Darboğazda Türkiye

Türkiye belirsizliklerin ve risklerin yüksek olduğu bir darboğazdan geçiyor.Belirsizlik öylesine...

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

Türkiye belirsizliklerin ve risklerin yüksek olduğu bir darboğazdan geçiyor.

Belirsizlik öylesine yoğun ki, sadece kısa bir süre sonra, mesela gelecek yıl bu günlerde nelerle karşılaşacağız öngörmek olanaksız. Bu yüksek riskli gidişin iç siyasetten ve uluslararası ilişkilerden kaynaklanan nedenleri var.

Kısa süre önce iktidar partisi büyük kongresini topladı. Kendisine yeni bir genel başkan ve parti yönetimi seçti. Ardından yeni bir hükümet kuruldu.

İktidar partisinin genel başkanını değiştirmesi ve yeni bir hükümet kurulması her zaman önemlidir.

Ama son gelişmeler farklı bir açıdan önem taşıyor. Türkiye ve iktidar partisi AKP yeni bir dönüm noktasına gelmiş görünüyor.

Türkiye 2011’den beri bir düşüş içinde. Son gelişmeler bu düşüşün hızlanacağına işaret ediyor. Umut edelim ki bu bir serbest düşüşe dönüşmesin.

Hızlanacak düşüş muhtemelen öncelikle demokratik rejimde ve dış ilişkilerde görülecek. AKP iktidarı eğer ekonomi iyi giderse, rejim ve dış ilişkilerdeki başarısızlığı telafi ederim hesabı içinde.

Ama hukuk güvenliği kalmamış ve dış ilişkileri bu kadar bozulmuş bir ülkenin ekonomide başarılı olması zor.

AKP’nin kendi belirlediği hedefe göre 2015 yılı kişi başı gelir 13 000 dolar olacaktı (2013-2018 kalkınma planı). Ama sadece 9200 dolar oldu.

Hedef %30 gibi yüksek bir oranda şaştı. Türkiye’de kişi başına gelir düşüyor. Hem mutlak olarak, hem mukayeseli olarak (yani diğer dünya ülkeleriyle kıyaslandığı zaman) fakirleşiyoruz.

Demokratik rejim krizi dışında, bugün Türkiye’nin önünde en hayati konu Kürt meselesi ve Suriye savaşı. Esasen bu iki konu tamamen iç içe geçmiş durumda.

 Türkiye artık Suriye siyasetini köklü bir şekilde revize etmeden içeride Kürt meselesini çözemez. Veya içeride Kürt meselesini doğru bir çözüm yoluna koymadan Suriye siyasetini düzeltemez.

Yeni hükümetle beraber, bu iki konuda bir değişim ve iyileşme olacağına dair bir işaret yok. Diğer taraftan Türkiye, içerde demokratik rejimden uzaklaştığı için Avrupa Birliği’nden de kopma yolunda.

Bir taraftan AB üyelik perspektifini kaybetmenin, diğer taraftan Kürt sorununa sadece askeri yöntemlerle çözüm aramanın ürkütücü anlamı, bu ülkenin toprak bütünlüğünün çok yüksek bir parçalanma riskiyle karşı karşıya olmasıdır.

Özellikle yetkili konumda bulunanların bu riski çok ciddiye almalarını temenni ederim.

AKP’nin geldiği yer

Son büyük kongre ve Binali Yıldırım hükümeti AKP açısından neyi ifade ediyor? Bu iki gelişme, 2011’den beri AKP’de devam eden bir sürecin kendi zirvesine ulaştığını tescil ediyor.

Artık AKP başlangıçtaki kuruluş ilkesini ve varlık nedenini sadece terk etmiş değil. Tam zıddına dönüşmüştür.

Tek adamlığa karşı isyanla başlayan bir hareket, daha önce benzerini görmediğimiz bir tek adam yapısına dönüşmüştür. Siyasi partilerimizde tek adam yönetiminin örneklerini daha önce yaşadık.

Hatta denilebilir ki, tek adam yönetimi siyasi tarihimizde istisna olmaktan çok kural olmuştur. Sağda Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi, solda Bülent Ecevit liderliğindeki DSP veya Deniz Baykal liderliğindeki CHP tek adam yönetiminin akla ilk gelen örnekleri arasındadır.

Ama daha önce eşine rastlamadığımız durum, tek adam yönetimindeki partinin bu kez güçlü bir çoğunlukla iktidarda bulunması ve adalet dağıtması beklenen yargının büyük ölçüde siyasi iktidara bağlı hale gelmiş olmasıdır.

Bir başka husus, “dava” sözcüğünün sloganlarda veya nutuklarda süs olarak bol bol kullanılmasına rağmen, AKP’nin bir dava partisi olmaktan çıkmış olmasıdır. Dava ancak bir fikirler dizisi çerçevesinde tanımlanabilir.

Ama şimdi bir parti olarak AKP’yi, AKP’li olmayı, partide yükselmeyi veya kaybetmeyi belirleyen en önemli şey fikirler değildir, belli ideallere bağlılık değildir. Lidere sadakattir.

Kişiye sadakat dava olarak kabul edilemez.

Siyasi partilerimizin kurumsal yapısı ve işleyişi daima zayıf kalmıştır. Ama AKP şimdi, kurumsal işleyişi neredeyse tamamen ortadan kalkmış bir örneğe dönüşmüştür.

Kurumsal yapının güçlü olduğunu gösteren şey bir partinin il ve ilçe teşkilatlarının çokluğu, şatafatlı binaları, tabelaları, ne kadar yoğun olursa olsun yürütülen siyasi faaliyetler değildir. Aldığı oy veya parasal gücünün büyüklüğü değildir.

Kurumsal yapının hayati göstergesi, kurallara göre yönetimdir. Yönetim kararlarının ağırlıklı bir şekilde gayri şahsi olmasıdır.

Ünlü toplum ve siyaset bilimci Max Weber, kurumsal yapıların ve kişiye bağlı olmayan gayri şahsi yönetim şekillerinin belli kültürlerde kolay gelişemediğini anlatır. Weber, kişiye bağlı yönetim biçimine “pederşahi yönetim” adını verir.

Weber’e göre pederşahi yönetimde, yönetim işi liderin (hükümdarın, padişahın, vs…) özel işi gibidir. İktidar onun özel mülkiyetinin bir parçası gibidir.

Sadece gerçekten önem taşıyan değil, ayrıntılarla ilgili basit konularda dahi kararlar duruma göre ve lider tarafından verilir. Çalışan görevlilerin karar alma ve emir verme yetkilerini belirleyen şey de liderin kişisel tercihleridir.

Pederşahi yönetimde kuşkusuz her çalışanın görevleri ve yetkileri bulunur, ama bunların sınırları çok değişkendir. Görev alanlarının belirlenmesine dönük girişimler, lider tarafından dağıtılan ve anlamı keyfi biçimde sık sık değişen bir unvanlar kargaşası içinde yok olur.

Liderin buyruğuna uymamak en ağır suçtur. Ancak bu en ağır suç karşısında dahi uygulanacak yaptırımı liderin kendisi belirler.

AKP’nin büyük kongresinde en yetkili kişilerin yaptığı konuşmalar Weber’in tahlillerinin ete kemiğe bürünmüş örnekleri gibiydi: “AKP Tayyip’in partisidir… Senin yolun bizim yolumuzdur, senin davan bizim davamızdır…”

Kendi varlık nedeninin zıddına dönüşmesi, dava sahibi parti olma niteliğini kaybetmesi ve kurumsal işleyişin körelmesi sonunda AKP bugün son derece kırılgan bir noktaya, çabuk ve kolay kırılıp dağılabilecek bir konuma gelmiştir. Siyaset tarihinin pek çok kez gösterdiği gibi, böylesine kırılgan yapıya sahip partiler, değişik krizler karşısında çok hızlı ve kolay bir şekilde çözülüp parçalanabilir.

Kırılganlık endişesinin AKP içinde de kuvvetli bir şekilde hissedildiği anlaşılıyor. Bunun işareti, partinin en üst yönetim organı olan MKYK’nin yeni yapısıdır.

Kırılganlık endişesi o kadar derindir ki, partinin MKYK’sında siyasi ağırlığı olabilecek bütün isimler tek tek dışarıda bırakılmıştır. Bir AKP’li milletvekilinin kullandığı deyimle, şimdi sadece düşük profilli Başbakan değil, düşük profilli kişilerden oluşan bir parti yönetimi vardır.

Bu tür yapıların karşılaşabileceği ciddi krizlerin içinden çıkabilmesi zor olur. Şimdi AKP’yi şimdi bekleyen gelecek budur. Mesela iktidarı kaybetmesi durumunda AKP’nin ömrü pek çok kimseyi şaşırtacak kadar kısa olabilir.

Buna karşılık AKP’nin en büyük avantajı, CHP ve MHP’nin temsil ettiği muhalefetin perişan durumudur.

Liderini ve üst yönetimini değiştirmeye çalışan MHP, nasıl son bulacağı henüz belli olmayan ağır bir krizden geçiyor. Ama mevcut yönetimini değiştirmediği sürece bu partinin geleceği yok.

Benzer bir durum CHP için de geçerli. Sadece dokunulmazlık oylamasında ortaya koyulan performans bile, mevcut yönetimiyle bu partinin iktidar seçeneği olamayacağını göstermek için yeterli.

Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi etkili bir muhalefetin ve reel bir iktidar seçeneğinin varlığını gerektirir. Türkiye şu an itibariyle böyle bir seçeneğe sahip değildir.

Ülkenin darboğaza girmesinin iç siyasetteki önemli nedeni, iktidar ve muhalefet partilerindeki bu tıkanma. Uluslararası ilişkilerden kaynaklanan nedenlerini de, özellikle kopma yönünde ilerleyen AB ilişkileri ve Suriye’de son günlerde yaşanan önemli gelişmeler bağlamında, bir sonraki yazımızda ele alacağız.

">

Türkiye belirsizliklerin ve risklerin yüksek olduğu bir darboğazdan geçiyor.

Belirsizlik öylesine yoğun ki, sadece kısa bir süre sonra, mesela gelecek yıl bu günlerde nelerle karşılaşacağız öngörmek olanaksız. Bu yüksek riskli gidişin iç siyasetten ve uluslararası ilişkilerden kaynaklanan nedenleri var.

Kısa süre önce iktidar partisi büyük kongresini topladı. Kendisine yeni bir genel başkan ve parti yönetimi seçti. Ardından yeni bir hükümet kuruldu.

İktidar partisinin genel başkanını değiştirmesi ve yeni bir hükümet kurulması her zaman önemlidir.

Ama son gelişmeler farklı bir açıdan önem taşıyor. Türkiye ve iktidar partisi AKP yeni bir dönüm noktasına gelmiş görünüyor.

Türkiye 2011’den beri bir düşüş içinde. Son gelişmeler bu düşüşün hızlanacağına işaret ediyor. Umut edelim ki bu bir serbest düşüşe dönüşmesin.

Hızlanacak düşüş muhtemelen öncelikle demokratik rejimde ve dış ilişkilerde görülecek. AKP iktidarı eğer ekonomi iyi giderse, rejim ve dış ilişkilerdeki başarısızlığı telafi ederim hesabı içinde.

Ama hukuk güvenliği kalmamış ve dış ilişkileri bu kadar bozulmuş bir ülkenin ekonomide başarılı olması zor.

AKP’nin kendi belirlediği hedefe göre 2015 yılı kişi başı gelir 13 000 dolar olacaktı (2013-2018 kalkınma planı). Ama sadece 9200 dolar oldu.

Hedef %30 gibi yüksek bir oranda şaştı. Türkiye’de kişi başına gelir düşüyor. Hem mutlak olarak, hem mukayeseli olarak (yani diğer dünya ülkeleriyle kıyaslandığı zaman) fakirleşiyoruz.

Demokratik rejim krizi dışında, bugün Türkiye’nin önünde en hayati konu Kürt meselesi ve Suriye savaşı. Esasen bu iki konu tamamen iç içe geçmiş durumda.

 Türkiye artık Suriye siyasetini köklü bir şekilde revize etmeden içeride Kürt meselesini çözemez. Veya içeride Kürt meselesini doğru bir çözüm yoluna koymadan Suriye siyasetini düzeltemez.

Yeni hükümetle beraber, bu iki konuda bir değişim ve iyileşme olacağına dair bir işaret yok. Diğer taraftan Türkiye, içerde demokratik rejimden uzaklaştığı için Avrupa Birliği’nden de kopma yolunda.

Bir taraftan AB üyelik perspektifini kaybetmenin, diğer taraftan Kürt sorununa sadece askeri yöntemlerle çözüm aramanın ürkütücü anlamı, bu ülkenin toprak bütünlüğünün çok yüksek bir parçalanma riskiyle karşı karşıya olmasıdır.

Özellikle yetkili konumda bulunanların bu riski çok ciddiye almalarını temenni ederim.

AKP’nin geldiği yer

Son büyük kongre ve Binali Yıldırım hükümeti AKP açısından neyi ifade ediyor? Bu iki gelişme, 2011’den beri AKP’de devam eden bir sürecin kendi zirvesine ulaştığını tescil ediyor.

Artık AKP başlangıçtaki kuruluş ilkesini ve varlık nedenini sadece terk etmiş değil. Tam zıddına dönüşmüştür.

Tek adamlığa karşı isyanla başlayan bir hareket, daha önce benzerini görmediğimiz bir tek adam yapısına dönüşmüştür. Siyasi partilerimizde tek adam yönetiminin örneklerini daha önce yaşadık.

Hatta denilebilir ki, tek adam yönetimi siyasi tarihimizde istisna olmaktan çok kural olmuştur. Sağda Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi, solda Bülent Ecevit liderliğindeki DSP veya Deniz Baykal liderliğindeki CHP tek adam yönetiminin akla ilk gelen örnekleri arasındadır.

Ama daha önce eşine rastlamadığımız durum, tek adam yönetimindeki partinin bu kez güçlü bir çoğunlukla iktidarda bulunması ve adalet dağıtması beklenen yargının büyük ölçüde siyasi iktidara bağlı hale gelmiş olmasıdır.

Bir başka husus, “dava” sözcüğünün sloganlarda veya nutuklarda süs olarak bol bol kullanılmasına rağmen, AKP’nin bir dava partisi olmaktan çıkmış olmasıdır. Dava ancak bir fikirler dizisi çerçevesinde tanımlanabilir.

Ama şimdi bir parti olarak AKP’yi, AKP’li olmayı, partide yükselmeyi veya kaybetmeyi belirleyen en önemli şey fikirler değildir, belli ideallere bağlılık değildir. Lidere sadakattir.

Kişiye sadakat dava olarak kabul edilemez.

Siyasi partilerimizin kurumsal yapısı ve işleyişi daima zayıf kalmıştır. Ama AKP şimdi, kurumsal işleyişi neredeyse tamamen ortadan kalkmış bir örneğe dönüşmüştür.

Kurumsal yapının güçlü olduğunu gösteren şey bir partinin il ve ilçe teşkilatlarının çokluğu, şatafatlı binaları, tabelaları, ne kadar yoğun olursa olsun yürütülen siyasi faaliyetler değildir. Aldığı oy veya parasal gücünün büyüklüğü değildir.

Kurumsal yapının hayati göstergesi, kurallara göre yönetimdir. Yönetim kararlarının ağırlıklı bir şekilde gayri şahsi olmasıdır.

Ünlü toplum ve siyaset bilimci Max Weber, kurumsal yapıların ve kişiye bağlı olmayan gayri şahsi yönetim şekillerinin belli kültürlerde kolay gelişemediğini anlatır. Weber, kişiye bağlı yönetim biçimine “pederşahi yönetim” adını verir.

Weber’e göre pederşahi yönetimde, yönetim işi liderin (hükümdarın, padişahın, vs…) özel işi gibidir. İktidar onun özel mülkiyetinin bir parçası gibidir.

Sadece gerçekten önem taşıyan değil, ayrıntılarla ilgili basit konularda dahi kararlar duruma göre ve lider tarafından verilir. Çalışan görevlilerin karar alma ve emir verme yetkilerini belirleyen şey de liderin kişisel tercihleridir.

Pederşahi yönetimde kuşkusuz her çalışanın görevleri ve yetkileri bulunur, ama bunların sınırları çok değişkendir. Görev alanlarının belirlenmesine dönük girişimler, lider tarafından dağıtılan ve anlamı keyfi biçimde sık sık değişen bir unvanlar kargaşası içinde yok olur.

Liderin buyruğuna uymamak en ağır suçtur. Ancak bu en ağır suç karşısında dahi uygulanacak yaptırımı liderin kendisi belirler.

AKP’nin büyük kongresinde en yetkili kişilerin yaptığı konuşmalar Weber’in tahlillerinin ete kemiğe bürünmüş örnekleri gibiydi: “AKP Tayyip’in partisidir… Senin yolun bizim yolumuzdur, senin davan bizim davamızdır…”

Kendi varlık nedeninin zıddına dönüşmesi, dava sahibi parti olma niteliğini kaybetmesi ve kurumsal işleyişin körelmesi sonunda AKP bugün son derece kırılgan bir noktaya, çabuk ve kolay kırılıp dağılabilecek bir konuma gelmiştir. Siyaset tarihinin pek çok kez gösterdiği gibi, böylesine kırılgan yapıya sahip partiler, değişik krizler karşısında çok hızlı ve kolay bir şekilde çözülüp parçalanabilir.

Kırılganlık endişesinin AKP içinde de kuvvetli bir şekilde hissedildiği anlaşılıyor. Bunun işareti, partinin en üst yönetim organı olan MKYK’nin yeni yapısıdır.

Kırılganlık endişesi o kadar derindir ki, partinin MKYK’sında siyasi ağırlığı olabilecek bütün isimler tek tek dışarıda bırakılmıştır. Bir AKP’li milletvekilinin kullandığı deyimle, şimdi sadece düşük profilli Başbakan değil, düşük profilli kişilerden oluşan bir parti yönetimi vardır.

Bu tür yapıların karşılaşabileceği ciddi krizlerin içinden çıkabilmesi zor olur. Şimdi AKP’yi şimdi bekleyen gelecek budur. Mesela iktidarı kaybetmesi durumunda AKP’nin ömrü pek çok kimseyi şaşırtacak kadar kısa olabilir.

Buna karşılık AKP’nin en büyük avantajı, CHP ve MHP’nin temsil ettiği muhalefetin perişan durumudur.

Liderini ve üst yönetimini değiştirmeye çalışan MHP, nasıl son bulacağı henüz belli olmayan ağır bir krizden geçiyor. Ama mevcut yönetimini değiştirmediği sürece bu partinin geleceği yok.

Benzer bir durum CHP için de geçerli. Sadece dokunulmazlık oylamasında ortaya koyulan performans bile, mevcut yönetimiyle bu partinin iktidar seçeneği olamayacağını göstermek için yeterli.

Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi etkili bir muhalefetin ve reel bir iktidar seçeneğinin varlığını gerektirir. Türkiye şu an itibariyle böyle bir seçeneğe sahip değildir.

Ülkenin darboğaza girmesinin iç siyasetteki önemli nedeni, iktidar ve muhalefet partilerindeki bu tıkanma. Uluslararası ilişkilerden kaynaklanan nedenlerini de, özellikle kopma yönünde ilerleyen AB ilişkileri ve Suriye’de son günlerde yaşanan önemli gelişmeler bağlamında, bir sonraki yazımızda ele alacağız.

Tüm yazılarını göster