Sabah Gazetesi söyleşisinin tam metni

Güncelleme:

Ocak 2011'de hiç tanışmadığım bir gazeteci beni aradı ve söyleşi yapmak istediğini söyledi. Başımdan geçen felaketin üzerinden 17 yıl geçmesine rağmen bu konudaki rezaletleri unutmadım ve unutamam. Ben de kendisine detaylı bir şekilde yazılı cevaplar vererek bir dizi e-posta gönderdim.

İki gün önce soyleşinin bir bölümü yayınlandı. Doğal olarak Türkiye medyasının sansasyonel tarafı ağır bastı. Akabinde ünlü paparazziler konunun üstüne atladılar ve söylemek istediklerim biraz güme gitti.

Gazeteci arkadaş da bu duruma üzüldü. Kendisinden izin aldim ve benim e-postalarımdan çıkardığı ve gazeteye sundugu söyleşinin tam metnini burada yayınlıyorum.

Her musubetten bir hayır çıkar. Artık bundan 17 sene önceki gibi kontrol altında tutulan yerleşik medya yok. O medyayla dans eden adalet sistemi yok. İnternet medyası sayesinde ensesi kalın olmayanlar da sesini duyurabiliyor.

themis.jpgŞu anda çekindiğim medya patronum yok. Üzerimde iş takipçisi yayın yönetmeni baskısı yok. Tetikçi medyacıların sindirdiği adalet sistemine tabi değilim. Üstüne ustlük oy toplamak için sempatik olmak zorunda da değilim. Turkiye'de hiç bir iş yapmadığım için bana saldıracak bürokrasi de yok. Türkiye'de iş yapan patronum da yok. Yani fikirlerimi korkmadan yazabiliyorum.

YAŞASIN internet medyası!

Söyleşinin tam metni :

Engin Civan ve Selim Edes isimleri uzun yıllar kamuoyunu meşgul etmişti. Olayın temeli 5 milyon dolarlık bir rüşvet alışverişine dayandırılıyordu. Civan, olayı, sonrasını ve Amerika'daki yaşamını ilk kez anlattı. Tarihe, 'Civangate Skandalı' olarak geçti. Olay, Emlak Bankası eski Genel Müdürü engin Civan'ın, 19 Eylül 1994'te, Alaattin Çakıcı'nın adamı Davut Yıldız tarafından vurulmasıyla patlak verdi. 5 milyon dolarlık rüşvetini geri alamayan ESKA İnşaat Şirketi'nin patronu Selim Edes, mafyadan yardım istemişti. Yargılandılar. Türkiye'de yıllardır hemen herkesin diline pelesenk olan, Selim Edes'in sarf ettiği "Rüşvetin belgesi mi olur p..." sözü litaretüre girdi. Aradan geçen yıllar Civan'ın yaşadıklarını unutturmamış, tam tersine kendi deyimiyle hep, 'sıcak' duruyor. Skandalın her iki kahramanı da Amerika'da yaşıyor. Bir arkadaşının yanında finansal danışman olarak çalışan Civan, aynı zamanda Washington'da küçük bir dükkanda plastik tabak, çatal, bıçak, kağıt havlu, telefon kartı ve nalburiye malzemeleri satıyor. Annesinin yemeklerini, Fatih Camii'nin avlusunu, Bebek'te yürüyüşü ve Beşiktaş maçlarına gitmeyi özlediğini söyleyen Civan'la Özal'la nasıl tanıştığını, genel müdürlük döneminde yaşadıkları, cezaevinden çıktıktan sonra ABD'ye gidişini ve en önemlisi Türkiye'de neleri özlediğini konuştuk.
*Türkiye'den uzun yıllardır ayrı yaşıyorsunuz. Hayatınızı nasıl kazanıyorsunuz, Türkiye'de en çok neleri özlediniz?

-ABD'nin Maryland Eyaleti'nin Washington'a yakın bir bölgesinde 20 yıldır aynı evde yaşıyorum, 25 yıldır aynı telefonu kullanıyorum. Ufak bir dükkanım var dar gelirlilere ucuz ürünler satıyorum. Plastik tabak, telefon kartı, kağut havlu, nalburuye malzemesi gibi. Ayrıca, çok eski bir ABD'li arkadaşımın yanında danışmanlık yapıyorum. ABD vatandaşlarının yaşamlarının mali planlanması üzerine işler yapıyorum. Özellikle İngilizcesi yetersiz birinci kuşak göçmen ABD'lilere yardımcı oluyorum.

*Uzun yıllardır ayrısınız Türkiye'den neleri özlediniz?

-Türkiye'de Bebek'te yürümeyi, annemin yemeklerini çok özledim. Çocukluğumun geçtiği Fatih'de cami avlusunu dolaşmak ve Beşiktaş maçlarına gitmek isterdim. 30 yıl önce burada sadece Lübnan'lı bakkal varken, şimdi Türk malı ürünlerden geçilmiyor. 5 dakika mesafede taze hamsi bile satılıyor. Kendime ait internet sitesinde hem Türkiye'de hem de Dünya'da yaşanan sıcak gelişmelerle ilgili yazılar yazıyorum. Haftada iki gün dükkanda, üç gün finans şirketinde olmak üzere toplam 45 saat çalışıyorum. Ayrıca haftada bir gün de evsizlere bedava yemek dağıtan sivil toplum örgütünde toplum gönüllüsü olarak hizmet veriyorum.

'TURGUT BEY SİZİ BEKLİYOR'

*Turgut Özal ile ilk tanışmanız ve Emlak Bankası Genel Müdürü olmanız nasıl oldu? Genel müdür olduktan sonra bazı tartışmalar olmuştu, tüm bu süreci anlatır mısınız? İlk teklif ne zaman geldi Turgut Özal'dan?

-Merhum Özal 1982 yılında ABD'ye gelmişti. Büyük oğlu Ahmet de IMF'de çalışıyordu. Ahmet bir gün bana, 'Babam geldi, Türk arkadaşlarla tanışmak istiyor' dedi. İlk orada tanıştık ve benimle çok ilgilendi. Sonra yıllık izne gittiğimde kendisini Yeniköy'deki evinde ziyaret ettim. Milliyetçiliğim ağır bastı. Kendisi o zaman daha başbakan değildi. Ona, Türkiye'nin IMF ve Dünya Bankası'nın gizli raporlarını götürdüm. Bu raporları herkes göremez. Türklüğüm ağır bastı tabi. Sonra seçimler oldu, Özal başbakan seçildi. Yeni evlenmiş, ev almıştım. Kariyerim de çok iyiydi. Türkiye'ye her gittiğimde Özal bana, 'Kaçak niye gelmiyorsun?' diye takılıyordu. Ahmet de bana, 'Babam sana kafayı takmış' diyordu. Seçimlerin hemen ertesi günü telesekreterimde bir not, 'Seçimi kazandık. Turgut bey sizi bekliyor' diyordu mesajda. Halen saklarım o kasedi. Bizim ABD'de 'Gece Yarısı Ekspresi' ve 'Askeri Darbe'lerden dolayı imajımız çok kötüydü. ATA derneğinde yöneticilik yapıp, bu imajı düzeltmek için çalışıyordum. Yaptığım akademik çalışmalar nedeniyle hocam beni Dünya Bankası'na aldı.

*Emlak Bank'a başlamanızın serüveni sanırım burada başlıyor?

-Ben ABD'de ev almış, yeni evlenmiştim. Yaptığım finansal çalışmalar nedeniyle kendimi birden Wall Street'in kalbinde bulmuştum. Dünya Bankası'nın portföyünü yönetiyordum, yaşıma ve rütbeme göre inanılmaz finansal yetki serbestliğim vardı. Türkiye'ye gittiğimde kendisiyle sık sık finans ve ekonomik gelişmeler üzerine sohbetler yapıyorduk. İkinci seçimleri kazandıktan sonra Özal benim Türkiye'ye dönmemi istedi ve döndüm. Serüvenim burada başladı. Döner dönmez Özal'ın talimatıyla Denizcilik Bankası Genel Müdürü oldum. 12 Eylül döneminden kalma çok fazla batık kredi vardı. İlk iş olarak batıkları tespit edip bankayı düzlüğe çıkardım. Yıldırım Akbulut'tan sonra Mesut Yılmaz geldi. Yılmaz belki kendine yakın insanları bankalara atamayı düşündü ama bu gerçekleşmedi. Yılmaz hükümeti düşünce ben 1991 yılında istifa ettim. 6 ay Türkiye'de kaldıktan sonra tekrar Dünya Bankası'nda göreve başladım. Bu arada Sovyetler çöktü, Moskova'ya giderek Kalkınma Bankası'nı kurdum.

ÖZAL ÇOK SİNİRLİYDİ

*O yıllarda beklenmedik bir olay yaşandı. Bülent Şemiler ile Kaya Erdem kavgası yaşandı?

-Evet. Bülent Şemiler ile Kaya Erdem'in sürtüşmesi çok konuşuldu. Erdem, başbakan yardımcılığından istifa etti. Özal'ın kafasındaki planları alt üst eden bir gelişmeydi bu. O gece beni Ankara'ya çağırdı. Konutun mutfağında bir saate yakın konuştuk. Özal çok kızgın ve sinirliydi. Bana, 'Emlak Bankası'na neler yapabilirsin?' diye sordu. Daha sonra ben Denizcilik Bankası'ndan ayrılıp, Emlak Bankası'na başladım.

*Emlak Bankası'nda da batık krediler var mıydı?

-Ankara'daki merkezi bürokrasi bankaya karşı negatifti. 12 Eylül döneminden gelen iki bankanın çok büyük batık kredileri vardı. Bu kaos içinde büyük inşaat projeleri durma noktasına gelmişti. Bütün projeleri, kredileri tek tek ele aldık. Üç yıl sonra iktidar değişip görevimden istifa ettiğimde sıfır batık kredi, entegre olmuş bir kurum ve bilanço varlığı olarak Türkiye'nin en büyük bankasını Şükrü Karahasanoğlu'na bıraktım.

EDES SÜKLÜM PÜKLÜM DURUYORDU

-19 Eylül 1994'e gelelim. O gün Türkiye bir anda Engin Civan'ı konuşmaya başladı. Neler oldu da olaylar birden patlak verdi?

*Merhum Özal teknokrat olduğu için bütün büyük projeleri takip eder, teknik konulara müdahale ederdi. Ben kendisinin karayolları Genel Müdürü'nü çevre yoluna bir bağlantı yolunun dar olduğu konusunda uyardığına bizzat şahit olmuştum. Özal bunu yaparken herhangi kişisel bir çıkar veya başka bir şey talep etmezdi. Bizim yan kuruluşumuz TOKİ vardı. Türkiye'nin sayılı kurumlarından birisidir. Bütün projeler içinde tek yerinde sayan ve bir türlü ayağa kalkamayan proje Selim Edesi'in Anatepe Projesiydi. Göreve geldikten üç ay sonra konuya hakim oldum. Çok sorunlu bir araziydi. Bankalar, firmalar, anlaşmalar hepsi birbirine girmişti. Edes'in şirketi söz sahibiydi. Özal bu projeye büyük ilgi gösteriyordu. Edes'i ilk kez Özal'ın bir ABD ziyaretinde Hyatt Oteli'nin lobisinde Ahmet Özal ve Bülent Şemiler'in yanında görmüştüm. Onların yanında süklüm, püklüm duruyordu. Buluşma nedenleri bavulları İstanbul'a götürmesiymiş. Edes, bavul taşıyordu yani. Bu durumu biraz yadırgadım. Halbuki o günkü vücut lisanı, riyakarlık dahil çok şeyi anlatıyormuş. Denizcilik Bankası Genel Müdürü olduğumda benden randevu talep etmişti. Kaya Erdem krizinden sonraydı. Bana Şemileri, Dalan'ı şikayet etti. Bana, 'Emlak Bankası'na gelirsen Anatepe Projesi hızlı bir şekilde yükselir' dedi.

*Selim Edes'e ne kadar kredi kullandırdınız?

-Hemen hemen sıfır. Şöyle: Müteahhitler iş yapar, bazen paraları biter. O zaman bankadan ileride alacakları ödemeye karşılık avans alırlar. Banka da buna faiz işletir doğal olarak. Ama o tam kredi sayılmaz.

*ESKA, dönemin önemli ve baskın figürlerinden birisi. Edes'in eşi Özal ailesi ile, Selim Edes de Turgut Özal ile çok yakın. Kredi istedi de mi vermediniz, yoksa istemedi mi?

-Şimdi siz de aynı hataya düşüyorsunuz. Oradaki problem iktidara yakın inşaat şirketlerinin aldığı kredi falan değil. Yani inşaat şirketlerine kredi falan vermezdik. Bunların çok büyük bir arazisi vardı Anadolu yakasında. Anakent'ti, sonra Ataşehir oldu. Şimdi bunlar bu araziyi almış, Emlak Bankası'yla da ortak işe başlamışlar. Yıllar geçmiş, işi bir türlü bitirememişler. Bir sürü avanslar verilmiş. Yani işin artık iyice cılkı çıkmış. Bunların arazilerine sonunda ben el koydum. Tabii çok büyük bir şey var burada. Ucuza kapatılmış ve ucuza kaybedilmiş bir şey var. Edes, benim öyle yaptığımı zannediyor. Buradan çok ciddi bir husumeti vardır.

*Selim Edes de buraya mı dayandırıyor rüşvetle ilgili olayı?

-Yüzde yüz buraya dayalı. Çünkü çok komik demeçler var o ve ailesi tarafından gazetelere verilen. Yoksa benim alacak - verecek konularında ne kadar sadık olduğumu en iyi Edes'in damadı Okan Tapan bilir. Ben burada tezgaha geldim. Ergun Çakır falan beni vitrin olarak kullandı. O günkü kanunlara göre, bir insandan şantaj yoluyla para almak o insana silahlı saldırı yapmaktan çok daha büyük ceza gerektirdiği için bunlar böyle hepsini tezgahladı. Siyasiler de hemen işin üstüne atladı ve rüşvet diye bir şey çıktı ortaya. Ya bir insan görevden ayrıldıktan 3 sene sonra rüşvet mi olurmuş? O günkü medya da bunu anlamak istemedi. Böyle geldi geçti yani.

*İSKİ Skandalı patlamıştı Ergun Göknel'in. Rüşvet olaylarına bugün kamuoyu farklı bakıyor. Yani, 'rüşvet olmadı' deyince halk buna inanıyor mu?

-Ben rüşvet falan olmadığını söylemiyorum. Sadece kendi olayımdaki saçmalıkları, haksızlıkları ve bu faturanın nasıl bana çıkarıldığını izah etmeye çalışıyorum.

*Emlak Bankası çok tartışılan bir kurumdur bu anlamda. Teklifler geldi mi size de?

-Bizim yanımıza gelecek insanlar zaten çok mahdut insanlardır. Bu konularda böyle diyaloglar zaten olmaz. Aşağılayıcı bir şeydir yani. Belki alt tarafta olabilir; ama çok üst düzeylerde böyle şeyler konuşulmaz bile. Çok ayıptır. Mesela bugün dahi benim yanıma hangi tarihte kim gelmiş, vardır arşivimde. Dosyalar İstanbul'da. Yani ne dedikodular duydum ben.

*Selim Edes'le aranızda 'rüşvetin belgesi mi olur' nokta nokta diye başlayan bir söz de tarihe geçti. Onun hikayesi nedir?

-'Bu olay bir şantaj olayı olarak başlamıştır' dedik. Husumet falan. Birtakım tiplerden telefonlar geliyor. 'Getirin' dedim adamı 'benim yüzüme söylesin bunu', varsa böyle bir şey. Bu geldi, yarı sarhoş da zaten.

*Ya Selim Edes?

-Bir konuşmamızda kendisine, 'Birtakım karanlık tipleri üstüme salıyorsun. Ne tezgahlar içindesin? Beli silahlı adamları etrafına topladın. Kahramanlık mı dayılık mı yapıyorsun bana karşı? Nedir?' dedim. Kem küm etti tabii, bir şey diyemedi. Ha sonra arkadan o yanında bulunan karanlık mafya tipi insanlara birtakım şeyler söyledi ise bilemem. Ya böyle bir borç varsa bunun mutlaka bir yerde yazılı bir şeyi olması lazım değil mi?

SÜREKLİ DEDİKODU YAPIYORDU

*Dönemin en gözde kişisiydi Edes?

-O yıllarda yaşadığım herşey hatırımda. Bana sürekli başkalarıyla ilgili dedikodular anlatırdı. Bir gün yanıma gelip, 'Ben bugüne kadar sizden uzak duruyordum. Çünkü sizin eşinizin Musevi olduğunu ve sizin ajan olabileceğinizi düşünüyordum. Şimdi sizi yakından tanıyınca ne kadar şeker bir insan olduğunuzu öğrendim' diyordu. Enayi, halbuki İstanbul piyasasında en çok Yahudilerle samimi olduğumu bilmiyor. 1992 - 93 yıllarında gazeteye verdiği demeçte, Bedrettin Dalan'ı kendisini krize sokmakla suçluyordu. Dalan aynı gazetede kendisine verdiği cevapta, 'Dalan kadar başına taş düşsün' diyordu. Bu Edes'e mahsus bir davranış biçimidir. Bitiremediği projelerde suçu her zaman başkalarına atardı. 19 Eylül 1994 günü yaşadıklarımın hepsi gözümün önünde. Polis, adalet ve yaşanan süreç. Hepsi korkunçtu. Olaydan bir iki ay önce babam çok ciddi kalp krizi geçirdi. Türkiye'ye gelip ameliyat ettirdik. ABC Finans adlı bir borsa şirketi vardı. Kardeşim orada ortaktı. O şirkette adamlar paraları batırmış. Ergun Çakır diye bir adam var. O da bunlardan birisi. Bana geldi, 'Abi bizi kurtar' diye ellerimi öptü, yalvardı. Hüngür hüngür ağlıyordu. Kurtardım bu adamı. Sonra Dündar Kılıç'ı devreye soktular. Çakır, yazlıktan komşusu Kılıç'ı devreye soktu. Ardından Edes ile aramızda geçen konuşmadan esinlenerek yalancı şahit olarak kullanmak istedi Kılıç'ı. Aklı sıra, 'Silkeleme operasyonu' yapacaklardı.

LAZLAR VE KÜRTLERE 'MAMA' YEDİRMEM

*Edes ile merhum Özal'ın eşi çok yakın arkadaştı. Özal'la sık sık görüşür müydü Edes?

-Gelelim meşhur rüşvet konusuna. Edes'in eşi, Özal'ın eşi ve kendisine yakın olması nedeniyle konuta sık sık gidiyordu. Birçok insan işlerini çözmek için onların peşinden koşardı. Edes, yurt dışından yatırımcıları getirdi. Dönemin ekonomi bakanı Yusuf Bozkurt Özal da durumdan haberdardı. Yerli yatırımcılar da devreye sokuldu. Ahmet Özal ile birlikte Edes'in Silivri'deki yazlığına gittik. Kendisine büyük yüklenicilerden bahsettim ve onlardan olabilecek bir fiyat talep etmesini istedim. O bana, 'Lazlara ve Kürtlere mama yedirtmem' gibi laflar etti. Bankadan kullandığı kredi iyi giden bankada sorun yaratıyordu. Anatepe projesi bilançomuzu çok ciddi etkiliyordu. Yeni bir yapılanma ile bankayı inşaat işlerinden ayırdım. Dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut'un desteğiyle inşaat şirketini bağımsız bir şirket haline getirdim. Anatepe projesini de mini bakanlar kurulu kararıyla Toplu Konut'a satıp bankayı sorunlu bir işten kurtardım. Ancak tartışma çıktı. Toplu Konut Edes'in hakkını peşin ödemek istemedi. Edes de bu durumu benim engellediğimi düşündüler. Yetki başkalarının elindeydi. Daha sonra Ankara'da Edes'in de içinde olduğu kulisler başladı. Beni görevden alma girişimleri oldu. Bu sırada Başbakan Mesut Yılmaz'dı. Yine mini bir bakanlar kurulu kararıyla araziyi tekrar Emlak Bankası'na satmak istediler. Plan çok açıktı. Bu arada beni bakan İmren Aykut sık sık arayıp, 'Selim Edes'e yardımcı ol' diyordu. Edes'in para işlerini idare eden Erol Özcan ile İmren Aykut çok yakın arkadaşlar. Zürih'te sık sık buluşup, görüşüyorlardı.

YILMAZ İLE ANNESİNİN EVİNDE BULUŞTUM

*Siz bu yaşadıklarınızı dönemin hükümet yetkililerine anlatıyor muydunuz?

-Çok ciddi baskılar oluyordu. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'dan randevu talep ettim. Kendisiyle bir Galatasaray maçı sonrası annesinin Gümüşsuyu'ndaki evinde buluştuk. Benim İstanbul Lisesi'nden ağabeyim olur. Bu hukukumuza dayanarak yaşadıklarımı anlattım. Kendisi bana, 'Bu arsa meselesi nedir. Ahmet (Özal) beni arayıp duruyor' diye sordu. Kendisine, 'Bu araziden post çıktı. Edes'in hakkı peşin ödensin ve bitsin' dedim. Sonra bana, 'Arazinin bankaya devri önüme gelirse imzalamam' diye konuştu. Ancak bu mesele 1994 yılında medyaya çarpıtılarak yansıdı. Daha sonra benim için, 'Yurt dışına kaçtı' demesinler diye 9 ay İstanbul'da bekledim.

*O sıralarda Nida Ergenç saldırıya uğradı?

-Yılmaz'la görüştükten sonra ilginç bir gelişme oldu. Nida Ergenç isimli biri beni arıyordu sık sık. Babamların yazlığında Ergun Çakır'a sordum. Çakır bana, 'Mafya avukatıdır, Sirkeci piyasasından' dedi. Sonra kendisini ofisime davet ettim. Selim Edes ile birlikte geldiler. Edes kem, küm ediyor. Bunların kulağına birisi birşeyler fısıldamış. Edes para koparmak peşinde. Her ikisine de ağzıma geleni söyledim. Tartıştık ve ofisimden ayrıldılar. Nida Ergenç sonra evinin önünde motorsikletli mafya tetikçileri tarafından saldırıya uğradı.

EDES'E 'ET KAFA' LAKABINI AHMET ÖZAL TAKTI

*O dönem tehdit telefonları alıyor muydunuz?

-Tüm yaşananlar bir komediydi. Özal ailesiyle olan samimiyet Edes'i çok şımartmıştı. Bana bilgiler geliyordu. Bana, 'Edes'in senden alacağı varmış' diyorlardı. Ahmet Özal'ın Kanal 6'da yaşadığı ekonomik sıkıntı vardı. Saldırıdan 9 ay önce bir salaklık yaptım. Ahmet'in ofisine uğradım. İtalyan televizyoncularla pazarlık yapılıyordu. Bazı görüşmelere ben de katıldım daha sonra. Özel bir uçakla İzmir'de yaptığı siyasi toplantıya gittik. Mali sıkıntılarından söz ediyor, ben de aracı oluyordum. Türkiye'de iş yapan ve iktidar değiştiği için işleri sorunlu olan bir Amerikalı gruba rica ederek Ahmet'e 300 bin dolar borç verdirdim. Bu benim en büyük yanlışımdı. Bana tehdit telefonları geliyordu. Hepsini Ahmet'e anlatıyordum. Silahlı saldırıdan iki gün önce de Ahmet'e, 'Bu Selim Edes bir takım adamlara telefon açtırıyor. İpe sapa gelmez konuşmalar yapıyorlar. Bu adama et kafa lakabını takan sensin, sen konuları biliyorsun' dedim. Ahmet sinirlendi, 'Kafayı yemiş bunlar. O hesaplar çoktan kapandı. Sen merak etme ben şimdi Sarıyer'e gidip annemle konuşacağım' dedi. Sonrası malum. Bende de delikanlılık var. Uçağa binip yurt dışına gitmedim, bunlarla görüşmeye gittim.

DÜNDAR KILIÇ BENİ KAPIDA KARŞILADI

*Sonra neler oldu peki?

-Edes ile görüşmeye gittiğimde beni Dündar Kılıç kapıda karşıladı. Bana, 'Engin Bey bu adamlar birşeyler konuşuyorlar' dedi. Selim Edes içeride, ağzı leş gibi içki kokuyor. Ergun Çakır, Tevfik Ağansoy oradalar. Çakır, Ağansoy'un ensesine el hareketleri yaparak artistlik yapıyor. Tam bir tezgah yani. Ben de bu durumu görünce onlara açtım ağzımı, yumdum gözümü. Sonra çıkıp gittim. Bu arada konuşmalarda yurt dışında olan Aleattin Çakıcı'nın ismini de kullanıyorlardı. O da dolduruşa gelmiş sanırım. Aleattin Çakıcı da orada dolduruşa geldi. Bu sefer olay onları da aştı. Ben, 'bana böyle şeylerle gelmeyin' diye herkese bir set çekince, onların buradan şantaj yoluyla bir mama gelir şeyi bozulunca, bu olay ortaya çıktı yani. Bunlar da kendilerine yediremediler olayı. Çakıcı da biliyor bu konuda feci şekilde şeye geldiğini, dolduruşa mı diyelim ne diyelim.

'RÜŞVETİN BELGESİ Mİ OLUR ...' SÖZÜNÜN SIRRI

*Rüşvet olayı nerden çıktı?

-TCK'ya göre şantajla para sızdırmak rüşvet vermekten daha büyük suç. Hemen çarklar dönmeye başladı ve bu olay rüşvete dönüştürüldü. Kamuoyu yerleşik medya tarafından kandırıldı. Tam altı yıl sonra rüşvet davası olarak karşıma çıktı.

*Meşhur dava başladı bu tarihlerde?

-Vurulduktan sonra hastaneye Şişli'den bir savcı geldi. Tansu Çiller'in özel araba tahsis ettiği savcı bu. Şişli'den bir savcı geldi. Savcıya, hastane yatağında tüm yaşadıklarımı detaylı anlattım. Sıra Ahmet Özal'a gelince beni azarladı ve 'Ahmet'in adını ağzına alma' dedi. Bu ifademi kayda geçirmedi. Aynı savcı rüşvet almak ve vermek suçundan Edes ile benim 80 yıla kadar hapsimi istedi daha sonra. Sonra dava İstanbul Adliyesi'ne gönderildi. Burada bir savcıyla karşılaştım. Kendisi gayet romantik, şiirler okuyan birisiydi. Benden yeniden ifade aldı. Aradan iki hafta geçmişti. Ceza davası ortadan kalkmıştı. Ortaya bu sefer, 'Nitelikli rüşvet davası' çıktı. Ben hukukçu değilim. Jeton sonradan düştü. Dava nitelikli rüşvet olursa, rüşvet veren sadece para cezası alacaktı.

*Mahkemede Dündar Kılıç'ın meşhur ayağa fırlaması olmuştu?

-Bizim silahlı saldırı ve rüşvet davaları başladı. Saldırı davasına bakan hakimi gözüm tutmuştu. Rüşvet davasının ilk duruşmasında hakim rengini belli etmişti. O duruşmada Dündar Kılıç ayağa fırlayarak, 'Bütün tezgahları başlatan Ergun Çakır'dır' diye bağırdı. Hakim bunu kayda geçirmedi.

AZMİ BEY'İ KULAKLARINDAN ÖPERİM

*Sonra neler oldu?

-İki dava birleştirildi ve saldırı davasına bakan hakim uzaklaştırıldı. Mahkemeye bakan savcı Selim Edes'i suçlar bir mütaala verdi. Sonra adli tatil oldu ve savcı değiştirildi. Yerine başka bir savcı atadılar. Buradan SABAH Gazetesi aracılığıyla Azmi beyin (Ulu) kulaklarını öperim mesajı gönderiyorum. Çok haksızlık yaptı bana.

ÜÇ MERMİ YARASI 'BUHAR' OLDU

*Silahlı saldırıdan sonra düzenlenen raporlara avukatlarınız itiraz etmişti?

-Evet. Büyük bir gürültüyle adli tıp kurumuna gittik. Masanın etrafında bir düzine doktor oturuyor. Cüce boylu kısık sesli bir bayan doktor beni herkesin içinde belden yukarı soydu ve Latince bir takım tıp terimleri telafuz etti. Sonuçta bir sürü şerefli adli tıp üyesi önünde benim vücudumun belden yukarısındaki 3 mermi yarası tıbben yok oldu. Avukatlarım bu rapora itiraz ettiler. Ancak mahkeme başkanı bu talebi kabul etmedi. Halbuki vurulduğum gün Avrupa Hastanesi'nde ilk müdahaleyi yapan doktor aynı zamanda Büyükada Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde görevliymiş. Bana, 'Engin bey verilmiş sadakanız varmış. Kaburganıza saplanan kurşun karaciğerinizi dağıtabilirdi' dedi. O doktor bu söylediklerimi okursa teyid edebilir.

*Sizin hazırlanan iddianemeye itirazlarınız olmuştu?

-Mahkemeye yeni atanan Mete efendi (Göktürk) Selim Edes'e methiyeye benzeyen iddianemeyle duruşmalara devam ediyordu. Metris Cezaevi girişinde gardiyan bir çocuk vardı. Yanım gelip, 'Engin abi, Selim Edes'in avukatı buraya başka birisi için geldi. Ben konuşurken ağzından kaçırdı. Hakim senin cezanı, seni tahliye etmemek için kendi yetkisinde yüzde elli arttıracakmış' dedi. Ben buna güldüm. Hakimin böyle bir yetkisi var ama karşı tarafın avukatıyla paylaşamaz. Çünkü o zaman elindeki kartları göstermiş olur. Nitekim genç gardiyanın dediği oldu. Üstüne üstlük Selim Edes, adam öldürmeye teşebbüsten değil adam yaralamaktan ceza aldı. Yattığıyla kalıp, tahliye oldu. Yıl 1995'ti. bir kaç hafta sonra kızımın mezuniyeti için ABD'ye, 'gidiyorum' diyerek Azmi bey Yargıtay safhası bitinciye kadar yurt dışı yasağı koymadığı için, elini kolunu sallayarak ABD'ye gitti Edes. Para cezasını uzun müddet mecbur olmadığı için ödemedi. Ardından Rahşan Affı'ndan faydalanarak yıllar sonra Türkiye'ye döndü. Kalan cezasını da yatmadı. Yargılama süreci sırasında Tansu Çiller'in borazancısı Turhan Güven adlı milletvekili mecliste sık sık Özal ve Emlak Bankası aleyhine konuşmalar yapıyordu. Bunların çok etkisi oldu.

AİLECE BÜROKRAT, POLİTİKACI BAĞLAMAYI İYİ BECERİYORLARDI

*Yargıtay süreci de çok tartışıldı sizin davanızın?

-Yargıtay'da iki üye, 'Edes'e verilen ceza azdır' diyorlar ancak buna rağmen ceza onaylanıyor. Şimdi sıkı durun. Dava 24 saat içinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na göndirilerek onaylandı. Kısaca Yargıtay davaya kurumsal bir domuz bağı attı ve davanın bir an önce kapanmasına olanak sağlandı. Burada amaç Selim efendinin (Edes) yurt dışına postalanmasıydı. Özal ailesinin gündemden düşmesi. Edes, Washington'a yerleşti ve kesinleşmiş geri kalan cezasını yatmadı. ABD'de eski tanıdığı Amerikalı askerler, istihbaratçıları danışman olarak tuttu. Verilen para cezasını da ödemedi. Burada bulunan Türk gazetecilere asparagas haberler yaptırıp kendini masum göstermek için pazarlıyordu. Bunlar ailece, bürokrat, politikacı tavalama becerilerini iyi icra ediyorlardı.

*ABD'de nasıl vatandaşlık hakkı kazandınız?

-Türkiye'de medya, 'çift pasaportlular' çamurunu atıyorlardı. Yapmadığım bir şeyi yapıyormuşum gibi yazıyorlardı. O dönem Türkiye'de bazı bürokratlar, siyasiler ve medya mensupları kişisel olarak benimle mücadele ediyorlardı. Göçmen dairesine mülakata gittim. Mülakat videoya kaydedildi. Ben başımdan geçenleri anlattım. Orada bulunan zenci bir müfettiş bana, 'Mr. Civan anlattıklarınız kayda aldım ve dinledim. Size şunu söyleyebilirim. Eğer anlattıklarınızın yüzde 10'u doğruysa size sığınma hakkı veririm. Ancak bu uzun sürer. Sizin 15 yıllık eşiniz ABD vatandaşı. Bu sizin için daha kolay ve ekonomik bir yol' dedi. Bu mülakat da 'guguk devleti, hukuk devleti' farkını anlamak için güzel bir anı olarak duruyor bende.

HUKUK ÖĞRENCİLERİNE KATKIM OLSUN

*Size karşı bir linç kampanyası mı yapıldı o dönemde?

-Benim yaşadığım hukuk rezaletleri hukuk öğrencilerine ders olmalı. Bunları anlatmamdaki amaç da bu zaten. Katkım olsun. Türkiye'nin demokratikleşmesinde benim de bir katkım olsun diye bu yaşadıklarımı anlatıyorum size. Bir de başka özel bir konu var. Selim Edes mert ve erkekçe davranmadı. Çıkıp, 'Engin Civan'ı bu şantaj davasına alet etmekle salaklık ettim. Büyük balığı tutmama izin vermedi' desin. Bugüne kadar kimlere para verdiyse, kime neler ikram edip, hediyeler verdiyse açıklasın. Onun yalanlarını çıkarmaya devam edeceğim. Kendini, 'süper zeka' olarak tanımlayan Selim Edes'in ABD'de, İsviçre'de kankaları var. Ama benim gözü pekliğim, cesaretim ve mantığım benim işimi kolaylaştırıyor.

*Son olarak, geriye dönüp baktığınızda tüm yaşadıklarınızda sizin bir hatanız olmadı mı?

-Benim iki büyük hatam oldu. Birincisi Türkiye'ye dönmem. İkincisi ise görevden ayrıldıktan sonra bizden sonra göreve gelenlerin başıma açtığı işler. O günkü şartlarda içine kapanık bir ülkenin vatandaşı olarak yurt dışında kariyerimi ispat etmiştim. Hatta o günlerde Londra hazine bölümünden astronomik bir rakam karşılığı iş teklifi almıştım. Aldığım aile terbiyesi buna izin vermedi. Duygusal davrandım. Ama bu benim en büyük hatam oldu. Türkiye'de göreve başladıktan sonra önemli projeleri hayata geçirdim. Basına yansımayanlar dahil. Bizden sonra göreve gelenler başımıza iş açtı. Hukuki belalar herkesin malumu. Türkiye'de, gizli gündemli, içten pazarlıklı, ucuz kahraman insanların bu kadar çok olabileceğini hesaba katmamıştım. Bunları sonradan öğrendim ama bana pahalıya patladı. Ancak Türkiye şu anda bana göre yükselen bir yıldız. Benim ülkeme herhangi bir düşmanlığım ve kinim olamaz. Ancak Türkiye'de daha çağdaş, daha insan haklarına saygılı gelişmiş bir demokrasi olmalı.

*Başınıza bu kadar olay geldi. Hiç intihar etmeyi düşündünüz mü?

-Hayır, hiç düşünmedim. Çünkü insan suç işler, pişmanlık duyar, 'rezil oldum' diye.

*Edes ile hiç görüştünüz mü?

-Görüşmedim. Ne görüşeceğim onunla Allah aşkına.

*'Civangate Skandalı'nın kahramanı olarak tanınıyorsunuz. Bu sizin üzerinize yapıştı, kırgınlıklarınız var mı?

-Yapacak birşey yok. Kızgınım, kırgınım. Böyle kişisel bir kırgınlığım yok. Olayın bütününe kızgın ve kırgınlığım var. Azmi, Mete ve Avni efendilere hakkımı helal etmiyorum. Bankada biraz serttim. Bundan dolayı zaman zaman üzülüyorum tabi.

*Çocuklarınız bu yaşadıklarınızdan etkilendi mi? Biliyorlar mı?

-Onlara tüm yaşadıklarımı anlattım. Çok iyi Türkçe konuşuyorlar. Türk müziği dinliyorlar. Odalarında Beşiktaş bayrağı hep asılıdır. Anneleri Amerikalı olmasına rağmen Türk kültürüne yakın çocuklar. İkisi de üniversite okuyor. Küçük oğlum yabancı dil olarak üniversitede Türkçe ders alıyor. Beşiktaş maçına gitmeyi özledim Türkiye'de.

CİVAN KİMDİR?

1954 İstanbul doğumlu. Baba tarafından sülalece balıkçılık yapan 400-500 senelik Şileli üç çocuklu bir ailenin en büyüğü. Dede Hilmi Bey, Babası ise Ali Ruşen. Anne tarafından dedesi Abdullah Bey ise Ahlatlı, Fatih'te esnaflık yapmış birisi. Anneanne tarafından Bayburt ve Kayserililik de var.

Civan'ın ortanca kardeşi Hakkı Ergin. En küçükleri Müjde de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin AK Partili Meclis üyesi Zeki Yeşildağ'la evli.

İstanbul Erkek Lisesi ve Robert Kolej'de okudu. Johns Hopkins Üniversitesi'nin İtalya'daki Uluslararası İlişkiler Okulu'na Türkiye'den gönderilen tek kişi oldu. Mastırını Amerika'da yaptı. George Washington Üniversitesi'nde ekonomi doktorası yaptı. 1983-84'lerde Dünya Bankası'nda çalışmaya başladı. O arada, Amerika'da hiçbir sinagog veya ibadethaneye kayıtlı olmadığını söyleme ihtiyacı hissettiği, kendisinden 3 yaş büyük Yahudi kökenli Michale Hanım'la evlendi. Erol ve Eren adında çocukları oldu. Özal'ın ikinci döneminden sonra Türkiye'ye geldi. Emlak Bankası Genel Müdür Yardımcılığı, Denizcilik Bankası Genel Müdürlüğü yaptı. Kaya Erdem'in Emlak Bankası Genel Müdürü Bülent Şemiler'le kriz yaşayıp istifa aşamasına gelmesiyle Şemiler'in koltuğuna oturdu. Onu 'Civangate Skandalı'nın kahramanı yapan olay 19 Eylül 1994'te gerçekleşti. ESKA'nın patronu Selim Edes'ten 5 milyon dolar rüşvet aldığı gerekçesiyle Alaattin Çakıcı'nın adamı Davut Yıldız tarafından vuruldu. Yargılandı. 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 550 gün cezaevinde kaldı. İnfaz yasasından yararlanarak 3 Nisan 1996'da serbest kalınca Amerika'ya gitti. Bir daha Türkiye'ye hiç gelmedi.

Diğer Yazıları
31 Mart Vakası & 31 Mart Yerel Seçimleri
Bir Türk Kedisinin Amerika Macerası
Yüzde 0,0055