Dilipak'tan çok konuşulacak ''FETÖ'nün siyasi ayağı'' çıkışı

Dilipak'tan çok konuşulacak ''FETÖ'nün siyasi ayağı'' çıkışı
Güncelleme:

AK Parti'ye yakınlığıyla bilinen Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, 'FETÖ'nün siyasi ayağı' tartışmalarına dahil oldu. Dilipak, bugünkü köşesinde, "Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi 'Ne istedilerse alıyorlardı" diye yazdı.

Hükümet yanlısı Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, 'FETÖ'nün siyasi ayağı'na ilişkin kaleme aldığı yazıda, "Bazı bürokratlar, mülki idare amirleri ile konuşuyorum da, FETÖ’nün devlet içindeki yapılanması ile ilgili ilginç şeyler anlatıyorlar. Mesela bir kısmı bu FETÖ yapılanmasını yarı resmi bir devlet yapılanması olarak görmüş. Böylece Türkiye dünyaya açılacak, yeni bir 'Osmanlı' vizyonu ile ılımlı İslam’a destek verilecek. Devletin içinde birileri buna karşı çıksa da, zaten BOP çerçevesinde Ortadoğu’ya yeni bir çekidüzen verilirken demokrasi ile birlikte 'ılımlı İslam'la yola devam edilecek. AK Parti de bu projenin koçbaşı" ifadesini kullandı. 

"Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi 'Ne istedilerse alıyorlardı" diyen Dilipak, "17-25 ile şok bir ayrışma yaşanmadı. İç içe geçmiş bir yapıdan söz ediyoruz. Birileri bu durumu anlamakta zorluk çekti. Zaten bu ayrışma ardından düşmanlığa dönüştü. 15 Temmuz tam bir kırılma noktası idi. Arada kalan büyük bir bölüm nasıl bu noktaya gelindiğini anlamadı, ya da anlamak, kabul etmek istemedi. Herkes uçlarda polarize oldu. Daha düne kadar parti il ilçe teşkilatları himmet toplanan, Pensilvanya’ya gideceklerin isim listelerinin hazırlandığı yerdi. Gülen’in Pensilvanya’ya gönderilmesi ve gittikten sonra devam eden ziyaretler hep aynı çevrelerce örgütleniyordu." düşüncelerini dile getirdi. 

Dilipak "Bir mülki idare amiri anlatıyor" başlıklı yazısında şunları kaydetti: 

Zaten içli dışlıydık. Cemaat her yerde idi. Ankara’dan gelen siyasiler, üst yönetim bizimle birlikte karşılamaya katılıyorlardı. Onlarla toplantılar yapılıyordu. Vali, kaymakam, büyükelçi, konsolos, bakan, müsteşar, milletvekili, emniyetçisi, istihbaratçısı, savcısı, üniversitesi, işadamı, STK’sı, gazeteci onlardandı.. Hani Cumhurbaşkanının dediği gibi “ne istedilerse alıyorlardı/veriyorduk” zaten “bir bakalım” desek yukarıdan Ankara’dan “çabuklaştırın, oyalamayın” diye uyarı alıyorduk. Bakanı, milletvekili, müsteşarı, her seviyeden birileri anında devreye giriyordu. Sonuçta, bakınca “yarı resmi” bir kuruluş.

Bir de şöyle bir durum vardı tabii.. İşe girmek istiyorsan, terfi etmek istiyorsan, ya da rahatsız edilmek istemiyorsan sırtını bunlara dayaman gerekiyordu. Önemli bir mevkideyseniz, siz de bunların işini hemen yapmıyorsanız, sizin gidip, başkasının gelmesi onlar için sorun değildi. Herkes dikkat ediyordu. Bazıları ikaz ediyordu, bu işlerde bir yanlışlık olduğunu söylüyordu ama, devlet içinde darbeci kanat yani şu Ergenekoncu, BÇG’ci kanat, Balyozcu kanadın negatif propagandası gibi çevrelerin bir algı da söz konusu idi. 17-25 oldu, bize durdurun dediler. Neyi durduracağız. Nasıl durduracağız. Ne istedilerse vermişiz. Bu işleri yapanlar iktidar partisinin yönetiminde tanıdık, bildik kişiler. Nasıl durduracağız. “Durdurun” dedik, “eski dostlar” ne var, ne oluyor, bu bir hizmet, niye durduruyorsunuz. Ankara’da bir karışıklık var, aramıza fitne sokmak isteyen birileri var. Bu aile içi bir huzursuzluk, çözülür, siz karışmayın, devam edin” diyorlardı. Ta MİT operasyonu ve MİT TIR’larına kadar ayıkmadık. Bunu dışarıdan sisteme sızanların bu projeyi engelleme çabası olarak gördük. Devlet böyle bir durum söz konusu ise o güne kadar bunun farkına varmaması mümkün olamazdı. Burada anlaşılması güç bir durum vardı. Panik başlamıştı. Birileri geri plana çekildiler. Ankara’dan gelenlerle abiler ayrı ayrı görüşmelere başladı. Bir şeyler oluyordu ama, anlamak zordu. Bazı isimler geldi, “bunları görevden alın” diyorlardı. Kendi başlattığımız, devlet imkanlarını seferber ettiğimiz, çalışmaları devam eden, tamamlanmamış “projeleri durdurun” dediler. Nasıl durduracaksın, herkes projenin bir parçası. Görevden almalar başlayınca bir sürü ihbarlar gelmeye başladı. Meğer ne çok mağdur varmış. Görevden alıyorsun, adam yargıya başvuracak, Ankara bu defa bizden bilgi istemeye başladı. İdari inceleme yapıp kişi kuruluşlar, projeler hakkında bilgi istediler. Ankara’dan biri devam eden projeyi durdurun diyor, bir başka siyasi bürokrat arıyor “yeni proje başlatmayın, devam edenleri bitirin” diyor. Curcuna. “Üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet” dedikleri bir yapı. Ticareti yapan da namaz kılıyor, ihanet eden de. Kim kimdir, bu bilgi devletin elinde olması gerek ama neden ve nasıl bu noktaya geldi, anlamak güç. Bizim sürekli beraber olduğumuz bu cemaat mensupları hep “bu aile içi bir anlaşmazlık, çözülür, siz karışmayın” diyor.

Evet, 17-25 ile şok bir ayrışma yaşanmadı. İç içe geçmiş bir yapıdan söz ediyoruz. Birileri bu durumu anlamakta zorluk çekti. Zaten bu ayrışma ardından düşmanlığa dönüştü. 15 Temmuz tam bir kırılma noktası idi. Arada kalan büyük bir bölüm nasıl bu noktaya gelindiğini anlamadı, ya da anlamak, kabul etmek istemedi. Herkes uçlarda polarize oldu.

Daha düne kadar parti il ilçe teşkilatları himmet toplanan, Pensilvanya’ya gideceklerin isim listelerinin hazırlandığı yerdi. Gülen’in Pensilvanya’ya gönderilmesi ve gittikten sonra devam eden ziyaretler hep aynı çevrelerce örgütleniyordu. FETÖ’nün kripto elemanlarından gidenler gitti, kalanlardan daha sonra yakalananlar içeri girdi, ama önemli bir kısmı hemen saf değiştirmiş gibi gözükerek parti içinde ya da bürokraside, diğer STK’lar ve muteber cemaat yapıları içinde yuvalandılar ve kendi dönemlerinde cemaatle ilişkisi olup da kenarda duranları ya da daha önce cemaatle yakın temasları olup da daha sonra ihanete uğradıklarını düşünüp kendilerinden ayrılanları FETÖ’cü olmakla suçlayarak onları ihbar etmeye başladılar. Bu şekilde hem kendilerini parti nezdinde “muteber” konuma yükseltirken, kendilerinden uzaklaşanları cezalandırırken bir yandan da sapla-samanı karıştırarak, tabanda huzursuzluk doğurmuş olmuyorlardı. Bu yolla bir yandan zihinlerde bulanıklığa yol açarken, öte yandan toplumun çok geniş kesiminde korku ve panik havası doğmasına ve genel anlamda huzursuzluğa sebeb oluyorlardı. Zaman içinde birtakım kripto FETÖ’cüler yükselmeye devam ederken, sıradan insanlar arkası arkasına görevden alındılar, haklarında soruşturmalar açıldı, tutuklamalar yaşandı. Ama o birileri ya yerlerini korudular, ya da yükselmeye devam ettiler. Düşünsenize banka yöneticisi serbest, bankaya 5000 lira hesap açtıran sanık oldu. Müteahhid serbest, taşeron içeri girdi, malına el konuldu. Bu işler hâlâ böyle gidiyor. Dün “himmet” toplayanlar, bugün “muhbir” oldular, ama ihbarları da münafıkçaydı!

Bugün gelinen noktada kim neye, kime inanacağını, kime güveneceğini bilmiyor. Cici “hoşgörü”lü bir dine inanıyorlardı, 15 Temmuz’da bu dinin ne kadar hoşgörülü olduğunu gördüler. Bir gelecek hayalleri vardı, o hayaller de bitti. “Kahraman”dılar, “hain” oldular, “zengin”diler, “fakir” oldular. Saygındılar, ulaşılmazdılar, şimdi herkes kendilerinden uzak duruyor!. Cennete gideceklerdi, Şeytan onları aldatmış! “Türkçe olimpiyatları” ile “Milli” bir duruş (!) sergiliyorlardı, “Hain” ilan edildiler. Şimdi onların çocukları Deist, Agnostik oldu.

Bakın, bu yapı sadece AK Parti içinde değil. Her partide, her cemaatte varlar. Bunlar CIA’nın örgütlediği “Amerikano İslam” Projesinin misyonerleri. “Evanjelik Müslüman” ya da “Anglikan Müslüman”, “Protestan Müslüman” diye bir şey varsa iş bunlar tam da öyle bir hedefe yönlendirilmiş “Neo İslam” bir hareket.. Yani “Siyonist Müslüman” diye bir abukluktan söz ediyoruz. Eğer Hristiyanlığı Hz. İsa’dan 50 yıl sonra Hatay’da kuran Tarsuslu Saul’ü ya da “Sabatay Sevi”yi tanıyorsanız, FETÖ böyle bir karakter.

 

İlk kapısını çaldığı “Cemaat” Alvarlı Hocanın cemaati. 2. Bağlantı noktası Askeri İstihbarattan Fuat Doğu. 3. İrtibat noktası Diyanetten özel bir adam Yaşar Tunagör, 4. İrtibat noktası Kasım Gülek.. 

Aslında işin başından beri hem “Komünizm’le Mücadele Dernekleri” hem de CHP ve Halkevleri ile yakın temas içinde. Bu süreçte kendini ispatlayınca, Askeri istihbarattan MİT’e, MİT üzerinden CIA’ya uzayan uzun bir yolculuktan söz ediyoruz. Bir dönem Diyanetle beraberdi. Soğuk savaş sonrası radikal İslam’a karşı BÇG örgütlendi, Ilımlı İslam diye FETÖ örgütlendi. Proje editörü Graham Fuller. Organizasyon RAND Corp.. İşin içinde Boğaziçi de var Ortadoğu da. Birçok işadamı da var, STK da. Futbol takımları da var. İçinde, hâlâ bugün de FETÖ’cülerin olmadığı, sağ-sol, milliyetçi-liberal hiçbir parti, ülke genelinde yaygın, vakıf, dernek, sendika, oda, Alevi-Sünni ya da İslam ya da gayrimüslim bir cemaat yok. Bunlar bir Truva atı. Bunu BOP’tan ayrı da düşünemezsiniz. Bu işin daha birçok ayağı ortaya çıkmadı. 15 Temmuz, MİT operasyonu, MİT TIR’ları, 17-25’e takılıp kaldı. Bunlar buzdağının görünen kısmı. Kimse niye kendi içine bakmaz. Hal böyle, gerçek bu iken, durum ortada. Şimdi “Büyük Patron” kendine bağlı BÇG-FETÖ ya da PKK-PYD ve benzer, milliyetçi-liberal unsurları bir araya getirerek, orta kademede, bir yanı ile Gezi benzeri, bir başka yanı ile uluslararası ekonomik ve siyasi manipülasyon, ayrı bir kanaldan daha dikkatli davranacakları bir Ergenekon-Balyoz misali bu defa dışarıdan sosyal media üzerinden birtakım kişi ve kuruluşlarla ilgili bilgi ve belgeler servis edilebilir. Anlayacağınız topyekûn saldıracaklar. Türkiye’yi Kıbrıs’ta ve Suriye’de köşeye sıkıştırıp, askeri cenahta yakınmalara sebeb olabilirler..

Birileri düğmeye bastı ve süreç başladı. Geç kalındı, bari daha fazla yanlış yapılmadan bu işin maliyeti ve riski en aza indirilmek konusunda daha dikkatli davranılsa. Yarın çok geç olabilir
 

Abdurrahman Dilipak'ın yazısının tamamı için...