Zor sorularla ''uygarlık''!

Haber3.com yazarı Bülend Kırmacı yazdı: Zor sorularla ''uygarlık''!

R. Bülend Kırmacı r.b.kirmaci@gmail.com

Uygarlığın tek bir coğrafyaya, tekil bir tarih kesitine, herhangi bir ideolojiye özgülenmesi geçerli değildir. Bununla birlikte yeni bir “uygarlık” tanımı üzerinde büyük ölçüde oydaşmak gerekir. “Gerekir”, çünkü, insanlığın 21. yüzyılda bu anlamda alması gereken nice yol vardır…

Buhar ve demirin kitle üretimine uygulanması ve deniz yollarının denetime alınmasıyla başlayan sömürgecilik basamaklarından tırmanılarak varılan ve dünya savaşlarının içinden türeyen “uygarlık” tanımı daha çok “Batı” ile ilişkilendirilmiş bir tanımdır. Coğrafyaya özgülenen bu tanımın lokomotifi liberalizm, kapitalizm, emperyalizm diye süre-gitmiş, kendi dışındaki alanı ötekileştirerek ve “barbarlık” sınırına itekleyerek zihinlere yerleşmiştir.

Bu dinamiğin karşısına devlet sosyalizmi ve Üçüncü Dünyacılık dinamiklerinin sözüm-ona daha hakkaniyete varan “uygarlık” tanımları konulmaya çalışılsa da, Afrika’da, Asya’da ve Latin Amerika’da ne sömürü bitmiş ne de başta Ortadoğu ve diğer coğrafyalarda, insan aklı ve emeği yeterince özgürleşmiştir… Bu tarihsel izlekten kalkarak soğuk savaş durağına vardığınızda “herkesin uygarlığı kendine” diyen ve fakat teknoloji gerisi toplumları hala istiskal edebilen bir dolu söz, proje ve Kurum türemiştir.

Kuşkusuz bizim Türk Devrimimiz de bir uygarlık projesidir. Türk Devrimi, Kadın-erkek eşitliği, yasalar karşısında tam eşitlik, eğitime katılım ve kültürel kalkınma veçheleriyle üç asırlık rötarımızı ters yüz etmek isteyen, aydınlanma ve yenilenme tasarımıydı. Başarımı çoktur, yeterince başarılı olamadıkları alanlar da vardır. Fakat bizim “projemizde” beni en çok etkileyen husus, kapitalist veya sosyalist tabakalaşmaya ve etiketlere meydan okuyarak bir halk iktidarına çağrı yapması kadar, emperyalizmin her rengini mahkum etmesi, insanı özgürleştirmeye, doğayı insanileştirmeye çalışmış olmasıydı…

Eğer şu ana kadar yazdıklarıma dikkatle baktıysanız, uygarlık ile tartıya vurulan ekonomiyi, tarihi, hukuku, kültürel yaşamı görebiliriz… Fakat kendimizden söz ettikçe ister istemez nesnelliği zorlayacağımın farkına vararak izninizle bunu burada keseyim genellemeler ile devam edeyim… Evet şu çağda insanlığın ortak değerlerine gereksinme duymaktayız. Dolayısıyla belki de yeni bir uygarlık tanımını zorlamalıyız. Zorlamalıyız ki, Birleşmiş Milletler gibi diğer uluslararası örgütler kendisine çeki düzen verebilsin; demem o ki, insanlığın büyük vicdanını uyandırmaya ihtiyacımız var; buna meri “uygarlıkları” sorgulayarak başlayabiliriz. Başlamadan önce ise, savaşın, sömürünün, soygunların dünyasında sekiz yüz elli milyon insanın her gece yatağa aç girdiğini hatırda tutmalıyız.

Nedir uygarlık? İnsanın insana ait değerlerle kendini hayatın her alanında ifade ederek, özgürce bilim, sanat üretmesi, toplumda üretilen maddi değerlerin hakça paylaşılması, herkesin kendisini ekonomik ve sosyal anlamda güven içinde hissederek, farklılıklara saygı temelinde inancını yaşaması, insanların kendi ülkeleri kadar dünya halklarının da esenliği için söz söyleyebilmeleri ve kaliteli eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerine hakça erişilen bir toplumun imarı, inşası, donanımı ve sürdürülebilirliğidir…

Eğer bu temel ilkelerde anlaşıyorsak, toplumun içindeki yapay güçlere, yanıltıcı sanal odaklara ve iktidar erkine sığınmayan ve sırnaşmayan, gerçekten insancıl ve halkçı, özgürlükçü ve bağımsızlıkçı uygarlıkların sefasını sürebiliriz. Yok eğer, “kadim yanılgılar” gibi sahip olma ihtiraslarının eşliğinde / kast sistemine dayalı her alanda “seçkinler topluluğuna” razı isek, tutsaklığımız bulunduğumuz yerde başlar ta arşa kadar sürer; bu, ise, boşuna olan hayatları beraberinde getirir… Hangisi tercihimiz? İnsancıl olan mı, seçkinci, dayatmacı, merkeziyetçi olan uygarlık anlayışı mı? Önümüzdeki yıllarda bunun sorgulanmasının daha çok yapılması umudunu taşıyorum… Çünkü ben, insancıl hakça bir düzene ve dünyaya ve de Türkiye’ye inanıyorum!

Peki ya hiçbir şey yapmasak ne olur? Şu aşağıdakiler olur ve olmaktadır… Ortada kendisini “uygarlık” olarak pazarlayan ancak “çağdaş” olma, “insancıl” olma hasletlerinden nasibini almayan kümelenmeler vardır ve sormayan, sorgulamayan insan bu değirmenlerin taşları arasında zihnen, fikren, fiilen un-ufak olmaya adaydır…Şimdi zor sorulara geçmeden son viraja girelim bir daha soralım: Siz, uygarlığı nasıl tanımlıyor, nasıl bir uygarlık istiyorsunuz?

Yıllardır yutturulan simyacı işi uygarlıklara zor sorularımızı soralım ve bitirelim…

Batı uygarlığına” zor sorular:

  • Afrika’da yoksullar üzerinde ilaç ve aşı deneyleri yapılıyor mu?
  • Değerli madenlerini tekeline aldığınız kimi ülkelerin ana kentlerinde bile elektrik yok mu?
  • Göç etmek zorunda kalan ailelerin çocukları organ ticaretine konu oluyor mu?
  • Kuzey Denizine yakın bir yerde olası bir nükleer savaşta ultra-zenginler için barınak kuruldu mu?
  • Uzakdoğu’da kimi yerlerde hayat kadını pazarlarının kurucuları arasında kimler var?

Sözde İslamcı ve Doğu’daki uygarlığın temsilcilerine” zor sorular:

  • Yeryüzünde çocukların her türlü istismarına karşı sesinizi yükselttiniz mi?
  • Kadınları ikinci sınıf gören yasaların yüce dinimizle ilgisi yoktur dediniz mi?
  • Her coğrafyadaki kahredici yoksulluk ve sömürüye karşı durdunuz mu?
  • Devlet malının korunması konusunda adaleti yeterince savundunuz mu?
  • Dil, din, ırk, etnik köken ve cinsiyet ayrımcılığına karşı yeterli tepki verdiniz mi?

  

Evet değerli okurlarım, popüler görünümleriyle belirginleşen bu uygarlıkların, çağdaş ve insancıl olamadıkları gün gibi ortadadır… Oysa insanlığın Batı’dan da, Doğu’dan da, Kuzey’den ve Güney’den de kendisine katabileceği nice değerler ve kazanımlar vardır.

Öte yandan tüm bu kazanımları bir araya getirsek ve sentezlesek bile günümüz sorunlarına yeterince yanıtlar üretemeyiz…

 İnsanlığın gerçekten yeni ve geçerli, ortaklaşa ve dayanışmaya yol açan anlayışla yeni bir uygarlık tanımına ve bunun kurumlarına ihtiyacı vardır… Gerçek demokrasi, geçerli bilim, güncel bir eğitim, paylaşımcı bir toplumsal yaşam iklimi, bu yeni tanımı gündeme taşıyabilir. İşte o zaman yeni bir dünya kurulabilir.

 Bizler de büyük uygarlığımızla, tertemiz imanımız ve çağdaş düşüncelerimizle, bilim ve irfanla, güzel sanatlarda, edebiyatta katkılarımızla, bu dünyaya bir çok değer katabiliriz…

">

Uygarlığın tek bir coğrafyaya, tekil bir tarih kesitine, herhangi bir ideolojiye özgülenmesi geçerli değildir. Bununla birlikte yeni bir “uygarlık” tanımı üzerinde büyük ölçüde oydaşmak gerekir. “Gerekir”, çünkü, insanlığın 21. yüzyılda bu anlamda alması gereken nice yol vardır…

Buhar ve demirin kitle üretimine uygulanması ve deniz yollarının denetime alınmasıyla başlayan sömürgecilik basamaklarından tırmanılarak varılan ve dünya savaşlarının içinden türeyen “uygarlık” tanımı daha çok “Batı” ile ilişkilendirilmiş bir tanımdır. Coğrafyaya özgülenen bu tanımın lokomotifi liberalizm, kapitalizm, emperyalizm diye süre-gitmiş, kendi dışındaki alanı ötekileştirerek ve “barbarlık” sınırına itekleyerek zihinlere yerleşmiştir.

Bu dinamiğin karşısına devlet sosyalizmi ve Üçüncü Dünyacılık dinamiklerinin sözüm-ona daha hakkaniyete varan “uygarlık” tanımları konulmaya çalışılsa da, Afrika’da, Asya’da ve Latin Amerika’da ne sömürü bitmiş ne de başta Ortadoğu ve diğer coğrafyalarda, insan aklı ve emeği yeterince özgürleşmiştir… Bu tarihsel izlekten kalkarak soğuk savaş durağına vardığınızda “herkesin uygarlığı kendine” diyen ve fakat teknoloji gerisi toplumları hala istiskal edebilen bir dolu söz, proje ve Kurum türemiştir.

Kuşkusuz bizim Türk Devrimimiz de bir uygarlık projesidir. Türk Devrimi, Kadın-erkek eşitliği, yasalar karşısında tam eşitlik, eğitime katılım ve kültürel kalkınma veçheleriyle üç asırlık rötarımızı ters yüz etmek isteyen, aydınlanma ve yenilenme tasarımıydı. Başarımı çoktur, yeterince başarılı olamadıkları alanlar da vardır. Fakat bizim “projemizde” beni en çok etkileyen husus, kapitalist veya sosyalist tabakalaşmaya ve etiketlere meydan okuyarak bir halk iktidarına çağrı yapması kadar, emperyalizmin her rengini mahkum etmesi, insanı özgürleştirmeye, doğayı insanileştirmeye çalışmış olmasıydı…

Eğer şu ana kadar yazdıklarıma dikkatle baktıysanız, uygarlık ile tartıya vurulan ekonomiyi, tarihi, hukuku, kültürel yaşamı görebiliriz… Fakat kendimizden söz ettikçe ister istemez nesnelliği zorlayacağımın farkına vararak izninizle bunu burada keseyim genellemeler ile devam edeyim… Evet şu çağda insanlığın ortak değerlerine gereksinme duymaktayız. Dolayısıyla belki de yeni bir uygarlık tanımını zorlamalıyız. Zorlamalıyız ki, Birleşmiş Milletler gibi diğer uluslararası örgütler kendisine çeki düzen verebilsin; demem o ki, insanlığın büyük vicdanını uyandırmaya ihtiyacımız var; buna meri “uygarlıkları” sorgulayarak başlayabiliriz. Başlamadan önce ise, savaşın, sömürünün, soygunların dünyasında sekiz yüz elli milyon insanın her gece yatağa aç girdiğini hatırda tutmalıyız.

Nedir uygarlık? İnsanın insana ait değerlerle kendini hayatın her alanında ifade ederek, özgürce bilim, sanat üretmesi, toplumda üretilen maddi değerlerin hakça paylaşılması, herkesin kendisini ekonomik ve sosyal anlamda güven içinde hissederek, farklılıklara saygı temelinde inancını yaşaması, insanların kendi ülkeleri kadar dünya halklarının da esenliği için söz söyleyebilmeleri ve kaliteli eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerine hakça erişilen bir toplumun imarı, inşası, donanımı ve sürdürülebilirliğidir…

Eğer bu temel ilkelerde anlaşıyorsak, toplumun içindeki yapay güçlere, yanıltıcı sanal odaklara ve iktidar erkine sığınmayan ve sırnaşmayan, gerçekten insancıl ve halkçı, özgürlükçü ve bağımsızlıkçı uygarlıkların sefasını sürebiliriz. Yok eğer, “kadim yanılgılar” gibi sahip olma ihtiraslarının eşliğinde / kast sistemine dayalı her alanda “seçkinler topluluğuna” razı isek, tutsaklığımız bulunduğumuz yerde başlar ta arşa kadar sürer; bu, ise, boşuna olan hayatları beraberinde getirir… Hangisi tercihimiz? İnsancıl olan mı, seçkinci, dayatmacı, merkeziyetçi olan uygarlık anlayışı mı? Önümüzdeki yıllarda bunun sorgulanmasının daha çok yapılması umudunu taşıyorum… Çünkü ben, insancıl hakça bir düzene ve dünyaya ve de Türkiye’ye inanıyorum!

Peki ya hiçbir şey yapmasak ne olur? Şu aşağıdakiler olur ve olmaktadır… Ortada kendisini “uygarlık” olarak pazarlayan ancak “çağdaş” olma, “insancıl” olma hasletlerinden nasibini almayan kümelenmeler vardır ve sormayan, sorgulamayan insan bu değirmenlerin taşları arasında zihnen, fikren, fiilen un-ufak olmaya adaydır…Şimdi zor sorulara geçmeden son viraja girelim bir daha soralım: Siz, uygarlığı nasıl tanımlıyor, nasıl bir uygarlık istiyorsunuz?

Yıllardır yutturulan simyacı işi uygarlıklara zor sorularımızı soralım ve bitirelim…

Batı uygarlığına” zor sorular:

  • Afrika’da yoksullar üzerinde ilaç ve aşı deneyleri yapılıyor mu?
  • Değerli madenlerini tekeline aldığınız kimi ülkelerin ana kentlerinde bile elektrik yok mu?
  • Göç etmek zorunda kalan ailelerin çocukları organ ticaretine konu oluyor mu?
  • Kuzey Denizine yakın bir yerde olası bir nükleer savaşta ultra-zenginler için barınak kuruldu mu?
  • Uzakdoğu’da kimi yerlerde hayat kadını pazarlarının kurucuları arasında kimler var?

Sözde İslamcı ve Doğu’daki uygarlığın temsilcilerine” zor sorular:

  • Yeryüzünde çocukların her türlü istismarına karşı sesinizi yükselttiniz mi?
  • Kadınları ikinci sınıf gören yasaların yüce dinimizle ilgisi yoktur dediniz mi?
  • Her coğrafyadaki kahredici yoksulluk ve sömürüye karşı durdunuz mu?
  • Devlet malının korunması konusunda adaleti yeterince savundunuz mu?
  • Dil, din, ırk, etnik köken ve cinsiyet ayrımcılığına karşı yeterli tepki verdiniz mi?

  

Evet değerli okurlarım, popüler görünümleriyle belirginleşen bu uygarlıkların, çağdaş ve insancıl olamadıkları gün gibi ortadadır… Oysa insanlığın Batı’dan da, Doğu’dan da, Kuzey’den ve Güney’den de kendisine katabileceği nice değerler ve kazanımlar vardır.

Öte yandan tüm bu kazanımları bir araya getirsek ve sentezlesek bile günümüz sorunlarına yeterince yanıtlar üretemeyiz…

 İnsanlığın gerçekten yeni ve geçerli, ortaklaşa ve dayanışmaya yol açan anlayışla yeni bir uygarlık tanımına ve bunun kurumlarına ihtiyacı vardır… Gerçek demokrasi, geçerli bilim, güncel bir eğitim, paylaşımcı bir toplumsal yaşam iklimi, bu yeni tanımı gündeme taşıyabilir. İşte o zaman yeni bir dünya kurulabilir.

 Bizler de büyük uygarlığımızla, tertemiz imanımız ve çağdaş düşüncelerimizle, bilim ve irfanla, güzel sanatlarda, edebiyatta katkılarımızla, bu dünyaya bir çok değer katabiliriz…

Tüm yazılarını göster