılık tarafı.

Niye mesela bir seri katil düşünülmüyor hemen aşk konuluyor?

Bir emek yatırım isteyen şeyden kolaya kaçıyoruz.

Diziniz yok değil mi neden, istemediniz mi?

İstemedim, derinliği olmayan bir şeyde, kendimi orada hissedemedim.

Finansal olarak sinema yapmak isteyenler, kendini nasıl rahat hissediyor, bu işe yeni başlayacak olanlar, ya da siz ?

Rahat hissedemez yeni başlayacak olanlar, biz de hissedemiyoruz. Sinema pahallı bir iştir, kolaya da kaçmazsanız, zor para bulursunuz.Uluslararası kaynaklara gideceksiniz, fonlara gideceksiniz, yerel kaynaklara gideceksiniz. Sponsor bulmaya çalışacaksınız, cebinizde varsa 1, 2 milyon koyup çekeceksiniz. Türkiye' de 2005 ten bu yana sinema fonu var. Devlet yönetiyor, seçici olarak da biz sektörün isimleri filmleri seçiyor ama sonuçta devlet kurumu çok müdahele yok ama ister istemez otomatik olarak devleti ve bürokrasiyi sıkıntıya sokmayacak bir otosansürle gidiyorsunuz oraya.

Dünyada da böyle mi, Amerika' da böyle mi mlyon dolarlık bütçeli Avatar'lar falan nasıl çekiliyor?

O sektör olarak sinemanın bir sistemi var orada ilerliyor ama bağımsız sineması aynı bizim çektiğimiz sıkıntıları çekiyor. Avatar endüstri sineması, proje oluşuyor bir senaryoya 10 milyon dolar harcanıyor. Yapımcı kavramı var onlarda, Türkiye' de yapımcı yok. Diyelim ki Warner Bros içinde yapımcılık kurumu içinde, bir senaryoya yatırım yapalım, şunları oynatalım diyorlar, fabrika gibi işliyor sistem. Bizde diyalim ki Taff ya da Şükrü Avşar gibi yapımcılar senin projeni alıp 5 milyon yatırırım derse yürüyebilirsin. Onlar da Box Office' den kazanabileceği filmlere yatırım yapıyor. Belki Taff diyecek ki, Reis Çelik' den de bir filmimiz olsun, o da prestij olsun ancak öyle. Yeşilçam' dan geriye yapımcı kalmamış.

Deniz Gezmiş'in hayatından bir kesiti anlatan filminiz, Hoşçakal Yarın tarihi anlatmak çok zor tarafsız olarak, genç kuşaklara bir misyon üslenip o günleri anlatıyorsunuz, nasıl hazırlandınız?

İnsan kendini toplumla ilişkilendiriyor önce ve toplumda neredesin ve ne yapmak istiyorsun sorularını soruyor ben bir gazeteci olarak, toplumu yaşadıkları ile yüzleştirmek istedim. Herkes bu gün ağlıyor ve kahraman ilan ediyor ya Deniz Gezmiş'i acaba o zaman ne yaptılardan yola çıktım. Mahkeme de idamı olmasın diyen yüzlerce milletvekilinden 32 el kalkmadı o idamı durdurmak için, Süleyman Demirel iki elini birden kaldırdı asılsın diye. Kürt meselesini anlatmak için Işıklar Sönmesin' i çektim.

Düz ve realist biçimde anlattınız mı?

Evet hiç bir saptırma yapmadım tamamen tarihi kaynaklardan, belgelerden yararlandım.

AKP'li Türkiye'yi de bir dönem sonra anlatmak isteyeceksiniz o halde ileride?

Tabii ki toplum kendi gerçekleriyle yüzleşecektir, ben anlatmasam, başka birileri anlatacaktır. Adnan Menderes'i bakın hala tartışıyoruz, çok filmler, diziler, belgeseller çekildi. Bakın bu gün bir oyuncu Twittır' dan bir şey yazsın, ertesi gün dizilerde yok.

Siz kullanıyormusunuz Twitter?

Çok kullanmıyorum aktif değilim, bana biraz yapay geliyor. Ben üretmekten yanayım. Şöyle kabadayılanmakla eş tutuyorum onu, sizi uzaktan görüyorum, kenardan uzaktan laf yetiştiriyorum. Yüzyüze gelmeye cesaret edemiyorum. Oysa sanatın öyle bir şeyi yok Twittır gibi pardon yanlış oldu deyip Deniz Gezmiş filmini geri çekemem.

Bir filminize okumuştum 8 yılda hazırlanmışsınız, ne kadar uzun bir süreç neler var bu sürecin içinde?

Önce ne yapmak istediğinize karar veriyorsunuz, sonra oturup bunu yazıyorsunuz, ortalama 2 yıl bu süre. Sonra o senaryoyu alıp kapı kapı dolaşıp ona para bulmaya dolaşıyorsunuz bir 2 yıl da öyle geçiyor.

Para bulma kısmı stresli bir süreç mi?

Tabii ki, istemediğin şeylere boyun eğiyorsun, istemediğin konuşmalara tanık oluyorsun.

Ama siz hala bir isim, marka olarak böyle şeylerle karşılaşıyormusunuz?

Ne yazık ki..Bakın Türkiye Sinema Destekleme Fonu'nun kurucularından birisiyim. 4-5 kişiyiz, Erkan Mumcu bakandı o dönem, sinemadan gelen birisiydi. İsmail Güneş, Aydın Sayman, ben, Abdurrahman Çelik, bakan 2 yılımızı harcadık, o yasayı çıkardık. Ben ''Lal Gece'' filmi ile bir de ben başvurayım dedim. Bundan film olmaz deyip bana vermediler.

Biz niye Oscar a yaklaşamıyoruz? Hint filmleri bile Oscar kazanıyor?

1. ayağı prodüksiyon olarak, yapımcı olarak zayıfız, filme hak ettiği görkemi ve parayı harcayamıyoruz. Bakın geçen sene ' Parazit' diye bir film Oscar'ı aldı. Kore filmiydi içinde bir kelime İngilizce kelime yoktu.

Nuri Bilge Ceylan Cannes film festivalinde ödül alıyor çokça ama sanki kendi ilişkileri iyi de alıyor gibi duruyor?

Ama Cannes film festivali başka yönetmenler dururken, onun kaşına gözüne ödül vermiyor ki, zengin değil neyine iltimas yapsınlar. Bu sene Oscar' a yolladıkları ağlak film bir Kore filminin remake i. Ayıp dedik. Bizden birisi Nobel aldı diye adamı bir öldürmediğimiz kaldı, kıskanıyoruz birilerinin bir şey yapmasını. Nazım Hikmet dedik adamı dışarılarda öldürdük, Ahmet Kaya dedik adamı dışarılarda öldürdük.

Hedefinizdeki projede neler var, karşımıza farklı bir proje ile çıkıp yine bizi şaşırtacak mısınız?

Belki de çalışıyorum bir ipucu vereyim. Kendimi ve toplumu bir kalıbın içinde kapatılmış hissediyorum. Bunu iktidarlardan ziyade, toplumun kendini kapattığı bir kolondan bahsediyorum. O kolonun içinde kalmış tek kişinin dramından bir toplumu anlatma hayalim var. Ama bu sefer şehirde geçer....Yaptığım projede önce samimiyet gerekiyor ve vizyonumu yüksek tutmak zorundayım....

Reis Çelik kimdir?

Reis Çelik (d. 1961, Ardahan), Türk film yönetmeni, senarist.

Hayatı

İlk ve orta öğrenimden sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda müzik öğrenimi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde Uluslararası Ekonomi okudu. Dünya gazetesinde, daha sonra Günaydın gazetesinde muhabir olarak 10 yılı aşkın çalıştı.

 Günaydın gazetesi içinde 1984 yılında Türkiye'nin ilk özel televizyon girişimi olan Video Gazete projesinde yer aldı. Daha sonra bu yayının yönetmenliğini üslendi. Benzer bir yayını Almanya’da TÜRKİYE'DEN VİDEO SELAM adıyla gerçekleştirdi.

Çok sayıda reklam filmleri ve 12 belgesel film yaptı.

Fotoğrafçılık konusundaki çalışmalarını ise aralıksız sürdürdü. 12 ayrı ülkede fotoğraf sergileri açtı.

1992 yılında atv televizyonun kurucuları arasında yer aldı. Çok sayıda program hazırlayıp yönetti. 1995 yılında gazetecilik,televizyonculuk ve reklamcılıkla ilgili çalışmalarına son vererek tamamen sinemaya yöneldi. İlk uzunmetraj filmini 1996 yılında çekti.

Reis Çelik ve Filmlerinin Aldığı Ödüller

• 62.Berlin International Film Festival (Berlinale): Crystal Bear
• 17.Nurnberg TD Film Festival-Germany: (Best Film, Best Actor, Best Actress )
• 38.Wurzburg Film Festival-Germany: Best Film
• 38.Buster International Film Festival-Denmark: Special Jury Price
• International Golden Boll Film Festival-Turkey: Best Actor, Audience Award
• 25.Tokyo International Film Festival-Japan: Best Asian/Middle East Film
• 38.Festival International Du Film Independent-Belgium: (Best Film, Best Director)
• Malatya International Film Festival : Best Director
• Adana Altın Koza Bilge Olgaç Ödülü
• Dadaş Film Festivali En İyi Film-Kurgu- Erkek Oyuncu-Kadın Oyuncu ödülleri
• Mar del Plata International Film Festival-Argentina: Best Director, Best Actor
• Asia-Pacific Screen Awards-Australia: Best Script
• Hanoi International Film Festival-Vietnam: Best Asian Film, Best Director, Best Actor
• Panorama of Efropean Cinema Athens :Best Director, IPRESCİ awırds
• Festival International des Cinemas d’ Asie de Vesoul (Musee Guimet Award)
• International Yekaterinburg Film Festival-Russia (Best Actor)
• Dublin International Film Festival - Best Actress (critics award)
• London Turksh Film Festival- (Golden Wings) En İyi Film
• Cyprus International Film Festival (Best Film Award) En İyi Film
• Fajr International Film Festival (Best Drector) En iyi Yönetmen
• Burherest İnternational Film Festival (Best Film) En İyi Film
• Roma Mediteran İnternational Film Festival (Best Film) En İyi Film
• Europa Alzas Best Docu-Drama –En İyi Avrupa Film
• Boston Akademi, Sinemada Mükemmellik Ödülü
• Varna Love of Foly Film Festival. Eleştirmenler Ödülü

">

Reis Çelik; karlı kışlı doğu filmlerinin, ezilmişliklerin, çocuk gelinlerin, sürgünde kalmışların, dile gelmemiş acıların sesi, Ardahanlı senarist, film yönetmeni. İstanbul' a ilk gelişini biraz mahçup, biraz da gülerek şöyle anlatıyor...

13 yaşında bir akrabamla, Gültepe'de oturan halamın evine gitmek üzere otobüsle 36 saat süren bir yolculuk sonunda, söylenen yere vardık. Uzun ve geniş tarlalardan geçtik Sonra bir kahve çıktı önümüze, kapıyı açtık içeri girdik, üstümüz, başımız belimize kadar çamur olmuştu. Camlı Kahve' yi bulduk. Kahveci dedi ki ; halanı soruyorsun onu anladım, üşüdünüz, ıslandınız, kirlendiniz tamam da be evladım niye kapı yerine camdan girdiniz ? O zaman çok utanmıştım. Ardahan' da kapılar hep yüksekteydi kardan dolayı, burada da öyle sanmıştık.

Film yönetmenliği bir öykü anlatma becerisi midir?

Aslında sanatın doğuş biçimine baktığımız zaman sanat kendini ifade etme biçimidir. Kendini ifade ederken, biçimlere bölersin. Öykü ile sinema ile anlatırsın. Daha önce röportajcılık ve muhabirlik yaparken de öykü gibi anlatıyordum, sonra sinemaya merak saldım ve olayları böyle anlatmak istiyorum dedim.

Çocukluğunuzdan mı meraklıydınız sinemacılığa?

Evet çocukluğumdan meraklıydım. İlk izlediğim film Yılmaz Güney'in Kargacı Halil filmiydi. Ardahan' da izlemiştim, muazzam bir şey demiştim. Hedefim İstanbul' a gidip, gazeteci olmaktı. Kitap yok, hiç bir şey yok, köyden okula yürüyerek gidiyorum 3 kilometre kadar. Ardahan' da hatırladığım, hayallerimin biçimlenmesine yardımcı olan ne vardı diye; yerde bulduğum gazeteleri yırtık, pırtık toplardım, onları düzgün yerlerinden keserdim, üstüste dizerdim ve onu anneme çuvaldızla diktirirdim. O benim kitabım olmuş oluyordu. 13 yaşında da İstanbul' da gazeteci olacağım diye yola çıktım. Sonra Halkevi dönemlerim oldu, 70 li kuşağın insanıyım, orada da sinemaya gitmek, sinema, kısa film çekebilirmiyiz konularını konuşuyorduk.

Ardahan' dan geldiniz, İstanbul' a pencereden girdiniz ama bu gün baktığımızda, yurtdışında ki pek çok festivalde, ülkemizi temsil ettiniz ve pek çok da ödül kazandınız. Orada ki halinizde kalmadınız, kendinizi geliştirdiniz?

Şehirlilik ve köylülük kavramına baktığımızda, Aşık Veysel bir şehirli değildi ama dünyayı dolaşabilen birisiydi veya Ömer Hayyam şehirli değildi. Nazım Hikmet şehirli idi. Dünyayı dolaşma şekilleri, yarattıkları şeylerle alakalıdır. Ürettiklerimiz ilginçti, şehirli insana değişik gelebilen başka şeylerdi.

80 lerde içeri girdiniz, kendinizi o dönem küçük olarak tanımlıyorsunuz, 19 yaşındaydınız, neden hapise girdiniz?

Şiirlerim Türkiye Kominist Partisi'nin Sesi Radyosu'nda yayımlanıyordu. Örgütlüydük. Bütün gençliği önce içeri kapattılar, sonra darbe yapalım diye. Yaşım küçüktü ama büyük işler peşindeydim, önde giden bir isimdim, devrim yapmayı hayal ediyorduk, hala daha ediyoruz da.

Bir tek şiir meselesi miydi?

Şiir, bir de örgütlülük.Radyo illegal dinlenilen bir radyoydu. O radyoyu dinlemek gizli gizli yapılan bir şeydi. Moskova' dan yapılan bir yayını dinlemek falan bunlar ciddi suçlardı.

Ne kadar kaldınız içeride?

1 yılı buldu. 12 Eylül de içerideydik biz, ancak mahkeme sırası geldi, on binlerce insan içerideydi, üstüsteydik içeride, hep çoluk çocuktuk, askeri bir hakim vardı. Bütün Rus klasiklerini okumuş, Marksizmi okumuş, seminer verecek düzeyde çocuklardık, boş kafalı çocuklar değildik. Kapital'i okuyup anlama düzeyindeydik.

Solcu olmak suçtu o dönem?

Tabii ki ağır suçtu. Askeri hakim kaç kişi bunlar dedi. 38 kişiydik, baktı baktı bu Reis kim dedi, ben de ortalardayım, kalktım ayağa. Bu 38 kişinin reisi senmisin dedi. Efendim benim adım sadece Reis dedim. Nazım Hikmet gibi olmaya çalışıyorsun ama dedi sen de halk ozanı dili var dedi. Bunlara ağırlık ver dedi, devrim yapmaya kalkma daha çok erken dedi ve gönderdi önemli bir dersti benim için.

Peki o hapis sürecinden sonra gözünüz korktu mu, ben çizgimi biraz yumuşatmalıyım diye?

Yok çıkar çıkmaz örgütlülüğe devam ettim. Ama şöyle önemli bir şey olmuştu orada. Çıktığımda özlediğim iki tane şey vardı. Sefaköy' de oturuyor ailem.

Ardahan' dan geldiler mi onlar da?

Evet onlar da geldiler, benim arkamdan. Bir simit alıp, vapurda giderken simit yemek iki de o zaman sular akmıyordu, güzel bir banyo yapmak. Sefaköy İnönü Mahallesi'ndeki gecekonduları yapıp yapıp halka biz dağıttık, gariban anneme babama bir ev yapmadım ama herkese ev yaptık, oralarda dolaşırım, herkes beni çağırır bir çay ikram eder diye düşünüyordum. Öyle olmadı. Beni gören kapısını kapadı. 12 Eylül olmuştu.

Korktular mı?

BU DÜNYANIN SOSYALİZME İHTİYACI OLDUĞUNA İNANIYORUM...

Evet . Biz o dönem halkı Tanrısallaştırmıştık. Oysa halk çok yüklem isteyen bir şey değildi. Gücün karşısında çok çabuk ikna olan bir kavramdır. Halk ile kitleyi karıştırıyoruz biz. Güç neredeyse ona biat etmek zorunda bu bir kitledir. Halk başka bir kavramdır, halk örgütlü bir kavramdır. Biz bunu karıştırdık hep. O bende kırlıma noktası yaptı, olaya daha mantıklı ve bilinçli bakmaya başladım. Yarın devrim olacak, halkımız, peşimizde kavramı, ben de o gün değişmeye başladı. 12 Eylül oldu ve ertesi gün sokakta bir tek karşı çıkış olmadı. Bunu iyi algılamak gerekiyor. Ama ben kendi dünyamda bu dünyanın sosyalizme ihtiyacı olduğuna inanıyorum.

Peki neden filmleriniz hep Doğu'ya yönelik, Batı' da yaşamış insanın sorunları, problemleri yok mu?

Şehirle ilgili de yapılıyor, yeni kuşak sinemacılar yapıyor. İnsanlar kendi yaşamlarından yola çıkarak bir şeyler üretiyor ama baktığım zaman onunda Doğu'ya giderek, soyunu aramak, kökenini aramak gibi hikayelere yöneldiğini görüyorum. Bunu okurken, insanın kendi gerçekleri ile yüzleşmesi kavramına geliyor. Niye mesela ben gidip, Tuncel Kurtiz'i ikna edip, Çıldır' dan başlayıp, bir hikaye yazmaya başladım. Kendime sordum bunu, oyuncu olmayacak, senaryo olmayacak Tuncer ağabey ve ben bir kelime üzerinden inat sözcüğü...İnsan doğduğu büyüdüğü ortamda ispat etme arayışına ihtiyaç duyuyor belki de...Tamamlanmamış, eksik kalmış bir şeyler var orada. Ne doğru dürüst şehirli olabilmişiz, ne de köylü olabilmişiz.

Woody Allen'ı izlediğiniz zaman ne düşünüyorsunuz filmleri ile ilgili, o şehirli insanların yaşamlarını, aşklarını, kadın erkek ilişkilerini anlatır?

Bir kent aristokratının yaklaşımını görürsünüz, insan ilişkileri veya Ken Losch' a gidelim daha işçi sınıfının sorunları ile ilgilenir. İnat Hikayeleri filmimde şunu anlatmaya çalıştım 5 farklı öykü vardır. En sonunda bir bankacı ile köylü kurnazının hikayesine gelir dayanır.Bankacı köylüyü rahatlıkla idare edebileceğini zanneder ama köylü kurnazı, öyle bir hikaye çevirir ki, şehirliye taş çıkartır. Bu günün siyasetçilerine benzer...

Filmlerde neden Tuncer Kurtiz, İlyas Salman, neden Çağatay Ulusoy değil, Kıvanç Tatlıtuğ değil bu bir tercih mi?

Tercih tabii. İlyas Salman 24 yıl aradan sonra ilk kez bir başrolde oynadı. Neden onu çağırdım. Çünkü bir odada geçecek 13 yaşında bir kız ve 60 yaşında bir adam evlendirilmiş, gerdek odasına girilmiş film orada geçecek. Burada oyunculuğa, derinliğe ihtiyaç var. Sadece benim senaryoyu iyi yazmamla olmaz. Lal Gece filmi. Diğeri Tuncel Kurtiz' le tek kelimden, doğaçlama ikimizin yaptığı filmde de onun oyunculuğuna, birikimine ihtiyacım vardı.

Kağıttan Hayatlarda Çağatay Ulusoy' u izledim çok başarılıydı, neden yurtdışında olmuyor, neyi eksik diye düşündüm, görselliği de düzgün kolaya kaçmak mı bu ?

Oradan bakmamak lazım, örneğin Kıvanç Tatlıtuğ oyunculuğu o kadar gelişti ki. Bir hikayem vardı, Irak' ta işgal sırasında gerçekleşen bir orkestra hikayesi, yarım kalmış bir projem vardı ona teklif edecektim. Çünkü evet yakışıklı diye başladı ama çok geliştirdi oyunculuğunu benzeri diğerleri Çağatay ve kızlarda da var hem güzel hem çok iyi oyuncular. Bizim yönetmen olarak, yazar olarak bunlara ürün yetiştirme meselemiz var. İki tane yol vardır biri gerçekten sanatsal anlamda çok derinlikleri olan bir ürün üretirsiniz bir de iş yapıyor bunlar para kazanırız deyip kolayına kaçarsınız, o da bir alan. Kıvanç' ı oynatırsak, onun fanlarının izleyeceği gerçeği ama içerik ne. ya birbirine aşık zengin kız, fakir oğlan ya da küfürlerin geçtiği bir komedi serileri bunlar kolaycılık tarafı.

Niye mesela bir seri katil düşünülmüyor hemen aşk konuluyor?

Bir emek yatırım isteyen şeyden kolaya kaçıyoruz.

Diziniz yok değil mi neden, istemediniz mi?

İstemedim, derinliği olmayan bir şeyde, kendimi orada hissedemedim.

Finansal olarak sinema yapmak isteyenler, kendini nasıl rahat hissediyor, bu işe yeni başlayacak olanlar, ya da siz ?

Rahat hissedemez yeni başlayacak olanlar, biz de hissedemiyoruz. Sinema pahallı bir iştir, kolaya da kaçmazsanız, zor para bulursunuz.Uluslararası kaynaklara gideceksiniz, fonlara gideceksiniz, yerel kaynaklara gideceksiniz. Sponsor bulmaya çalışacaksınız, cebinizde varsa 1, 2 milyon koyup çekeceksiniz. Türkiye' de 2005 ten bu yana sinema fonu var. Devlet yönetiyor, seçici olarak da biz sektörün isimleri filmleri seçiyor ama sonuçta devlet kurumu çok müdahele yok ama ister istemez otomatik olarak devleti ve bürokrasiyi sıkıntıya sokmayacak bir otosansürle gidiyorsunuz oraya.

Dünyada da böyle mi, Amerika' da böyle mi mlyon dolarlık bütçeli Avatar'lar falan nasıl çekiliyor?

O sektör olarak sinemanın bir sistemi var orada ilerliyor ama bağımsız sineması aynı bizim çektiğimiz sıkıntıları çekiyor. Avatar endüstri sineması, proje oluşuyor bir senaryoya 10 milyon dolar harcanıyor. Yapımcı kavramı var onlarda, Türkiye' de yapımcı yok. Diyelim ki Warner Bros içinde yapımcılık kurumu içinde, bir senaryoya yatırım yapalım, şunları oynatalım diyorlar, fabrika gibi işliyor sistem. Bizde diyalim ki Taff ya da Şükrü Avşar gibi yapımcılar senin projeni alıp 5 milyon yatırırım derse yürüyebilirsin. Onlar da Box Office' den kazanabileceği filmlere yatırım yapıyor. Belki Taff diyecek ki, Reis Çelik' den de bir filmimiz olsun, o da prestij olsun ancak öyle. Yeşilçam' dan geriye yapımcı kalmamış.

Deniz Gezmiş'in hayatından bir kesiti anlatan filminiz, Hoşçakal Yarın tarihi anlatmak çok zor tarafsız olarak, genç kuşaklara bir misyon üslenip o günleri anlatıyorsunuz, nasıl hazırlandınız?

İnsan kendini toplumla ilişkilendiriyor önce ve toplumda neredesin ve ne yapmak istiyorsun sorularını soruyor ben bir gazeteci olarak, toplumu yaşadıkları ile yüzleştirmek istedim. Herkes bu gün ağlıyor ve kahraman ilan ediyor ya Deniz Gezmiş'i acaba o zaman ne yaptılardan yola çıktım. Mahkeme de idamı olmasın diyen yüzlerce milletvekilinden 32 el kalkmadı o idamı durdurmak için, Süleyman Demirel iki elini birden kaldırdı asılsın diye. Kürt meselesini anlatmak için Işıklar Sönmesin' i çektim.

Düz ve realist biçimde anlattınız mı?

Evet hiç bir saptırma yapmadım tamamen tarihi kaynaklardan, belgelerden yararlandım.

AKP'li Türkiye'yi de bir dönem sonra anlatmak isteyeceksiniz o halde ileride?

Tabii ki toplum kendi gerçekleriyle yüzleşecektir, ben anlatmasam, başka birileri anlatacaktır. Adnan Menderes'i bakın hala tartışıyoruz, çok filmler, diziler, belgeseller çekildi. Bakın bu gün bir oyuncu Twittır' dan bir şey yazsın, ertesi gün dizilerde yok.

Siz kullanıyormusunuz Twitter?

Çok kullanmıyorum aktif değilim, bana biraz yapay geliyor. Ben üretmekten yanayım. Şöyle kabadayılanmakla eş tutuyorum onu, sizi uzaktan görüyorum, kenardan uzaktan laf yetiştiriyorum. Yüzyüze gelmeye cesaret edemiyorum. Oysa sanatın öyle bir şeyi yok Twittır gibi pardon yanlış oldu deyip Deniz Gezmiş filmini geri çekemem.

Bir filminize okumuştum 8 yılda hazırlanmışsınız, ne kadar uzun bir süreç neler var bu sürecin içinde?

Önce ne yapmak istediğinize karar veriyorsunuz, sonra oturup bunu yazıyorsunuz, ortalama 2 yıl bu süre. Sonra o senaryoyu alıp kapı kapı dolaşıp ona para bulmaya dolaşıyorsunuz bir 2 yıl da öyle geçiyor.

Para bulma kısmı stresli bir süreç mi?

Tabii ki, istemediğin şeylere boyun eğiyorsun, istemediğin konuşmalara tanık oluyorsun.

Ama siz hala bir isim, marka olarak böyle şeylerle karşılaşıyormusunuz?

Ne yazık ki..Bakın Türkiye Sinema Destekleme Fonu'nun kurucularından birisiyim. 4-5 kişiyiz, Erkan Mumcu bakandı o dönem, sinemadan gelen birisiydi. İsmail Güneş, Aydın Sayman, ben, Abdurrahman Çelik, bakan 2 yılımızı harcadık, o yasayı çıkardık. Ben ''Lal Gece'' filmi ile bir de ben başvurayım dedim. Bundan film olmaz deyip bana vermediler.

Biz niye Oscar a yaklaşamıyoruz? Hint filmleri bile Oscar kazanıyor?

1. ayağı prodüksiyon olarak, yapımcı olarak zayıfız, filme hak ettiği görkemi ve parayı harcayamıyoruz. Bakın geçen sene ' Parazit' diye bir film Oscar'ı aldı. Kore filmiydi içinde bir kelime İngilizce kelime yoktu.

Nuri Bilge Ceylan Cannes film festivalinde ödül alıyor çokça ama sanki kendi ilişkileri iyi de alıyor gibi duruyor?

Ama Cannes film festivali başka yönetmenler dururken, onun kaşına gözüne ödül vermiyor ki, zengin değil neyine iltimas yapsınlar. Bu sene Oscar' a yolladıkları ağlak film bir Kore filminin remake i. Ayıp dedik. Bizden birisi Nobel aldı diye adamı bir öldürmediğimiz kaldı, kıskanıyoruz birilerinin bir şey yapmasını. Nazım Hikmet dedik adamı dışarılarda öldürdük, Ahmet Kaya dedik adamı dışarılarda öldürdük.

Hedefinizdeki projede neler var, karşımıza farklı bir proje ile çıkıp yine bizi şaşırtacak mısınız?

Belki de çalışıyorum bir ipucu vereyim. Kendimi ve toplumu bir kalıbın içinde kapatılmış hissediyorum. Bunu iktidarlardan ziyade, toplumun kendini kapattığı bir kolondan bahsediyorum. O kolonun içinde kalmış tek kişinin dramından bir toplumu anlatma hayalim var. Ama bu sefer şehirde geçer....Yaptığım projede önce samimiyet gerekiyor ve vizyonumu yüksek tutmak zorundayım....

Reis Çelik kimdir?

Reis Çelik (d. 1961, Ardahan), Türk film yönetmeni, senarist.

Hayatı

İlk ve orta öğrenimden sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda müzik öğrenimi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde Uluslararası Ekonomi okudu. Dünya gazetesinde, daha sonra Günaydın gazetesinde muhabir olarak 10 yılı aşkın çalıştı.

 Günaydın gazetesi içinde 1984 yılında Türkiye'nin ilk özel televizyon girişimi olan Video Gazete projesinde yer aldı. Daha sonra bu yayının yönetmenliğini üslendi. Benzer bir yayını Almanya’da TÜRKİYE'DEN VİDEO SELAM adıyla gerçekleştirdi.

Çok sayıda reklam filmleri ve 12 belgesel film yaptı.

Fotoğrafçılık konusundaki çalışmalarını ise aralıksız sürdürdü. 12 ayrı ülkede fotoğraf sergileri açtı.

1992 yılında atv televizyonun kurucuları arasında yer aldı. Çok sayıda program hazırlayıp yönetti. 1995 yılında gazetecilik,televizyonculuk ve reklamcılıkla ilgili çalışmalarına son vererek tamamen sinemaya yöneldi. İlk uzunmetraj filmini 1996 yılında çekti.

Reis Çelik ve Filmlerinin Aldığı Ödüller

• 62.Berlin International Film Festival (Berlinale): Crystal Bear
• 17.Nurnberg TD Film Festival-Germany: (Best Film, Best Actor, Best Actress )
• 38.Wurzburg Film Festival-Germany: Best Film
• 38.Buster International Film Festival-Denmark: Special Jury Price
• International Golden Boll Film Festival-Turkey: Best Actor, Audience Award
• 25.Tokyo International Film Festival-Japan: Best Asian/Middle East Film
• 38.Festival International Du Film Independent-Belgium: (Best Film, Best Director)
• Malatya International Film Festival : Best Director
• Adana Altın Koza Bilge Olgaç Ödülü
• Dadaş Film Festivali En İyi Film-Kurgu- Erkek Oyuncu-Kadın Oyuncu ödülleri
• Mar del Plata International Film Festival-Argentina: Best Director, Best Actor
• Asia-Pacific Screen Awards-Australia: Best Script
• Hanoi International Film Festival-Vietnam: Best Asian Film, Best Director, Best Actor
• Panorama of Efropean Cinema Athens :Best Director, IPRESCİ awırds
• Festival International des Cinemas d’ Asie de Vesoul (Musee Guimet Award)
• International Yekaterinburg Film Festival-Russia (Best Actor)
• Dublin International Film Festival - Best Actress (critics award)
• London Turksh Film Festival- (Golden Wings) En İyi Film
• Cyprus International Film Festival (Best Film Award) En İyi Film
• Fajr International Film Festival (Best Drector) En iyi Yönetmen
• Burherest İnternational Film Festival (Best Film) En İyi Film
• Roma Mediteran İnternational Film Festival (Best Film) En İyi Film
• Europa Alzas Best Docu-Drama –En İyi Avrupa Film
• Boston Akademi, Sinemada Mükemmellik Ödülü
• Varna Love of Foly Film Festival. Eleştirmenler Ödülü

Tüm yazılarını göster