Dünya nereye – Türkiye nereye
Tukidides, 2500 yıl önce yaşamış Atinalı bir komutan. Zamanın en güçlü devleti Sparta’nın (İsparta), yükselmekte olan Atina’ya kaçınılmaz şekilde saldıracağını öngördü ve haklı çıktı.
Ünlü Harvard okulunun hocası Graham Allison, o öngörüden hareketle “Tukididis Tuzağı” kavramını geliştirdi: Bir hegemon devletin karşısına yükselen ve konumunu tehdit eden bir başka devlet çıkarsa, savaş olasılığı büyüktür.
Allison’un dökümüne göre 1500’lerden bugüne 16 kez bu durum yaşandı ve 12’si savaşla sonuçlandı. İyi hatırlanan bir örnek, hızla güçlenen Almanya’nın İngiltere’nin küresel hegemonyasını tehdit etmesi nedeniyle, sonradan 1. Dünya Savaşı adı verilecek Büyük Avrupa Savaşı’nın çıkmasıdır.
Tabii şimdi koşullar biraz farklı.
Tukididis Tuzağı bugün devreye girerse, nükleer silahlar konuşabilir ve bildiğimiz dünyanın sonu gelebilir.
İkinci olarak, Batı 400 yıldır elinde tuttuğu küresel liderliği ilk kez kaybetme tehdidi karşısında. Allison’un verdiği 16 örneğin hepsi, Batı dünyası içindeki rekabet ve nöbet değişikliği ile ilgiliydi.
Üçüncü olarak, yine ilk kez, çok merkezli bir uluslararası sisteme dönüşüm söz konusu: ABD, Çin, Avrupa, Rusya ve muhtemelen 2030’lardan itibaren Hindistan’ın yer alacağı büyük oyunculara ilaveten, Türkiye dahil bölgesel güçlerin oluşturduğu çok merkezli bir küresel sistem.
Dünya artık tek devletin egemenlik kurabilmesi için çok büyük. 1960’ta ABD ekonomisi dünya ekonomisini %40’ını oluşturuyordu, bugün aynı oran %26 ve düşme eğilimi sürüyor (Dünya Bankası).
Amerika tuzağa düşer ve Çin’e saldırır mı, göreceğiz. Ama hesaplarını Çin merkezli yapıyor.
Trump dahil pek çok ABD Başkanı değişik küresel angajmanlarını en aza indirmek ve Çin odaklı bir strateji kurmak istediklerini defalarca açıkladı (pivoting China).
Trump, ister savaş ister barış olsun, Ukrayna’yı Avrupalıların sırtına yükleyiverdi.
Ortadoğu’da vekaletini İsrail’e bırakmaya ve yanına Türkiye’yi katmaya çalışıyor. İran’ın, iktidar değişikliğiyle veya mümkünse parçalanarak, tamamen geriletilmesi hedefleniyor.
Washington’un hedefleri ne kadar gerçekleşir ayrı bir konu, ama hesapların arka planındaki Çin gölgesi aşikar.
Çin de tarzını değiştirdi; alışılagelmiş “stratejik müphemlik” üslubu yerine açıkça tehdide karşı tehdit, dayatmaya karşı dayatma göstermeye başladı.
Amerikalı siyasi seçkinler arasında etkili RAND araştırma kurumu, ABD ve Çin’in doğrudan savaştan kaçınması ve barış içinde beraber yaşaması için neler yapmaları gerektiğini geçen ay kapsamlı bir raporda anlattı.
Umalım ki RAND’ın önerdiği gibi olsun. Ama o durumda dahi büyük olasılıkla, en az 15-20 yıl sürecek sert geçiş önemi boyunca yoğun savaşlar yaşanacak. Yeni bir küresel sisteme geçiş ve gerekli kurumların oluşması zaman alacak. En riskli alanlar Avrupa ve Ortadoğu – bizi yakından ilgilendiren iki bölge.
Dünya kaygan ve jeopolitik sorunlarla yüklü bir dönemden geçerken, Türkiye’nin özellikle yukarıda işaret ettiğimiz büyük güç merkezlerinin hepsiyle iyi ilişkiler kurması, hiçbirini karşısına almaması ama kendi çıkarlarının arkasında kararlılıkla durması gerekiyor.
* * *
Türkiye de zor bir dönemden geçiyor. Ama sorunları farklı ve kötü yönetimden kaynaklanıyor.
Yüksek enflasyon bir toplumun başına gelebilecek en büyük belalardan biri ve hemen her türlü ekonomik musibetin anasıdır.
Dünyanın 200’e yakın ülkesi arasında Türkiye 2024’de, en yüksek enflasyona sahip 6 ülkeden biri oldu.
IMF verilerine göre 2025’i ise %35 civarında ve en yüksek enflasyona sahip 8 ülke arasında tamamlayacak gibi görünüyor. Diğerleri Sudan, Venezuela, Zimbabve, vs.
Kötü yönetimin bizim için bulduğu enflasyon komşuları bunlar.
Sürdürülebilir büyüme için, düşük düzeyde tek haneli enflasyonu yakalamak ve istikrarlı şekilde o düzeyde tutmak gerekir.
Kısa vadeli enflasyon öngörüleri bile tutmayan ve sık sık değiştirmek zorunda kalan mevcut yönetim, o hedefi yakalayamaz. Çünkü sadece faiz ve para politikasıyla mümkün değildir.
Bağımsız yargı, güçlendirilmiş kurumlar, yolsuzluk ve israfa son verilmesi, eğitimin ideolojik saplantılardan kurtarılması gibi yapısal reformlar şart.
Ancak 2011-12’den bu yana, AKP iktidarı o reformların zıddını temsil ediyor.
Ekonomi yönetiminde başarısızlığın bir başka önemli göstergesi, kişi başına gelirin düşük düzeyde seyretmesi.
AKP, 2023 için 25 bin dolar kişi başı gelir hedefi açıklamıştı, ancak yarısı gerçekleşti (13 bin).
Son 11 yılda (2013-2024) 12 bin dolardan 15 bine çıktı, yıllık artış oranı sadece %1,9.
Aynı dönemde kişi başı ortalama gelir artış oranını üç ayrı küme için hesapladık: Dünya, Türkiye’nin içinde bulunduğu Orta Gelir ve Üst Orta Gelir grupları (Dünya Bankası):
Dünya: %2,4
Orta Gelir grubu: %3,2
Üst Orta Gelir grubu: %3,5
Türkiye’nin performansı son 11 yılda net şekilde en geride.
Bir başka vahim gelişme, çok partili rejime geçtiğimizden bu yana 75 yıldır görülmedik ölçüde Hukuk Devletinin kararmış olması.
“Hukuk Devleti Endeksi” 2025’e göre Türkiye, “Hükümet Gücünün Sınırlandırılması” puanlamasında 143 dünya ülkesi arasında 136. sırada. Daha kötü durumda Sudan, Venezuela, Kamboçya gibi sadece 7 ülke var.
Siyasal iktidar yargıyı tam kontrol altına aldı, muhalif gördüklerini susturuyor, rakip gördüklerini oyun dışına atmaya çalışıyor. Son örnekler CHP ve partili belediyelere karşı açılan siyaset güdümlü davalar.
İlk derece mahkemeleri ise Anayasa’nın açık, kesin ve emredici hükmüne rağmen, uygun bulmadığı AYM kararlarını uygulamıyor.
Bütün bunların sorumlusu yargı değil, koltuğunu koruma aracı olarak yargıyı fütursuzca kullanan iktidar.
Yolsuzluk konusunda dünyada en çok dikkate alınan CPI ölçümüne göre Türkiye, yolsuzluk algılamasında 180 ülke arasında 108. sırada.
Yolsuzluk kaynak israfı, toplumsal eşitsizlik ve ahlaki çürümeye neden olur. Aynı zamanda yabancı sermaye yatırımlarını olumsuz etkiler ve daha önemlisi milli sermayenin kaçışını teşvik eder.
Yolsuzluk ayrıca hukuk devletinin bozulmasıyla ele ele giden bir hastalıktır.
CPI sıralaması fevkalade olumsuz bir yolsuzluk düzeyini işaret ediyor. Ancak yıllardır siyaseti olabildiğince yakın izleyen birisi olarak kanaatim, gerçek durumun daha bile vahim olduğu, son yıllarda daha önce görülmemiş ölçüde yaygınlaştığı ve derinleştiği yönünde.
Dünyanın tehlikelerle dolu bir dönemden geçtiği sırada Türkiye’de ekonomi perişan, hukuk devleti baygın, yolsuzluk yaygın.
Sürdürülebilir olmayan bu gidiş nasıl değişebilir?
O da gelecek yazımızın konusu.