Birleşmiş Miletler açıkladı, İsrail soykırım yapıyor

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı: Birleşmiş Miletler açıkladı, İsrail soykırım yapıyor

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

İşgal altındaki Filistin toprakları konusuna Birleşmiş Milletler’de Özel Raportör olarak görevli Françeska (Francesca) Albanese, hafta içinde Gazze savaşıyla ilgili önemli bir Rapor yayınladı.

“Bir Soykırımın Anatomisi” başlığı taşıyan Rapor, İsrail’in Gazze’de Filistin halkına karşı taammüden, yani planlı ve bilinçli şekilde soykırım yaptığını ortaya koyuyor.

25 sayfalık Rapor, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü vahşi savaş ve soykırım üzerine yayınlanmış en etkileyici ve içeriği en güçlü metinlerden biri. 300’ü aşkın dipnotunun ortaya koyduğu kanıtlar, mevcut savaşın çok boyutlu bir muhteva içinde tahlil edilmesi ve muhteşem hukuki değerlendirmeler bu çalışmayı kolay ihmal edilemeyecek bir konuma oturtuyor.

İtalyan uzman Françeska Albanese, uzun yıllar BM’de insan hakları alanında görevler üstlenmiş, özellikle Filistin’deki durumu yakından izleyen bir hukukçu. Filistin Sorunu İçin Küresel Ağ’ın kurucularından.

*     *     *

Rapor, 7 Ekim’de Hamas ve diğer Filistinli silahlı gruplar tarafından işlenen suçları kesin bir dille kınıyor.

Daha sonra soykırımın, “yeni yerleşimci sömürgeciliğin doğasının ayrılmaz bir parçası olduğu” vurgulanıyor ve tarihteki örneklere işaret ediliyor (Rapor’da §8, 9).

Gazze’deki vahşet, İsrail’in yaklaşık 80 yıldır Filistin’de yürüttüğü sömürgecilik, etnik temizlik ve soykırım muhtevası içinde inceliyor:

“Filistin’de yerli Arap varlığının yerlerinden atılması ve yok edilmesi, İsrail’in ‘Yahudi Devleti’ olarak kurulmasının vazgeçilmez parçası olmuştur. Yahudi Sömürgeleştirme Şubesi (Jewish Colonization Department) Başkanı Joseph Weitz 1940’ta, ‘Tek çözüm, Arapların olmadığı Filistin’dir. Hepsini başka yerlere göndermekten başka çare yoktur; tek bir köy, tek bir aşiret kalmamalıdır’ demişti” (§ 10).

Yahudi olmayan nüfusun kitlesel etnik temizliği 1947-1949’da, ardından 1967 savaşında devam etti. Yüz binlerce Filistinli Arap kovuldu, katledildi, mülkleri ellerinden alındı, yağmalandı ve geri dönmeleri yasaklandı (§ 11).

İsrail 1967’den beri, yeni yerleşimci-sömürgeci projesini, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ellerinden alarak, askeri işgal yoluyla sürdürüyor. Gazze’de göz önüne serilen vahşetin tarihi arka planı budur (§ 12-14).

Soykırım Sözleşmesi irdeleniyor; soykırımı önlemenin ve cezalandırmanın devletlerin aykırı işlem yapamayacağı norm olduğu (jus cogens), öz savunma iddiası dahil hiçbir koşulda haklı görülemeyeceği, üçüncü devletlere sorumluluklar yüklendiği (erga omnes) ve soykırıma suç ortaklığının açık şekilde yasaklandığı anlatılıyor (§ 15).

Rapor, İsrail’in soykırım teşkil eden fiillerinin kanıtı olarak, ekranlarda ve medyada izlediğimiz, Filistin halkına karşı ayırım yapmadan yürütülen katliamın bol örneklerini sıralıyor. Sadece ilk aylarda meskun alanlara 25 bin ton patlayıcı atıldığı (iki nükleer bomba eşdeğeri), hedefi hassas vuramayan ve 1000 kg patlayıcı taşıyan bombaların (aptal bomba) insanların yaşadığı alanlarda kullanıldığı, özellikle sağlık tesisleri, belediye hizmet birimleri, iletişim sistemleri gibi hayatın devamı için zorunlu yapıların hedef alınarak imha edildiği anlatılıyor.

Kanıtlardan biri, hedeflerin Yapay Zeka kullanılarak imha edilmesi. Böylece kaç sivilin katledileceği öngörülerek imha işlemi yürütülüyor.

Rapor’un önemli bir bulgusu, İsrail’in soykırım amaçlarını gizlemek için Uluslararası İnsancıl Hukuk (UİH) kavramlarını kamuflaj olarak kullandığını ilk kez ve güçlü şekilde ortaya koyması (International Humanitarian Law). UİH, savaş sırasında çatışmaların parçası olmayan sivilleri korumak amacıyla, savaşan tarafların uyması zorunlu kurallar getirir.

İsrail ilk günden itibaren Filistinlilerin sivil kimliklerinin inkarı çabasını yoğunlaştırdı (de-civilianization). İnsanların canlı kalkan olarak kullanılması, ikincil hasar, güvenlikli bölge, tahliye, tıbbi koruma gibi İnsancıl Hukuk’un temel kavramlarını sistematik şekilde ve o kavramların normatif içeriğini boşaltarak kullanıp, soykırım amaçlarını gizlemeye çalıştı. Bu tutum kavramların koruyucu amacını siliyor ve savaşan taraflar ile siviller arasındaki farkı ortadan kaldırarak sivillerin korunması nosyonunun reddine yol açıyor (§ 55-56).

İsrail sivil halkın katledilmesini, Hamas tarafından canlı kalkan olarak kullanıldıkları iddiası ile açıklıyor. Halbuki BM’nin bağımsız olgu toplama çalışmaları, güvenilir insan hakları örgütleri bu iddiaları devamlı ret etti, hatta bazen bu iddiaları İsrail’in uydurduğunu gösterdi (§ 59).

Ancak İsrail’in resmi sözcüleri tutumunu sürdürdü, “Hamas Gazze’de halkın içine yerleşmiştir”, “Gazze’nin tüm sivil nüfusu canlı kalkandır” veya “sivil gibi görünen hedeflere yapılan saldırılar yasadışı değildir” gibi makro nitelendirmelerle, eşi görülmemiş düzeylere taşıdı. Tüm Gazze halkını katledilebilir meşru hedef haline dönüştürdü. İsrail aslında, soykırım niyetini İnsancıl Hukuk’un özel kavramları ile kamufle etmeye çalışıyor (§ 60).

Halbuki uluslararası hukuk, bir halkın toptan hedef haline dönüştürülmesini kabul etmez. Canlı kalkan suçlaması, yoğun meskun bölgelerdeki çatışmalar gibi savaş alanının doğasından kaynaklanamaz. Her somut durumda ayrı ayrı, sivillerin meşru askeri hedeflerin yakınında saldırıyı engellemek için kullanıldığı gösterilirse geçerlidir (§ 61).

Sağlık tesislerine ve hastanelere saldırırken, bu yapıların ve altlarındaki tünellerin binalarla bağlantılı olarak Hamas tarafından kullanıldığı iddiaları, tarafsız gözlemciler tarafından doğrulanmadı. Kanıt diye ileri sürdüğü kimi belgeler boş çıktı. Halbuki, sivil sağlık hizmetleri uluslararası hukukta özel koruma statüsüne sahiptir. Hayatta kalmak için çok sayıda kişinin sağlık tesislerine sığınacağını biliyordu; hastaneleri canlı kalkan ilan etmesi ve hizmet vermesini engellemesi, İsrail’in askeri stratejisi içindeki soykırım mantığının bir başka görünümüdür (§ 87-92).

İsrail böylece Gazze’nin tümünü ‘askeri hedefe’ dönüştürdü. Siviller ve askeri hedefler ayırımı gözetmeden sürdürülen bombardıman ve katliam, “ikincil hasar” olarak niteledi. Sivillerin tahliyesi ve güvenlikli bölge kavramlarını, etnik temizlik ve soykırım amaçları için kullandı.

“Güvenlikli alan” ilan edilen bölgeler, bilinçli şekilde kitlesel katliam alanlarına dönüştürüldü. İsrail kendi ilan ettiği “güvenlikli tahliye yolarını” sistematik ve kalleş şekilde bomba, top ve keskin nişancı ateşiyle vurdu, ölüm koridorlarına dönüştürdü. Güvenlikli alanlar, etnik temizliği hedefleyen soykırım araçları olarak kullanıldı (§ 80-86).

Raporun son bölümde yer alan kapsamlı tavsiyelerinden ikisi (§ 96-97):

– İsrail ve suç ortağı ülkeler, soykırım suçundan sorumlu tutulmalı ve Filisitin halkının uğradığı yıkım, ölüm ve zararla orantılı tazminat ödemelidir.

– Uluslararası Adalet Divanı’nın bağlayıcı 26 Ocak 2024 kararına uymadığı görülen İsrail’e derhal silah ambargosu ve gerekli diğer yaptırımlar ve önlemler uygulanmalı, ateş kese ve uluslararası hukuka uyması sağlanmalıdır.

*     *     *

Bekleneceği üzere, hem İsrail hem ABD hükümetleri yaptıkları açıklamalarda, sert ifadelerle ama somut ayırtılara girmeden, Françeska Albanese’nin Raporunu ret etti.

İsrail sözcüsü, Filistinlilere değil Hamas’a karşı savaş yaptıklarını ileri sürdü.

Ama ABD, İsrail ve Avrupa medyasında oldukça yaygın ve aşırı sert yorumlar gündeme geldi. Albanese’nin Yahudi düşmanı olduğu, derhal görevinden istifa etmesi istendi.

Kimi yorumcular Albanase’nin terörü desteklediğini, Amerika’nın BM İnsan Hakları komitelerinden çıkması gerektiğini, hatta bazıları BM’nin tamamen Yahudi düşmanı bir yapıya dönüştüğünü ileri sürdü.

*     *     *

Dünya halklarının büyük çoğunluğu, İsrail’in Gazze’de vahşi bir soykırım yürüttüğünü görüyor. Tam da Françeska Albanese’nin ifade ettiği gibi, 90 yıldır yeni yerleşimci ve sömürgeci bir yaklaşımla Filistin halkını mülksüzleştirmeye ve yok etmeye çalıştığını biliyor.

İsrail’in bütün bunları Batı’nın, özellikle ABD’nin desteği olmadan yapmasının mümkün olmadığını da biliyoruz. Bugün İsrail’in kullandığı silahların %99’ı iki ülkeden, Amerika (%69) ve Almanya’dan (%30) geliyor. Almanya’nın eski kuşakları Yahudi soykırımı yaptı. Yeni kuşaklar şimdi Filistin soykırımına suç ortaklığı yapıyor.

Değişik siyasi tercihe sahip Amerikalılar arasında İsrail’in yürüttüğü Gazze savaşına desek hızla azalıyor. Demokrat seçmen arasında %18’e düştü.

Gazze savaşının sonu henüz belli olmasa da gelecek için bazı öngörüler mümkün:

– Biden’ın büyük hedefi ABD’nin tek küresel hegamon konumunu sürdürmekti, o hayal iflas etti. Muhtemelen en az 10-15 yıl, yeni bir dünya düzenin sancılı oluşum dönemini yaşayacağız. Dünyanın büyük çoğunluğu tek küresel hegamon istemiyor.

– Batı’nın üstünde durduğu ahlaki zemin artık çürük, eskiye günlere dönebilmek zor. Amerika’nın veya Almanya’nın başkalarına çekeceği insan hakları söylevlerinin ağırlığı artık ne kadar olabilir ki?

– Ortadoğu Arap dünyasında, Filistin halkının imhasını pasif şekilde izleyen iktidarlar ile kendi halkları arasındaki gerilim giderek artacak. Bu ülkeler daha demokratik veya daha sert rejim seçeneğiyle karşı karşıya kalabilir.

– Filistin sorunu hızlı şekilde adil ve kalıcı çözüme bağlanamazsa, yeniden yükselen bir terör dalgasıyla karşılaşabiliriz.

">

İşgal altındaki Filistin toprakları konusuna Birleşmiş Milletler’de Özel Raportör olarak görevli Françeska (Francesca) Albanese, hafta içinde Gazze savaşıyla ilgili önemli bir Rapor yayınladı.

“Bir Soykırımın Anatomisi” başlığı taşıyan Rapor, İsrail’in Gazze’de Filistin halkına karşı taammüden, yani planlı ve bilinçli şekilde soykırım yaptığını ortaya koyuyor.

25 sayfalık Rapor, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü vahşi savaş ve soykırım üzerine yayınlanmış en etkileyici ve içeriği en güçlü metinlerden biri. 300’ü aşkın dipnotunun ortaya koyduğu kanıtlar, mevcut savaşın çok boyutlu bir muhteva içinde tahlil edilmesi ve muhteşem hukuki değerlendirmeler bu çalışmayı kolay ihmal edilemeyecek bir konuma oturtuyor.

İtalyan uzman Françeska Albanese, uzun yıllar BM’de insan hakları alanında görevler üstlenmiş, özellikle Filistin’deki durumu yakından izleyen bir hukukçu. Filistin Sorunu İçin Küresel Ağ’ın kurucularından.

*     *     *

Rapor, 7 Ekim’de Hamas ve diğer Filistinli silahlı gruplar tarafından işlenen suçları kesin bir dille kınıyor.

Daha sonra soykırımın, “yeni yerleşimci sömürgeciliğin doğasının ayrılmaz bir parçası olduğu” vurgulanıyor ve tarihteki örneklere işaret ediliyor (Rapor’da §8, 9).

Gazze’deki vahşet, İsrail’in yaklaşık 80 yıldır Filistin’de yürüttüğü sömürgecilik, etnik temizlik ve soykırım muhtevası içinde inceliyor:

“Filistin’de yerli Arap varlığının yerlerinden atılması ve yok edilmesi, İsrail’in ‘Yahudi Devleti’ olarak kurulmasının vazgeçilmez parçası olmuştur. Yahudi Sömürgeleştirme Şubesi (Jewish Colonization Department) Başkanı Joseph Weitz 1940’ta, ‘Tek çözüm, Arapların olmadığı Filistin’dir. Hepsini başka yerlere göndermekten başka çare yoktur; tek bir köy, tek bir aşiret kalmamalıdır’ demişti” (§ 10).

Yahudi olmayan nüfusun kitlesel etnik temizliği 1947-1949’da, ardından 1967 savaşında devam etti. Yüz binlerce Filistinli Arap kovuldu, katledildi, mülkleri ellerinden alındı, yağmalandı ve geri dönmeleri yasaklandı (§ 11).

İsrail 1967’den beri, yeni yerleşimci-sömürgeci projesini, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ellerinden alarak, askeri işgal yoluyla sürdürüyor. Gazze’de göz önüne serilen vahşetin tarihi arka planı budur (§ 12-14).

Soykırım Sözleşmesi irdeleniyor; soykırımı önlemenin ve cezalandırmanın devletlerin aykırı işlem yapamayacağı norm olduğu (jus cogens), öz savunma iddiası dahil hiçbir koşulda haklı görülemeyeceği, üçüncü devletlere sorumluluklar yüklendiği (erga omnes) ve soykırıma suç ortaklığının açık şekilde yasaklandığı anlatılıyor (§ 15).

Rapor, İsrail’in soykırım teşkil eden fiillerinin kanıtı olarak, ekranlarda ve medyada izlediğimiz, Filistin halkına karşı ayırım yapmadan yürütülen katliamın bol örneklerini sıralıyor. Sadece ilk aylarda meskun alanlara 25 bin ton patlayıcı atıldığı (iki nükleer bomba eşdeğeri), hedefi hassas vuramayan ve 1000 kg patlayıcı taşıyan bombaların (aptal bomba) insanların yaşadığı alanlarda kullanıldığı, özellikle sağlık tesisleri, belediye hizmet birimleri, iletişim sistemleri gibi hayatın devamı için zorunlu yapıların hedef alınarak imha edildiği anlatılıyor.

Kanıtlardan biri, hedeflerin Yapay Zeka kullanılarak imha edilmesi. Böylece kaç sivilin katledileceği öngörülerek imha işlemi yürütülüyor.

Rapor’un önemli bir bulgusu, İsrail’in soykırım amaçlarını gizlemek için Uluslararası İnsancıl Hukuk (UİH) kavramlarını kamuflaj olarak kullandığını ilk kez ve güçlü şekilde ortaya koyması (International Humanitarian Law). UİH, savaş sırasında çatışmaların parçası olmayan sivilleri korumak amacıyla, savaşan tarafların uyması zorunlu kurallar getirir.

İsrail ilk günden itibaren Filistinlilerin sivil kimliklerinin inkarı çabasını yoğunlaştırdı (de-civilianization). İnsanların canlı kalkan olarak kullanılması, ikincil hasar, güvenlikli bölge, tahliye, tıbbi koruma gibi İnsancıl Hukuk’un temel kavramlarını sistematik şekilde ve o kavramların normatif içeriğini boşaltarak kullanıp, soykırım amaçlarını gizlemeye çalıştı. Bu tutum kavramların koruyucu amacını siliyor ve savaşan taraflar ile siviller arasındaki farkı ortadan kaldırarak sivillerin korunması nosyonunun reddine yol açıyor (§ 55-56).

İsrail sivil halkın katledilmesini, Hamas tarafından canlı kalkan olarak kullanıldıkları iddiası ile açıklıyor. Halbuki BM’nin bağımsız olgu toplama çalışmaları, güvenilir insan hakları örgütleri bu iddiaları devamlı ret etti, hatta bazen bu iddiaları İsrail’in uydurduğunu gösterdi (§ 59).

Ancak İsrail’in resmi sözcüleri tutumunu sürdürdü, “Hamas Gazze’de halkın içine yerleşmiştir”, “Gazze’nin tüm sivil nüfusu canlı kalkandır” veya “sivil gibi görünen hedeflere yapılan saldırılar yasadışı değildir” gibi makro nitelendirmelerle, eşi görülmemiş düzeylere taşıdı. Tüm Gazze halkını katledilebilir meşru hedef haline dönüştürdü. İsrail aslında, soykırım niyetini İnsancıl Hukuk’un özel kavramları ile kamufle etmeye çalışıyor (§ 60).

Halbuki uluslararası hukuk, bir halkın toptan hedef haline dönüştürülmesini kabul etmez. Canlı kalkan suçlaması, yoğun meskun bölgelerdeki çatışmalar gibi savaş alanının doğasından kaynaklanamaz. Her somut durumda ayrı ayrı, sivillerin meşru askeri hedeflerin yakınında saldırıyı engellemek için kullanıldığı gösterilirse geçerlidir (§ 61).

Sağlık tesislerine ve hastanelere saldırırken, bu yapıların ve altlarındaki tünellerin binalarla bağlantılı olarak Hamas tarafından kullanıldığı iddiaları, tarafsız gözlemciler tarafından doğrulanmadı. Kanıt diye ileri sürdüğü kimi belgeler boş çıktı. Halbuki, sivil sağlık hizmetleri uluslararası hukukta özel koruma statüsüne sahiptir. Hayatta kalmak için çok sayıda kişinin sağlık tesislerine sığınacağını biliyordu; hastaneleri canlı kalkan ilan etmesi ve hizmet vermesini engellemesi, İsrail’in askeri stratejisi içindeki soykırım mantığının bir başka görünümüdür (§ 87-92).

İsrail böylece Gazze’nin tümünü ‘askeri hedefe’ dönüştürdü. Siviller ve askeri hedefler ayırımı gözetmeden sürdürülen bombardıman ve katliam, “ikincil hasar” olarak niteledi. Sivillerin tahliyesi ve güvenlikli bölge kavramlarını, etnik temizlik ve soykırım amaçları için kullandı.

“Güvenlikli alan” ilan edilen bölgeler, bilinçli şekilde kitlesel katliam alanlarına dönüştürüldü. İsrail kendi ilan ettiği “güvenlikli tahliye yolarını” sistematik ve kalleş şekilde bomba, top ve keskin nişancı ateşiyle vurdu, ölüm koridorlarına dönüştürdü. Güvenlikli alanlar, etnik temizliği hedefleyen soykırım araçları olarak kullanıldı (§ 80-86).

Raporun son bölümde yer alan kapsamlı tavsiyelerinden ikisi (§ 96-97):

– İsrail ve suç ortağı ülkeler, soykırım suçundan sorumlu tutulmalı ve Filisitin halkının uğradığı yıkım, ölüm ve zararla orantılı tazminat ödemelidir.

– Uluslararası Adalet Divanı’nın bağlayıcı 26 Ocak 2024 kararına uymadığı görülen İsrail’e derhal silah ambargosu ve gerekli diğer yaptırımlar ve önlemler uygulanmalı, ateş kese ve uluslararası hukuka uyması sağlanmalıdır.

*     *     *

Bekleneceği üzere, hem İsrail hem ABD hükümetleri yaptıkları açıklamalarda, sert ifadelerle ama somut ayırtılara girmeden, Françeska Albanese’nin Raporunu ret etti.

İsrail sözcüsü, Filistinlilere değil Hamas’a karşı savaş yaptıklarını ileri sürdü.

Ama ABD, İsrail ve Avrupa medyasında oldukça yaygın ve aşırı sert yorumlar gündeme geldi. Albanese’nin Yahudi düşmanı olduğu, derhal görevinden istifa etmesi istendi.

Kimi yorumcular Albanase’nin terörü desteklediğini, Amerika’nın BM İnsan Hakları komitelerinden çıkması gerektiğini, hatta bazıları BM’nin tamamen Yahudi düşmanı bir yapıya dönüştüğünü ileri sürdü.

*     *     *

Dünya halklarının büyük çoğunluğu, İsrail’in Gazze’de vahşi bir soykırım yürüttüğünü görüyor. Tam da Françeska Albanese’nin ifade ettiği gibi, 90 yıldır yeni yerleşimci ve sömürgeci bir yaklaşımla Filistin halkını mülksüzleştirmeye ve yok etmeye çalıştığını biliyor.

İsrail’in bütün bunları Batı’nın, özellikle ABD’nin desteği olmadan yapmasının mümkün olmadığını da biliyoruz. Bugün İsrail’in kullandığı silahların %99’ı iki ülkeden, Amerika (%69) ve Almanya’dan (%30) geliyor. Almanya’nın eski kuşakları Yahudi soykırımı yaptı. Yeni kuşaklar şimdi Filistin soykırımına suç ortaklığı yapıyor.

Değişik siyasi tercihe sahip Amerikalılar arasında İsrail’in yürüttüğü Gazze savaşına desek hızla azalıyor. Demokrat seçmen arasında %18’e düştü.

Gazze savaşının sonu henüz belli olmasa da gelecek için bazı öngörüler mümkün:

– Biden’ın büyük hedefi ABD’nin tek küresel hegamon konumunu sürdürmekti, o hayal iflas etti. Muhtemelen en az 10-15 yıl, yeni bir dünya düzenin sancılı oluşum dönemini yaşayacağız. Dünyanın büyük çoğunluğu tek küresel hegamon istemiyor.

– Batı’nın üstünde durduğu ahlaki zemin artık çürük, eskiye günlere dönebilmek zor. Amerika’nın veya Almanya’nın başkalarına çekeceği insan hakları söylevlerinin ağırlığı artık ne kadar olabilir ki?

– Ortadoğu Arap dünyasında, Filistin halkının imhasını pasif şekilde izleyen iktidarlar ile kendi halkları arasındaki gerilim giderek artacak. Bu ülkeler daha demokratik veya daha sert rejim seçeneğiyle karşı karşıya kalabilir.

– Filistin sorunu hızlı şekilde adil ve kalıcı çözüme bağlanamazsa, yeniden yükselen bir terör dalgasıyla karşılaşabiliriz.

Tüm yazılarını göster