Biden ‘soykırım’ dedi çünkü AKP iktidarı köşeye sıkışmış ve mecalsiz durumda

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı... Türkiye’nin sorunu tarihi bilgi eksikliği değil, kendi geçmişini özgürce tartışamaması....

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

Anadolu’daki Ermeni varlığı 1. Dünya Savaşı sırasında imha oldu. Son yıllarda, yaşanan o acı olaylarla ilgili bakışımızı değiştirecek yeni bulgular ortaya çıkmış değil. Öyleyse ABD Başkanı Joe Biden niçin şimdi Ermeni soykırımı açıklaması yaptı?

Çünkü AKP iktidarı ideolojik, İhvancı ve liyakat yoksunu dış politikası nedeniyle ürkütücü bir tecrit içinde. F-35 programından çıkarılması ülke savunmasına zarar verdi, daha fazla risk alabilmesi zor. Ekonomi bozuk, ülke kesintisiz yedi yıldır fakirleşiyor. Mukabelede bulunacak mecali yok. Biden elbette gerçekleri görüyordu ve ona göre hareket etti.

Hayal dünyasında gezinen kimi AKP’li siyasetçilerin, ilk günlerde NATO’nun askeri kanadından çıkılması veya İncirlik üssünün kapatılması gibi düşünce egzersizleri yaptığını medyada okuduk. Hatta yetkili dış politika kurullarında görevli olanlar “Ankara sert bir misillemede bulunacak” müjdesi dahi verdi.

Ama hepsi boş çıktı. İktidar, Kahire’deki Rabia Meydanı olaylarına verdiği tepkinin onda birini göstermedi.

Ankara’dan yapılan resmi açıklamada, Türkiye ve ABD Cumhurbaşkanlarının Haziran’da NATO toplantısında görüşecekleri, işbirliğine ve beraber çalışmaya devam edecekleri vurgulandı.

Washington’daki Biden’ın Ankara’yı doğru okuduğu ortaya çıktı.

AKP yönetimi kısa süre önce Devlet Başkanı Volodimir Zelensky’nin ziyareti sırasında, Ukrayna’nın NATO üyeliğini hararetle destekledi. Halbuki Ukrayna’nın NATO üyeliği yanlış bir adım. Hatta mümkün değil. AKP’nin olmayacak duaya amin demesinin ve Rusya’ya karşı NATO’nun gönüllü koçbaşı işlevini üstlenmesinin başlıca nedeni, Washington’a şirin gözükme ve arayı düzeltme arayışıydı.

Ukrayna’nın NATO üyeliği için koçbaşı rolü üstlendikten birkaç hafta sonra şimdi kendisi mi NATO’dan çıkacaktı?

Kaldı ki, Biden açıklamasını yaparken Türkiye’yle büyük ölçüde kağıt üstünde kalmış müttefik ilişkisinin daha da bozulma olasılığını elbette hesapladı. Dahası, o hesabın yapıldığını özellikle Ankara bilsin diye, Amerikan medyasına sızdırdılar. Sızdırmanın ima ettiği, Biden yönetimi Türkiye’ye kibarca dilersen NATO’dan çıkabilir, İncirliği kapatabilir veya istediğini yapabilirsin, hepsini hesaba kattım diyordu.

İktidar ve muhalefetteki pek çok siyasetçinin sandığının aksine, Türkiye artık stratejik açıdan vazgeçilmez öneme sahip değil. O günler eskide kaldı. Bir süredir bunları yazıyorum:

“Stratejik önemi veya Rusya eksenine kaçmaması gerekçesiyle, demokrasi yolundan sapmış Türkiye’nin Batılı kurumlar içinde kalması sürdürülebilir değil.

40 veya 60 yıl önce Türkiye askeri rejimler tarafından yönetilirken öyleydi… Ama artık koşullar farklı.

Rusya ekseni diye bir varlık yok… Tek başına kalan Rusya’yı dengelemek için Batı’nın Türkiye’ye ihtiyacı şimdi çok daha az.

Türkiye’nin ekonomisi 650 milyar $, yaklaşık 8,5 milyon nüfuslu İsviçre kadar. Önemi azalmış İncirlik ve muhtemelen daha kritik Malatya Pirinçlik üslerine seçenek bulmak kolay.

Türkiye’nin Ortadoğu’da ağırlığı kalmadı. Şimdi en büyük değeri üzerinde yaşadığı coğrafya. Çok şükür izlenen kötü politikalar coğrafyayı değiştiremiyor!

NATO sözleşmesinin dibacesinde ‘demokrasi, birey özgürlükleri ve hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulduğu’ yazıyor. Yargı bağımsızlığı açısından, fiilen askeri istihbarat örgütünün yönettiği Cezayir’in, savaşın dağıttığı Irak’ın ve yeni askeri darbe yaşamış Mısır’ın gerisinde kalan Türkiye, nasıl NATO’da devam edecek?”

Özetle, Batı’nın Türkiye’ye ihtiyacı, Türkiye’nin Batı’ya ihtiyacından çok daha az.

AKP iktidarı hem güvenlik ve ekonomi nedeniyle Batı’ya ihtiyacı olduğunu biliyor, hem mevcut otoriter rejimi sürdürmek istiyor. Bu açmaz nedeniyle, eminim S-400’leri çöpe gönderecekler (Girit modeli). İşletmeye o nedenle almıyorlar. Ama S-400’leri çöpe atmak da yeterli olmayabilir.

İktidar ve muhalefet partilerinin sık kullandığı bir açıklama “1915 olayları siyasetin değil tarih biliminin konusudur, bırakalım tarihçiler incelesin” yaklaşımı.

Bunu söyleyen siyasetçi pek bir şey söylemiyor, kendi varlığını inkar ediyor, üstüne düşen sorumluluktan kaçıyor demektir. Tarih, araştırmacıların laboratuvarda fizik veya kimya deneyleri yaparak kesin bulgulara ulaşmasına benzeyen bir alan değil. Öyle bir ‘tarih bilimi’ yok!

Elbette tarihçiler araştırmaya ve yazmaya devam edecek. Ama siyasetçilerin tavır alabilmesi için elde yeteri kadar tarihi bilgi mevcut, sorumluluğu tarihçilere yıkmasınlar.

Birinci derecede sorumluluk siyasetçilere düşüyor.

Türkiye’nin sorunu tarihi bilgi eksikliği değil, kendi geçmişini özgürce tartışamaması. Ama maalesef bugününü bile yeterince özgür tartışamıyor.

Daha fazla zaman ayırmak isteyenler için, tarihimizin en kader belirleyici dönemlerinden biri hakkında aşağıdaki özeti sunuyorum.

Anadolu’daki Ermenilerin imhası

Osmanlı döneminde Ermeniler Anadolu’nun hemen her tarafına dağılmış, ama hiçbir bölgede çoğunluk oluşturmadan yaşıyordu. En yoğun yaşadıkları yer İstanbul’du. İkincisi Çukurova bölgesi, üçüncüsü başta Van, Bitlis, Erzurum bazı doğu vilayetleriydi.

1912-3 Balkan Savaşından sonra Avrupa’da Osmanlı toprağı hemen hiç kalmadı. 1911 Libya Savaşı dahil Osmanlı, Avrupa ve Kuzey Afrika’daki tüm varlığını Büyük Savaş’tan önceki dört yıl içinde Avrupalı devletlere bırakmak zorunda kalmıştı.

5 Kasım 1914’de İngilizlerin resmen savaş ilan etmesiyle Osmanlı devletinin Müttefiklere karşı savaşı başladı (Antant ülkeleri; İngiltere, Fransa, Rusya). Yaklaştığı belli Büyük Savaştan önce hem Sultan Abdülhamid, hem 1909’da onu deviren İttihatçılar, İngiltere yanında savaşa girmek için defalarca demarş ve girişimde bulundu, ama hep ret cevabı aldılar. Çünkü o savaş, Avrupalıların  “Doğu Sorunu” dediğini, yani Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağını belirleyecekti.

1882’de Mısır’ı işgal eden İngiltere’nin hedefi, Osmanlı yönetimi altındaki diğer Arap vilayetlerini kendi kontrolü altına almaktı ve yıllardır o doğrultuda uğraşıyordu. Doğu Sorununun Anadolu topraklarında kalan en önemli parçası ise Ermeni Sorunu idi.

O arada Balkanlardan sürülen Türkler ve diğer Müslümanlar dalga dalga Anadolu’ya geliyordu. Osmanlı yönetimi de, özellikle Ege bölgesindeki Rumları zor kullanarak Yunanistan’a gönderiyordu.

Büyük Savaş’ın Kasım 1914 – Nisan 1915 arası ilk aylarında üç cephenin üçünden de kötü haberler geliyordu.

Yıllardır hazırlanan İngiltere savaş ilanının ertesi günü 6 Kasım’da Basra sahiline asker çıkartmaya başladı. Osmanlı kuvvetleriyle sert çatışmalardan sonra Basra’yı 21 Kasım’da aldılar. Osmanlı ordusunun bölgeyi en iyi bilen komutanlarından Süleyman Askeri, Nisan 1915’te hâlâ İngilizlerden şehri geri almak için çarpışıyordu, ama bilindiği gibi İngilizleri durdurmak mümkün olmadı.

Cemal Paşa Şubat 2015’te Dördüncü Ordu başında Süveyş Kanalı seferine çıktı, ama Mısır’ı elinde tutan İngilizlere karşı başarısız kaldı. Başta Cemal Paşa ve Süleyman Askeri bölgedeki Osmanlı subaylarının hepsi, İngilizlerin Ortadoğu siyasi sorumlusu Sir Patrick Cox’un Arapları kendi yanına çekmek için nasıl çalıştığını görüyordu. Zaten kısa süre sonra Arap İsyanı başladı.

Enver Paşa Aralık 1914’de Rusya’ya karşı kötü planlanmış Sarıkamış seferini başlattı, emrindeki Üçüncü Ordu neredeyse tamamen yok oldu.

Londra’daki Savaş Konsey’i, Osmanlı ordularının üç cephedeki yenilgisinin de verdiği cesaretle, Müttefik filosuna İstanbul’un işgali emrini verdi. İngiliz ve Fransız gemileri boğazlara yöneldi, 18 Mart’ta Çanakkale Savaşı başladı. Dördüncü cephede Payitaht İstanbul düşürülecek, Osmanlı saf dışı bırakılacak ve Büyük Savaş’ı bitirmek kolaylaşacaktı.

Nisan 1915’te Osmanlı devleti 600 yıllık tarihinin en ağır varoluşsal tehdidiyle karşı kaşıyaydı. Koca İmparatorluk çöküyor gibiydi. İstanbul’daki hükümet başkenti Anadolu içlerine taşıma planı yapıyordu. Hazinenin altınları taşınmıştı bile.

O günlerde İstanbul’da Ermenilerin büyük çoğunluğu açık şekilde Müttefikleri destekliyor, cepheden gelen Müttefik başarılarını sevinçle karşılıyordu. Tarihçi Prof. Eugene Rogan’ın sözcükleriyle “İstanbul’un talihsiz Ermeni cemaati, Osmanlı ve Almanlara karşı açıkça Müttefiklere destek gösterisi sağlayarak, kendi düşmanlarının elini güçlendiriyordu” (s. 165).

İttihatçılar, İstanbul’daki Ermeni cemaati liderliğinin tasfiye edilmesine karar verdi ve 24 Nisan gece yarısı cemaatin 240 lideri tutuklandı. Amaç yaklaşan işgalcilerle işbirliğinin önlenmesiydi. O tarih aynı zamanda Anadolu Ermenilerinin imha sürecinin başlangıcı oldu. Ertesi gün 25 Nisan’da Müttefik orduları Çanakkale’ye asker çıkarmaya başladı.

Aralık 1914’de İngiliz gemileri İskenderun ve Dörtyol’u bombalamaya başlayınca, bölgedeki Ermeniler boşaltıldı. Mart 1915’te 100 km. kuzeybatıdaki Zeytun kasabasında Ermeniler silahlı ayaklanmaya kalkışınca, bölgedeki tüm Ermeniler Konya’ya sürüldü.

Balkan Savaşı’ndan 34 yıl önce, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Avrupa topraklarının %40’ı kaybedilmiş, ayrıca Kars, Ardahan ve Batum vilayetlerini Rusya almıştı. Osmanlı tarafındaki Ermenilerden yüz binlercesi Rusya tarafına göç etmiş, Çarlık devletinin desteği altında bağımsız Ermenistan kurulması için çalışıyordu. Ermeniler, Rusya ve Avrupalı devletler üzerinden Osmanlılara baskı yaparak, altı vilayete Avrupalı vali atanmasını istiyordu (Van, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas).

Osmanlı Şubat 1914’de Rusya’yla “Ermeni Reformu Anlaşması” imzaladı ve doğuda Rusya sınırına yakın altı vilayete yabancı valilerin atanmasını, özerk Ermeni yönetimleri kurulmasını kabul etti. Savaşın hemen başında 16 Aralık’ta Osmanlı bu anlaşmayı feshetti.

Osmanlı ve Rusya’nın Kafkasya’da izlediği siyaset birbirine benziyordu. Osmanlılar Kafkasya’daki Müslümanları Rusya’ya karşı ayaklanıp cihat ilan etmeye teşvik ederken, Rusya aynı bölgedeki Ermenileri Osmanlıya karşı örgütlüyor, parasal ve askeri destek sağlıyordu.

1914 yaz aylarında İstanbul seferberlik ilan edip asker toplamaya başlamıştı. Rusya’nın verilerine göre, bu askerlerden çoğu Ermeni olan 50.000’i, sınırın öteki tarafına geçip Rus-Ermeni birliklerine katılmıştı (s. 105).

Van Valisi Cevdet Paşa Mart 1915’te civarda yaşayan Ermenilerin silahlarını toplamaya başladı. Ermeni liderlerden Aram Manukyan ayaklanma başlattı ve Van dahil bölgede yaygın ve kanlı çatışmalar başladı. Ermenilerin tahminen 100 bin kadar askeri vardı. 19 Mayıs 1915’te Rus orduları Van’a girdi ve Manukyan’ı Van Valisi ilan etti.

Van’ın düşmesinden sekiz gün sonra, 27 Mayıs 1915’te İttihatçı hükümet, Talat Paşa’nın Tehcir Kanunu olarak bilinen talimatı çıkarttı. Doğuda altı vilayette yaşayan tüm Ermeniler zorunlu göçe tabi tutulacaktı. Bulundukları yeri terk etmeleri için Ermenilere sadece 3-5 gün veriliyordu.

Dahiliye Nazırı Talat Paşa Haziran 1915’te, zorla göç ettirmenin doğudaki tüm vilayetlerde Ermenilere ‘istisnasız’ uygulanmasını emreden bir karar daha yayınladı. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı tüm Ermeniler konvoylar halinde önce belli merkezlere, oradan Suriye çölünde Deyr-i Zor’a gönderilecekti.

Emirler tüm vilayetlere yazılı gönderildi. Ama İttihatçılar zorla göçürülen Ermeni konvoylarına saldırılar düzenlenmesi için sözlü ve gizli emirler verdi. Yazılı belge olmasa da, bu emirler pek çok tanık ifadesiyle kanıtlanmıştır. Sözü tekrar Prof. Rogan’a bırakıyorum:

“Genç Türkler, göç ettirilen Ermenilerin kitlesel katli için gizli emirler verdi. Yok etme emirleri yazılı değildi ama valilere ya müellifi İttihat ve Terraki Cemiyeti Merkez Komite üyesi Dr Bahaeddin Şakir ya da başka İTC yetkilileri tarafından verildi.

Yazılı emir isteyen veya verilen kitlesel katliam emrine itiraz eden Valiler görevden alındı hatta infaz edildi.

Emirlere uyan valiler, zorla göçürülenleri katledecek çeteler oluşturmak göreviyle karşı karşıya idi. Enver’in gizli istihbarat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa, hapishanelerden serbest bırakılan şiddet suçlularını, Ermenilerle uzun düşmanlık geçmişine sahip Kürt çetelerini, Balkanlardan ve Kafkasya’dan gelen muhacirleri örgütledi; göçürülenleri öldürme emirlerine uyan valilere yardım etti.

Açık verilen zorla göç kararları ve gizli verilen yok etme emirlerinden oluşan bu ikili yaklaşım, savaş sonrasında hükümet memurlarının ifadeleriyle açığa kavuştu” (s. 172-173).

Sürülen Ermenilerin %5’i dahi Suriye çöllerine ulaşamadı, anlatılması zor korkunç insani trajediler yaşandı. Talat Paşa’nın kendi defterlerine göre hayatını kaybeden Ermeni sayısı 800 bin civarındadır. Ermeni kaynaklarına göre 1,0 – 1,5 milyon arasındadır.

İmparatorluğun değişik askeri cephelerde var veya yok oluş savaşı yaptığı günlerde Ermenilerin Müttefik kuvvetlerden yana tavır aldığı açıktır. Bu, kader tayin edici bir hataydı. Ama bu ağır hata, acımasız ve orantısız kitlesel misillemeyi haklı kılmaz.

Bu özeti hazırlarken, büyük ölçüde Oxford Üniversitesi tarih profesörü Eugene Rogan’ın “Osmanlı’nın Çöküşü – Ortadoğu’da Büyük Savaş 1914-1920” başlığıyla Türkçeye çevrilen kitabından yararlandım. Bölgenin yakın dönem tarihinin uzmanı Rogan’ın yapıtı, Osmanlı’nın son günleri hakkında yazılmış ufuk açıcı bir çalışma. Sayfa referansları İngilizce orijinal baskıya göndermedir.

Kaynak: Halukozdalga.com

">

Anadolu’daki Ermeni varlığı 1. Dünya Savaşı sırasında imha oldu. Son yıllarda, yaşanan o acı olaylarla ilgili bakışımızı değiştirecek yeni bulgular ortaya çıkmış değil. Öyleyse ABD Başkanı Joe Biden niçin şimdi Ermeni soykırımı açıklaması yaptı?

Çünkü AKP iktidarı ideolojik, İhvancı ve liyakat yoksunu dış politikası nedeniyle ürkütücü bir tecrit içinde. F-35 programından çıkarılması ülke savunmasına zarar verdi, daha fazla risk alabilmesi zor. Ekonomi bozuk, ülke kesintisiz yedi yıldır fakirleşiyor. Mukabelede bulunacak mecali yok. Biden elbette gerçekleri görüyordu ve ona göre hareket etti.

Hayal dünyasında gezinen kimi AKP’li siyasetçilerin, ilk günlerde NATO’nun askeri kanadından çıkılması veya İncirlik üssünün kapatılması gibi düşünce egzersizleri yaptığını medyada okuduk. Hatta yetkili dış politika kurullarında görevli olanlar “Ankara sert bir misillemede bulunacak” müjdesi dahi verdi.

Ama hepsi boş çıktı. İktidar, Kahire’deki Rabia Meydanı olaylarına verdiği tepkinin onda birini göstermedi.

Ankara’dan yapılan resmi açıklamada, Türkiye ve ABD Cumhurbaşkanlarının Haziran’da NATO toplantısında görüşecekleri, işbirliğine ve beraber çalışmaya devam edecekleri vurgulandı.

Washington’daki Biden’ın Ankara’yı doğru okuduğu ortaya çıktı.

AKP yönetimi kısa süre önce Devlet Başkanı Volodimir Zelensky’nin ziyareti sırasında, Ukrayna’nın NATO üyeliğini hararetle destekledi. Halbuki Ukrayna’nın NATO üyeliği yanlış bir adım. Hatta mümkün değil. AKP’nin olmayacak duaya amin demesinin ve Rusya’ya karşı NATO’nun gönüllü koçbaşı işlevini üstlenmesinin başlıca nedeni, Washington’a şirin gözükme ve arayı düzeltme arayışıydı.

Ukrayna’nın NATO üyeliği için koçbaşı rolü üstlendikten birkaç hafta sonra şimdi kendisi mi NATO’dan çıkacaktı?

Kaldı ki, Biden açıklamasını yaparken Türkiye’yle büyük ölçüde kağıt üstünde kalmış müttefik ilişkisinin daha da bozulma olasılığını elbette hesapladı. Dahası, o hesabın yapıldığını özellikle Ankara bilsin diye, Amerikan medyasına sızdırdılar. Sızdırmanın ima ettiği, Biden yönetimi Türkiye’ye kibarca dilersen NATO’dan çıkabilir, İncirliği kapatabilir veya istediğini yapabilirsin, hepsini hesaba kattım diyordu.

İktidar ve muhalefetteki pek çok siyasetçinin sandığının aksine, Türkiye artık stratejik açıdan vazgeçilmez öneme sahip değil. O günler eskide kaldı. Bir süredir bunları yazıyorum:

“Stratejik önemi veya Rusya eksenine kaçmaması gerekçesiyle, demokrasi yolundan sapmış Türkiye’nin Batılı kurumlar içinde kalması sürdürülebilir değil.

40 veya 60 yıl önce Türkiye askeri rejimler tarafından yönetilirken öyleydi… Ama artık koşullar farklı.

Rusya ekseni diye bir varlık yok… Tek başına kalan Rusya’yı dengelemek için Batı’nın Türkiye’ye ihtiyacı şimdi çok daha az.

Türkiye’nin ekonomisi 650 milyar $, yaklaşık 8,5 milyon nüfuslu İsviçre kadar. Önemi azalmış İncirlik ve muhtemelen daha kritik Malatya Pirinçlik üslerine seçenek bulmak kolay.

Türkiye’nin Ortadoğu’da ağırlığı kalmadı. Şimdi en büyük değeri üzerinde yaşadığı coğrafya. Çok şükür izlenen kötü politikalar coğrafyayı değiştiremiyor!

NATO sözleşmesinin dibacesinde ‘demokrasi, birey özgürlükleri ve hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulduğu’ yazıyor. Yargı bağımsızlığı açısından, fiilen askeri istihbarat örgütünün yönettiği Cezayir’in, savaşın dağıttığı Irak’ın ve yeni askeri darbe yaşamış Mısır’ın gerisinde kalan Türkiye, nasıl NATO’da devam edecek?”

Özetle, Batı’nın Türkiye’ye ihtiyacı, Türkiye’nin Batı’ya ihtiyacından çok daha az.

AKP iktidarı hem güvenlik ve ekonomi nedeniyle Batı’ya ihtiyacı olduğunu biliyor, hem mevcut otoriter rejimi sürdürmek istiyor. Bu açmaz nedeniyle, eminim S-400’leri çöpe gönderecekler (Girit modeli). İşletmeye o nedenle almıyorlar. Ama S-400’leri çöpe atmak da yeterli olmayabilir.

İktidar ve muhalefet partilerinin sık kullandığı bir açıklama “1915 olayları siyasetin değil tarih biliminin konusudur, bırakalım tarihçiler incelesin” yaklaşımı.

Bunu söyleyen siyasetçi pek bir şey söylemiyor, kendi varlığını inkar ediyor, üstüne düşen sorumluluktan kaçıyor demektir. Tarih, araştırmacıların laboratuvarda fizik veya kimya deneyleri yaparak kesin bulgulara ulaşmasına benzeyen bir alan değil. Öyle bir ‘tarih bilimi’ yok!

Elbette tarihçiler araştırmaya ve yazmaya devam edecek. Ama siyasetçilerin tavır alabilmesi için elde yeteri kadar tarihi bilgi mevcut, sorumluluğu tarihçilere yıkmasınlar.

Birinci derecede sorumluluk siyasetçilere düşüyor.

Türkiye’nin sorunu tarihi bilgi eksikliği değil, kendi geçmişini özgürce tartışamaması. Ama maalesef bugününü bile yeterince özgür tartışamıyor.

Daha fazla zaman ayırmak isteyenler için, tarihimizin en kader belirleyici dönemlerinden biri hakkında aşağıdaki özeti sunuyorum.

Anadolu’daki Ermenilerin imhası

Osmanlı döneminde Ermeniler Anadolu’nun hemen her tarafına dağılmış, ama hiçbir bölgede çoğunluk oluşturmadan yaşıyordu. En yoğun yaşadıkları yer İstanbul’du. İkincisi Çukurova bölgesi, üçüncüsü başta Van, Bitlis, Erzurum bazı doğu vilayetleriydi.

1912-3 Balkan Savaşından sonra Avrupa’da Osmanlı toprağı hemen hiç kalmadı. 1911 Libya Savaşı dahil Osmanlı, Avrupa ve Kuzey Afrika’daki tüm varlığını Büyük Savaş’tan önceki dört yıl içinde Avrupalı devletlere bırakmak zorunda kalmıştı.

5 Kasım 1914’de İngilizlerin resmen savaş ilan etmesiyle Osmanlı devletinin Müttefiklere karşı savaşı başladı (Antant ülkeleri; İngiltere, Fransa, Rusya). Yaklaştığı belli Büyük Savaştan önce hem Sultan Abdülhamid, hem 1909’da onu deviren İttihatçılar, İngiltere yanında savaşa girmek için defalarca demarş ve girişimde bulundu, ama hep ret cevabı aldılar. Çünkü o savaş, Avrupalıların  “Doğu Sorunu” dediğini, yani Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağını belirleyecekti.

1882’de Mısır’ı işgal eden İngiltere’nin hedefi, Osmanlı yönetimi altındaki diğer Arap vilayetlerini kendi kontrolü altına almaktı ve yıllardır o doğrultuda uğraşıyordu. Doğu Sorununun Anadolu topraklarında kalan en önemli parçası ise Ermeni Sorunu idi.

O arada Balkanlardan sürülen Türkler ve diğer Müslümanlar dalga dalga Anadolu’ya geliyordu. Osmanlı yönetimi de, özellikle Ege bölgesindeki Rumları zor kullanarak Yunanistan’a gönderiyordu.

Büyük Savaş’ın Kasım 1914 – Nisan 1915 arası ilk aylarında üç cephenin üçünden de kötü haberler geliyordu.

Yıllardır hazırlanan İngiltere savaş ilanının ertesi günü 6 Kasım’da Basra sahiline asker çıkartmaya başladı. Osmanlı kuvvetleriyle sert çatışmalardan sonra Basra’yı 21 Kasım’da aldılar. Osmanlı ordusunun bölgeyi en iyi bilen komutanlarından Süleyman Askeri, Nisan 1915’te hâlâ İngilizlerden şehri geri almak için çarpışıyordu, ama bilindiği gibi İngilizleri durdurmak mümkün olmadı.

Cemal Paşa Şubat 2015’te Dördüncü Ordu başında Süveyş Kanalı seferine çıktı, ama Mısır’ı elinde tutan İngilizlere karşı başarısız kaldı. Başta Cemal Paşa ve Süleyman Askeri bölgedeki Osmanlı subaylarının hepsi, İngilizlerin Ortadoğu siyasi sorumlusu Sir Patrick Cox’un Arapları kendi yanına çekmek için nasıl çalıştığını görüyordu. Zaten kısa süre sonra Arap İsyanı başladı.

Enver Paşa Aralık 1914’de Rusya’ya karşı kötü planlanmış Sarıkamış seferini başlattı, emrindeki Üçüncü Ordu neredeyse tamamen yok oldu.

Londra’daki Savaş Konsey’i, Osmanlı ordularının üç cephedeki yenilgisinin de verdiği cesaretle, Müttefik filosuna İstanbul’un işgali emrini verdi. İngiliz ve Fransız gemileri boğazlara yöneldi, 18 Mart’ta Çanakkale Savaşı başladı. Dördüncü cephede Payitaht İstanbul düşürülecek, Osmanlı saf dışı bırakılacak ve Büyük Savaş’ı bitirmek kolaylaşacaktı.

Nisan 1915’te Osmanlı devleti 600 yıllık tarihinin en ağır varoluşsal tehdidiyle karşı kaşıyaydı. Koca İmparatorluk çöküyor gibiydi. İstanbul’daki hükümet başkenti Anadolu içlerine taşıma planı yapıyordu. Hazinenin altınları taşınmıştı bile.

O günlerde İstanbul’da Ermenilerin büyük çoğunluğu açık şekilde Müttefikleri destekliyor, cepheden gelen Müttefik başarılarını sevinçle karşılıyordu. Tarihçi Prof. Eugene Rogan’ın sözcükleriyle “İstanbul’un talihsiz Ermeni cemaati, Osmanlı ve Almanlara karşı açıkça Müttefiklere destek gösterisi sağlayarak, kendi düşmanlarının elini güçlendiriyordu” (s. 165).

İttihatçılar, İstanbul’daki Ermeni cemaati liderliğinin tasfiye edilmesine karar verdi ve 24 Nisan gece yarısı cemaatin 240 lideri tutuklandı. Amaç yaklaşan işgalcilerle işbirliğinin önlenmesiydi. O tarih aynı zamanda Anadolu Ermenilerinin imha sürecinin başlangıcı oldu. Ertesi gün 25 Nisan’da Müttefik orduları Çanakkale’ye asker çıkarmaya başladı.

Aralık 1914’de İngiliz gemileri İskenderun ve Dörtyol’u bombalamaya başlayınca, bölgedeki Ermeniler boşaltıldı. Mart 1915’te 100 km. kuzeybatıdaki Zeytun kasabasında Ermeniler silahlı ayaklanmaya kalkışınca, bölgedeki tüm Ermeniler Konya’ya sürüldü.

Balkan Savaşı’ndan 34 yıl önce, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Avrupa topraklarının %40’ı kaybedilmiş, ayrıca Kars, Ardahan ve Batum vilayetlerini Rusya almıştı. Osmanlı tarafındaki Ermenilerden yüz binlercesi Rusya tarafına göç etmiş, Çarlık devletinin desteği altında bağımsız Ermenistan kurulması için çalışıyordu. Ermeniler, Rusya ve Avrupalı devletler üzerinden Osmanlılara baskı yaparak, altı vilayete Avrupalı vali atanmasını istiyordu (Van, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas).

Osmanlı Şubat 1914’de Rusya’yla “Ermeni Reformu Anlaşması” imzaladı ve doğuda Rusya sınırına yakın altı vilayete yabancı valilerin atanmasını, özerk Ermeni yönetimleri kurulmasını kabul etti. Savaşın hemen başında 16 Aralık’ta Osmanlı bu anlaşmayı feshetti.

Osmanlı ve Rusya’nın Kafkasya’da izlediği siyaset birbirine benziyordu. Osmanlılar Kafkasya’daki Müslümanları Rusya’ya karşı ayaklanıp cihat ilan etmeye teşvik ederken, Rusya aynı bölgedeki Ermenileri Osmanlıya karşı örgütlüyor, parasal ve askeri destek sağlıyordu.

1914 yaz aylarında İstanbul seferberlik ilan edip asker toplamaya başlamıştı. Rusya’nın verilerine göre, bu askerlerden çoğu Ermeni olan 50.000’i, sınırın öteki tarafına geçip Rus-Ermeni birliklerine katılmıştı (s. 105).

Van Valisi Cevdet Paşa Mart 1915’te civarda yaşayan Ermenilerin silahlarını toplamaya başladı. Ermeni liderlerden Aram Manukyan ayaklanma başlattı ve Van dahil bölgede yaygın ve kanlı çatışmalar başladı. Ermenilerin tahminen 100 bin kadar askeri vardı. 19 Mayıs 1915’te Rus orduları Van’a girdi ve Manukyan’ı Van Valisi ilan etti.

Van’ın düşmesinden sekiz gün sonra, 27 Mayıs 1915’te İttihatçı hükümet, Talat Paşa’nın Tehcir Kanunu olarak bilinen talimatı çıkarttı. Doğuda altı vilayette yaşayan tüm Ermeniler zorunlu göçe tabi tutulacaktı. Bulundukları yeri terk etmeleri için Ermenilere sadece 3-5 gün veriliyordu.

Dahiliye Nazırı Talat Paşa Haziran 1915’te, zorla göç ettirmenin doğudaki tüm vilayetlerde Ermenilere ‘istisnasız’ uygulanmasını emreden bir karar daha yayınladı. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı tüm Ermeniler konvoylar halinde önce belli merkezlere, oradan Suriye çölünde Deyr-i Zor’a gönderilecekti.

Emirler tüm vilayetlere yazılı gönderildi. Ama İttihatçılar zorla göçürülen Ermeni konvoylarına saldırılar düzenlenmesi için sözlü ve gizli emirler verdi. Yazılı belge olmasa da, bu emirler pek çok tanık ifadesiyle kanıtlanmıştır. Sözü tekrar Prof. Rogan’a bırakıyorum:

“Genç Türkler, göç ettirilen Ermenilerin kitlesel katli için gizli emirler verdi. Yok etme emirleri yazılı değildi ama valilere ya müellifi İttihat ve Terraki Cemiyeti Merkez Komite üyesi Dr Bahaeddin Şakir ya da başka İTC yetkilileri tarafından verildi.

Yazılı emir isteyen veya verilen kitlesel katliam emrine itiraz eden Valiler görevden alındı hatta infaz edildi.

Emirlere uyan valiler, zorla göçürülenleri katledecek çeteler oluşturmak göreviyle karşı karşıya idi. Enver’in gizli istihbarat örgütü Teşkilat-ı Mahsusa, hapishanelerden serbest bırakılan şiddet suçlularını, Ermenilerle uzun düşmanlık geçmişine sahip Kürt çetelerini, Balkanlardan ve Kafkasya’dan gelen muhacirleri örgütledi; göçürülenleri öldürme emirlerine uyan valilere yardım etti.

Açık verilen zorla göç kararları ve gizli verilen yok etme emirlerinden oluşan bu ikili yaklaşım, savaş sonrasında hükümet memurlarının ifadeleriyle açığa kavuştu” (s. 172-173).

Sürülen Ermenilerin %5’i dahi Suriye çöllerine ulaşamadı, anlatılması zor korkunç insani trajediler yaşandı. Talat Paşa’nın kendi defterlerine göre hayatını kaybeden Ermeni sayısı 800 bin civarındadır. Ermeni kaynaklarına göre 1,0 – 1,5 milyon arasındadır.

İmparatorluğun değişik askeri cephelerde var veya yok oluş savaşı yaptığı günlerde Ermenilerin Müttefik kuvvetlerden yana tavır aldığı açıktır. Bu, kader tayin edici bir hataydı. Ama bu ağır hata, acımasız ve orantısız kitlesel misillemeyi haklı kılmaz.

Bu özeti hazırlarken, büyük ölçüde Oxford Üniversitesi tarih profesörü Eugene Rogan’ın “Osmanlı’nın Çöküşü – Ortadoğu’da Büyük Savaş 1914-1920” başlığıyla Türkçeye çevrilen kitabından yararlandım. Bölgenin yakın dönem tarihinin uzmanı Rogan’ın yapıtı, Osmanlı’nın son günleri hakkında yazılmış ufuk açıcı bir çalışma. Sayfa referansları İngilizce orijinal baskıya göndermedir.

Kaynak: Halukozdalga.com

Tüm yazılarını göster