2003’ün Palyaçosu

Taşrada bir sirk düşünün. Çadır tıklım tıklım. Gösteri başlamadan az önce sahne arkasında yangın...

Engin Civan engin.civan@haber3.com

Taşrada bir sirk düşünün. Çadır tıklım tıklım. Gösteri başlamadan az önce sahne arkasında yangın çıkar. Panik halindeki sirk direktörü, kıyafetlerini giymiş sahne almaya hazır palyaçoyu sahneye sürer ve seyircileri uyarmasını söyler. Palyaço seyircileri derhal salonu terk etmeleri için uyarır. Seyirci,uyarıyı sirk programının açılışı sanır. Palyaço el kol hareketleri yaptıkça seyirciler gülmekten kırılıp geçerler. Çaresiz palyaço uyarıların dozajını artırdıkça seyircilerin kahkahaları coşar. Kısa süre sonra alevler bütün binayı ve seyircileri sarar.

Yukarıda aktardığım alıntı, dünyanın en tanınmış filozoflarından Danimarkalı Soren Kierkegaard’a aittir. Filozof 19.uncu yüzyılda tasarladığı ikilemle, Hiristiyan inanç dünyasının inancını yitirdiğini, yanlış anlaşılmanın nefreti ve savaşları beraberinde getireceğini ve sonunda tüm dünyanın alev sarmalı içine düşeceğini öne sürmektedir.

Bir anlamda cehennemin yeryüzündeki giriş katına ziyaret.

Palyaço sahneye fırlamadan önce üzerindeki giysileri çıkarmayı akıl etse, acaba seyircileri yaklaşan alevlere karşı uyarabilir miydi ? Komik olması gereken ve güldürü görevini üstlenmis bir palyaço, seyircilerin beklentisini, giysilerini değiştirerek, kırabilir miydi ? İnsanlar kurtarılabilir miydi ? Bilinmez.
Bilinen, medyatik 21.yüzyılda, görüntü ve gerçeğin bir gergef gibi nasıl iç içe geçtiği.
Danimarkalı filozof benzetmeyi kendi inanç dünyası için yapmış ancak bu dahiyane benzetme, 2003 senesi içinde Türkiye’ye ve Türkiye’nin uyguladığı dış politikaya bence çok uygun.

Esinlenme :

Bu benzetmeden esinlenerek ben de, 2003 senesinin sade bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Türkiye’nin iç politikası ve günlük yaşamı yazımızın konusu değil. O konu zaten televole kültürü içinde, her tanesi birbirinden farksız, bir avuç leblebi gibi, kavrulup gidiyor.
Ancak dış politikaya gelince işler biraz farklı. Yanlış anlaşılmasın benim burada dış politika ile kapsadığım Dış İşleri Bakanlığın yürüttüğü mutad işler değil. Benim üzerinde durduğum hiç bir insiyatifi olmadan, AB tarafından empoze edilen, ABD tarafından dikte edilen, kurumsal bazda, işleme konan, yaptırımlar.

Abicim Yok Yok :

İktidar IMF’nin ekonomik politikasını kraldan çok kralcı biçimde uygulamakta. Programın sosyal boyutunu ve sosyal maliyetini tartışan bile yok. Irak politikası ve Irak’ta kurulması beklenen Kürt devleti konusunda sağlıklı bir tartışma yok. Gürcistan’da yaşanan ve yaşanacak olan olaylar konusunda, ‘büyüklerimiz’ sirkteki seyircilerden farksız. Kıbrıs ve Kıbrıs’ın AB ile entegrasyonu konusunda tarafsız bir platform yok. Sadece bir kaç gazeteci arasında ‘kayıkçı kavgası’ yaşanmakta.
Türkiye’den ne istenirse yerine getirilmekte. Dışarıdan gelen tekliflere yok, yok.


Kurumların Durumu :

Yukarıdaki konuların objektif bir biçimde analizinin yapılması gereken platform medya. Ancak büyük medya ekonomik krizden sonra içine düştüğü finans darboğazından dolayı hükümetten farklı düşünme seçeneğinden mahrum.
Mustafa Kemal’in başlattığı çağdaşlaşma transformasyonuna öncelik etmiş yargı sistemi
tamamen dağılmış vaziyette. Yargı yapısı, Meclis ve Medya arasında, iki gökdelenin arasında sıkışmış kagir ev gibi, köhneleşmiş bir vaziyette, kundaklanacağı günü bekliyor.

Pazarlarda, çarşılarda, sanayi sitelerinde, cami avlularında, otobüs duraklarında insanlar bir yılı daha geride bırakırken yaşam savaşı vermekte. Aş ve iş mücadelesine devam.
Umarım ülkeyi yöneten elitler 2004 senesine önce üzerlerindeki giysileri çıkararak başlarlar.

2004 :

31 Aralık gece saat 12 insanların seçtiği sembolik bir an. En uzun gece 21 Aralık gibi bio-ritmik bir anlamı yok. Mevsimsel ya da uzay bağlantılı bir değer de taşımıyor. Yeni Yıl sadece simgesel bir anlam taşımakta. Günlerin akışı içinde, bir an durup, geçen 12 ayı değerlendirmek gibi. Gelecek 12 ay için, hevesler taşımak gibi. Gençler için gelecek 12 ay daha heyecan verici, kemale erenler için ‘bir yıl daha devirdik’ baskın duygu. Yaşını başını almışlar için ‘ İşte geldik gidiyoruz şen ola Halep şehri’ belki daha yerinde bir deyim.
Hayatın hangi evresinde olursanız olun, yaşam umut demektir, elden bırakılmaz. Yeterki bilinçli yaşansın.
Mutlu Yıllar


">

Taşrada bir sirk düşünün. Çadır tıklım tıklım. Gösteri başlamadan az önce sahne arkasında yangın çıkar. Panik halindeki sirk direktörü, kıyafetlerini giymiş sahne almaya hazır palyaçoyu sahneye sürer ve seyircileri uyarmasını söyler. Palyaço seyircileri derhal salonu terk etmeleri için uyarır. Seyirci,uyarıyı sirk programının açılışı sanır. Palyaço el kol hareketleri yaptıkça seyirciler gülmekten kırılıp geçerler. Çaresiz palyaço uyarıların dozajını artırdıkça seyircilerin kahkahaları coşar. Kısa süre sonra alevler bütün binayı ve seyircileri sarar.

Yukarıda aktardığım alıntı, dünyanın en tanınmış filozoflarından Danimarkalı Soren Kierkegaard’a aittir. Filozof 19.uncu yüzyılda tasarladığı ikilemle, Hiristiyan inanç dünyasının inancını yitirdiğini, yanlış anlaşılmanın nefreti ve savaşları beraberinde getireceğini ve sonunda tüm dünyanın alev sarmalı içine düşeceğini öne sürmektedir.

Bir anlamda cehennemin yeryüzündeki giriş katına ziyaret.

Palyaço sahneye fırlamadan önce üzerindeki giysileri çıkarmayı akıl etse, acaba seyircileri yaklaşan alevlere karşı uyarabilir miydi ? Komik olması gereken ve güldürü görevini üstlenmis bir palyaço, seyircilerin beklentisini, giysilerini değiştirerek, kırabilir miydi ? İnsanlar kurtarılabilir miydi ? Bilinmez.
Bilinen, medyatik 21.yüzyılda, görüntü ve gerçeğin bir gergef gibi nasıl iç içe geçtiği.
Danimarkalı filozof benzetmeyi kendi inanç dünyası için yapmış ancak bu dahiyane benzetme, 2003 senesi içinde Türkiye’ye ve Türkiye’nin uyguladığı dış politikaya bence çok uygun.

Esinlenme :

Bu benzetmeden esinlenerek ben de, 2003 senesinin sade bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Türkiye’nin iç politikası ve günlük yaşamı yazımızın konusu değil. O konu zaten televole kültürü içinde, her tanesi birbirinden farksız, bir avuç leblebi gibi, kavrulup gidiyor.
Ancak dış politikaya gelince işler biraz farklı. Yanlış anlaşılmasın benim burada dış politika ile kapsadığım Dış İşleri Bakanlığın yürüttüğü mutad işler değil. Benim üzerinde durduğum hiç bir insiyatifi olmadan, AB tarafından empoze edilen, ABD tarafından dikte edilen, kurumsal bazda, işleme konan, yaptırımlar.

Abicim Yok Yok :

İktidar IMF’nin ekonomik politikasını kraldan çok kralcı biçimde uygulamakta. Programın sosyal boyutunu ve sosyal maliyetini tartışan bile yok. Irak politikası ve Irak’ta kurulması beklenen Kürt devleti konusunda sağlıklı bir tartışma yok. Gürcistan’da yaşanan ve yaşanacak olan olaylar konusunda, ‘büyüklerimiz’ sirkteki seyircilerden farksız. Kıbrıs ve Kıbrıs’ın AB ile entegrasyonu konusunda tarafsız bir platform yok. Sadece bir kaç gazeteci arasında ‘kayıkçı kavgası’ yaşanmakta.
Türkiye’den ne istenirse yerine getirilmekte. Dışarıdan gelen tekliflere yok, yok.


Kurumların Durumu :

Yukarıdaki konuların objektif bir biçimde analizinin yapılması gereken platform medya. Ancak büyük medya ekonomik krizden sonra içine düştüğü finans darboğazından dolayı hükümetten farklı düşünme seçeneğinden mahrum.
Mustafa Kemal’in başlattığı çağdaşlaşma transformasyonuna öncelik etmiş yargı sistemi
tamamen dağılmış vaziyette. Yargı yapısı, Meclis ve Medya arasında, iki gökdelenin arasında sıkışmış kagir ev gibi, köhneleşmiş bir vaziyette, kundaklanacağı günü bekliyor.

Pazarlarda, çarşılarda, sanayi sitelerinde, cami avlularında, otobüs duraklarında insanlar bir yılı daha geride bırakırken yaşam savaşı vermekte. Aş ve iş mücadelesine devam.
Umarım ülkeyi yöneten elitler 2004 senesine önce üzerlerindeki giysileri çıkararak başlarlar.

2004 :

31 Aralık gece saat 12 insanların seçtiği sembolik bir an. En uzun gece 21 Aralık gibi bio-ritmik bir anlamı yok. Mevsimsel ya da uzay bağlantılı bir değer de taşımıyor. Yeni Yıl sadece simgesel bir anlam taşımakta. Günlerin akışı içinde, bir an durup, geçen 12 ayı değerlendirmek gibi. Gelecek 12 ay için, hevesler taşımak gibi. Gençler için gelecek 12 ay daha heyecan verici, kemale erenler için ‘bir yıl daha devirdik’ baskın duygu. Yaşını başını almışlar için ‘ İşte geldik gidiyoruz şen ola Halep şehri’ belki daha yerinde bir deyim.
Hayatın hangi evresinde olursanız olun, yaşam umut demektir, elden bırakılmaz. Yeterki bilinçli yaşansın.
Mutlu Yıllar


Tüm yazılarını göster