''Biz Meclis'e giremezsek Türkiye'de hiçbir şey değişmez''

Haber3.com yazarı Bülend Kırmacı, Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak'la konuştu.

HABER3.com - Özel Röportaj - Büyük Birlik Partisi (BBP) ile seçim iş birliği yapan Saadet Partisi, "Milli İttifak" ile seçime giriyor. Ankatlerde dikkat çeken oy oranlarına sahip olmaya başlayan Saadet Partisi, bu ekz önceki seçimlerde olmadığı kadar iddialı. Saadet'in liderliğini yapan Mustafa Kamalak, 1948 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Prof. Dr. Kamalak, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyeliği ve Kurucu Dekanlığı ile XX. ve XXI. Dönem Kahramanmaraş Milletvekilliği yaptı. 4 Mayıs 2014 tarihli kurultayda Saadet Partisi Genel Başkanlığına tekrar seçildi.

Yazarımız Bülend Kırmacı, Vatan Partisi ve DSP'den sonra bu kez Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak ile seçim çalışmaları hakkında konuştu. İşte partinin Ankara Balgat'taki Genel Merkezi'nde Kamalak'la görüşen Kırmacı'nın röportajı:

-Partiniz, bu seçimler için Büyük Birlik Partisi (BBP) ile seçim iş birliği oluşturdu… Aslında kamuoyunun belli kesimlerinde böyle bir işbirliğinin merkezinde MHP’nin de olacağına dair bir beklenti vardı… Şimdi birinci sorum; bu birliktelik neden olmadı? İkinci sorum da; Saadet Partisi ile BBP birlikteliğinden seçimlere yönelik nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

MK: Evet başlangıçta “Üçlü İttifakın” olmasını arzuluyorduk. Çünkü Türkiye’nin gerek içeride gerekse dışarıda hakikaten çok büyük problemleri var. İçeride misalen işsizlik devasa boyutlara ulaşmış durumda. Bundan on yıl önce Türkiye’deki işsizlik oranı % 6.6 iken, şu an % 11.3’lere çıkmıştır; yani aşağı yukarı yüzde yüz artmış durumda… Bunun rakamsal karşılığı 3,5 milyon kişi eder. Tarımdaki gizli işsizlerle, iş arama talebini kesmiş olan gençlerimizi hesaba kattığımızda; bu rakam, 6 milyona varıyor. Aslında üniversite gençliğini de buraya dahil etmek lazım. Çünkü üniversitelerimiz yazık ki, “işsizler ordusuna” niteliksiz işsizler ekliyor. Zira üniversiteyi bitirmiş olan bir gencimizin iş bulma ihtimali çok düşüktür. Çünkü şu an bile 1 milyondan fazla üniversite mezunumuz işsiz. Sadece istihdam alanı mı sorunlu?..



"TÜRKİYE'NİN ACİL YENİ VİZYONLARA İHTİYACI VAR"

Gelir dağılımındaki adaletsizlik, üretimdeki gerileme, dış borçlardaki artış, cari açığın bir türlü aşağılara doğru çekilememiş olması, sonra, komşularımız bakımından münasebetler alabildiğine bozulmuş olması, “komşularla sıfır problem” denirken, şu an bütün komşularla savaşacak hale gelmiş bulunmamız; Türkiye’nin, acil yeni vizyonlara ihtiyacının olduğunu ortaya koyuyor…

Düşünün on yıl önce Türkiye’nin misalen Suriye ile, Irak’la, Mısır’la, Libya ile olan ilişkileri mi daha düzgündü, şimdi mi daha düzgün? 1974 Kıbrıs Barış Harekatını yaparken bize dışarıdan destek veren tek ülke Libya idi.. Libya’dan şu an sivil gemimize ateş açılıyor…

"ADETA SAVAŞ HALİNDEYİZ"

Dün diyebileceğimiz bir mesafede “İsrail ile yapılacak olan bir savaşta yenildiğimiz takdirde…” diyordu Suriye’li yetkililer, “…Suriye Meclisine Türk bayrağı çekeriz”…

Şu an malum. Eğit-donat çerçevesinde orayla adeta savaş halindeyiz.

"MECLİS'E GİREMEZSEK TÜRKİYE'DE HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMEZ"

Bütün bu konuları restore edebilmek için, onarabilmek için, yapıcı bir zihniyetin iş başında bulunması lazım. Eğer bu seçimlerde Milli Görüş’ü temsilen Saadet Partisi, tabii Milli İttifakı da temsilen yine Saadet Partisi Meclis’te olmayacak olursa, bu seçimleri yapmanın fazla bir anlamı olmayacaktır. Diyelim seçim sonunda, bizim dışımızda ve halen Meclis’teki dört parti yine Meclis’te olacak olsun; ancak zaten şimdi de Meclis’teler; aynı şekilde al birinden üç milletvekili diğerine ilave et, bu durumda hiçbir şey değişmeyecek…



MHP İTTİFAKTA NEDEN YOK ?

Biz dedik ki, güçlü bir ekiple girelim Türkiye’nin problemlerine neşter vuralım, burada da çatının hiç şüphesiz Milliyetçi Hareket Partisi olması gerekirdi. O münasebetle biz hiçbir şart ileri sürmeden böyle bir ittifaka hazır olduğumuzu beyan ettik. Ama, olmadı… Neden olmadı niye olmadı? Bunun cevabını tabii ki MHP’nin yetkilileri vermelidir. Onlar adına daha fazla bir şey söylememiz nezaket kurallarına uymaz.

"SON ANKETLERDE %10'UN ÜZERİNDEYİZ"

-Peki nasıl bir sonuç bekliyorsunuz seçimden? Bir dolu anket, araştırma çalışmaları yayınlanıyor. Kuşkusuz sizler de, sahadan olsun, bu çalışmalar bağlamında olsun, bazı verilere sahipsinizdir. Bunların ışığında bu seçimden aritmetik olarak da nasıl bir sonuç bekliyorsunuz?

MK: Bizim araziye baktığımızda bir baraj problemimizin kalmadığı kanaatini taşıyoruz. Tabii bizim ittifak öncesi yaptırdığımız anket vardı… Metropol şirketine yaptırmıştık. Aralık ayında yaptırmıştık. Onun bize vermiş olduğu veriler şöyleydi: - Soruyor anketör: “Saadet Partisi çatısı altında BBP ile kurulacak bir ittifak’a oy verir misiniz? – Yüzde 17.9’u “oy veririz” diyor… İkinci bir soru takip ediyor. – “Bu kararınız kesin mi?” – Yüzde 8,1 “evet” diyor. Aralık ayındaki bir anketin sonucu, bu…

Daha sonra (ittifak’tan sonra) bu ittifakın barajı aşıp aşamayacağı konusunda sanırım BBP üç defa anket yaptırdı. Onların çalışmaları daha yeni; Ocak, Şubat, Mart’ta sanıyorum araştırma yaptırdılar; oralarda % 10’un üzerinde görünüyoruz.

"İTTİFAK %36'YA KADAR ÇIKIYOR"

Tabii yarınları ancak Allah bilir. Ama araziye baktığımızda gözler ışıl ışıl. BBP’nin yaptırmış olduğu anketlerde Sadet Partisi ile BBP ittifakının % 10 ile % 36’ya kadar çıktığını görüyoruz.

"GÜMRÜK BİRLİĞİ TÜRKİYE'NİN ALEYHİNE İŞLİYOR"

Sayın Genel Başkan, Partinizin ekonomi ile ilgili vaat ve söylemlerinden söz edersek; iki tane belirgin sorum olacak… Birincisi Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği ile ilişkilere nasıl bakıyorsunuz?.. O arada İslami kalkınma ve ekonomi konusundaki kimi teşkilatlarla, yapılanmalarla ilişkiler açısından nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz? İkinci sorum; dış ticarette dünyada halen geçerli olan hakim sistem hakkında bir takım eleştirileriniz var mıdır?

MK: Gümrük Birliği konusunda tek yönlü işleyen bir mekanizma ile karşı karşıyayız. Tek Yönlü; o da, Türkiye’nin aleyhine. Mutlak suretle hakkaniyet ölçüsü içerisinde bu Gümrük Birliği’nin yeniden gözden geçirilmesi kanaatindeyiz, biz…

Bizim D-8’leri kurarken orada öne çıkardığımız 6 temel ilke vardı: Bunlardan biri de sömürü değil, hakça paylaşım… Yani ilişkiler, ekonomik ilişkiler hakça paylaşım üzerine kurulmalı diyoruz biz, Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimiz bakımından da aynı düşüncedeyiz.

Öbür taraftan, bizim kimseye karşı bir husumetimiz yoktur. İslam ülkeleriyle de öyle, diğer ülkelerle de öyle… Kardeş bile kardeş ile alış-veriş yaptığında hakkı gözetir öyle de olması lazım bu ilişkinin devamı için… Biz bu düşünceden hareket ediyoruz.

"ÜRETİM SEFERBERLİĞİ BAŞLATACAĞIZ"

-Dünya’da ticarette genel bir meri sistem var. Kotalar uygulanabiliyor, ticaret konusunda sınırlamalar olabiliyor örneğin. Sizin konuya bakışınız nasıl?

MK: Bu kotalar hep zaten zayıf, gelişmekte olan, geri kalmış ülkeler için uygulanıyor… Biz, ülkemizin menfaatinin gerektirdiği yerlerde bu kotalara uymayız. Değişmeyen gerçek şudur: Ekonomik gücün kadar, siyasi gücün var! İtibarın, üretimin kadardır! Biz, iktidara geldiğimizde mutlak surette bir üretim seferberliği başlatacağız.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası alanda Türkiye ile ilgili olarak dört önemli rapor hazırlanmıştır. Bunlardan üçü ABD tarafından dördüncüsü de Almanya tarafından hazırlanmıştır. Bu dört raporun dördünde yazık ki Türkiye’nin kalkınmasına, sanayileşmesine yer verilmiyor. Tarım ülkesi olarak kalması öngörülüyor. Mesela Amerika’nın hazırlamış olduğu ilk raporda, Türkiye’nin karayollarına ağırlık vermesi öne çıkarılıyor; güya tarım arazilerine ulaşılacak ama esas olarak madenlerin dışarıya aktarılması için karayolu önemli onlar açısından… Yani, perde gerisini görmek lazım. İki; Türkiye karayolu aracı üreten ülkeler için bir pazar yerine dönüştürülecektir…  İşte bunlardır gerçekler.

"KATMA DEĞERİ ARTIRAN ÜRETİM SİSTEMİNE GEÇMELİYİZ"

O bakımdan biz diyoruz ki; üreten ekonomi! Üreten ekonomi aşamasına geçebilmek için iki şeye önem vermek lazım: Bir, Ağır Sanayi. Ve de nasıl bir sanayi?: Yaygın, Genel, Hızlı, Makineye dayalı ve İleri Teknolojiyi özümseyen bir sanayi… Türkiye bugün maalesef en ilkel bir üretim metodu olarak emek yoğun üretimi uyguluyor. Bu Türkiye bakımından kabul edilemez bir durumdur. Biz katma değer üreten, katma değeri artırabilen bir üretim sistemine geçmek durumundayız. Aksi halde Türkiye ile “gelişmiş ülkeler” arasındaki mesafe sürekli açılacaktır.

Bugün biz Soma’da olduğu gibi Ermenek’te olduğu gibi, belki onlarca belki yüzlerce gencimizi toprak altında bırakarak, şehit vererek maden çıkarıyoruz…. Diyelim demir çıkardık, demirin tonu piyasada 1400 TL- 1500 TL olsun. Haydi olsun 2000 TL. Emek yoğun olarak çıkarıyorum ben, bunu… Elin adamı alıyor sermaye-yoğun üretime tabi tutuyor bana araba olarak satıyor. Nereden bakarsak bakalım bir araba 50 bin TL. Benden adam 2 bin TL’ye aldı…

"BİZDEN DEMİRİ ALIP TELEFON OLARAK SATIYORLAR"

Demiri telefon yapımında kullanacaksa ve ileri teknolojiye tabi tutacak olursa bu sefer 50 bin değil 50 milyon devreye giriyor. Akıllı telefon ürettiğini düşünelim 50 gramlık, 100 gramlık… Bir ton demirden belki de 20.000 telefon üretir adam. Bir telefonunda piyasa fiyatı yaklaşık 3.000 TL. Demek ki 20.000 telefonu 3.000 TL ile çarparsanız 60.000.000 TL eder. Benden ne yaptı 2000 TL almıştı bu demiri değil mi?.. İşte bu çarklar ancak devlet politikası ile lehimize çevrilebilir.



"BİZ YAPARIZ, ONLAR YIKAR, SATAR.."

Biz, planlı geliyoruz… Yıllardan beri sanayi, teknoloji diye çırpınıyoruz. Biz, 1977 yılında ağır sanayiye yönelik tam 383 proje hazırladık. Bunların önemli bir kısmı uygulamaya konuldu. İktidarların sata sata bitiremedikleri fabrikalar temellerini bizim attığımız, bir çoğunu da bizim açtığımız fabrikalardır. Şimdi Ak Parti çıkmış, “başkaları söyler, biz yaparız” diyor… Hayır! Biz, yaparız, başkaları satar; Ak Parti’de başta olmak üzere…

Biz yaparız, onlar yıkar! Nitekim Kıbrıs Barış Harekatında biz kardeşlik ilişkisini kurmuştuk Libya ile bak, onlar yıktı! Öbür taraftan biz 1997’nin 17 Haziran’ında D-8’leri bir araya getirmiştik, aralarında diplomatik ilişki dahi bulunmayan, misalen, İran ile Mısır’ı aynı masaya oturtmuştuk. Şu an Türkiye’nin Mısır ile ilişkileri asgari düzeyde. Ne oldu o “Rabia işaretleri” filan? Ne oldu? Biz yaptık, onlar bozdu…

"ENDERUN" GİBİ ÜNİVERSİTE

Gençlerle özellikle de üniversite öğrenimine aday gençlerle ilgili özgün bir projenizden söz edebilir misiniz?

MK: Biz, Anadolu’nun süper zekalı öğrencilerini alıp, onları devlet desteğiyle özel eğitime tabi tutacağız. Osmanlı’daki Enderun anlayışında olduğu gibi… Sokollu’yu, Mimar Sinan’ı yetiştiren o anlayışta, o dikkatte, o özende olduğu gibi.

Günümüz Türkiye’sinde de, o üstün zekalı çocuklarımıza, en ileri eğitim olanaklarını sağlayıp, ileri teknoloji olanaklarıyla donatıp, en iyi bir şekilde yetişmelerini sağlayacağız. Değil onlardan üniversite öğrenimi harcı almak, tam tersine, onlara 10 bin 20 bin TL burslar vererek, onları yurt dışında stajlara da göndererek ülkelerine ve ekonomiye hizmet etmelerine yol açacağız.  İşte o çocuklar bizim 1500 TL ye sattığımız demiri işleyecekler, katma değeri ekleyecekler ve 60 milyon TL değere eriştirecekler. Bu çocuklarımıza her türlü olanağı sağladığımızda toplum da, Millet de, ülke de kazançlı çıkacak.

"REFAH-YOL'DAN BAŞARILI HÜKÜMET VAR MI ?"

- 12 Eylül Askeri döneminin en güçlü ismi, eski Cumhurbaşkanlarından Kenan Evren vefat etti biliyorsunuz. Bu durum, “demokrasi ve darbe” tartışmalarını da yeniden alevlendirdi. Birinci sorum şu: Rahmetli Erbakan’ın 28 Şubat’a bakışı nasıldı? Bir sorum daha olacak, dilerseniz önce bunun yanıtını alalım.

MK: Tabii ki 28 Şubat süreci Milli Görüş’e karşı yapıldı. Aslında Millet’e karşı yapıldı. Biz hangi suçu hangi vebali işlemiştik ki, bizim yolumuz kesildi? Milletin tankları Milli İradenin üzerine sürüldü. Şöyle düşünün: -Aziz Milletimiz de araştırsın lütfen- Cumhuriyet’in kurulduğu tarihten bu yana, 1923’te Cumhuriyet’imiz kurulmuş; şu an 2015’lerdyeiz, bu süreç içerisinde Refah-Yol Hükümetinden daha başarılı bir hükümet var mıdır? 11 aylık süre içinde? Yazık ki, yok! Keşke olsa! Çünkü ülke bizim, devlet bizim… Eğer sonra gelenler bizden daha başarılı olsa derdik ki, (kardeşim Refah-Yol, yolu tıkıyordu)… Öyle değildi; biz, “denk bütçe” yapmıştık… İşçiye, memura, emekliye yüzde elli zam vermiştik. Dışarıdan bir kuruş borç almamıştık. Dışarıda para-babalarına el açmamıştık… Havuz sistemini kurmuştuk. İşçiyi, bütün emekçileri enflasyondan koruyabilmek için eşel-mobil sistemini uyguladık.

Sonra mazlum milletlere yönümüzü çevirdik. Dedik ki, “kardeşlerim gelin bir olalım” ve öylece D-8’leri kurduk. Küresel emperyalizme karşı duruşun ilk adımıydı D-8’ler… Öbür tarafta hırsızların hortumcuların, sömürü kaynaklarını kestik. İşçi, memur, emekliye ilk etapta % 50 zam, ardından % 30 daha zam, ardından % 20 zam daha verdik; kümülatif olarak en düşük zam itibariyle bu, yüzde yüz elli zam demektir… Bağ-Kur emeklilerine çok önemli zam verdik. Asgari ücreti üçe-beşe katladık. Taban fiyattı, tarımdı, hayvancılıktı, fındıktı, çaydı: üçe-beşe katladık. Her alanda gerçekten başarı sağladık. Dış borcu 10 milyar dolar düşürdük. Ama haramiler yolumuzu kesti…



"PARTİMİZ KAPATILINCA ERBAKAN HOCA DEDİ Kİ.."

Erbakan Hocamız Partimizin kapatıldığını öğrenir öğrenmez: “Arkadaşlar, biraz önce öğrendik ki Anayasa Mahkememiz, Partimizin, Refah Parti’mizin kapatılması konusunda bir karar vermiştir. Bunun tarih içerisinde basit bir noktadan başka bir önemi yoktur. Ülkemizin her zamankinden çok daha fazla sükunete, huzura ihtiyacı vardır. Huzuru katiyen bozmayalım.” biçiminde Meclis grubumuza mesaj verdi… Ben de Meclis’teydim. Bir çok milletvekilinin açıkça ağladığını gördüm. Ama, Ordu, bizimdi! Millet bizimdi! Hiçbir insanımızın burnu kanamamalı idi… Ve o bağlamda Teşkilatı bir arada tutabilmek için çeşitli ziyaretlerde bulunuldu. Almanya’ya gitmişti Erbakan Hoca… Orada bir sempozyum düzenlenmesine karar verilmiş; Türkiye’deki gelişmeler; demokrasi ile asker ilişkisi ele alınacak… Ve Hocamız bu sempozyuma benim de katılmamı istemişti.

"ŞANLI TÜRK ORDUMUZU SUÇLATMADI"

Mesela bir arkadaşımız orada konuşuyordu, “Türkiye’de demokrasinin askerin vesayeti altında olduğunu, partiyi kapatanın aslında Anayasa Mahkemesi değil askeri vesayet olduğunu” söylüyordu ki; Hoca yerinden kalktı geldi o milletvekilinin sözünü kesti, mikrofonu ele aldı ve dedi ki; “Değerli arkadaşlarım her toplumun içinde yanlış düşünenler olabilir, Ordu’nun içinde de olabilir, ama Şanlı Türk Ordusunun içerisinde birkaç kişi yanlış düşünüyor diye Şanlı Ordumuzu suçlamak doğru değildir” dediler.

Öbür taraftan özel konuşmalarımızda muhterem Hocam, “günü geldiğinde hukuk kuralları çerçevesinde bu subayların cezalandırılmasını ister miydiniz?” diye sorulduğunda, O, şefkatle, “Hayır!” dedi, “bunların eğitime ihtiyaçları vardır, cezalandırılmaya değil” dedi…

BOMBA VE FÜZE YAPACAK İLERİ TEKNOLOJİ

Buradan hareketle, Türkiye, çeşitli ara dönemler yaşadı. Bütün bu hadiselerden dolayı mağdur olan çeşitli kesimler oldu. Bugün de baktığımızda demokrasi kültürümüz ve hukuk sistemimiz ne ölçüde bir olağanlaşmayı, normalleşmeyi, doğallaşmayı vaat ediyor?

MK: Karamsar olmaya lüzum yoktur. Eğer gerçekten demokratik sistemin hayatımıza tam hakim olması isteniyorsa, önce güçlü bir ekonomi kurmak mecburiyetindeyiz. Güçlü bir ekonomi için iki temel koşul var… Birincisi, adil bir hukuk sistemi. İkincisi, nitelikli bir eğitim. Ben, Türkiye’deki en önemli problemin ekonomik problem olduğunu düşünüyorum. Bunları çözmeden toplumun diğer problemlerini çözmek mümkün değil. Ancak, bunun için de adil bir hukuk sistemi ve nitelikli bir eğitimin hayata geçirilmesi şart. Eğer üretimimizi, biraz daha ileri teknolojiye tabi tutarsak uçak üretiminde, bomba üretiminde, füze üretiminde kullanacak olursak bu ileri teknolojiyi, o zaman milyonlar değil milyarlar devreye giriyor.

Türkiye’nin savunma sanayiyi ile ilgili olarak, “Çin ile mi anlaşma yapılsın, Fransa ile mi?” dediğimizde milyar dolarlar söz konusu oluyor. Bizim bu noktalara ulaşmamız lazım. Aziz Türk Milletinin her bir ferdi o füzeleri, o ileri teknolojiyi kullanan ülkelerin bireylerinden daha az zeki değildir. Şu halde, biz, zeka israfında da bulunmamalıyız. Bu da ancak devlet politikası ile olur. Eğer devlet sanayileşmede öncülük görevini üstlenmezse, üretici, imalat sanayindeki üreticiler, ticari alana kayar. Çünkü ticarette kısa sürede eldeki metayı paraya dönüştürmek mümkün olur.

"AĞIR SANAYİYE YÖNELMELİ"

Ağır sanayi öyle değil. Misalen hiçbir sermayesi bulunmayan bir kimse, diyelim ki, Bülend Bey olarak, tanıdığınız itibarlı kimseler var, onları araya koymak suretiyle yurt dışından bir milyon dolarlık mal getirebilirsiniz ve onu 2 milyona satabilirsiniz ve sizin hiçbir sermayeye dayanmadan bir alış-verişten vergisi de var tabii, bir milyon brüt kazanmak imkanınız doğar. Aynı Bülend Bey, sanayiye yöneldiğinde, ağır sanayiye yöneldiğinde, her şeyden önce birkaç milyarlık sermaye bulması lazım yatırım için. Yetmez, o sermayeyi değerlendirebilecek teknik personele ihtiyacı var. Fabrikasını kuracak, onların ücretlerini ödeyecek, bu yıllar alır.

"ÖZEL TEŞEBBS YETMEZ, DEVLET ÖZELİ DESTEKLEYECEK"

Nitekim biz 1956’da Gümüş Motor fabrikasının temelini atmışız ancak 1961’de üretime geçebilmiştir. Bu arada ana sermaye dışında işletme sermayesi devreye sokulmuştur. Bunu özel teşebbüs kaldıramaz. Devlet özel teşebbüsü destekleyecek, yol gösterecek, tıkandığı yerde “yanındayım” diyecek ama motor gücünü kendisi ifa edecek. Nitekim Almanya’nın kalkınması, devlet eliyle, devlet öncülüğüyle olmuştur.

BATIYI TAKLİT EDEN DEĞİL, KENDİSİ TAKLİT EDİLEN BİR TÜRKİYE

Sayın Genel Başkan, son olarak neler eklemek istersiniz. Ya da ben özel bir soru sorayım: Nasıl Bir Türkiye var gönlünüzde?

MK: Müreffeh bir Türkiye… Yarından emin bir Türkiye… Bütün vatandaşlarının yarınından emin olduğu bir Türkiye… Komşularıyla barış içinde yaşayan bir Türkiye… Batı’yı taklit eden, oraya öykünen değil, kendisi taklit edilen, insanlığa rehber olan bir Türkiye… Biz, tarihin en şanlı milletinin evlatlarıyız. Tarihimize layık bir Türkiye, bunu istiyorum…

Sonraki Haber