Vergi mağdurları ve Borçlu Türkiye

özet

Koray Yücel yucel.koray@gmail.com

Niye şaşırıyoruz?  Beton ekonomisinin ülkeyi getirdiği nokta, altından kalkılamayacak bir borç yükü ve ceremesi vatandaşın sırtına yüklenen bir Türkiye manzarası.

Elbette üretmeyen bir ülkede, bu olağanüstü borç yükünün Türkiye’yi fakirleştireceği, orta sınıfı kaldırıp, zengini daha zengin geri kalanı da daha fakir yapacağı bekleniyordu. Toplumun bu denli yoksullaşmasına neden olan bu politikaları uygulayanlar, sonucun böyle olacağını bile bile, yoksul toplumu yönetmenin daha kolay olacağı tezinden hareketle, bu politikaları uygulamaya devam ettiler kanaatimce.

Osmanlının borç batağındaki çöküş döneminde, işgal öncesi, hazinenin  ve maliyenin kontrolünü düyun-u umumiye marifeti ile işgalcilere bıraktığı şartların yaşandığı günleri yaşıyoruz. Türkiye bu anlamda bir “deja vu” yaşıyor dersek, abartmış olmayız sanki.

O günün şartları ile bu günün şartları arasındaki en büyük fark ise, o günlerde istibdat rejiminin olması, bu gün ise istibdat rejimi oluşturulmaya çalışılsa bile, toplumun özümsediği ve kalan tek konfor alanı olan demokratik düzenin direniyor olması.

Her ne kadar bu direncin karşısında siyasi partiler kanunu ve seçim barajları büyük problemler oluşturuyorsa da, yine de bu problemleri çözmeye yönelik çabaları, yetersiz de olsa zaman zaman görüyoruz ancak muhalefetin bu problemleri çözmeye yönelik çabaları ve izlediği yolun doğru olmadığını, alınan seçim sonuçlarından ve muhalefetin politik öncelikleri ile halkın önceliklerinin  örtüşmediğini anlıyoruz.  

300.000 dolayında “öğrenci kredisi” borçlusu gencin banka hesaplarında blokaj var.                 2 milyona yakın kredi borçlusu yasal takipte. 11 milyon vergi mükellefinin %80 i devlete borçlu  ve ödeyemiyor,  yani yaklaşık 8milyon mükellef, bunun da %25’i  yani yaklaşık 2milyon mükellef icra baskısı altında ve çoğunun banka hesaplarında blokaj var.

Bunun açılımı şu, her mükellefin ortalama 5 kişilik bir aileyi temsil ettiğini düşünecek olursak, 83 milyonluk Türkiyede kabaca 25 milyon insan icra baskısı ile yaşamları felç edilmiş, hareket edemez   ve nereye çekersen oraya götürülebilir hale getirilmiş.

Bu insanlar iktidardan kurtulmak isteseler de  bunu beceremiyorlar. Tıpkı sigara alışkanlığının zararlı olduğunu bildiği ve kurtulmak istediği halde kurtulamayanların açmazı  gibi. Bu kısır döngüden kurtaracak bir politika ile karşılaşamadığı için seçeneksizlik duygusu yaşıyor. Çoğunuz çevrenizde “ tamam bunlara vermeyelim ama kime verelim” ya da “verecek kimse yok ki mecburen veriyoruz “ gibi söylemlerle karşılaşmışsınızdır.

Muhalefet, sorunların saptanması konusunda bir sorun yaşamıyor. Ekonominin kötü olduğunu, insanların işsiz olduğunu yüksek perdeden söylüyor ama bu durumun yarattığı sonucu, insanların borç batağında olduğunu yeterince dillendiremiyor ya da dillendirse de   bu sorunu yaşayan milyonlarca insanı cezbedecek bir siyaset üretmek aklına gelmiyor.

Mesela, ödeme gücü olmayan milyonlarca insanın borçları belli periyodlarda yapılandırılıyor, bu çaresiz insanlar oyalanıyor, bunun adına da af deniyor ve muhalefet de bunu seyrediyor. Bu borçların sebebinin, izlenen hatalı ekonomik politikalar ve vergi politikaları olduğunu, bunun ceremesini halkın çekmemesi gerektiğini, iktidara gelmeleri halinde en azından devlete borçlu olanların borçlarını af edeceğini söyleyemiyor.

“Borçlarını zamanında ödeyenlere haksızlık” olacağı söyleminin bu günün şartlarında geçerliliği yok, çünkü borçlarını ödeyemeyenlerin büyük çoğunluğu sadece enflasyonist ekonominin sonucu olarak değil aynı zamanda pandemi koşulları nedeniyle, ödeme gücü olmadığı için  yükümlülüklerini yerine getiremiyor.

Sonuç olarak “tok açın halinden anlamazmış”.

Muhalefet, iktidar olmak için yeterince aç değil anlaşılan ki, toplumun felç olmuş bu kesimine hitap etme ihtiyacı duymuyor.

Ya hu kardeşim; dilinizde kemik mi var. İktidarınızda bu borçların af edileceğini söyleyip bu insanlara umut ışığı olmanız o kadar mı zor.

">

Niye şaşırıyoruz?  Beton ekonomisinin ülkeyi getirdiği nokta, altından kalkılamayacak bir borç yükü ve ceremesi vatandaşın sırtına yüklenen bir Türkiye manzarası.

Elbette üretmeyen bir ülkede, bu olağanüstü borç yükünün Türkiye’yi fakirleştireceği, orta sınıfı kaldırıp, zengini daha zengin geri kalanı da daha fakir yapacağı bekleniyordu. Toplumun bu denli yoksullaşmasına neden olan bu politikaları uygulayanlar, sonucun böyle olacağını bile bile, yoksul toplumu yönetmenin daha kolay olacağı tezinden hareketle, bu politikaları uygulamaya devam ettiler kanaatimce.

Osmanlının borç batağındaki çöküş döneminde, işgal öncesi, hazinenin  ve maliyenin kontrolünü düyun-u umumiye marifeti ile işgalcilere bıraktığı şartların yaşandığı günleri yaşıyoruz. Türkiye bu anlamda bir “deja vu” yaşıyor dersek, abartmış olmayız sanki.

O günün şartları ile bu günün şartları arasındaki en büyük fark ise, o günlerde istibdat rejiminin olması, bu gün ise istibdat rejimi oluşturulmaya çalışılsa bile, toplumun özümsediği ve kalan tek konfor alanı olan demokratik düzenin direniyor olması.

Her ne kadar bu direncin karşısında siyasi partiler kanunu ve seçim barajları büyük problemler oluşturuyorsa da, yine de bu problemleri çözmeye yönelik çabaları, yetersiz de olsa zaman zaman görüyoruz ancak muhalefetin bu problemleri çözmeye yönelik çabaları ve izlediği yolun doğru olmadığını, alınan seçim sonuçlarından ve muhalefetin politik öncelikleri ile halkın önceliklerinin  örtüşmediğini anlıyoruz.  

300.000 dolayında “öğrenci kredisi” borçlusu gencin banka hesaplarında blokaj var.                 2 milyona yakın kredi borçlusu yasal takipte. 11 milyon vergi mükellefinin %80 i devlete borçlu  ve ödeyemiyor,  yani yaklaşık 8milyon mükellef, bunun da %25’i  yani yaklaşık 2milyon mükellef icra baskısı altında ve çoğunun banka hesaplarında blokaj var.

Bunun açılımı şu, her mükellefin ortalama 5 kişilik bir aileyi temsil ettiğini düşünecek olursak, 83 milyonluk Türkiyede kabaca 25 milyon insan icra baskısı ile yaşamları felç edilmiş, hareket edemez   ve nereye çekersen oraya götürülebilir hale getirilmiş.

Bu insanlar iktidardan kurtulmak isteseler de  bunu beceremiyorlar. Tıpkı sigara alışkanlığının zararlı olduğunu bildiği ve kurtulmak istediği halde kurtulamayanların açmazı  gibi. Bu kısır döngüden kurtaracak bir politika ile karşılaşamadığı için seçeneksizlik duygusu yaşıyor. Çoğunuz çevrenizde “ tamam bunlara vermeyelim ama kime verelim” ya da “verecek kimse yok ki mecburen veriyoruz “ gibi söylemlerle karşılaşmışsınızdır.

Muhalefet, sorunların saptanması konusunda bir sorun yaşamıyor. Ekonominin kötü olduğunu, insanların işsiz olduğunu yüksek perdeden söylüyor ama bu durumun yarattığı sonucu, insanların borç batağında olduğunu yeterince dillendiremiyor ya da dillendirse de   bu sorunu yaşayan milyonlarca insanı cezbedecek bir siyaset üretmek aklına gelmiyor.

Mesela, ödeme gücü olmayan milyonlarca insanın borçları belli periyodlarda yapılandırılıyor, bu çaresiz insanlar oyalanıyor, bunun adına da af deniyor ve muhalefet de bunu seyrediyor. Bu borçların sebebinin, izlenen hatalı ekonomik politikalar ve vergi politikaları olduğunu, bunun ceremesini halkın çekmemesi gerektiğini, iktidara gelmeleri halinde en azından devlete borçlu olanların borçlarını af edeceğini söyleyemiyor.

“Borçlarını zamanında ödeyenlere haksızlık” olacağı söyleminin bu günün şartlarında geçerliliği yok, çünkü borçlarını ödeyemeyenlerin büyük çoğunluğu sadece enflasyonist ekonominin sonucu olarak değil aynı zamanda pandemi koşulları nedeniyle, ödeme gücü olmadığı için  yükümlülüklerini yerine getiremiyor.

Sonuç olarak “tok açın halinden anlamazmış”.

Muhalefet, iktidar olmak için yeterince aç değil anlaşılan ki, toplumun felç olmuş bu kesimine hitap etme ihtiyacı duymuyor.

Ya hu kardeşim; dilinizde kemik mi var. İktidarınızda bu borçların af edileceğini söyleyip bu insanlara umut ışığı olmanız o kadar mı zor.

Tüm yazılarını göster