Sultan Abdülhamid

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı: Sultan Abdülhamid

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

Yazar ve eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in “Sultan Abdülhamid” eserinin 2. basımı kısa süre önce piyasaya çıktı.

II. Abdülhamid’in saltanatı, altı yüzyılı aşan Osmanlı İmparatorluğu’nun fiilen dağılmasıyla sonuçlanan yaklaşık on yıllık yoğun dönemin (1909 -1918, Sevr Anlaşması) mukaddimesi veya prelüdü gibidir.

31 Mart Vakası (1909) olarak bilinen olaylar sonrasında Sultan Abdülhamid bir darbeyle tahtan indirildi, hemen ardından gelen İttihat ve Terakki yönetiminde Balkan Savaşları (1912-13) ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) gibi tarihin akışının hızlandığı kader belirleyici gelişmeler yaşandı.

Kolay anlaşılır nedenlerle, Sultan Abdülhamid’in biyografisi ve 33 yıl süren saltanat yılları (1876-1909), Osmanlı’nın son dönemini araştıranların en çok mercek altına aldığı konular arasındadır.

Çelik’in kolay okunan akıcı çalışması Sultan Abdülhamid dönemine ilişkin hem bol tarihi bilgi hem de ikna edici özgün açıklamalar ve tahliller içeriyor. Yazarın bunları yaparken, Abdülhamid’e ve dönemine ilişkin sıkça karşılaştığımız ideolojik temelli önyargılı yaklaşımlardan uzak durmaya, değerlendirmelerini sağlam tarihi verilere dayandırmaya çalıştığını görüyoruz.

Bu noktada, Çelik’in 19. yüzyıl Osmanlı dönemine ve o dönemin siyasi gelişmelerine hakim olduğunu, birincil tarihi kaynakları esas alan araştırmalar yaptığına da işaret edebiliriz. Çelik aynı zamanda, doktora çalışmalarının ürünü olan “Ali Suavi ve Dönemi” başlıklı bir başka eserin sahibi. Ali Suavi, bir dönem muhalif Genç Osmanlılar ile beraber hareket etmiş, II. Abdülhamit’e karşı düzenlediği başarısız darbe girişimi (1878) ile bilinen tarihi bir kişiliktir.

Çelik kitabını, Sultan Abdülhamid dönemini daha iyi anlamaya katkı yapacak 24 ilginç başlık altında toplamış. Bunlardan biri, Kıbrıs’ın İngiltere’ye nasıl verildiğini anlatan ve çok yönlü dersler çıkarılmasını mümkün kılan bölüm.

1877-78 savaşında (93 harbi) Balkanlar’da ve Kafkasya’da Rusya’nın geniş topraklar işgal edip payitaht İstanbul’un kapısına dayanması nedeniyle patlayan tepkiler arasında Ali Suavi, Sultan’a karşı başarısız bir suikast girişiminde bulunur. Abdülhamid’in hayatından endişeleri artar ve koruma sağlaması için İngiliz Büyükelçisine başvurur. İngiltere’nin yanıtı “hükümetimiz sadece Sultan’ın şahsını ve ailesini değil, Küçük Asya’daki bütün topraklarını korumaya taliptir” şeklinde gelir. Karşılığında Kıbrıs’ı isterler ve Abdülhamit kabul eder.

Bilindiği gibi, hemen ardından toplanan Berlin Kongresi’nde, İngiltere’nin baskıları sonunda Rusya işgal ettiği toprakların önemli bir kısmından çekilmek zorunda kalacaktır.

Zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’nin “tek kurşun atmadan koca Kıbrıs adasını aldık, işte diplomasi böyle yapılır” mealinde öğündüğünü tarih kitapları yazar.

Aynı olay aslında, Batı dünyasının lideri ve zamanın en büyük küresel gücü İngiltere’nin diplomatik başarısını olduğu kadar, çatal dilli ve iki yüzlü dış politikasını da anlatır.

İngiltere’nin amacı, diplomatik açıklamalarda ifade ettiklerinin tersine, Osmanlı’nın Anadolu’da ve Maşrık’ta (bugünkü Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün, Arap Yarımadası) elde kalan topraklarını korumak değil, kendi kontrolleri altında ve kendi çıkarlarına uygun şekilde paylaşımını sağlamaktı. Nitekim Berlin Kongresi’nden sadece dört yıl sonra en değerli Osmanlı mülklerinden Mısır’ı işgal ettiler (1882).

Her şeye rağmen Sultan Abdülhamit İngilizlerle işbirliğini sürdürmeye çalıştı. Onun ardından iktidara gelen İttihatçıların ilk tercihi de yaklaşan büyük savaşa İngilizlerle ittifak içinde girmekti, araya Fransa’yı dahi katarak diplomatik girişimlerde bulundular. Ama Londra hepsini kibar bir dille reddetti. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı sonunda Maşrık’taki hedeflerine ulaştı ama Anadolu’da Mustafa Kemal’in örgütlediği direnişe çarparak çark etmek zorunda kaldılar.

Kıbrıs’ın İngiltere’ye hediye edilişinin trajik bir başka boyutu, o dönemde İmparatorluk merkezinde Sultan’ın ve ailesinin güvenliğinin sağlanmasını imkansız kılacak ölçüde bir kargaşa yaşandığını göstermesi ve Osmanlı padişahının yabancı bir ülkeden şahsi koruma talep etme durumda kalmasıdır.

Kitapta Sultan Abdülhamid zengin miydi sorusunu ele alan bölüm, Abdülhamid’in saltanatı sırasında kişisel zenginleşmesi için olağanüstü bir gayret sarfettiğini ortaya koyuyor. O dönemde Balkanlar’da 4 bin 280, çoğu İstanbul’da olmak üzere Anadolu’da 2 bin 369, toplamda 8 bine yakın taşınmazın tapusunu alan Sultan Abdülhamit bunları şahsi mülküne dönüştürdü ve acayip ölçülere varan bir gayri menkul zengini oldu (s. 79).

Yurt dışı bankalardaki hesaplarında ise 250 milyon dolar civarında bir servet tutuyordu. Bu meblağ günümüzdeki satın alma gücüne göre yaklaşık 9 milyar dolara karşı gelir.

“Devlet borç harç içindeyken, hazine kan ağlarken Sultan’ın o dönem dünyanın en zengin üçüncü monarkı olduğu bilinmektedir” (s. 80).

Ölürken hiçbir şeyi yoktu diye ideolojik nedenlerle Abdülhamid’i savunanlara Çelik’in cevabı ise şöyle: “Abdülhamid tahtan indirilince malına ve mülküne el konmuştur… sanırım bu müsadere işini bilerek görmezden geliyorlar” (s. 77).

Kitabın en hacimli ve kendi hesabıma en çarpıcı bulduğum bölüm, Bediüzzaman Said Nursi’nin Sultan Abdülhamid istibdadına karşı çıkışını anlatan sayfalar. Bir din adamının İslam’ın Halifesinin baskı ve zulüm rejimine karşı duruşu elbet üzerinde durmaya değerdir.

Emevilerden beri hilafetin saltanata dönüşmesiyle İslam dünyasında istibdattın hakim olduğunu düşünen Bediüzzaman, Hamid rejimini o sürecin bir parçası olarak görür. Eğitimsiz, fukara ve özgüven yokluğu içinde kıvranan kitleler Bediüzzaman’a göre aynı sürecin bir başka parçasını oluşturmaktadır.

Abdülhamid rejiminin ödüllendirerek satın alma girişimlerini elinin tersiyle reddeden, hapse atılmasına rağmen dik duramaya devam eden Bediüzzaman’ın savunduğu ilkeler, modern zamanların hukuk devleti ve hürriyet kavramlarıyla neredeyse tam uyum içindedir.

“İstibdat, tahakkümdür (baskıdır). Keyfi yönetimdir. Kaba güce dayalı zorbalıktır. Tek adam yönetimidir. İstismara gayet müsait bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsaniyetin mahvedicisidir…”

“Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır… İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur. Kanunu kendi keyfine tabi edebilir...”

“Hürriyet budur ki: Kanunun sağladığı adalet ve cezalandırmanın dışında, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku korunsun, herkes kanunlar çerçevesinde hareketlerinde şahane serbest olsun” (s. 161-62).

Çelik’in başarılı çalışmasında ayrıca Sultan Abdülhamid’in taşra siyaseti, muhaliflerini susturmak için uyguladığı yaklaşımlar, yabancı ülkelerin misyon şefleriyle ilişkileri, Almanya ile geliştirdiği dostluğun irdelenmesi, o dönemdeki ekonomik durum gibi diğer kritik konuları da inceleyerek bütüncül bir resim sunuyor.

Tarihi daha iyi bilmek ve anlamak, kendini daha iyi bilmenin ve tanımanın belki de en sağlıklı yoludur.

Çelik’in çalışması sonunda sadece Osmanlı’nın dağılış yıllarını değil, Cumhuriyet tarihini ve günümüzü de daha iyi anlamak ve anlamlı kılmak açısından gerçekten ufuk açıcı ve zengin içerikli bir eser ortaya çıkmış.  

…..

Hüseyin Çelik, “Sultan Abdülhamid”, İstanbul: Alfa Yayınları, 2. Basım, Haziran 2025, 222 sayfa.

">

Yazar ve eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in “Sultan Abdülhamid” eserinin 2. basımı kısa süre önce piyasaya çıktı.

II. Abdülhamid’in saltanatı, altı yüzyılı aşan Osmanlı İmparatorluğu’nun fiilen dağılmasıyla sonuçlanan yaklaşık on yıllık yoğun dönemin (1909 -1918, Sevr Anlaşması) mukaddimesi veya prelüdü gibidir.

31 Mart Vakası (1909) olarak bilinen olaylar sonrasında Sultan Abdülhamid bir darbeyle tahtan indirildi, hemen ardından gelen İttihat ve Terakki yönetiminde Balkan Savaşları (1912-13) ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) gibi tarihin akışının hızlandığı kader belirleyici gelişmeler yaşandı.

Kolay anlaşılır nedenlerle, Sultan Abdülhamid’in biyografisi ve 33 yıl süren saltanat yılları (1876-1909), Osmanlı’nın son dönemini araştıranların en çok mercek altına aldığı konular arasındadır.

Çelik’in kolay okunan akıcı çalışması Sultan Abdülhamid dönemine ilişkin hem bol tarihi bilgi hem de ikna edici özgün açıklamalar ve tahliller içeriyor. Yazarın bunları yaparken, Abdülhamid’e ve dönemine ilişkin sıkça karşılaştığımız ideolojik temelli önyargılı yaklaşımlardan uzak durmaya, değerlendirmelerini sağlam tarihi verilere dayandırmaya çalıştığını görüyoruz.

Bu noktada, Çelik’in 19. yüzyıl Osmanlı dönemine ve o dönemin siyasi gelişmelerine hakim olduğunu, birincil tarihi kaynakları esas alan araştırmalar yaptığına da işaret edebiliriz. Çelik aynı zamanda, doktora çalışmalarının ürünü olan “Ali Suavi ve Dönemi” başlıklı bir başka eserin sahibi. Ali Suavi, bir dönem muhalif Genç Osmanlılar ile beraber hareket etmiş, II. Abdülhamit’e karşı düzenlediği başarısız darbe girişimi (1878) ile bilinen tarihi bir kişiliktir.

Çelik kitabını, Sultan Abdülhamid dönemini daha iyi anlamaya katkı yapacak 24 ilginç başlık altında toplamış. Bunlardan biri, Kıbrıs’ın İngiltere’ye nasıl verildiğini anlatan ve çok yönlü dersler çıkarılmasını mümkün kılan bölüm.

1877-78 savaşında (93 harbi) Balkanlar’da ve Kafkasya’da Rusya’nın geniş topraklar işgal edip payitaht İstanbul’un kapısına dayanması nedeniyle patlayan tepkiler arasında Ali Suavi, Sultan’a karşı başarısız bir suikast girişiminde bulunur. Abdülhamid’in hayatından endişeleri artar ve koruma sağlaması için İngiliz Büyükelçisine başvurur. İngiltere’nin yanıtı “hükümetimiz sadece Sultan’ın şahsını ve ailesini değil, Küçük Asya’daki bütün topraklarını korumaya taliptir” şeklinde gelir. Karşılığında Kıbrıs’ı isterler ve Abdülhamit kabul eder.

Bilindiği gibi, hemen ardından toplanan Berlin Kongresi’nde, İngiltere’nin baskıları sonunda Rusya işgal ettiği toprakların önemli bir kısmından çekilmek zorunda kalacaktır.

Zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury’nin “tek kurşun atmadan koca Kıbrıs adasını aldık, işte diplomasi böyle yapılır” mealinde öğündüğünü tarih kitapları yazar.

Aynı olay aslında, Batı dünyasının lideri ve zamanın en büyük küresel gücü İngiltere’nin diplomatik başarısını olduğu kadar, çatal dilli ve iki yüzlü dış politikasını da anlatır.

İngiltere’nin amacı, diplomatik açıklamalarda ifade ettiklerinin tersine, Osmanlı’nın Anadolu’da ve Maşrık’ta (bugünkü Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün, Arap Yarımadası) elde kalan topraklarını korumak değil, kendi kontrolleri altında ve kendi çıkarlarına uygun şekilde paylaşımını sağlamaktı. Nitekim Berlin Kongresi’nden sadece dört yıl sonra en değerli Osmanlı mülklerinden Mısır’ı işgal ettiler (1882).

Her şeye rağmen Sultan Abdülhamit İngilizlerle işbirliğini sürdürmeye çalıştı. Onun ardından iktidara gelen İttihatçıların ilk tercihi de yaklaşan büyük savaşa İngilizlerle ittifak içinde girmekti, araya Fransa’yı dahi katarak diplomatik girişimlerde bulundular. Ama Londra hepsini kibar bir dille reddetti. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı sonunda Maşrık’taki hedeflerine ulaştı ama Anadolu’da Mustafa Kemal’in örgütlediği direnişe çarparak çark etmek zorunda kaldılar.

Kıbrıs’ın İngiltere’ye hediye edilişinin trajik bir başka boyutu, o dönemde İmparatorluk merkezinde Sultan’ın ve ailesinin güvenliğinin sağlanmasını imkansız kılacak ölçüde bir kargaşa yaşandığını göstermesi ve Osmanlı padişahının yabancı bir ülkeden şahsi koruma talep etme durumda kalmasıdır.

Kitapta Sultan Abdülhamid zengin miydi sorusunu ele alan bölüm, Abdülhamid’in saltanatı sırasında kişisel zenginleşmesi için olağanüstü bir gayret sarfettiğini ortaya koyuyor. O dönemde Balkanlar’da 4 bin 280, çoğu İstanbul’da olmak üzere Anadolu’da 2 bin 369, toplamda 8 bine yakın taşınmazın tapusunu alan Sultan Abdülhamit bunları şahsi mülküne dönüştürdü ve acayip ölçülere varan bir gayri menkul zengini oldu (s. 79).

Yurt dışı bankalardaki hesaplarında ise 250 milyon dolar civarında bir servet tutuyordu. Bu meblağ günümüzdeki satın alma gücüne göre yaklaşık 9 milyar dolara karşı gelir.

“Devlet borç harç içindeyken, hazine kan ağlarken Sultan’ın o dönem dünyanın en zengin üçüncü monarkı olduğu bilinmektedir” (s. 80).

Ölürken hiçbir şeyi yoktu diye ideolojik nedenlerle Abdülhamid’i savunanlara Çelik’in cevabı ise şöyle: “Abdülhamid tahtan indirilince malına ve mülküne el konmuştur… sanırım bu müsadere işini bilerek görmezden geliyorlar” (s. 77).

Kitabın en hacimli ve kendi hesabıma en çarpıcı bulduğum bölüm, Bediüzzaman Said Nursi’nin Sultan Abdülhamid istibdadına karşı çıkışını anlatan sayfalar. Bir din adamının İslam’ın Halifesinin baskı ve zulüm rejimine karşı duruşu elbet üzerinde durmaya değerdir.

Emevilerden beri hilafetin saltanata dönüşmesiyle İslam dünyasında istibdattın hakim olduğunu düşünen Bediüzzaman, Hamid rejimini o sürecin bir parçası olarak görür. Eğitimsiz, fukara ve özgüven yokluğu içinde kıvranan kitleler Bediüzzaman’a göre aynı sürecin bir başka parçasını oluşturmaktadır.

Abdülhamid rejiminin ödüllendirerek satın alma girişimlerini elinin tersiyle reddeden, hapse atılmasına rağmen dik duramaya devam eden Bediüzzaman’ın savunduğu ilkeler, modern zamanların hukuk devleti ve hürriyet kavramlarıyla neredeyse tam uyum içindedir.

“İstibdat, tahakkümdür (baskıdır). Keyfi yönetimdir. Kaba güce dayalı zorbalıktır. Tek adam yönetimidir. İstismara gayet müsait bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsaniyetin mahvedicisidir…”

“Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır… İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur. Kanunu kendi keyfine tabi edebilir...”

“Hürriyet budur ki: Kanunun sağladığı adalet ve cezalandırmanın dışında, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku korunsun, herkes kanunlar çerçevesinde hareketlerinde şahane serbest olsun” (s. 161-62).

Çelik’in başarılı çalışmasında ayrıca Sultan Abdülhamid’in taşra siyaseti, muhaliflerini susturmak için uyguladığı yaklaşımlar, yabancı ülkelerin misyon şefleriyle ilişkileri, Almanya ile geliştirdiği dostluğun irdelenmesi, o dönemdeki ekonomik durum gibi diğer kritik konuları da inceleyerek bütüncül bir resim sunuyor.

Tarihi daha iyi bilmek ve anlamak, kendini daha iyi bilmenin ve tanımanın belki de en sağlıklı yoludur.

Çelik’in çalışması sonunda sadece Osmanlı’nın dağılış yıllarını değil, Cumhuriyet tarihini ve günümüzü de daha iyi anlamak ve anlamlı kılmak açısından gerçekten ufuk açıcı ve zengin içerikli bir eser ortaya çıkmış.  

…..

Hüseyin Çelik, “Sultan Abdülhamid”, İstanbul: Alfa Yayınları, 2. Basım, Haziran 2025, 222 sayfa.

Tüm yazılarını göster