40 Yaşına Bastım...

Güncelleme:

Dün doğum günümdü belki bilenler vardır. Yine mi dedim. Tekrarları ve herkesin toplu kullandığı günleri sevmesem de, o günü, bu günü. Yine de hatırlanmak ve mesaj atılması hoşuma gidiyor. Nedir bu durumun açıklaması bilmiyorum. Geldim 40 yaşıma ve hala gelişemedim demek ki?

Şaka tabii kendimi gayet gelişmiş, kendi içinde ilerlemiş birisi olarak görüyorum.
Muhtemelen sağlıklı akıl yapısına sahip herkes öyle görüyordur. Yoksa egosunda problem olması lazım.

Doğum günü mesajlarımdan birinde şöyle bir mesaj vardı; Yeni yaşında da üretmeye devam…

Hayır bu çaba içinde olmak istemiyorum, gerçekten artık yeter ben sadece mutlu olmak istiyorum. Sürekli seyahat etmek, yeni yerler görmek, insanlar, enerjiler, kültürler…

Öyle alışveriş hastalarından da değilim, yani Avrupa’ nın her hangi bir şehrine gidip, büyük mağazaların altını üstüne getirmek isteyenlerden değilim. Onları yaptığımda 20 li yaşlarımın başlarındaydım. Yine o yaşlarda, okumam, insanları tanımam gerekirken gelin oldum, anne oldum.

Sonra bir baktım ben de yutkunma problemleri başlamış, yani yutkunamıyorum.
Doktora gittim, bu yaşta evlilik, çocuk, vs ağır gelmiş muhtemelen ondan psikolojik yoksa boğazında bir darlık falan yok, pelikan gibi dediler…

Mesela ilaç yutamazdım, hala yutamam, yemek de susuz yiyemezdim.

O dönemler kötüydü gerçekten, otoriter bir baba modelinden, bu sefer yine otoriter bir aileye gelin olmuştum. Aradaki farkı çok anlamıyordum ama ruhum çok net anlıyordu.

Oğlumun olması benim yaşam sevincimdi. Kanguruma koyup, dere tepe yürürdüm Ankara’ nın parklarında… Mis gibi kokusu gelirdi burnuma, belki günde 40 kere öperdim yanaklarından, bazen etrafa bakar, bazen göğsümde uyurdu. En güzel günlerdi onlar. Karşılıksız sevmeyi öğrendim oğlumdan…

20 li yaşlarında hayat çok uzunmuş gibi geliyor insana, 30 yaşındakilere bayağı bir yaşlı koca adam ya da kadın diye bakar, 40 yaşındakileri artık bir ayağı çukurda görürdüm. Her gece yattığımda lütfen Allah’ ım yarın 30 yaşında uyanayım, artık bir an önce büyüyeyim diye dua ederdim. Eski eşimle yaş farkımız çoktu ve ortak arkadaşımızın olması da zor oluyordu tabii. Herkes benden büyüktü, onun arkadaşlarına gidince, hiç konuşmalara katılmaz, evlerindeki kum saati falan gibi dekoratif şeylerle oynayıp öfleye pöfleye saat doldururdum.

Yemek bilmezdim, ev işi yapamazdım, zaten hep yardımcım olurdu, bir poşet bile neredeyse elimde taşımadım, hep yardım eden birileri vardı.

Yine de o zamanlar bunlar çok da önemli olmuyor. Hatta insan o yaşlarda daha hareketli ve herkes gibi yaşamak istiyor, bu arınmışlık hissi hep iyi gelmiyor.

20 li yaşların ortalarında kimlik ve varoluş arayışları başladı. Galiba zaten ikisi birlikte oluyor. Ben kimim, neyim, amacım ne, nereden düştüm bu dünyaya?
Günahkar mı doğdum? Neden öleceğim, ölmezsem olmaz mı?

Benzer paralelde de para kavramı ve olgusu. Başarılı olma motivasyonu, toplumun beklentileri.

Güzel kadın ya aptal olur, ya ahlaksız etiketlemeleri…

Ya bir durun bakalım dedim teker teker gelin, hepsini yavaş yavaş çözeceğiz.

Peki aşk ne olacak?

O olmasa da olur, önce bir yaşamın ne olduğunu anlayalım, bir varlık gösterebilelim, önyargıları ve kalıpları kıralım. Sonra aşk olsa da olur olmasa da….

Hepsi oldu artık ne kadar oldu ise… Aşk da oldu, o aşkı taşımaya değer biri oldu ve hala yerinde duruyor…

Bu gün baktığımda yolculuk sürüyor, her yaşta ayrı hediyeler getirecek belli.

Doğuluların söylediği güzel bir laf var ; Başım gözüm üstüne…

Hadi bakalım bekliyorum…