Gıdada fiyat terörü

Güncelleme:

Eskiden sebze-meyvede, ette, süt ürünlerinde kendimize yetiyorduk.
Mazot, depolama, nakliye; öte yandan ilaç, gübre bu denli pahalı değildi.
Bugün Türkiye işçilikten paketlemeye etki eden ürkütücü hayat pahalığının girdabında.
Dünya’da tahıldan buğdaya arz sorunları yaşanıyor; savaşın ateşi her gün bir yere düşüyor.
Hepsi tamam da, gıda ürünlerindeki “fahiş fiyatlama” tüm bu olgularla açıklanabilir gibi değil…

Gıda fiyatlarında ülkemizde eşi emsali görülmemiş bir geometrik artış söz konusu.
Zincir marketlerin aralarında anlaşarak fiyatları artırdığına dair utanç haberleri bir yana, etiketlerdeki artış, enflasyon oranını da aşmış; dahası, enflasyonu bizzat tetikleyen bir çarpana ulaşmış durumda…

Cebimiz yanıyor. Artık, canımız yanıyor!

Pazarda manavda etiketleri değiştirmeye yetecek karton kalmadı, mürekkep kurudu; 24 saat içinde portakal, mandalina, salatalık, domates… sanki petrol piyasasına bağlanmış, sanki altın borsasına ayarlanmış gibi fır dönüyor, artıyor!

Bunun bir başka örneği yok değerli dostlarım. İmkan buldukça yurt dışındaki temel tüketim maddeleri ve gıda ürünlerini de izlemeye çalışıyorum; inanın Türkiye gibi gıda fiyatları açısından adeta “terörize edilmiş” başka bir ülke yok! 

Oysa, çoluk-çocuk beslenmek, gençler sporcular güçlenmek için, et, balık, tavuk da dahil sağlıklı, temiz, güvenilir gıdaya erişmek zorundalar.

Kaldı ki, “gıda güvenliğiüretim (sağlıklı, sürdürülebilir) ve tüketim (hakça fiyatlanan, herkesçe erişilebilir) boyutuyla yaşamsal önemde bir başka olgu.

Eğer hileli gıdaları aşırı fiyatlarla tüketmek zorunda kalıyorsak; bunun birincil nedeni devletin tarım ve üretim politikası bir diğer -tali ve- ikinci nedeni ise; tüketici olarak haklarımızı savunmak konusundaki eksikliğimizdendir:

Birincisi “genel siyasettir” onu aşağıda alınması gereken önlemlerle işlemeye çalışacağım.

İkinci vurguyuysa çözüm odaklı belirtelim: Bizler tüketiciler olarak tıpkı üreticilerin, işçilerin gereğinde “üretimden gelen gücümüzü kullanacağız” haykırışına benzer şekilde, “kazıkçı” bazı esnaflara, dolapçı bazı marketlere, o arada aç gözlü paket gıda üreticilerine karşı, “tüketimden gelen gücümüzü” kullanmak zorundayız…

Unutmayalım “fırsatçılar” da nihayet birer hammadde tedarikçisi, birer birey olarak tüketicidirler ve eğer biz bu doymak bilmezlerin malları ve ürünlerini çok değil bir hafta on gün almazsak / tüketmezsek inanın dayanamaz, yelkenleri suya indir, fiyatları piyasada olması gereken düzeye çekerler…

 Biliyorum tüketicinin örgütlenmesi zordur, ancak çağımız bilgi çağı, sosyal medya en işlevsel iletişim aracıdır…

 Halkın direncinin karşısında yıkılmayacak oligopol, teslim bayrağı çekmeyecek tekel yoktur.

 Dahası tüketici halk, fahiş fiyatlı ürün piyasasından bir süre çekilirse bunu telafi edecek hiçbir kredi sistemi veya dış ticaret mekanizması da yoktur…
O nedenle tüketimden gelen gücümüz bu “bozuk tezgahı” kurmaya çalışanları hizaya sokar ve bizimle beraber bu haksızlıklara karşı duracak kamuyu da belediyeleri de güçlendirir…

 Gelelim pazarı, tezgahı, manavı, marketi olağan fiyatlara yönlendirecek genel politikalara…

 Arz / talep dengesi ve ekonomide devletin var’olması bu devranda iki defa önemlidir:
Evet o kadim Et-Balık'ı; Fiskobirlik'i; AOÇ gibi yenilerini; her yerde halk ekmeği;
Süt kurumunu; Şeker fabrikalarını yeniden kazanmak zorundayız!..

Ve daha nicesiyle sosyal devleti özlüyoruz. Bu siyaset- üstü bir konudur, inanın!..

Devlet, “ekonomik gıda tedarikçisi” vasfını yeniden kazanmalıdır.

O arada üretici kooperatifler ve satış kümeleri kurulmalıdır.

Tanzim satışlar ihya edilerek, stokçu tedarikçi yapılar değil halk gözetilmelidir.

Acı faturalarını idrak ettiğimiz vahşi kapitalizm çağında tenceremizin stokçu elinde yanmaması piyasanın dolarla, dövizle vurulmaması için bu düzenlemeler kaçınılmazdır.

En başta da üretim ekonomisine geçilmesi, tarımın desteklenmesi yaşamsal önemdedir.

Halkın ekmeğiyle oynayanlar en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

Gıda terörünü bitirmek mümkündür.

Elbette önce iç piyasa demeli, öte yanda, zeytinyağında, fındıkta, narenciyede uluslararası “markamızı” da vurmaya bakmalıyız.

Bunun için “tarım ülkesinde” A-Z’ ye her anlamda üretim ve tüketime özenle yaklaşılmalıdır.

Diğer Yazıları
Akıl Sağlığını Yitirmekte olan Toplum!
Bir asırlık çınar nasıl batırılır ?
Belediye Encümenleri Böyle mi olmalıydı?
Çöken madencilik politikamızdır