Rusya nükleer vuruş yapacak mı?
Son günlerde Ukrayna’nın art arda Rusya’ya dönük saldırılarını izledik. Açık ve zımni veriler saldırıların, başta İngiltere, Avrupa’nın büyük devletlerinin eşgüdümü altında yapıldığını gösteriyor.
Sibirya dahil değişik havaalanlarında konuşlu Rusya’nın nükleer silah taşıyabilen ağır bombardıman uçaklarına, Kırım’ı anakaraya bağlayan Kerç Köprüsü’ne ve Moskova’ya giden iki yolcu trenine saldırılar düzenlendi. Kuşkusuz en ağır darbe bunlardan ilki idi.
Moskova günlerdir sessiz. ABD Başkanı Trump da öyle. Sık görülen bir durum değil.
Rusya lideri Putin, başta İngiltere olmak üzere Avrupalı büyük devletlerin saldırılara ilişkin tavırlarını açıklamasını talep etti, onlardan da ses çıkmıyor.
Putin’le görüşen Trump, konuşmanın içeriği hakkında herkesin bildiği dışında hiçbir şey söylemedi: Rusya misilleme yapacak.
Rusya nükleer vuruş yaparak cevap verecek mi? Putin ve yakın çevresi şu günlerde herhalde bu soruyu ve misillemenin kapsamını değerlendiriyor.
Amerika’nın 2. Dünya Savaşı’nın sonlarında Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine yaptığı gibi mi? Yoksa önce, Karadeniz’de veya boş bir arazide uyarı amaçlı taktik nükleer silah infilakı mı?
Rusya açısından Trump yönetimini karşısına almama kritik bir hedef. Son telefon görüşmesinde Trump’ın, Rusya’dan itidalli tepki göstermesini istediği muhakkak. Buna karşılık Kremlin’de, bu savaşta nükleer silahları kullanmakta geç kalındığını ileri süren etkili siyasi çevrelerin baskısı var.
Büyük güçlerin sessizliği bozması uzun sürmeyecek. Neler olacağını göreceğiz. Ya sonra?
Görünen, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı en kanlı çatışma nereye kadar tırmanacağı belirsiz ve nükleer savaş riskinin arttığı bir döneme giriyor.
Ancak bu belirsizlik içinde yapılabilecek öngörüler de var.
Bütün taraflar zararlı çıkacak.
Ukrayna sonuçta büyük olasılıkla, bugün barış anlaşması yapsaydı elde edebileceği koşullardan daha kötüsüyle karşılaşacak. Tıpkı bugün, Mart 2022’de kabul ettiği ama sonra vazgeçtiği barış anlaşması şartlarından daha kötüsüyle karşılaştığı gibi.
Aynı durum Avrupa için geçerli. Bugüne dek ödediği bedellerin daha fazlasını ödeyecek. Hem ekonomik hem siyasi planda.
* * *
Ukrayna, 18 aydır bu saldırı üzerinde çalıştıklarını ve binlerce kilometre ötedeki havaalanlarında konuşlu 41 Rus uçağını tahrip ettiklerini açıkladı. Batılı kaynakların verdiği sayı bunun yarısı kadar.
Sabotaj hazırlığının önceki ABD Başkanı Biden döneminde başladığı ve CIA tarafından yönetildiği anlaşılıyor. O günlerde CIA örgütünün Ukrayna istihbaratını neredeyse tamamen avcunun içine aldığını Amerikan medyasında çıkan ayrıntılı haberlerden biliyoruz.
Trump seçildikten sonra CIA dahil tüm istihbarat örgütlerinin başına şubat-mart aylarında kendi kadrolarını getirdi. Yeni yöneticilerin Amerika’nın çok sayıdaki istihbarat örgütünü henüz tam olarak kontrol altına alabildiğini varsaymak gerçekçi değil.
Trump’ın bu kritik sabotajdan haberi var mıydı, bilinmiyor.
Amerikan istihbaratının o bilgiye sahip olduğu kesin, ama Trump’a bilgi verilmemiş gibi görünüyor; bilseydi nükleer tırmanma riski taşıyan bu hamleyi herhalde bir şekilde engellemeye çalışırdı.
Amerikan istihbaratı muhtemelen Trump’tan sonra bu proje üzerinde çalışmayı durdurdu ve aktif görevi en yakın ilişkiler içinde olduğu İngiliz dostları MI6’ya pas etti. MI6, karanlıkta kalarak sabotaj düzenleme konusunda geçmişi çok eskilere uzanan ve neredeyse rakipsiz bir referans listesine sahip.
Bütün bunlar, Trump’ın halen dış politikayı tam olarak kontrol edemediğini ve derin devletin geniş bir bağımsız faaliyet alanına sahip olduğunu anlatıyor.
Batılı uzmanlar, en çok 20 ağır bombardıman uçağının saf dışı bırakıldığını, bunlardan 6 adedinin nükleer silah yeteneğine sahip olduğunu (Tu-95) tahmin ediyor ki bu da Rusya’nın stratejik ağır bombardıman uçaklarının yaklaşık %10’na karşı geliyor.
Büyük devletlerin stratejik nükleer gücü genellikle üç ayaklı (triad): Ağır bombardıman uçakları, uzun menzilli füzeler ve nükleer silah fırlatabilen denizaltılar. Rusya’nın stratejik nükleer gücü ciddi bir darbe aldı ve imha edilen uçakların yenilerini üretmek yıllar sürecek bir iş.
Ukrayna’nın vurduğu ağır bombardıman uçakları, ABD ile Rusya arasındaki Stratejik Silahları Sınırlandırma Anlaşması (SALT) gereği pistlerde açıkta duruyordu. Sovyetler döneminde imzalanan o anlaşma sayesinde taraflar stratejik silahlarını yaklaşık %50 indirmişti.
Anlaşmanın 12.c Maddesi, “Havaalanında konuşlanmış ağır bombardıman uçakları açıkta durur” hükmünü içeriyor.
Amaç, tarafların karşılıklı olarak nükleer sistemlerini değişik yöntemlerle kolayca denetleyebilmesi, taraflardan birinin sürpriz ilk nükleer vuruşa kalkışma riskini en aza indirmek ve güven tesis etmek.
O nedenle, nükleer sistemlere saldırı yapılmaz. O sistemlere yapılan konvansiyonel bir saldırı dahi, nükleer saldırıya eşdeğer kabul edilir.
Tabii Ukrayna’nın (ve İngiltere’nin) SALT anlaşmasına taraf olmadığı ileri sürülebilir. Ancak Rusya SALT anlaşmasına uyacaksa, uçakları açık alanda tutması hukuki bir zorunluluk. Daha küçük devletler, Amerika ve Rusya için geçerli bir uygulamadan muaf tutulabilir, o kuralı istismar etmeleri kabul edilebilir mi?
Ukrayna, İngiltere ve saldırıyı destekleyen diğer Avrupalı ülkeler tehlikeli bir kumar oynuyor. İsrail’de ve Amerika’da Filistinlilere karşı nükleer silah kullanılmasının bazı siyasiler tarafından talep edildiği günlerde, yüksek riskli bir sorumsuzluk örneği.
Louisiana veya Missouri’deki havaalanlarında açıkta konuşlu ve ABD’nin stratejik nükleer kuvvetini oluşturan ağır bombardıman platformu B-52’ler veya hayalet uçak B-2’ler üçüncü bir ülkenin saldırısına uğrasa, Washington nasıl cevap verirdi?
Rusya’nın nükleer doktrini, Ukrayna’nın son saldırısına nükleer yanıt verilmesini mümkün ve haklı kılıyor. Nükleer seçeneğe başvurursa, ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’de kullandığı gerekçelerin benzerini şimdi Rusya ileri sürebilir: Daha çok insanın ölmesini önlemek için bir an önce savaşı bitirmek.
Rusya misillemenin ilk aşamasında başvurmasa bile, nükleer savaş riskinin arttığı bir gerçek.
Umalım ki savaşın yaklaşan tırmanması nükleer silahları kapsamasın.
* * *
Savaş, diplomasiyle ikna edilemeyen hasmı belli bir noktaya getirmek ve siyasetin başaramadığı stratejik hedefe ulaşmak için yapılır.
Ukrayna, İngiltere ve Avrupalı diğer ülkelerin, Rusya’nın stratejik nükleer gücüne saldırısının stratejik hedefi neydi?
Kamuoyunda lehte hava yaratmak, Ukrayna’nın yenilmediğini ve hâlâ savaşa devam edebileceğini kanıtlamak, Avrupa’nın desteğine layık olduğunu göstermek istiyor olabilirler.
Bunların hepsi tamam, ama stratejik hedef nerede? Ukrayna’nın kaybettiği toprakları savaşarak geri alabilmesi imkansız. Böyle bir hedefi kendisi de söyleyemiyor.
Son saldırıları muhtemelen arazideki dengeyi değiştirmeyecek, savaş devam ettikçe Ukrayna’nın arazi kaybı artarak devam edecek. İnsani kaybı, fiziki ve ekonomik yıkımı da Rusya’ya kıyasla daha yüksek oranda olacak.
Ukrayna için en iyi seçenek kalıcı barış anlaşması, ama kişisel olarak Cumhurbaşkanı Zelenski için değil. Barış anlaşmasını imzalarsa, yaklaşık %20 civarında toprak kaybını kabul etmiş olacak. Mart 2022 barış anlaşmasını bozarak savaşa devam etmesinin hesabını veremez. Bu durumda koltuğunda oturmaya devam etmesi neredeyse imkansız. Ayrıca Ukrayna’nın radikal milliyetçileri onun için her an hayati tehdit oluşturacak.
Zelenski için en iyi seçenek savaşa devam veya nihai barışa bağlanmamış bir ateşkes anlaşması; yani dondurulmuş çatışma koşulları yaratarak kaybettiği toprakları bir gün geri alma umudunu canlı tutmak.
Esasen Zelenski ve Avrupalı ortakları, savaşın başladığı Şubat 2022’den beri hiçbir zaman barış için hareket etmedi.
Avrupa ve Ukrayna müzakere yolunu açarak savaşın başlamasını kolayca engelleyebilirdi. Mart 2022’de barış için Rusya’yla anlaşan Ukrayna’yı savaşa devama ikna eden ABD-İngiltere ikilisinin girişimlerine karşı çıkmaları gerekirdi. Yapmadılar.
Ocak 2025’te Trump gelene kadar tek bir barış girişiminde bulunmadılar. Akıl tutulması o kadar derindi ki, Moskova’yla temas bile resmi kararnameyle yasaklandı.
Barış sözcüğünü gündeme sokan Trump “savaşın başlamasında Ukrayna’nın ağır sorumlu var” dediğinde, Avrupalı merkez siyasetçiler ve ana akım medya ne kastettiğini anlamamış oyunu oynadı ve “a, hayret, savaşı Rusya başlatmadı mı” dediler. Trump’a yarı-deli muamelesi yaptılar.
Avrupa merkez siyasetinin liderleri ve onların peşine takılan Zelenski’nin nihai barış anlaşması değil ateşkes ve dondurulmuş çatışma aradığı, Rusya’nın stratejik nükleer gücüne yönelik saldırıyı hesaplanmış bir zamanlamayla İstanbul görüşmelerinin hemen arifesine denk getirmelerinden de belli oldu. Görüşmeleri sabote etmek istediler, ama başaramadılar.
Avrupa merkez siyasetinin temel savı, devam eden savaşa desteğin Avrupa’nın güvenlik çıkarlarının gereği olduğu.
Halbuki Avrupa’nın güvenlik çıkarları savaşın hızla bitmesini gerektiriyor. Savaşın devamı, kıtada giderek yükselen nükleer savaş riski demek.
Avrupa’nın güvenlik çıkarları kıtadaki gerilimin düşmesini, silahlanma kontrolü hedefiyle Rusya’yla görüşmeyi, güven artırıcı önlemleri ve en önemlisi Rusya’yla temas ve müzakereyi gerektiriyor.
Ama Avrupa’nın merkezdeki fanatikleri bunların hiçbirini yapmadığı gibi, Rusya’ya karşı nefret kampanyası sürdürüyor. Yürütülen ırkçı kampanya sadece siyaset değil, kültür alanı ve eğitim kurumlarının neredeyse tamamını kapsıyor.
Brüksel, Londra, Berlin, Paris dahil Avrupa’daki ana akım siyasetçilerin çoğu barıştan çok savaş yanlısı. Ukrayna’da ve Doğu Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde görev yapan Alman strateji uzmanı Andreas Umland geçtiğimiz günlerde, kıtadaki egemen havayı veciz şekilde ifade etti: “Rusya’yla barış hayal… Ukrayna-Rusya savaşını bitirmenin tek yolu, Rusya’nın savaş alanında ağır bir stratejik yenilgiye uğratılması.”
Bu akıl tutulmasının anlamı açık: Avrupa’da nükleer savaş.
Endişe verici olan, Avrupa’daki ana akım partilerin dış politika çizgisi sadece Ukrayna’da yoldan çıkmış değil. Büyük kısmı, İsrail-Filistin savaşında açıkça İsrail’in soykırım ve etnik temizliğini destekliyor.
ABD-İran arasındaki İran’ın nükleer programı görüşmelerinde İngiltere, Fransa ve Almanya, Trump’tan bile daha aşırı, Amerika’nın fanatik yeni muhafazakarlarının (neo-con) görüşlerine yakın bir çizgiyi savunuyorlar.
* * *
Ukrayna’daki gelişmeleri daha ayrıntılı izlemek isteyenlere, Chas Freeman’la yapılan bir mülakatı önerebilirim. Görüşleri yaklaşık olarak burada özetlediğimiz doğrultuda.
Chas Freeman, Amerika’nın en bilgili ve yetenekli ve diplomatlarından biri. Büyükelçi ve Savunma Bakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Başkan Obama onu kritik bir makam olan Milli İstihbarat Konseyi’nin başına getirmek istedi, ama İsrail lobisinin yoğun kampanyası nedeniyle mümkün olamadı. Bu, İsrail’in Washington siyasetini belirlemede ne kadar etkili olduğunu gösteren en çarpıcı örneklerden biridir.
Son yılların en başarılı Dışişleri Bakanlarından rahmetli Yaşar Yakış’la bir gün sohbet ederken, Freeman’ın o günlerde okuduğum nefis bir kitabından söz edince Yaşar Bey birden şaşırdı ve “Chas benim yakın arkadaşımdır, Suudi Arabistan’da beraber Büyükelçilik yaptık, evlerimiz yan yanaydı, hâlâ görüşürüz, çok bilgilidir, ya sen nereden buldun onu?” mealinde konuştu. Büyükelçi Freeman’a lütfen haber et, çalışmalarını Ankara’da bile hayranlıkla izleyen birileri var demiştim.
Tüm okuyucularımızın Kurban Bayramı’nı kutluyor, sevdikleriyle beraber huzur dolu günler geçirmelerini diliyorum.