Erdoğan için dikkat çeken benzetme

Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç verdiği röportajda dikkat çeken ifadeler kullandı. Gül’ün yeni partisinde yer alacağı konuşulan Haşim Kılıç, yargıya ilişkin sert eleştiriler yöneltti. Kılıç, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tutuklandığı dönemi hatırlattı.

Yeni Parti kurma hazırlığındaki 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ali Babacan’a yakınlığıyla bilinen Sivil Siyaset Hareketi isimli site, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Haşim Kılıç’la yaptığı röportajın ikinci bölümünü yayımladı.

Kılıç, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tutuklandığı dönemi hatırlatarak, "Dün bir siyasetçinin şiir okuduğu gerekçesiyle politik hayatının bitirilmesine karar veren anlayışla, bugün de terörü övme ya da hakaret suçunun içine gizleyerek ifade özgürlüğünü yok eden anlayış sahipleri arasında fark yoktur" dedi.

Gül’ün yeni partisinde yer alacağı konuşulan Haşim Kılıç, yargıya ilişkin sert eleştiriler yöneltti. Kılıç, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tutuklandığı dönemi hatırlatarak, "Dün bir siyasetçinin şiir okuduğu gerekçesiyle politik hayatının bitirilmesine karar veren anlayışla, bugün de terörü övme ya da hakaret suçunun içine gizleyerek ifade özgürlüğünü yok eden anlayış sahipleri arasında fark yoktur" dedi.

Kılıç’a, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçildiği dönemde yaşananlarla ilgili soru yöneltildi. Kılıç, Gül’ün seçildiği dönem yaşanan ve 367 krizini, Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul’daki seçimleri iptal etmesiyle benzerlik kurdu.

“’DURUMDAN VAZİFE ÇIKARANLARIN’ HALKTAN GEREKLİ CEVABI ALDIĞI GİBİ…”

Kılıç şunları kaydetti:

“2007 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin oylamasında TBMM’nin toplantı yeter sayısının 367 oy gerektirdiği şeklinde oluşan düşünce ve kararların saygıyı hak ettiğini düşünmüyorum. Hukuk tarihimizde insan aklıyla alay edilen en talihsiz karar olarak da niteleyebilirsiniz. Bu düşüncenin hiçbir noktasında yorum masumiyeti olmadığı için hukuksallık değerlendirmesi de yapılamaz. Nitekim AYM’nin 1 Mayıs 2007 günlü kararına karşı yazmış olduğum muhalefet şerhinin başında “tarihe not düşülmüş” bir bölüm vardır. Bu bölümde kararın hukuki mi yoksa boyun eğdirilmiş bir yargı kararı mı olup olmadığının ipuçları verilmektedir. İnanıyorum ki kararda imzası olan “bir kısım” üyelerimizin karar öncesi yaşadıklarını hukuk tarihine açıklamak gibi vicdani bir yükümlülüğü kendileri yerine getireceklerdir.

Hukuk tarihi, ‘hak ekseninden’ çıkılarak verilmiş kararların ‘halk iradesiyle’ düzeltildiği olaylarla doludur. AYM’nin TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçebilmesi için toplantı nisabının 367 oy olması gerektiği kararı kamu vicdanını ikna edemediği için yapılan erken seçimde halkın iradesi, vesayet odaklarını hizaya sokmuştur. Tıpkı 2019 yılında yapılan mahalli seçimlerde YSK’nın İstanbul bölgesiyle ilgili verdiği karara karşı yenilenen seçimde ‘durumdan vazife çıkaranların’ halktan gerekli cevabı aldığı gibi. Kuşkusuz bu kararın ağırlığı AYM’nin kararı kadar büyük olmasa bile, hak ihlalinde ortaya çıkan sonuca halkın iradesi aynı cezayı kesmekte gecikmiyor.

Yaşanan olaylar göstermiştir ki, yargı mensuplarının sahip olduğu ‘yorum hakkı’ dürüst kullanılmadığında sorun üretir. İnançların, ideolojilerin ya da korkularının işgali altında kalan vicdan sahiplerinin adalet dağıtması zordur. Yargı vicdanı bunlardan arınmadıkça devletin farklılıklar arasında hakemlik görevini adil bir eksende sürdürmesi düşünülemez.”

“DÜN BİR SİYASETÇİNİN ŞİİR OKUDUĞU GEREKÇESİYLE POLİTİK HAYATININ BİTİRİLMESİNE KARAR VEREN ANLAYIŞLA, BUGÜN DE…”

Kılıç’a AKP’nin kapatma davası sonrası yaşananlarla da hatırlatıldı. Kılıç’a sorulan sorulardan biri “AKP kapatma davası bittikten sonra şöyle bir çağrı yapmıştınız: ‘Siyasi aktörlere buradan seslenmek istiyoruz. Topluma ters gelen anayasa kuralları varsa bu konuda süratle uzlaşarak gerekli düzenlemelerin yapılması zorunluluk haline gelmiştir’. Bu ifadelerden AYM’nin yapısal sorunlarının bulunduğu açıktır. Bu yönde çabalarınızı sürdürdünüz mü? Bu çağrıya siyasilerin olumlu yanıtları oldu mu?” oldu.

Kılıç bu soruya şöyle yanıt verdi:

“Anayasal kuralların ya da yasal düzenlemelerin isabetle yazılmış olması tek başına yeterli olmuyor. Bu kuralları uygulayacak olanların, olaylar karşısında ortaya koyacakları tarafsızlık refleksini kamu vicdanı hissetmedikçe inandırıcı olamıyorsunuz. Yargıç vicdanı karar verirken, dostluk ve düşmanlık duygularından uzakta durması gerekir. Öznel duygular, konjonktürel iniş ve çıkışlar, mahalle baskısı, adalete ulaşmada engel yaratan tarafsızlık sorunlarıdır.

Bir gerçeğin altını çizmek isterim. Cumhuriyet kurulduğundan beri yargı, siyasi öfkenin silahı olarak kullanılmış ve halen de kullanılmaya devam edilmektedir. Dün bir siyasetçinin şiir okuduğu gerekçesiyle politik hayatının bitirilmesine karar veren anlayışla, bugün de terörü övme ya da hakaret suçunun içine gizleyerek ifade özgürlüğünü yok eden anlayış sahipleri arasında fark yoktur. Siyasi söylemleri ve eleştirileri kolayca suça dönüştürebilen yargı organlarının kararları sorun olmaya halen devam etmektedir.

AK Parti’nin kapatma davası sonuçlandıktan sonra yaptığım çağrının amacı tam da bu sorunu çözmeye yönelikti. Siyaset dünyasının sorunlarını hukuksal zeminlere oturtmanın güçlüğü açıktır. 2010 yılında gerçekleşen 26 maddelik anayasa değişikliği bu çağrımıza verilen en olumlu cevaptı. Ne yazık ki, tarafsız ve bağımsız bir yargı hayali bu değişikliklerle de gerçekleşemedi. FETÖ’nün yargıyı işgal hareketi, yeşeren umutları yeniden kuruttu. Sonuçta rengi farklı yeni bir vesayet odağı oluşmuştu bile. Denilebilir ki korkunun en acımasızca yaşandığı yargı kurumlarından adalet dağıtması beklenemez.”

Sonraki Haber