Kiminle savaşalım, kiminle ticaret yapalım?
(Türkiye üzerine her senaryonun yazılacağı boş bir kağıt parçası değildir!)
Türkiye elbet kendi kararlarını alacak güçte egemen ve bağımsız bir devlettir.
Ancak son zamanlarda iflası gelen (!) Avrupa ve Batı paradigmasından kimi çevreler, Türkiye’ye, “Rusya ile başa çıkabilecek tek devlet” “gazını” vermekteler.
Öte yandan ticari alışverişimiz konusunda bize kota uygulayanlar, “petrolü, gazı bizden alacaksın, Çin ile ticareti kes…” babından telkinlerde bulunmaya kalkıyorlar.
Ne ala değil mi? Amiyane tabirle “bizde yedik”!
Bu yaklaşım içinde bulunanlar yalnız devlet yönetimleriyle değil, sözde araştırma şirketleri, düşünce kuruluşları, siyasi vakıflar eliyle, ülkemiz gündemini son derecede sinsi şekilde zehirlemeye çalışmaktalar…
Onların güvendikleri iki olgu var: birincisi, ne yazık ki ülkemizde uzunca süredir “fonlanan” gazeteci ve akademisyenler, ikinci olarak, on yıllardır süren “modernite” tartışmaları…
Ne alakası var demeyelim lütfen bu iki olgu üzerinde oyun kuruyorlar!
İlki malum, yaprak tel dökülüyor,
İkincisine gelince çok derin ve çetrefil izler taşıyor.
Açalım konuyu…
Kimi çevreler Türk Devriminin kendine özgü modernlik anlayışını geçersiz buluyor, onlara göre Cumhuriyet’imiz, “ceza yasaları ve medeni kanunuyla”, şapka devrimi ve dahası alfabesinden takvimine tercüme bir modernlik üzerine oturmuş bulunuyor.
Çoğunluğu muhafazakar olan bu çevreler, büyük Türk devriminin kendi modernitesini yaratmış olmasını asla benimsemiyorlar, onlar için “Batılılaşma” ve “Arap-İslam” kültürü arasında Türkiye, tercihini birinciden yana (Batılılaşma) kullanmış, sonuçta, halka yabancı bir idare tesis edilmiştir.
Özellikle iç siyaseti bu tezleriyle karıştırıp, halkımızı devrimin sevgisinden ve saygısından kopartırlarsa, yönetimleri de çok daha rahat etkileyebileceklerini düşünüyorlar.
Tarihinden, varlık bilincinden giderek uzaklaşan bir kamuoyuna her türlü bühtanı benimsetmek kolay olur sanıyorlar.
Buna karşılık gerçek şudur: uygar dünyada herkes herkesten öğrenmiş ve esinlenmiş sonuçta halkımızın omuz vermesiyle büyük devrimimizin izleğinde “batılılaşma” veya “arap-islam” kültürü değil, binlerce yıllık yönetsel ve toplumsal geleneklerimize yaraşır şekilde “Türkiye çağdaşlaşması” yükselmiştir.
Evet Türkiye’ye kiminle savaşıp, kiminle ticaret yapması gerektiğini sözüm-ona salık verenler, toplumumuzu etkileyen bu iki “zaaf” noktasına güvenmekteler: yabancı kaynakların ağzına bakan, onlardan nemalanan kimi çevreler ile Türk devriminin ana felsefesini bilerek veya bilmeyerek yanlı ve yanlış yorumlayan odakların varlığı…
Her türlü zorluğa karşın halkımız giderek uyanmakta, siyaset ayrımı gözetmeksizin yakın tarihine de sahip çıkmakta ve “dış karışmacılığa” yönelik, devletimizin her dirençli duruşunu ve adımını desteklemeye hazır bulunmaktadır.
Türkiye üzerine her senaryonun yazılacağı boş bir kağıt parçası değildir!
Tekrar yazımızın başlığında yoğunlaşalım…
Türkiye, ne “Batı bloku” ne de “Asya ittifakı” arasında seçeneksiz bir ülke değildir.
Türkiye ulusal çıkarlarını önceleyen, eşitlikçi ve hakkaniyete dayalı ilişkiler kurmak isteyen bir kültürün taşıyıcısıdır.
Önümüzdeki tabloda ise şu gerçekler belirmektedir…
“Rusya ile savaşabilecek tek ülke Türkiye” safsatasına ilişkin tespitler şöyledir:
- Önce Türkiye, sonra Türkiye, daima Türkiye.
- Biz Çanakkale ile onların Devrimine, onlar Devrimleriyle bizim Kurtuluş savaşımıza karşılıklı katkı yapmışızdır.
- Sovyetler ile Rusya nasıl farklıysa, Osmanlı ile Türkiye de o ölçüde farklıdır, elbette imparatorluk kökenli iki ulus devletin tarihleri de kendileri için referanslar taşır.
- Ne zaman savaştıysak karşılıklı kayıplar yaşanmıştır.
- Biz, her türlü emperyalizme karşı bir ülke ve halkız.
- Günümüzün yayılmacı sömürücü emperyalizmi Atlantik emperyalizmidir, Kıbrıs'ta, Trakya ve Suriye sınırlarında namluları üzerimize çevirmiştir.
- Bir tarafta parasını verdiğin uçağı bile vermeyen, senin tarımına ambargo koyan, milyonca sığınmacıyı sana dayatan "Batı" ittifakı..
- Diğer yanda enerjide ticarette daha adil iş birliği arayan Rusya ve Avrasya topluluğu..
- Soydaşlarımız ve akrabalarımız ile elbette en yakından ilgileneceğiz, ancak bulundukları ülkenin toprak bütünlüğüne saygı içinde bu ilgiyi göstermek duyarlılığını da ihmal etmeyeceğiz.
- Bizim ekonomik ve siyasal çıkarlarımız ve haklarımız temelinde herkesle barışçıl ve yapıcı ilişkiler inşa etmemiz esastır, bu gerçeği unutmayacağız…
“Batıyla ekonomik ilişkiler kurulması yeterlidir, başka ortaklık aramayın” dayatmasına ilişkin tespitler de şöyledir:
1.NATO’ya katılımından bu yana en büyük fedakarlıkları yapan Türkiye’dir. Ancak ülkemizin yükünü ağırlaştıracak yaklaşımlardan uzak durulmalıdır.
2.Ülkemizin ürünlerine, ihraç mallarına, “kota” koyan ABD, kendi ürünleri için gümrüklerimizi indirmemizi istemektedir, bu durum eşitlik anlayışla bağdaşmamaktadır.
3.Türkiye, üçüncü ülkelerle ticaret konusunda asla bir kısıtlama veya yaptırım kabul edemez.
4.Göç konusunda ülkemiz büyük özveriler yapmış, adeta Dünyanın “insani sığınağı” haline gelmiştir, her yıl büyük maliyetlere neden olan bu olgu mutlaka değerlendirilmek zorundadır.
5.AB ile “tam üyelik” konusunda iyimserlik aşaması geride kalmakla birlikte, serbest dolaşımın sağlanması için gereken adımlar mutlaka atılmalıdır.
6.Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de doğal hakları vardır, akdettiğimiz ve bağıtlayacağımız MEB Münhasır Bölge Anlaşmalarına karşı, Atlantik çevreleri tarafından herhangi bir iktisadi veya siyasi karşı koyma gösterilmemelidir.
7.Türkiye’nin de tıpkı diğer ülkelerin olduğu gibi gelişen Afrika pazarlarıyla iktisadi ilişkiler tesis etmesi son derecede meşru bir hakkıdır, aslında böyle bir gelişme Batı ülkelerince ticarette müşterek kapıların açılması olarak değerlenmelidir.
8.İpek Yolu projesi kapsamında Asya’dan ta Avrupa içlerine uzanacak hatların -ülkemiz de dahil- güzergahındaki tüm ülkelere katkı sağlayacağı anlaşılmalıdır.
9.Türkiye yeşil enerji ve karbon ayak iziyle mücadelede büyük özverilerde bulunmaktadır, ancak teknolojik olarak bu çabalarımız desteklenmeli, gerekirse Batılı şirketlerle ülkemiz şirketlerinin ortaklıkları geliştirilmelidir.
- Bizim ekonomik ve siyasal çıkarlarımız ve haklarımız temelinde herkesle barışçıl ve yapıcı ilişkiler inşa etmemiz esastır, bu gerçeği unutmayacağız
Evet değerli okurlarım, ülkemizle ve dünya ile ilgili gerçeklikler bağlamında daldan dala görünse de aslında bir bütün teşkil ettiğini düşündüğüm inceleme yazım burada sona eriyor…
Son söz: her şey Türkiye ve insancıl sol bir dünya için…