Zaman yazarından çarpıcı yazı

Zaman yazarından çarpıcı yazı
Güncelleme:

Zaman yazarı Sevgi Akarçeşme bugünkü köşesinde ilginç bir noktaya dikkat çekti. Akarçeşme yabancı medyada Türkiye hakkında son günlerde olumlu tek bir yazı bile çıkmadığını belirtti.

İŞTE SEVGİ AKARÇEŞME'NİN YAZISI:

Türkiye’nin eriyen itibarı
İtibar zor kazanılır, çabuk kaybedilir. AKP iktidarının ilk yıllarındaki demokratikleşme reformları nedeniyle dünyada biraz yükselen itibarımızın sorumsuz bir mirasyedi gibi bir çırpıda heba oluşuna şahit oluyoruz son dönemde.


2010 referandumu sonrasına kadar, Türkiye dünya medyasında yükselen bir rol model, demokrasi ve İslam'ın birlikte var olabileceğinin yegâne örneği olarak yer alıyor, iktidar da bu yorum ve haberlerden memnuniyet duyuyordu. Şimdilerde ise yabancı medyada Türkiye hakkında çıkan pozitif neredeyse tek bir haber yok. Sadece kısa bir Google araması bile “yeni Türkiye”nin dünyadaki algısına dair fikir verebiliyor insana: Gittikçe otoriterleşen, tek adam rejimine dönüşen, ülkenin tek bir şahsın keyfî açıklamalarına göre yönetildiği ve basın özgürlüğünün tehdit altında olduğu bir ülke. İktidara göre tüm bunlar yükselen Türkiye'yi çekemeyen dış güçler ve onların içerideki işbirlikçilerinin ürünü. Peki, askerî vesayeti eleştiren, AKP'yi öven, kapatma davasında AKP'nin yanında yer alanlar aynı güçler (!) değil miydi? Değişen, işini yapmaya çalışan medya mı yoksa iktidar mı? Tarihin temel bilgilerini yok sayan bir özgüven patlaması ile 'Amerika'yı Müslümanlar keşfetti' dedirten ve Türkiye'yi alay konusu haline getiren hangi medya kuruluşu? Ya da İslam karşıtlarının önyargılarını doğrular gibi 'kadın-erkek eşitliği olamaz' açıklamasını yaptırtan paralel (!) medya mı? İktidarın maşalığını yapmanın gazetecilik sayılabildiği bir ülkede temel bir gerçeği hatırlatmak farz oluyor: Medya bir aynadır, baktığınızda gördüğünüz kendi yansımanızdır.

Türkiye'nin artık monarşik dönemlerde kalmış bin odalı ve sorumsuzca harcanan kamu kaynaklarıyla yapılan Kaç-Ak Saray'la yeterince küçük düştüğü yetmemiş olacak ki geçen hafta Cumhurbaşkanı'nın kendi ülkesinin okullarını bu kez de Afrika'da şikâyet ettiğine şahit olduk.  Bir ülkenin liderinin kendi ülkesinin okullarını şikâyet etmesinin ayıbı bir yana, ortada ciddi bir mantık sorunu var. Cumhurbaşkanı'na göre Türk okulları Türkiye dahil bulundukları her ülkede casusluk (!) yapıyor. Öyle de eğer tüm dünyada birden casusluk yapıyorlarsa bu casusluğu kim adına yapıyorlar? 160 ülkeden bilgi toplayıp Marslılarla mı paylaşıyorlar? Bu komik suçlamaları dinlerken ülkemizin sırf yolsuzlukları örtmek uğruna düşürüldüğü hale üzülmemek mümkün değil. Şikâyetlerin etkisine gelince: Birinci ağızdan dinlediğim bir vaka size yeterince fikir verecektir. Hizmet gönüllülerinin neredeyse yirmi yıl önce gittiği bir ülkede Türkiye'nin diplomatları resmî makamlara şikâyete giderler ve Türk okullarını açanların ne kadar zararlı insanlar olduğunu anlatırlar. Dinleyen yetkilinin cevabı aslında tüm dünyadaki durumu özetliyor: “Ben sizi yarım saattir tanıyorum, şikâyet ettiğiniz insanları ise yıllardır. Sizce anlattıklarınıza mı gördüklerime mi inanmalıyım?”

İronik olansa Hizmet'i tüm dünyada şikâyet eden AKP'nin bu modeli birebir taklit etmesi. Hayırda yarış güzeldir, iyilik kimsenin tekelinde değil. Hizmet gibi hareketlerin çoğalması Türkiye'nin yumuşak gücünü artırır ama ellerinde çek defterleri sınırsız maddî imkânları seferber eden AKP'lilerin atladığı bir şey var: Dünyanın her tarafındaki okulları, kültür merkezlerini kuran, ayakta tutan ne güzel binalar ne de para. Bu işin sırrı gönüllülük esasına dayalı bir adanmışlık. Elinde valizinden başka bir şey olmadan en ücra ülkelere gidenlerin o okulları nasıl sıfırdan kurduklarını dinlemek yetecektir bunu anlamak için.

Devasa yolsuzluklardan sıyrılmak için uydurulan paralel takıntısı nedeniyle sadece ülkemiz enerjisinden ve akıl sağlığından kaybetmiyor, suçunu örtmek istedikçe daha çok suça bulaşanların girdiği çıkmaz otoriter yol, Müslüman demokrat ülke mümkün olabilir varsayımını da yerle bir ediyor.