Suriye’de 2026’da seçim yapılsın!

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı: Suriye’de 2026’da seçim yapılsın!

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

Suriye hakkında hemen herkesin aklındaki ilk soru: 8 Aralık’ta iktidarı ele geçiren Ahmed Şara liderliğindeki HTŞ örgütü, tekrar iç çatışmalara sürüklenmeden ülkeyi yönetebilecek ve kalıcı istikrar sağlayabilecek mi?

Zengin bir dini ve etnik yapıya sahip Suriye’de bu hedeflerin başarılması, azınlık kesimlerin temel hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınmasını ve halkın meşru desteğine sahip bir devlet yönetimini gerektiriyor.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, ekonominin ayağa kaldırılması, kaçan göçmenler için geri dönüş ortamının yaratılması ve ülkenin bölgesel kriz kaynağı olmaktan çıkması dahil diğer bütün kritik hususular buna bağlı.

Vehhabi ideolojinin hizmetkarı HTŞ ve lideri Şara’nın iktidarı sekiz ayı doldurmak üzere. Ülkenin gidişi o yönde mi? Umutlu olabilir miyiz?

Olumlu cevap verebilmek maalesef mümkün değil.

Mart ayında devrik Esed rejimine bağlı silahlı birlikler Lazkiye bölgesinde ayaklanma başlattı ve yeni rejimin güçleri tarafından bertaraf edildiler.

Ama o arada binlerce masum sivil, sadece Alevi olukları için en vahşi şekilde katledildi. Reuters’in ayrıntılı araştırmasından çıkan kanıtlar, korkunç bir gerçeği ortaya koydu: Katliamlar, emir dışına çıkarak hareket eden münferit silahlı güçler değil, Şara iktidarına “emir komuta zinciri” içinde bağlı HTŞ birlikleri tarafından yapıldı.

Reuters ve diğer bağımsız kaynaklar, Alevilere dönük katliamın halen devam ettiğini bildiriyor.

Temmuz ayında güneydeki Süveyda’da basit asayiş ihlalleri nedeniyle başlayan gerginlikleri hükümet sağduyulu yönetemedi, olaylar Dürzi milisler ve Bedevi aşiretler arasında çatışmaya, merkezden gönderilen HTŞ’ye bağlı gözü dönmüş silahlı birliklerin müdahalesine ve bu kez Dürzi katliamına kadar tırmandı.

Suriye’deki gelişmeleri yakından izleyen muhalefet partisi DEM’in açıklaması şöyle:

“Süveyda şehrine giren HTŞ militanlarının Dürzi halkına ve Dürzi inancını temsil eden sembollere saldırması, bu operasyonun bir katliam girişimi olduğunu ortaya koymaktadır… HTŞ yönetiminin Suriye’de tekçi, antidemokratik ve köktenci bir rejim kurma çabalarına destek olan tüm uluslararası güçler, Alevilere ve Dürzilere karşı işlenen suçların ortağı haline gelmektedir…”

Süveyda olayları Şara iktidarının sadece ne denli bağnaz olduğunu değil, aynı zamanda yönetişim becerisinin de yetersiz olduğunu gösterdi.

Basit asayiş olayları, silahlı birlikleri göndermek yerine müzakere ve ikna yoluyla söndürülebilirdi.

Suriye’yi zayıf düşürmek, mümkünse parçalamak isteyen İsrail’in bahane aradığı, müdahale edeceği belliydi, öngöremediler.

İsrail savaş uçakları gönderip HTŞ birliklerini ve o arada Emevi Meydanı’ndaki Genelkurmay binasını bombalayınca, Şam hemen askerlerini geri çekti.

Dahası, Paris’teki görüşmelerde İsrail’e bir daha o bölgeye asker göndermeme sözü verdiler!

Halbuki asker göndermeyeceğiz sözü verdikleri bölge, Suriye’nin kendi egemenlik alanı.

Şimdi Dürzilerin, Şam’ın burnunun dibine kadar uzanan bölgede özerk yönetimlerini ilan ettiği haberleri dolaşıyor. Osmanlı egemenliğinden çıktıktan kısa süre sonra o bölgede, Fransız manda yönetimi döneminde 1921-1936 arasında Dürzi Devleti kurulmuştu (Dürzi Dağı Devleti diye de bilinir).

Bakalım gelişmeler, İsrail’in tampon olarak kullanacağı ikinci Dürzi Devleti’ne kadar uzanacak mı?

Şara’nın onayladığı kötü planlanmış askeri harekat sırasında 700 civarında HTŞ savaşçısı İsrail bombardımanıyla öldürüldü. Ayrıca çok sayıda Bedevi aşiret mensubu öldü ve en az 10 bin Bedevi köylerinden göç ettirildi.  

Şara’nın kendisini iktidara getiren ABD’ye danışmadan bölgeye asker göndermesi bir tecrübesizlik göstergesi. Halbuki bu istişareyi, son yıllarda yakın işbirliği yaptığı CIA üzerinden hızla sonuca bağlayabilirdi!

Şara iktidarı şimdi kendi tabanını oluşturması gereken Sünniler arasında bile prestij kaybına uğradı ve sorgulanıyor.

*     *     *

Şam’da iktidar şimdi, bağnaz Vehhabi ideolojinin ve ABD-İsrail ortak projesinin sembiyotik ürünü olan, çelişkiler yumağı bir yapının elinde.

Ahmet Şara tüm siyasi tecrübesini ve ideolojik formasyonunu El Kaide, IŞİD, Nusra gibi Vehhabi örgütler içinde edindi. Daha sonra onlardan koparak kendi örgütü HTŞ’yi kurması, ideolojik bir anlaşmazlığın değil sadece pragmatist iktidar hesaplarının sonucuydu.

2011’de başlayan Suriye iç savaşında CIA, Cihatçı Selefi örgütlere askeri destek sağladı (Timber Sycamore operasyonu) ama, ABD ve İsrail’in ortak amacı Esed rejimini devirmek değildi. Esed’in ordusu ile Cihatçı örgütlerin olabilecek en kanlı şekilde birbirlerini boğazlamayı sürdürmesini istiyorlardı. Amerika, 1980’lerde Irak-İran savaşı sırasında da aynen öyle yapmıştı.

Zaten dönemin ABD Başkanı Obama, Esed rejimini devirmek istemediklerini defalarca dile getirdi.

Rusya’nın müdahalesiyle dengeler değişti ve Esed rejiminin gidici olmadığı görüldü. O arada tüm Cihatçı Selefi örgütler arazide süpürüldü ve 2017’den itibaren İdlip vilayetine yığıldılar. Vehhabi örgütler kazanına dönüşen İdlip’te bu kez kendi aralarında iktidar kavgası başladı.

ABD o günlerde İdlip’teki seçili bazı örgütlerinin lider kadrolarını vuruyordu. Akdoğan Özkan’ın ayrıntılı dökümüne göre amaç, rakip terör örgütleri liderlerini temizleyerek Şara’nın, o günlerdeki adıyla Muhammed el Golani’nin önünü açmaktı. Vurulacak liderlerle ilgili istihbaratı ise bizzat Şara sağlıyordu.

ABD-İsrail ikilisi, 2017-18 sularında ve Trump’ın birinci Başkanlık döneminde hedef düzeltti. Esed rejimini devirmeye, Vehhabi örgütleri kullanmaya ve o amaçla Golani’nin HTŞ’sini “muteber terör örgütleri” kütüğüne yazmaya karar verdi.

Zaten HTŞ’yi “en az kötü seçenek” olarak değerlendirdiklerini ve kullanmaya karar verdiklerini daha 2021’de, ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey açıkça anlatmıştı.

O arada Mart 2020’de Türkiye ve Rusya arasındaki “İdlip’te ateşkes” mutabakatı, CIA’nin Şara’ya sağladığı destek akışını ve işini kolaylaştırdı. İngiltere’nin MI6’i de aktif şekilde devredeydi.

Şimdi Suriye devletinin ordusuna dönüşen HTŞ çatısı altındaki yabancı savaşçıların sayısı 12 ila 15 bin arasında. Kökenleri Orta Asya, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu dahil değişik yörelerden.

Bu savaşçıların hepsi, tartışmasız şekilde El Kaide ideolojisine bağlı. Şara’nın dış dünyaya yansıtmaya çalıştığı pragmatist görüntüsüyle hiçbir yakınlıkları yok. Kurulmaya çalışılan yeni ordu yapısı, coğrafi olarak HTŞ’nin silahlı hizipleri arasında paylaşılan birimlerden oluşuyor. Eski Vehhabi örgütler, şimdi devletin resmi askeri tugayları veya alayları olarak görev yapıyor, üst düzey örgüt liderleri ise komutan, başkan gibi resmi sıfatlar taşıyor.

HTŞ içindeki Vehhabi örgütler daha önce Muhammed el Golani’ye biat etmişti. Şimdi iktidarın nimetlerini beraberce paylaşıyorlar ama Ahmet Şara’nın ortaya koyduğu yeni kimliği değil. Bu çelişkinin yarattığı gerilim, gelişmelere bağlı olarak, her an açık çatışmaya dönüşebilir.

*     *     *

Kritik bir sorun, Kürtlerin (YPG/PYD) liderliğinde kurulan, kuzey ve doğu Suriye’de geniş bir alanı yöneten SDG ile Şam arasında uzlaşma sağlanması.

AKP iktidarı ve Şara yönetimi, SDG’nin silahlarını teslim etmesini ve askeri gücünün Suriye ordusu içinde dağıtılmasını istiyor.

SDG lideri Mazlum Abdi ve diğer sözcüleri ise defalarca, silah bırakmayacaklarını, Suriye ordusu içinde kendi birliklerini koruyarak yer alabileceklerini ve ademi merkeziyetçi bir Suriye istediklerini açıkladı.

Abdullah Öcalan’ın medyaya yansıyan değerlendirmesine göre “Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz… (çünkü) Ahmet Şara IŞİD’in başıdır, yarın ne yapacağı belli değildir.”

Hemen her konuda medyaya görüş ileten Öcalan’ın kendisinden bu açıklamayı reddeden bir yalanlama gelmedi.

Nisan’da tüm grupların katılımı ile yapılan Kürt Ulusal Konferansı’nın gösterdiği gibi, Barzani dahil Irak Kürtleri de SDG’nin tutumunu destekliyor.

AKP yönetimi, PKK’nın aldığı silah bırakma kararının SDG’yi de kapsadığını ileri sürüyor. Ama ne Öcalan’ın ne PKK’nın açıklamalarında böyle bir ifade bulunuyor.

Mevcut koşullarda Türkiye’nin, doğrudan SDG ile müzakere ederek bir çözüm bulunmasına yardımcı olması gerekiyor. Şam’daki Şara iktidarının geleceği belirsiz yapısına ilaveten Alevilere ve Dürzilere yapılan katliamlar dikkate alınırsa, SDG’nin Suriye’nin bütünlüğü içinde kalan ademi merkeziyetçi talepleri, çözüm bulma girişimleri için bir başlangıç zemini oluşturabilir.

Şam’da iktidarı elinde tutan eski teröristlerle sıcak ilişkiler kuran Ankara’nın SDG’yi muhatap almama gerekçeleri, gelinen durumda ikna gücünü giderek yitiriyor.

O arada, AKP iktidarının Suriye iç savaşının ilk döneminde PYD lideri Salih Müslim’i özel uçak göndererek Türkiye’ye davet ettiğini ve müzakereler yaptığını da hatırlayalım.

 *     *     *

Baas rejimi ve Esed ailesinin dikta yönetimi devrildi ama Suriye krizi henüz bitmiş değil.

Halen en güçlü olasılık, Suriye’de Esed yerine bu kez Vehhabi dikta rejiminin kurulması veya iç çatışmaların yeniden başlaması. İki olasılık da Türkiye’nin çıkarları açısından rahatsız edici olacaktır.

AKP’nin 2011’den beri izlediği Suriye siyaseti, Cumhuriyet tarihinin en başarısız dış politikası oldu. Türkiye çok ağır bedeller ödedi.

Türkiye sindirilmesi mümkün olmayacak kadar çok göçmen almak zorunda kaldı. Değişik adlar altında yapılan büyük güvenlik harcamaları, bölgeyle ticaret kaybı ve göçmenlerin maliyeti toplamda en az 250 milyar dolar oldu.

Bu zararların telafi edilebileceğine dair henüz hiçbir işaret ufukta görünmüyor.

Hem AKP iktidarı hem Şam yönetimi, SDG’ye karşı askeri güç kullanabileceklerini ima ediyor. O yola gidilmesi, “Terörsüz Türkiye” girişimini beşikte boğabilecek ve bölgede vahim gelişmelere yol açabilecek yüksek riskli yeni bir macera olacaktır.

Çözüm öncelikle Şam’daki rejimi değil Suriye’deki insanları düşünerek ama muhakkak müzakere ve ikna yoluyla bulunmalıdır.

  *     *     *

Suriye krizinin esas çıkış yolu, acilen ve 2026’da seçimlerin yapılmasıdır. Suriyelilerin seçeceği bir iktidarın Şam’da işbaşına gelmesidir. Ama uzaktan kumandalı değil, demokratik ve şeffaf seçimlerle.

Şara iktidarının belirlediği “beş yıl sonra seçim” takvimi güven vermiyor. Makul gerekçesi yok ve iyi niyetli görünmüyor.

Şara yönetiminin Suriye’nin geniş azınlık kesimleri arasında desteği son derece düşük. Çoğunluktaki Sünnileri ne ölçüde temsil ettiği ise belirsiz.

Suriye’nin Sünnileri dindar muhafazakarlar, kırsal kesim, alt tabakalar, eğitimli profesyoneller, laik milliyetçiler gibi kesimleri içeren, homojen olmayan bir kitle.

Hiç kimse “Suriye’nin koşulları seçimler için henüz uygun değil” gerekçesini ileri süremez. Çünkü bizzat Şara yönetimi, ağustos veya eylül ayında Milli Meclis seçimleri yapmayı planlıyor.

Milli Meclis seçimleri yapılabiliyorsa, iktidarı belirleyecek seçimler niçin yapılamasın?

Hemen ekleyelim; Şara sınırlı yetkilere sahip Milli Meclis seçimlerini dahi kendisine duyulan güveni aşındıracak şekilde tasarlıyor. Tarafsızlığı çok su götüren Seçim Konseyleri kurdu. Meclis’in üçte birini kendisi atayacak. Azınlıklar herhalde boykot edecek.

Bu noktada Öcalan’a hak vermemek çok zor: Bunların “yarın ne yapacağı belli değil.”

Suriye’deki gelişmeler bizi çok yakından ilgilendiriyor ama, DEM Parti hariç, politik tavır koyabilen muhalefet partisi yok gibi.

Halbuki siyaset tavır almaktır.

Ana muhalefet CHP, Türkiye için hayati önem taşıyan Suriye konusunda anlamlı üç cümle kurabilmiş değil. Belli ki henüz bir politika oluşturabilmiş değiller.

">

Suriye hakkında hemen herkesin aklındaki ilk soru: 8 Aralık’ta iktidarı ele geçiren Ahmed Şara liderliğindeki HTŞ örgütü, tekrar iç çatışmalara sürüklenmeden ülkeyi yönetebilecek ve kalıcı istikrar sağlayabilecek mi?

Zengin bir dini ve etnik yapıya sahip Suriye’de bu hedeflerin başarılması, azınlık kesimlerin temel hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınmasını ve halkın meşru desteğine sahip bir devlet yönetimini gerektiriyor.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması, ekonominin ayağa kaldırılması, kaçan göçmenler için geri dönüş ortamının yaratılması ve ülkenin bölgesel kriz kaynağı olmaktan çıkması dahil diğer bütün kritik hususular buna bağlı.

Vehhabi ideolojinin hizmetkarı HTŞ ve lideri Şara’nın iktidarı sekiz ayı doldurmak üzere. Ülkenin gidişi o yönde mi? Umutlu olabilir miyiz?

Olumlu cevap verebilmek maalesef mümkün değil.

Mart ayında devrik Esed rejimine bağlı silahlı birlikler Lazkiye bölgesinde ayaklanma başlattı ve yeni rejimin güçleri tarafından bertaraf edildiler.

Ama o arada binlerce masum sivil, sadece Alevi olukları için en vahşi şekilde katledildi. Reuters’in ayrıntılı araştırmasından çıkan kanıtlar, korkunç bir gerçeği ortaya koydu: Katliamlar, emir dışına çıkarak hareket eden münferit silahlı güçler değil, Şara iktidarına “emir komuta zinciri” içinde bağlı HTŞ birlikleri tarafından yapıldı.

Reuters ve diğer bağımsız kaynaklar, Alevilere dönük katliamın halen devam ettiğini bildiriyor.

Temmuz ayında güneydeki Süveyda’da basit asayiş ihlalleri nedeniyle başlayan gerginlikleri hükümet sağduyulu yönetemedi, olaylar Dürzi milisler ve Bedevi aşiretler arasında çatışmaya, merkezden gönderilen HTŞ’ye bağlı gözü dönmüş silahlı birliklerin müdahalesine ve bu kez Dürzi katliamına kadar tırmandı.

Suriye’deki gelişmeleri yakından izleyen muhalefet partisi DEM’in açıklaması şöyle:

“Süveyda şehrine giren HTŞ militanlarının Dürzi halkına ve Dürzi inancını temsil eden sembollere saldırması, bu operasyonun bir katliam girişimi olduğunu ortaya koymaktadır… HTŞ yönetiminin Suriye’de tekçi, antidemokratik ve köktenci bir rejim kurma çabalarına destek olan tüm uluslararası güçler, Alevilere ve Dürzilere karşı işlenen suçların ortağı haline gelmektedir…”

Süveyda olayları Şara iktidarının sadece ne denli bağnaz olduğunu değil, aynı zamanda yönetişim becerisinin de yetersiz olduğunu gösterdi.

Basit asayiş olayları, silahlı birlikleri göndermek yerine müzakere ve ikna yoluyla söndürülebilirdi.

Suriye’yi zayıf düşürmek, mümkünse parçalamak isteyen İsrail’in bahane aradığı, müdahale edeceği belliydi, öngöremediler.

İsrail savaş uçakları gönderip HTŞ birliklerini ve o arada Emevi Meydanı’ndaki Genelkurmay binasını bombalayınca, Şam hemen askerlerini geri çekti.

Dahası, Paris’teki görüşmelerde İsrail’e bir daha o bölgeye asker göndermeme sözü verdiler!

Halbuki asker göndermeyeceğiz sözü verdikleri bölge, Suriye’nin kendi egemenlik alanı.

Şimdi Dürzilerin, Şam’ın burnunun dibine kadar uzanan bölgede özerk yönetimlerini ilan ettiği haberleri dolaşıyor. Osmanlı egemenliğinden çıktıktan kısa süre sonra o bölgede, Fransız manda yönetimi döneminde 1921-1936 arasında Dürzi Devleti kurulmuştu (Dürzi Dağı Devleti diye de bilinir).

Bakalım gelişmeler, İsrail’in tampon olarak kullanacağı ikinci Dürzi Devleti’ne kadar uzanacak mı?

Şara’nın onayladığı kötü planlanmış askeri harekat sırasında 700 civarında HTŞ savaşçısı İsrail bombardımanıyla öldürüldü. Ayrıca çok sayıda Bedevi aşiret mensubu öldü ve en az 10 bin Bedevi köylerinden göç ettirildi.  

Şara’nın kendisini iktidara getiren ABD’ye danışmadan bölgeye asker göndermesi bir tecrübesizlik göstergesi. Halbuki bu istişareyi, son yıllarda yakın işbirliği yaptığı CIA üzerinden hızla sonuca bağlayabilirdi!

Şara iktidarı şimdi kendi tabanını oluşturması gereken Sünniler arasında bile prestij kaybına uğradı ve sorgulanıyor.

*     *     *

Şam’da iktidar şimdi, bağnaz Vehhabi ideolojinin ve ABD-İsrail ortak projesinin sembiyotik ürünü olan, çelişkiler yumağı bir yapının elinde.

Ahmet Şara tüm siyasi tecrübesini ve ideolojik formasyonunu El Kaide, IŞİD, Nusra gibi Vehhabi örgütler içinde edindi. Daha sonra onlardan koparak kendi örgütü HTŞ’yi kurması, ideolojik bir anlaşmazlığın değil sadece pragmatist iktidar hesaplarının sonucuydu.

2011’de başlayan Suriye iç savaşında CIA, Cihatçı Selefi örgütlere askeri destek sağladı (Timber Sycamore operasyonu) ama, ABD ve İsrail’in ortak amacı Esed rejimini devirmek değildi. Esed’in ordusu ile Cihatçı örgütlerin olabilecek en kanlı şekilde birbirlerini boğazlamayı sürdürmesini istiyorlardı. Amerika, 1980’lerde Irak-İran savaşı sırasında da aynen öyle yapmıştı.

Zaten dönemin ABD Başkanı Obama, Esed rejimini devirmek istemediklerini defalarca dile getirdi.

Rusya’nın müdahalesiyle dengeler değişti ve Esed rejiminin gidici olmadığı görüldü. O arada tüm Cihatçı Selefi örgütler arazide süpürüldü ve 2017’den itibaren İdlip vilayetine yığıldılar. Vehhabi örgütler kazanına dönüşen İdlip’te bu kez kendi aralarında iktidar kavgası başladı.

ABD o günlerde İdlip’teki seçili bazı örgütlerinin lider kadrolarını vuruyordu. Akdoğan Özkan’ın ayrıntılı dökümüne göre amaç, rakip terör örgütleri liderlerini temizleyerek Şara’nın, o günlerdeki adıyla Muhammed el Golani’nin önünü açmaktı. Vurulacak liderlerle ilgili istihbaratı ise bizzat Şara sağlıyordu.

ABD-İsrail ikilisi, 2017-18 sularında ve Trump’ın birinci Başkanlık döneminde hedef düzeltti. Esed rejimini devirmeye, Vehhabi örgütleri kullanmaya ve o amaçla Golani’nin HTŞ’sini “muteber terör örgütleri” kütüğüne yazmaya karar verdi.

Zaten HTŞ’yi “en az kötü seçenek” olarak değerlendirdiklerini ve kullanmaya karar verdiklerini daha 2021’de, ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey açıkça anlatmıştı.

O arada Mart 2020’de Türkiye ve Rusya arasındaki “İdlip’te ateşkes” mutabakatı, CIA’nin Şara’ya sağladığı destek akışını ve işini kolaylaştırdı. İngiltere’nin MI6’i de aktif şekilde devredeydi.

Şimdi Suriye devletinin ordusuna dönüşen HTŞ çatısı altındaki yabancı savaşçıların sayısı 12 ila 15 bin arasında. Kökenleri Orta Asya, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu dahil değişik yörelerden.

Bu savaşçıların hepsi, tartışmasız şekilde El Kaide ideolojisine bağlı. Şara’nın dış dünyaya yansıtmaya çalıştığı pragmatist görüntüsüyle hiçbir yakınlıkları yok. Kurulmaya çalışılan yeni ordu yapısı, coğrafi olarak HTŞ’nin silahlı hizipleri arasında paylaşılan birimlerden oluşuyor. Eski Vehhabi örgütler, şimdi devletin resmi askeri tugayları veya alayları olarak görev yapıyor, üst düzey örgüt liderleri ise komutan, başkan gibi resmi sıfatlar taşıyor.

HTŞ içindeki Vehhabi örgütler daha önce Muhammed el Golani’ye biat etmişti. Şimdi iktidarın nimetlerini beraberce paylaşıyorlar ama Ahmet Şara’nın ortaya koyduğu yeni kimliği değil. Bu çelişkinin yarattığı gerilim, gelişmelere bağlı olarak, her an açık çatışmaya dönüşebilir.

*     *     *

Kritik bir sorun, Kürtlerin (YPG/PYD) liderliğinde kurulan, kuzey ve doğu Suriye’de geniş bir alanı yöneten SDG ile Şam arasında uzlaşma sağlanması.

AKP iktidarı ve Şara yönetimi, SDG’nin silahlarını teslim etmesini ve askeri gücünün Suriye ordusu içinde dağıtılmasını istiyor.

SDG lideri Mazlum Abdi ve diğer sözcüleri ise defalarca, silah bırakmayacaklarını, Suriye ordusu içinde kendi birliklerini koruyarak yer alabileceklerini ve ademi merkeziyetçi bir Suriye istediklerini açıkladı.

Abdullah Öcalan’ın medyaya yansıyan değerlendirmesine göre “Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz… (çünkü) Ahmet Şara IŞİD’in başıdır, yarın ne yapacağı belli değildir.”

Hemen her konuda medyaya görüş ileten Öcalan’ın kendisinden bu açıklamayı reddeden bir yalanlama gelmedi.

Nisan’da tüm grupların katılımı ile yapılan Kürt Ulusal Konferansı’nın gösterdiği gibi, Barzani dahil Irak Kürtleri de SDG’nin tutumunu destekliyor.

AKP yönetimi, PKK’nın aldığı silah bırakma kararının SDG’yi de kapsadığını ileri sürüyor. Ama ne Öcalan’ın ne PKK’nın açıklamalarında böyle bir ifade bulunuyor.

Mevcut koşullarda Türkiye’nin, doğrudan SDG ile müzakere ederek bir çözüm bulunmasına yardımcı olması gerekiyor. Şam’daki Şara iktidarının geleceği belirsiz yapısına ilaveten Alevilere ve Dürzilere yapılan katliamlar dikkate alınırsa, SDG’nin Suriye’nin bütünlüğü içinde kalan ademi merkeziyetçi talepleri, çözüm bulma girişimleri için bir başlangıç zemini oluşturabilir.

Şam’da iktidarı elinde tutan eski teröristlerle sıcak ilişkiler kuran Ankara’nın SDG’yi muhatap almama gerekçeleri, gelinen durumda ikna gücünü giderek yitiriyor.

O arada, AKP iktidarının Suriye iç savaşının ilk döneminde PYD lideri Salih Müslim’i özel uçak göndererek Türkiye’ye davet ettiğini ve müzakereler yaptığını da hatırlayalım.

 *     *     *

Baas rejimi ve Esed ailesinin dikta yönetimi devrildi ama Suriye krizi henüz bitmiş değil.

Halen en güçlü olasılık, Suriye’de Esed yerine bu kez Vehhabi dikta rejiminin kurulması veya iç çatışmaların yeniden başlaması. İki olasılık da Türkiye’nin çıkarları açısından rahatsız edici olacaktır.

AKP’nin 2011’den beri izlediği Suriye siyaseti, Cumhuriyet tarihinin en başarısız dış politikası oldu. Türkiye çok ağır bedeller ödedi.

Türkiye sindirilmesi mümkün olmayacak kadar çok göçmen almak zorunda kaldı. Değişik adlar altında yapılan büyük güvenlik harcamaları, bölgeyle ticaret kaybı ve göçmenlerin maliyeti toplamda en az 250 milyar dolar oldu.

Bu zararların telafi edilebileceğine dair henüz hiçbir işaret ufukta görünmüyor.

Hem AKP iktidarı hem Şam yönetimi, SDG’ye karşı askeri güç kullanabileceklerini ima ediyor. O yola gidilmesi, “Terörsüz Türkiye” girişimini beşikte boğabilecek ve bölgede vahim gelişmelere yol açabilecek yüksek riskli yeni bir macera olacaktır.

Çözüm öncelikle Şam’daki rejimi değil Suriye’deki insanları düşünerek ama muhakkak müzakere ve ikna yoluyla bulunmalıdır.

  *     *     *

Suriye krizinin esas çıkış yolu, acilen ve 2026’da seçimlerin yapılmasıdır. Suriyelilerin seçeceği bir iktidarın Şam’da işbaşına gelmesidir. Ama uzaktan kumandalı değil, demokratik ve şeffaf seçimlerle.

Şara iktidarının belirlediği “beş yıl sonra seçim” takvimi güven vermiyor. Makul gerekçesi yok ve iyi niyetli görünmüyor.

Şara yönetiminin Suriye’nin geniş azınlık kesimleri arasında desteği son derece düşük. Çoğunluktaki Sünnileri ne ölçüde temsil ettiği ise belirsiz.

Suriye’nin Sünnileri dindar muhafazakarlar, kırsal kesim, alt tabakalar, eğitimli profesyoneller, laik milliyetçiler gibi kesimleri içeren, homojen olmayan bir kitle.

Hiç kimse “Suriye’nin koşulları seçimler için henüz uygun değil” gerekçesini ileri süremez. Çünkü bizzat Şara yönetimi, ağustos veya eylül ayında Milli Meclis seçimleri yapmayı planlıyor.

Milli Meclis seçimleri yapılabiliyorsa, iktidarı belirleyecek seçimler niçin yapılamasın?

Hemen ekleyelim; Şara sınırlı yetkilere sahip Milli Meclis seçimlerini dahi kendisine duyulan güveni aşındıracak şekilde tasarlıyor. Tarafsızlığı çok su götüren Seçim Konseyleri kurdu. Meclis’in üçte birini kendisi atayacak. Azınlıklar herhalde boykot edecek.

Bu noktada Öcalan’a hak vermemek çok zor: Bunların “yarın ne yapacağı belli değil.”

Suriye’deki gelişmeler bizi çok yakından ilgilendiriyor ama, DEM Parti hariç, politik tavır koyabilen muhalefet partisi yok gibi.

Halbuki siyaset tavır almaktır.

Ana muhalefet CHP, Türkiye için hayati önem taşıyan Suriye konusunda anlamlı üç cümle kurabilmiş değil. Belli ki henüz bir politika oluşturabilmiş değiller.

Tüm yazılarını göster