Bilmiyorduk diyemeyiz

Güncelleme:

İsveçli gazeteci Ekman kısa süre önce “Bilmiyorduk diyemeyiz” başlıklı çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

2. Dünya Savaşı yıllarında Almanya’da Nazilerin Yahudi soykırımı, İbranice felaket anlamına gelen Holokost diye de bilinir. Ekman, Holokost’u hatırlatıyor ve İsrail’in bugün Filistin halkına yaptıklarıyla kıyaslıyor.

Müttefik orduları adına Savaş’ın sonlarında Almanya’ya ilk giren Sovyet Mareşali İvan Konev ve askerlerinin Auschwitz toplama kampına vardığında büyük şok yaşadıklarını, gördüklerine inanamadıklarını anlatıyor.

Mareşal Konev kamptaki esirlere “Yoldaşlar, özgürsünüz” diye seslendiğinde, bir deri kemik kalmış insanlar arasında kıpırdanma olmaz. Değişik dillerde konuşur, tepki gelmez. Nihayet İbranice aynı şeyleri söylediğinde, yarı-ölü iskeletler arasında bir hareketlenme ve sevinç yaşanır.

Kampta dolaşan askerler lanetli görüntüler karşısında şok olurlar. Bir depoda altı ton insan saçı bulurlar.

İzleyen aylarda değişik toplama kamplarında milyonlarca Yahudi’nin imhasının korkunç haberleri ve görüntüleri dünyaya yayıldı, insanlar inanmakta zorlandı.

Nazileri destekleyen Almanlar ise daha sonra yıllar boyu “haberimiz yoktu, bilmiyorduk” diye kendilerini savundu.

Kısmen de olsa haklıydılar. Mesela Holokost’un baş mimarlarından Himmler Yahudileri yok etme planını meşum Posen toplantısında partisinin önde gelenlerine anlatmış, bunu “mikrop temizliğine” benzetmişti ama o gizli konuşmayı dünya ancak savaştan sonra öğrenecekti.

Buna karşılık İsrail Savunma Bakanı Gallant, 9 Ekim 2023’te medyaya “İnsan kılığındaki hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz” diye niyetlerini açıkladı.

Dünyanın en yetkili mahkemesi Uluslararası Ceza Divanı, Birleşmiş Milletler yetkilileri, Uluslararası Af Örgütü, dünyanın önde gelen soykırım uzmanlarının neredeyse hepsi İsrail’in Gazze’de planlı bir soykırım uyguladığı görüşünde. Yerle bir olmuş Gazze’nin, açlıktan ölmek üzere insanların fotoğrafları ve kafasına uykuda kurşun sıkılmış çocukların haberleri her yerde.

Bunları hatırlatan Ekman, bugün hiç kimsenin “Haberim yoktu, bilmiyordum” diyemeyeceğini vurguluyor ve ilave ediyor: Ama, sağdan sola İsveçli politikacılar hâlâ “İsrail’in kendini savunma hakkı var” söylemini sürdürüyor.

* * *

Sadece İsveçli değil neredeyse bütün Avrupalı merkez politikacılar, İsrail’in açıktan yürüttüğü soykırım ve etnik temizlik gündeme gelince, Hamas’ın Ekim 2023 operasyonunda 1100 İsrailliyi öldürdüğünü vurguluyor. Sanki her şey o gün başlamış gibi tarihi çarpıtıyorlar.

İsrail’in varsa, Filistinlilerin savunma hakkı yok mu?

Sosyal Demokratların tarihi lideri Olof Palme’nin göreve getirdiği Dışişleri Bakanı Andersson, 1988’de İsveç parlamentosunda Filistin sorunu tartışılırken anlatır:

“İsveç yabancı bir güç tarafından işgal edilirse yurttaşlarımızın ne yapacağı Stockholm telefon kataloğunda yazılıdır:

‘Vatanımızın hiçbir parçası sert direniş gösterilmeden terk edilmeyecektir. Düşman vatanımızın bir parçasını alsa ve kendi yönetimini kurmayı başarsa bile, orası hâlâ İsveç’tir… Direniş, işgal altındaki bölgede devam edecektir. İşgalci asla kendini güvende hissetmemelidir. Mücadele, bütün vatan topraklarının kurtuluşuna kadar devam etmelidir’.

“Uluslararası hukuk bunu söylüyor… Bu, İsveç halkı için geçerli olduğu kadar Filistin halkı için de geçerlidir.”

Ama artık sol ve sosyal demokrat politikacılar dahil Avrupa’da, Filistin halkının direniş hakkından söz eden siyasetçi neredeyse kalmadı.

* * *

Ekman’ın işaret ettiği Nazi kıyaslaması aydınlatıcı, ama acaba benzerlik nereye kadar?

Sde Teiman, Gazze Şeridi yakınındaki İsrail askeri garnizonu. Tutuklanan Filistinliler buraya getiriliyor ve sistematik işkenceden geçiriliyor. Defalarca tecavüz ediliyor, erkek ve kadın İsrail askerleri tarafından fiziki ve psikolojik işkenceye uğruyorlar.

Bir Filistinlinin toplu tecavüze uğraması ve anüsüne demir çubuk sokulması nedeniyle ağır yaralanması videoya kaydedildi. Tutsaklara tıbbi bakım verilmedi, mesela sert kelepçelemenin yol açtığı yaraların kangren olması nedeniyle bazılarının elleri veya ayakları kesildi.

Tutuklanıp sistematik işkenceye uğrayanlar Hamas üyeleri değil; Gazze’de tutuklanan çocuklar ve kadınlar dahil bütün Filistinliler. Çoğu neyle suçlandığı bilmiyor.

B’Tselem gazetesine göre Sde Teiman kampı, sadece buz dağının görünen kısmı. Çok sayıda askeri garnizonda benzer sistematik işkence yapılıyor.

İsrail’in sistematik işkencesi değişik medyada anlatılıyor: CNN veya The New York Times veya The Guardian veya Al Jaeera veya başka pek çok kaynakta.

Bilindiği kadar Naziler bile böyle işkence yapmamıştı. İsrail hükümetinin bilgisi altında yönetilen işkence kampları gösteriyor ki, İsrail’in soykırımı, Nazilerin yaptığı Yahudi soykırımından daha iğrenç ve rezil.

*     *     *

İsrail’in amacını gizlemiyor. Hedefleri, işgal altındaki Gazze ve Batı Şeria’yı ilhak ederek İsrail’i büyütmek.

İsrail artı Gazze ve Batı Şeria’da toplam nüfus yaklaşık 15 milyon.

7,5 milyon Yahudi ve 7,5 milyon Filistinli yaşıyor.

İlhak etseler bile sürdürülebilir nüfus yapısı yok. Üstelik yakında Filistinliler Yahudi nüfusunu geçecek.

Çıkarılan çok sayıda yasayla, İsrail’de ve işgal bölgelerinde yaşayan Araplar ikinci sınıf vatandaş yapıldı, eşit haklara sahip değiller. Bu ırk temelli ayırımcılığın adı, bir zamanlar Güney Afrika’da olduğu gibi, “aparthayd”.

Batılı siyasetçilerin büyük bölümü, nüfusun yarısına dayatılan ırkçı rejime rağmen, kameraların karşısına geçip İsrail’in Ortadoğu’daki “tek” veya “en ileri” demokrasi olduğu söylemini dillendiriyor.

Ancak kurduğu ırkçı rejime rağmen İsrail, mevcut nüfus yapısıyla yola devam edemeyeceğini biliyor.

Şimdi hedef, mümkün olduğu kadar çok Filistinliyi öldürmek ya da göçe zorlamak, yani etnik temizlik.

Birleşmiş Milletler raporları yazıyor; İsrail ordusu Gazze’deki doğum kliniklerini sistematik şekilde hedef seçti, bakım ünitelerini ve cihazları imha etti, ilaç teminini engelledi. Anneleri ve bebekleri öldürdüler.

İsrail askerleri eskiden İntifada’ya katılan Filistinli isyancı gençlerin kolunu kırardı. Şimdi doğum yapan kadınları ve yeni doğanları öldürüyor, uykudaki çocukların kafasına kurşun sıkıyor.

*     *     *

İsrail’in tarif edilemez vahşeti nasıl mümkün olabiliyor?

Batılı ülkelerin sarsılmaz desteği sayesinde.

En başta ABD’nin. Önceki Başkan Biden “Ben Siyonist’im, bunun için Yahudi olmak gerekmez” diyor, ona göre hareket ediyordu.

Şimdiki Başkan Trump’ın dünyasında vicdani muhasebe kavramı yok. Gazze’ye etnik temizlik öneriyor, orada gazino ve turistik tesis yapacak.

İspanya, İrlanda ve Norveç hariç Avrupa’da hiçbir ülkeden ciddi tepki gelmiyor.

Mart başından beri İsrail, Gazze’ye yiyecek ve insani yardım malzemesi girmesine izin vermiyor, insanlar açlıktan ölsün veya çekip gitsin diye.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron “Acilen bir şeyler yapalım, yoksa Gazze Batı’nın inandırıcılığını öldürecek” dedi.

İsrail lideri Netanyahu kabinesini topladı “Dostumuz Batılı ülkelerde kamuoyu açlıktan ölen insanları görmeye dayanamıyor, kapıyı biraz aralayalım” kararı alındı, az sayıda TIR girişine izin verildi. Daha önce giren TIR sayısının şimdi beşte birine dahi izin verilmiyor.

Gazze’de yardımları Birleşmiş Milletler’in uzman kuruluşu UNRWA, 400 noktada dağıtıyordu. İsrail-Amerika ikilisi el ele UNRWA’yı devre dışına çıkardı, kendilerine bağlı bir şirket getirdiler, sadece 4 dağıtım noktası var!

Yeterince yardım gelse dahi yeterli dağıtım mümkün değil.

İsrail askerleri dört noktaya yığılan aç ve korumasız zavallı insanlara kurşun yağdırıyor, her gün onlarcasının katlediyor; sonra bizim işaretlediğimiz patikanın dışına çıktılar, askerlerimiz kendilerini korudu, diyorlar.

İngiltere’de İşçi Partisi hükümeti dayanamadı, müthiş kararlarını açıkladı: İsrail’le yürütülen Serbest Ticaret Anlaşması müzakerelerini gözden geçireceğiz! Ardından, İsrail hükümetindeki iki fanatik ırkçı bakan için seyahat yasağı ve mal varlıklarını dondurma kararı aldılar.

Bu sözde önlemlerin sıfır sonuç doğuracağını kendileri de biliyor. Bile bile lades. Tabii İngiltere, diğer Avrupa ülkeleri gibi İsrail’e silah göndermeye devam edecek.

Ama açıklaması en zor vaka Almanya. İsrail soykırımının Avrupa’daki bir numaralı sorumlusu.

Ekim 2023’den bu yana Amerika’dan sonra en çok askeri destek sağlayan ülke. İsrail vahşetine 550 milyon $ değerinde silah katkısı yaptı.

Barış hareketi olarak başlayan Yeşillerin yakın zamana kadar Dışişleri Bakanı olan Baerbock, Hamas’la mücadele gerekçesiyle, okullar hastaneler dahil kamu binalarının içindeki masum insanlarla beraber imha edilmesinin uygun olduğunu açıkladı.

Yeni Başbakan Merz, Uluslararası Ceza Divanı’nın tutuklama kararını aşıp Netanyahu’nun Almanya’yı ziyaretini sağlamak istediğini söylüyor. Hukukun üstünlüğü kavramını umursamıyor.

İsrail’in eski Başbakanı Olmert’in “suç çetesinin elebaşı” ilan ettiği Natanyahu’yu, Alman Başbakanı’nın ülkesinde görmek istemesi sadece hukuki değil siyasi ve ahlaki açıdan iler tutar tarafı olmayan bir çürüme.

Almanya’da İsrail’i eleştirmek yasak.

Almanya niçin böyle yapıyor?

Çünkü Almanlara göre İsrail, “Staatsräson”. Bunu, devletin en üst ilkesi olarak anlayabiliriz. Yani Alman devleti için İsrail’in varlığı ve güvenliği başka her ilkenin üstünde (İngilizce ‘reason of state’).

Milyonlarca Yahudi’yi Holokost’ta katleden Alman, vicdan azabı çekiyor, suçluluk duygusu yaşıyor ve şimdi İsrail’e her türlü desteği çıkıyor.

Buraya kadar tamam.

Ama yaptığı katliamın azabı nedeniyle İsrail’i koruyucu kanatları altına almak isteyen Alman’ın vicdanı, o İsrail’in kitlesel katliamını nasıl kucaklayabiliyor?

Başka bir soykırımın asli suç ortağı olmayı nasıl içine sindirebiliyor?

Ölen ve kayıp çocuk sayısı en az 35 bin. Kayıp çocukların çoğu, enkaz altında kalarak ölenler.

Bu nasıl vicdan?

Vicdan tanımına aykırı bu davranışın bir açıklaması var mı?

Alman’ın açıklaması inandırıcı değil. Galiba kendini kandırıyor.

Alman’ı dün Holokost’a, bugün Filistin soykırımında suç ortaklığına yönelten aynı şey olmasın?

Alman ırkçılığı?

Dün Yahudi’ye karşı işleyen ve bugün Filistinli Arap’ı biçen, Alman ırkçılığının kör testeresi olmasın?

Alman ırkçılığı derken elbet bütün Almanların ırkçı olduğunu değil, ama derin geleneklerindeki gaddar ırkçılığı ima ediyorum.

*     *     *

Filistin davasına öncelikle sahip çıkması gerekenler Arap ülkeleri. Ama otoriter rejimler ve petrol şeyhleri yeterli ağırlık koymuyor, koyamıyor.

Son 15 yılda Arap dünyasında yaşanan siyasi depremlerin ve alt üst oluşların önümüzdeki yılarda devam edeceğini öngörmek herhalde kehanet değil.

Cuma sabahı başlayan İran saldırısıyla, İsrail’in bölgede istikrarsızlık kaynağı olduğu en açık şekilde gözler önüne serildi. Netanyahu’nun açıklaması: “Hızlı hareket etmekten başka seçeneğimiz yok. Bu tehditleri gelecek kuşaklara bırakamayız. Şimdi harekete geçmezsek, gelecek kuşak olmayacak”.

İsrail’de gelecek kuşaklar yaşayabilecek mi endişesi ve hesabı içinde olan Netanyahu ve çevresi o hesabı doğru yapıyor mu, emin değilim.

Dünya yüksek riskli bir dönemden geçerken, bizim görmemiz gereken gerçeklerden biri, Batılı ülkelerin iç rejimleri ile dış politikalarının farklı iki alan olduğu.

Evet, bugün hukuk devleti, insan hakları, demokrasi gibi değerlerin en iyi korunduğu yer Batı ülkeleri- bütün ciddi kusurlarına rağmen.

Ama Batı için dış politikada o değerler öncelikli bir yere sahip değil. Aslında tarih boyunca hep böyle oldu.

Bu önemli konuyu ilk fırsatta daha ayrıntılı ele alacağız. 

 

Diğer Yazıları
İsrail-İran savaşı nereye?
İran’da rejim değişikliği olur mu?
Rusya nükleer vuruş yapacak mı?