Milliyetçilerin ve Halkçıların gerçek gündemi -2

Milliyetçilerin ve Halkçıların gerçek gündemi -2

Dr. R. Bülend Kırmacı r.b.kirmaci@gmail.com

Haber3 haber sitemizde bir süre önce yazdığım (*) yazının bu ikinci bölümüdür.

Bu toprakların en az dört asırlık temel mücadelesi “ilerlemecilik” ile “gericilik” arasındadır.

Dahası bu “mücadele” çok partili demokrasi hayatımızda da giderek keskinleşmiştir.

Günümüzde “gericiliğin” ittifakını: “bölücüler” ile “kökten dinciler” oluşturmaktadır.

O arada, Türkiye’nin sorunları artmakta ve ağırlaşmakta, Dünyamız da giderek sorun üretir hale gelmektedir.

Önceki yazımda ülkemiz ve insanlığın sorunlarının çözümünde “milliyetçiler” ile “halkçıların” neden ve nasıl dayanışma içine girmesi gerektiğini vurgulamıştım…

Bu yazımda da aynı tezimi dillendirmeye, örneklendirmeye devam ediyorum…

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki;

Milliyetçilik” ve “halkçılık” derken bu kavramları hiçbir siyasal partinin içine hapsetmemeye özen gösteriyorum.

Bu iki kavramı bazen ayrı ama çoklukla aynı hedefi olan “değerler seti” olarak gözlemliyorum…

Bu bağlamda, hayatın doğal akışı içinde insanlarımız hangi konumda olurlarsa olsunlar ayrı ayrı veya bütün olarak bu değerler setiyle kendilerini tanımlar ve belli bir yardımlaşma, oydaşma, dayanışma içinde olurlarsa; bu “değerlere” de en etkili katkıyı sağlamış olurlar.

Tekrar ifade edeyim: sorunların çözülmesinde siyasi partiler elbet en organize kurumlardır, ancak ben bu noktada, “Parti/li” ayrımı yapmıyorum...

Halkçılığı ve milliyetçiliği, bir anlayış, bir kültür, bir yaşam biçimi olarak ele alıyorum...

Akademisyen, işçi, işveren, öğretmen, öğrenci, çiftçi her yurttaşın gönlünde ve zihninde bir ölçüde kimi değerler seti olduğuna da inanıyorum...

Bununla birlikte bu iki değer (halkçılık ve milliyetçilik) bugün birbirlerine kendi sanıklarından bile çok daha yakındırlar...

Bu gerçeğin ışığında o değerlerin, zaman mekan bir bütün içinde sentezlenmesine ve toplumsal alanda dayanışmaya gereksinme vardır.

Tıpkıkuruluş” aşamasında olduğu gibi...

Tıpkı büyük devrimlere imza attığımız gibi…

Tıpkı emperyalizmi perişan ettiğimiz gibi…

Ve emperyal ve egemen güçlerin himayesinde güncel gericiliğin iyice gemi azıya aldığı zor zamanlarda, halkçılarla milliyetçilere daha yoğun bir dayanışma elzem görünüyor.

Kaldı ki hem “dünyamız” hem de Dünya adamakıllı yanıyor!

Ulus devletler adeta tasfiye edilmeye çalışılıyor. 

Din ve ırk ekseninde sosyal yaşam, hatta iktisadi yaşam “bölünüyor”.

Aynı toplumda değişik kesimler, yerkürede ise halklar birbirine yabancılaştırılıyor.

Yer altı ve yer üstünde neredeyse tüm kaynaklarımız satıldı ve satılıyor.

Bizim insanımız gitgide işsiz kalırken, yabancılar giderek patron haline geliyor...

Siyaseti, iktidarı kullanan kökü dışarıda kimi dinci yapılar, korkunç bir sömürü içinde zenginleşiyor.

Bir dolu genç maddi olanaksızlıklar içinde, okullarına bile devam edemiyorlar.

Soframızda gıda “hileli”, damarımıza giren aşılar “muğlak”, gökyüzünde bulutlar bile anlaşılamaz halde seyir ediyor!

Dolayısıyla bizde ve her yerde milliyetçi ve halkçılara büyük bir direnme ve dayanışma mecburiyeti doğmuş bulunuyor.

Söz konusu “direnme” hayatın maddi olanaklarından ve insanca yaşamdan toplumun en dardaki kesitlerinin bile mahrum olmaması iradesinden başlayıp; milli kaynakların planlı şekilde halkın yararına kullanılması amacıyla belli bir dayanışma ferasetine kadar gider, gitmelidir…

Bu bağlamda, sanıldığının aksine sıradan insanların kendi iş ve güçleri, hemşerilik ilişkileri, sosyal aidiyetleri ile “milliyetçi” ve “halkçı” değerlere sahip çıkması etkisiz / önemsiz değil, son derecede etkili ve önemlidir.

Etkili ve önemlidir çünkü; hayatın yazılı olan olmayan tüm kurallarının sınanması ve yönetimin tasarruf ederken bu yerde, bu beldede, bu memlekette” bir milliyetçi ve halkçı damar var denmesi, bir dolu olumsuzluğu, bir yekun yanılgılı kararı ve uygulamayı da engelleyebilir.

Milliyetçi ve halkçı refleksleri barışçıl ve güçlü bir toplum, hem kendini hem yönetimleri “yabancı karışmacılığından” da esirger;

böyle bir toplumun, varlıklarını sömürmek, bankasını arsasını, fabrikasını, madenlerini satmak ve emek gücünü kapıya koymak için… kimseler kolayca üstüne gelemezler…

Bir halkçı ve milliyetçi toplum;

*Madenlerine, doğal kaynaklarına sahip çıkar,

*Emeği baş tacı sayar, gençlerine iş sağlanmasını talep eder,

*Büyük fabrikalar, barajlar yapılmasını ister; bu istemi takip eder,

*Limanlarının, marinalarının, tersanelerinin, lojistiğin devletçi olmasını öngörür,

*Bankaların, sigorta şirketlerinin milli olmasını temel güvence sayar,

*Yabancıya toprak, mülk ve üretim tesisi satılmasına karşı koyar,

*Eğitim ve sağlık hizmetlerinin temelde parasız olmasını bekler,

*Ulusal değerlere ve Atatürk’ümüze saygısızlığı asla hoş görmez,

*Anadolu’nun Müslümanlığı yorumlayışından ve Türkçe ibadetten de onur duyar,

*Herkesin devlete ve bayrağa saygı temelinde ve barış içinde düşünce özgürlüğünü savunur…

Halkçılar ve Milliyetçiler, işte bu öncelikler ve değerler ile deilerlemeciliği” sahiplenir, onun gereğini kendi yaşamında yerine getirir; kamusal yaşamda da çağdaş Türk uygarlığına yaraşır kurumsal, ulusal ve evrensel nitelikli yapılar görmek ister ve vatanını, kendi insanını en çok severken, bütün insanlığın hatta doğanın da refah ve barış içinde yaşamasını diler…

Milliyetçiler ve Halkçılara düşen görev bu gerçekleri ve gündemi irdelemek olmalıdır…

Çünkü

Ulus devlet için direnmek, halk için dayanışmak!

İşte bu; tarihsel bir gerçeklik, güncel bir sorumluluk ve esenlikli yarınlar için bir mecburiyettir

(*): Milliyetçilerin ve Halkçıların gerçek gündemi… - https://www.haber3.com/kose-yazisi/milliyetcilerin-ve-halkcilarin-gercek-gundemi/6241722

">

Haber3 haber sitemizde bir süre önce yazdığım (*) yazının bu ikinci bölümüdür.

Bu toprakların en az dört asırlık temel mücadelesi “ilerlemecilik” ile “gericilik” arasındadır.

Dahası bu “mücadele” çok partili demokrasi hayatımızda da giderek keskinleşmiştir.

Günümüzde “gericiliğin” ittifakını: “bölücüler” ile “kökten dinciler” oluşturmaktadır.

O arada, Türkiye’nin sorunları artmakta ve ağırlaşmakta, Dünyamız da giderek sorun üretir hale gelmektedir.

Önceki yazımda ülkemiz ve insanlığın sorunlarının çözümünde “milliyetçiler” ile “halkçıların” neden ve nasıl dayanışma içine girmesi gerektiğini vurgulamıştım…

Bu yazımda da aynı tezimi dillendirmeye, örneklendirmeye devam ediyorum…

Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki;

Milliyetçilik” ve “halkçılık” derken bu kavramları hiçbir siyasal partinin içine hapsetmemeye özen gösteriyorum.

Bu iki kavramı bazen ayrı ama çoklukla aynı hedefi olan “değerler seti” olarak gözlemliyorum…

Bu bağlamda, hayatın doğal akışı içinde insanlarımız hangi konumda olurlarsa olsunlar ayrı ayrı veya bütün olarak bu değerler setiyle kendilerini tanımlar ve belli bir yardımlaşma, oydaşma, dayanışma içinde olurlarsa; bu “değerlere” de en etkili katkıyı sağlamış olurlar.

Tekrar ifade edeyim: sorunların çözülmesinde siyasi partiler elbet en organize kurumlardır, ancak ben bu noktada, “Parti/li” ayrımı yapmıyorum...

Halkçılığı ve milliyetçiliği, bir anlayış, bir kültür, bir yaşam biçimi olarak ele alıyorum...

Akademisyen, işçi, işveren, öğretmen, öğrenci, çiftçi her yurttaşın gönlünde ve zihninde bir ölçüde kimi değerler seti olduğuna da inanıyorum...

Bununla birlikte bu iki değer (halkçılık ve milliyetçilik) bugün birbirlerine kendi sanıklarından bile çok daha yakındırlar...

Bu gerçeğin ışığında o değerlerin, zaman mekan bir bütün içinde sentezlenmesine ve toplumsal alanda dayanışmaya gereksinme vardır.

Tıpkıkuruluş” aşamasında olduğu gibi...

Tıpkı büyük devrimlere imza attığımız gibi…

Tıpkı emperyalizmi perişan ettiğimiz gibi…

Ve emperyal ve egemen güçlerin himayesinde güncel gericiliğin iyice gemi azıya aldığı zor zamanlarda, halkçılarla milliyetçilere daha yoğun bir dayanışma elzem görünüyor.

Kaldı ki hem “dünyamız” hem de Dünya adamakıllı yanıyor!

Ulus devletler adeta tasfiye edilmeye çalışılıyor. 

Din ve ırk ekseninde sosyal yaşam, hatta iktisadi yaşam “bölünüyor”.

Aynı toplumda değişik kesimler, yerkürede ise halklar birbirine yabancılaştırılıyor.

Yer altı ve yer üstünde neredeyse tüm kaynaklarımız satıldı ve satılıyor.

Bizim insanımız gitgide işsiz kalırken, yabancılar giderek patron haline geliyor...

Siyaseti, iktidarı kullanan kökü dışarıda kimi dinci yapılar, korkunç bir sömürü içinde zenginleşiyor.

Bir dolu genç maddi olanaksızlıklar içinde, okullarına bile devam edemiyorlar.

Soframızda gıda “hileli”, damarımıza giren aşılar “muğlak”, gökyüzünde bulutlar bile anlaşılamaz halde seyir ediyor!

Dolayısıyla bizde ve her yerde milliyetçi ve halkçılara büyük bir direnme ve dayanışma mecburiyeti doğmuş bulunuyor.

Söz konusu “direnme” hayatın maddi olanaklarından ve insanca yaşamdan toplumun en dardaki kesitlerinin bile mahrum olmaması iradesinden başlayıp; milli kaynakların planlı şekilde halkın yararına kullanılması amacıyla belli bir dayanışma ferasetine kadar gider, gitmelidir…

Bu bağlamda, sanıldığının aksine sıradan insanların kendi iş ve güçleri, hemşerilik ilişkileri, sosyal aidiyetleri ile “milliyetçi” ve “halkçı” değerlere sahip çıkması etkisiz / önemsiz değil, son derecede etkili ve önemlidir.

Etkili ve önemlidir çünkü; hayatın yazılı olan olmayan tüm kurallarının sınanması ve yönetimin tasarruf ederken bu yerde, bu beldede, bu memlekette” bir milliyetçi ve halkçı damar var denmesi, bir dolu olumsuzluğu, bir yekun yanılgılı kararı ve uygulamayı da engelleyebilir.

Milliyetçi ve halkçı refleksleri barışçıl ve güçlü bir toplum, hem kendini hem yönetimleri “yabancı karışmacılığından” da esirger;

böyle bir toplumun, varlıklarını sömürmek, bankasını arsasını, fabrikasını, madenlerini satmak ve emek gücünü kapıya koymak için… kimseler kolayca üstüne gelemezler…

Bir halkçı ve milliyetçi toplum;

*Madenlerine, doğal kaynaklarına sahip çıkar,

*Emeği baş tacı sayar, gençlerine iş sağlanmasını talep eder,

*Büyük fabrikalar, barajlar yapılmasını ister; bu istemi takip eder,

*Limanlarının, marinalarının, tersanelerinin, lojistiğin devletçi olmasını öngörür,

*Bankaların, sigorta şirketlerinin milli olmasını temel güvence sayar,

*Yabancıya toprak, mülk ve üretim tesisi satılmasına karşı koyar,

*Eğitim ve sağlık hizmetlerinin temelde parasız olmasını bekler,

*Ulusal değerlere ve Atatürk’ümüze saygısızlığı asla hoş görmez,

*Anadolu’nun Müslümanlığı yorumlayışından ve Türkçe ibadetten de onur duyar,

*Herkesin devlete ve bayrağa saygı temelinde ve barış içinde düşünce özgürlüğünü savunur…

Halkçılar ve Milliyetçiler, işte bu öncelikler ve değerler ile deilerlemeciliği” sahiplenir, onun gereğini kendi yaşamında yerine getirir; kamusal yaşamda da çağdaş Türk uygarlığına yaraşır kurumsal, ulusal ve evrensel nitelikli yapılar görmek ister ve vatanını, kendi insanını en çok severken, bütün insanlığın hatta doğanın da refah ve barış içinde yaşamasını diler…

Milliyetçiler ve Halkçılara düşen görev bu gerçekleri ve gündemi irdelemek olmalıdır…

Çünkü

Ulus devlet için direnmek, halk için dayanışmak!

İşte bu; tarihsel bir gerçeklik, güncel bir sorumluluk ve esenlikli yarınlar için bir mecburiyettir

(*): Milliyetçilerin ve Halkçıların gerçek gündemi… - https://www.haber3.com/kose-yazisi/milliyetcilerin-ve-halkcilarin-gercek-gundemi/6241722

Tüm yazılarını göster