Bahçeli'den yaylım ateşi! İmamoğlu'nu istifaya çağırdı

Güncelleme:

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na sert sözlerle yüklendi. Bahçeli, ''Bizim dileğimiz Büyükşehir Belediye Başkanı'nın görevinden affını istemesi ve İstanbul'un önünü bir an evvel açmasıdır'' dedi.

İşte Bahçeli'nin açıklamalarından öne çıkanlar...

Bir yandan ülkemizdeki gelişmeleri yakından takip ederken diğer taraftan da küresel olayları dikkatle okumak zorundayız. Doğru bir zamanda yanlış bir siyasetin temin çabası ise avunmadır. MHP'nin siyaseti doğrudur, sevdası doğrudur, hamdolsun duruşu dosdoğrudur. Doğudan batıya, kuzeyden güneye Türkiye'yi etkileyen sarsıcı olayların, sıcak gerilim hatlarının ele alınması bize göre mecburiyettir. Rusya ile Ukrayna arasında derinleşen kutuplaşmanın, muhtemel bir savaş halinin Türkiye'ye nasıl etki edeceğini iyi ölçmek lazımdır. Beklentimiz Rusya ile Ukrayna arasında aklıselimin galip gelmesi, barış ve sükunetin hakim olmasıdır. Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne saygı zaruridir. Bu ülkenin en ciddi talihsizliği güç blokları arasına sıkışıp kalmasıdır.

Ocak ayının ikinci haftasından itibaren hızlanan temaslar şu ana kadar kalıcı bir iyileşmeye ulaşamamıştır. Ukrayna'nın adeta sömürge ülke muamelesi görmesi bir değer kaybıdır. ABD Başkanı Biden da aynı çizgidedir. PKK/YPG'ye verilen füzelerin aynısı Ukrayna'ya da gönderilmiştir. Rusya da Karadeniz ve Baltık Denizi'ndeki donanmasını güçlendirmiştir. Sınıra tıbbi destek sistemi kurması her ihtimale hazır olduğuna işaret etmiştir. NATO'nun açık kapı siyaseti ismiyle Rusya sınırlarına genişleme stratejisi, istikrarsızlığın kronikleşmesine yaramaktadır.

Ukrayna, Biden ile Putin arasında bir anlaşmanın sonucu olmamalıdır. Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, 3. taraf bir ülke tarafından sağlanabilecektir. Bu ülke kuşkusuz Türkiye'dir. Sayın Cumhurbaşkanımızın girişimleri, ülkemizin arabuluculuk görevini tahkim etmektedir. MHP olarak bu sürecin arkasında duruyor, Rusya ile Ukrayna arasındaki düğümün mutabakatla çözülmesini arzu ediyoruz. Türkiye sözü dinlenen, nazı çekilen, varlığına itibar edilen, saygın ve güçlü bir devlettir. Bu gerçekleri kabulde zorluk çekenler olabilir. Türkiye'nin kapasitesinden dolayı uykuları kaçanlar da olabilir. Ancak hakikat eşi olmayan bir gücün inkar edilemez direniş noktasıdır. Hakikat günün birinde bir mektup gibi inkarcıların eline ulaşacak, yüzlerini kızartacaktır.

SİYASETTE KAR TARTIŞMALARI

Ne karın yağdığını görebilen ne de kar tutan toprağı anlayabilen kifayetsiz muhterislerin kış günlerinde vatandaşlarımızı perişanlığa mahkum ettiklerini cümle alem görmüştür. Meteoroloji uzmanları, bilim insanları günlerce İstanbul başta olmak üzere ülkemizin tamamında yoğun kar yağışının olacağını alarm zilleri çalar gibi duyurmuşlardı. Yani perşembenin geleceği çarşambadan belliydi. Sorun karın yağması değil, alınmayan önlemler ve ihmaller zinciridir. Yağış halindeyken karla tesirli bir mücadele dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş, söz konusu olmamıştır. Mühim olan tedbirleri kar yağmadan sırasıyla ve eşgüdüm halinde almaktır. Birleşik Krallığın Türkiye Büyükelçisiyle 25 gün önce programlanan randevusunu saat gibi hatırında tutan İstanbul Belediye Başkanı, ne gariptir ki, ne gafilliktir ki, meteorolojinin uyarılarını bir türlü hatırlayamamış, aklına dahi getirememiştir. Ucuz bir mantıkla, “kar aniden bastırdı” diyecek kadar savrulmuştur. Balığa tuz dökmüştür de yollara tuz dökecek yönetim becerisini gösterememiştir. Diyeceğim odur ki, İstanbul’da Balık baştan, tuz da hepten kokmuştur. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir. Kar göstere göstere gelmiş, İstanbul Belediyesi göre göre kara gömülmekle kalmamış, daha vahimi İstanbullu vatandaşlarımızı çileye ve çetin kış şartlarına mahkûm etmiştir.

"İSTANBUL, İSTANBUL OLALI BÖYLE BİR ZİLLET, BÖYLESİ BİR ZULÜM GÖRMEMİŞTİR"

Kuzeyden gelen kar dalgası özellikle İstanbul’un kuzey batısını vurmuş, bu bölgedeki otoyollarda ulaşım durunca büyük kentimiz 17 saat süren kilitlenme ve esaret yaşamıştır. İstanbul’a 8 saat içinde metrekareye düşen kar yağışı yaklaşık 60 kg civarında olmuştur. Sel olunca denize kaçan, deprem olunca kayak yapan, kar yağınca balık masasında keyfe dalan sorumsuz ve duyarsız bir kağıt kaplana İstanbul ve İstanbullu kardeşlerim asla müstahak değildir. İstanbul, İstanbul olalı böyle bir zillet, böylesi bir zulüm görmemiştir. Çürük tahtanın çivi tutmayacağı bir kez daha belli olmuştur. Liyakatsiz, layüsel ve lakayt bir siyaset tellalının elinde İstanbul ser sefil hale düşmüştür. Bu hazin bir tablodur, hezimetle perçinli ayıplı bir tabansızlıktır. İstanbullu yolda kalmış feryat figan ediyor, Trafik tıkanmış, hayat durmuş, Belediye Başkanı kendisine özel tahsisli kar küreme aracıyla balıkçıya gidiyor. Bunu yaparken de hiç vicdanı sızlamıyor.

Üstelik “Büyükelçiyle Yemek karla mücadele kadar önemli” diyebilecek kadar şirazesi kaymış bir görüntü vermekten kaçınmıyor, bundan rahatsız olmuyor. Çünkü istikameti şaşmış, iradesi sakatlanmış, perdesi yırtılmış, pusulası bozulmuştur. Bir büyükelçiyi 16 milyon İstanbulludan daha çok önemseyen bir şahsa Türk-İslam medeniyetin en büyük kenti nasıl emanet edilecek? Emanete leke sürmek millete ihanet, melanete hizmet değil midir? Normal şartlarda İstanbul gibi bir kentin belediye başkanının pek tabii herkesle görüşmesi normaldir, beklenen bir durumdur. Buna diyeceğimiz bir şey yoktur. Normal olmayan husus; karın, kışın tam ortasında lüks bir balık lokantasında vaki görüşmeye niye ve ne maksatla ihtiyaç duyulduğudur. Bu kadar önem atfediliyorsa, söz konusu görüşmeden Dışişleri Bakanlığı bilgilendirilmiş midir? Balık masasındaki konuşmalar tutanak altına alınmış mıdır? Bir belediye başkanı için kentinin ağır hava şartlarıyla mücadeleden daha öncelikli ne olabilir? İstanbul Belediye Başkanı, kimlerin dolduruşuna gelmiş, kimlerin dolmuşuna binmiş, nasıl bir siyasi hedef konusunda ikna edilerek kafa kola alınmıştır?

Son zamanlarda ülkemizde görev yapan büyükelçilerle CHP’nin özel ve düşündürücü bağlantısının giderek yaygınlık kazanması ister istemez aklımıza 19’uncu yüzyıl devlet adamlarından Keçecizade Fuat Paşa’nın bir sözünü getirmiştir. Merhum Paşa’nın dediği aynen şuydu: “Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkan yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir.”

Burada söz konusu edilen muşta, kunduracıların derileri vurarak inceltmek için kullandıkları metalden tokmaktır. CHP’nin tam tersine, Keçecizade Fuat Paşa’nın sözüne dün ve bugün bağlamında katılmamız, onay ve olur vermemiz eşyanın tabiatına tamamen aykırıdır. Bize göre CHP’nin büyükelçilerle düşüp kalkması tesadüfü olmayıp, demokrasi dışı ve milli irade karşıtı bir arayış ve özlemin mahsulüdür. Zira artık kartlar açık oynanmaktadır. Yine bir başka CHP’li büyükşehir belediye başkanının, “Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayını dış güçler belirleyecek” itirafını İmamoğlu’nun sinsi faaliyetleriyle beraber ele almak lazımdır. CHP, süngü düşürmüş, teslim bayrağını çekmiş, serbest kullanıma açılmıştır.

"BU ŞAHIS TÜRKİYE MUHALİFLERİYLE CAN CİĞER KUZU SARMASI HALİNE GELMİŞTİR"

İstanbul Belediye Başkanlığı makamını siyasi hırsları için basamak gören bir kişinin marjinal güvenirliği sıfıra inmiştir. Bu şahıs Türkiye muhalifleriyle can ciğer kuzu sarması haline gelmiştir. Şu rezalete bakınız ki, Belediye Başkanı balıkçıda tıka basa yerken, sözcüsü de İstanbul’da değil, tatile gittiği İsviçre’de karla mücadele etmiştir. Sanıyorum Alpler’de epey zorluğa katlanmıştır. Ne de olsa yoğun kar yağışı altında kayak yapmak, pahalı otellerde yatıp kalkmak, yiyip içmek ihtimalen bu fukarayı yormuş, oldukça da hırpalamıştır. İşte CHP’nin önü arkası, özü özeti, başı sonu bundan ibarettir. Ne utanmaları var, ne sıkılmaları. Ne edep bilirler, ne de erdem tanırlar. Fildişi kulesinde, sırça köşklerde sosyal demokratlık taslarlar. Mobese kayıtlarına düşünce de kızılca kıyamet koparırlar.

Kar yağışını konuşmazlar, İstanbul’un dramını konuşmazlar, balıkçıyı konuşmazlar, ne var ki yüzsüzce mobeseyi dillerine dolamaktan da geri durmazlar. Takip ediliyorlarmış, izleniyorlarmış, dinleniyorlarmış, geçin bunları, bırakın bu boş bahaneleri, şiddetli kar fırtınası varken balıkçı lokantasında ne aradığınızı, hangi gizli emellerin peşinden koştuğunuzu söyleyin. Peki yeri ve zamanı mıydı büyükelçiyle protokol yemeğinin? Yüreğiniz yetiyorsa itiraf edin, cesaretiniz varsa ifade edin, mahcubiyet duyacağınız gizli ilişkileriniz, korkup sineceğiniz gizemli irtibatlarınız yoksa çıkın meydana, milletin kafasında birikmiş soru işaretlerini giderin. Mobese, yani kent güvenliği yönetim sistemi, toplumsal huzur, güvenlik ve asayişin sağlanması, suç ve suçluların takip ve tespiti açısından büyük bir imkandır.

"BİZİM DİLEĞİMİZ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI’NIN DA GÖREVİNDEN AFFINI BİR AN EVVEL TALEP ETMESİ"

Açığı olanların mobeseden şikâyet etmeleri gayet doğaldır. Özgürlüğün ve özel hayatın ihlal edildiğini iddia edenler boşa nefes tüketmektedir. İstanbul’da geçen hafta yaşanan rezaletlerin bir benzeri dünyanın herhangi bir ülkesinde vasat bulmuş olsaydı, o ülkenin belediye başkanı emin olunuz ki bir gün, bir saat, bir saniye bile koltuğunda oturamazdı.

Sayın Abdülhamid Gül’ün başarıyla icra ettiği bakanlık görevinden affını istemesini mobese kayıtlarının ortaya çıkmasına bağlayan süfli ve müflis CHP zihniyetinin algı oyunları, iftira taarruzları, itibar suikastları asla tutmayacak, hiç kimse de bunlara iltifat ve itimat etmeyecektir. Bizim dileğimiz Büyükşehir Belediye Başkanı’nın da görevinden affını bir an evvel talep etmesi ve gecikmeksizin, daha fazla hasara yol açmaksızın İstanbul’un önünü derhal açmasıdır.

"DEMOKRASİ İHANETİN KILIFI OLAMAZ"

Demokrasi işin özünde insana dayanan bir rejimdir. Demokratik sürecin kilit taşı insandır. Herkes ne düşünürse düşünsün, bir insanın başka türlü düşünmeye hakkı olacaktır. Demokrasiyi yalnızca çoğunluğun yönetimi olarak görmek makul sayılamayacaktır. Millet varsa, ülke varsa, devlet varsa, demokrasi kaçınılmaz bir realite olarak karşımıza çıkacaktır. Asıl sorun maskeli demokratların demokrasiyi kırıp, dökmeleri, işlerine geldiği gibi söküp takmalarıdır. Demokrasi ihanetin kılıfı olamaz. Demokrasi yakıp yıkmanın meşruiyet zemini olarak asla kullanılamaz.

CUMHURBAŞKANI'NA HAKARET TARTIŞMASI

Hiçbir toplum, hiçbir ülke, mensuplarından hiç birine, hürriyetlerin tümünü sınırsız kullanma ehliyeti vermemiştir. Kaldı ki toplum hayatının bir bedeli vardır. Sınırlar hukuk kurallarıyla çizilmiştir. Bu hukuk kurallarına riayet ve sadakat hatırı sayılı pek çok siyaset felsefecisine göre hürriyetin ta kendisidir. İnsanların birbirine göstereceği hoşgörü hudutları aynı şekilde demokrasi ve hürriyetin de hudut hattının temerküz ve tecelli etmesini sağlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na hakaret etmek, büyükbaş hayvan benzetmesi yapmak ifade ve düşünce hürriyeti sayılamaz. Bu tip bir kötü söz terbiyesizliktir, edepsizliktir, nitekim suçtur. Hz.Adem ile Hz.Havva’ya cahil demek bir sanatçı marifeti, demokratik bir hak, sıradan bir şarkı sözü olarak değerlendirilemez. Herkes aksini söylese de Milliyetçi Hareket Partisi bu görüşte olamaz, bu ilkelliğe göz yumamaz, selin akıntısına kapılamaz. Hakaret eden, küfreden, faşizan arzularını ilk fırsatta ifşa eden kim olursa olsun, bunun sonuçlarına mutlak surette katlanmalıdır.

Bir televizyon kanalında Sayın Cumhurbaşkanı’na en ağır hakaretleri sıralayan sözde bir gazeteciye sessiz kalanların, Trabzon’da bir çocuğun heyecanla söylediği sözlere ateş püskürmeleri ikiyüzlülüğün deşifresidir. Dikkat buyurunuz, henüz 10 yaşında olan bu çocuğumuz Cumhurbaşkanı’na amca derken, Kılıçdaroğlu’na hain diye seslenmiştir. 203 sözde yazar, çizer, aydın ve gazetecinin bildiri hazırlayıp yayımlamak yerine bu sorunu ele almalarında yarar olacaktır. Bu yavrumuzu bu noktaya getiren nedir? Böylesi bir tercihe zorlayan ve bunu da telaffuz ettiren gelişmeler nelerdir?

Şehidimiz Eren Bülbül’ün katilleriyle sarmaş dolaş olanların, ittifak kuranların, yanak yanağa verenlerin, bilahare herkesin, her kesimin geleceğimiz adına bu soruların üstünde kafa yormaları elzemdir. Terörizmin değirmenine su taşımanın sorarım sizlere, neresi haktır, neresi hukuktur, neresi demokrasidir?

Katile katil, caniye cani, teröriste hain diyemeyen, sırf siyasi rant devşirmek için bölücülerle bir ve aynı kareye girmekten sakınmayan her kim varsa demokrasiyle arasına geceyle gündüz gibi mesafe koymuştur. Sorosçu Osman Kavala’yı savunmak, terörist Demirtaş’a methiyeler düzmek adalet, demokrasi ve hürriyet konusu değil, işlenmiş suç ve hıyanete taammüden ortaklıktır. Terörist hem devlet hem de demokrasi düşmanıdır. Düşmana ganimet olan siyasetçilerin demokrasi iddiası tilkinin kümes bekçiliğine talip olmasıyla aynı kurnazlıktır.

Bilinmelidir ki, demokrasi taşlaşmış kalplerin, buzlanmış vicdanların, kiralanmış akılların, satılmış ruhların, devşirilmiş zihniyetlerin, millete silah çeken şerefsizlerin harcı değildir, hakkı değildir.

6 PARTİNİN SİSTEM ÇALIŞMASI

Güçlendirilmiş parlamenter sistem hazırlığı yapıyorlarmış ama henüz kurulacak masada nasıl oturacaklarını tespit edememişler. Zillet ittifakının Türkiye'ye katacağı hiçbir şey yoktur. Kılıçdaroğlu pot üstüne pot kırmış, bu milletin barıştıracağız demişti. Barışmak küsmek arasında olur. Bu küslükten bir tek bizim mi haberimiz olmadı? Milletin arasında en küçük bir küslüğün olmadığını görmelisin, aklını başına acilen devşirmelisin. Partimiz gücünü milletinden alan siyasal bir düşüncenin savunucusudur. Millet olmakla yeryüzünün çehresi değişmiştir. Bizim vazgeçmeyeceğimiz temel husus demokrasi mirasımızdır.

"BİZİM İÇİN EDİRNE NEYSE HAKKARİ ODUR"

Bizim için Edirne neyse Hakkari odur. Yozgat neyse Diyarbakır aynısıdır. Bütün yolların çakıştığı nokta Türkiye Cumhuriyeti'dir. Hiçbir insanımızın bir yerinden, hiçbir yurt köşesinin başka bir yerden üstünlüğü yoktur. Etnik köken, dil ve din gibi farklılıklara bakılmamıştır.

Bizim dayandığımız ilkeler, tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet ve tek dil ilkeleridir. Bunlar bizim kırmızı çizgilerimizdir. Varsa cüret etmek isteyen, ben bunları kabul etmiyorum diyen; ayaklarını denk alsınlar, burada biz varız, buna izin vermeyiz.