Birey, Toplum, Ulus …

Güncelleme:

Bireyler toplumu, toplum, ulusu oluşturur.

Bireye güveni hukuk sağlar.

Hukuk aynı zamanda birey ve toplum, toplum ve kamu ilişkilerinde hakkaniyetin güvencesidir.

Toplum olmak; topluca yaşıyor olmaktan daha fazlasıdır.

Tasada kıvançta, kederde sevinçte, “bir olabilen” insanlar, gerçek bir toplum’u oluşturur.

Ve elbette insan hem yaşadıklarının hem de yaşattıklarının toplamıdır.

Modern yaşamda birey diğer insanlarla birlikte sosyalleşir (toplumsallaşır).

Güvenlik, barınma, beslenme ve yaşamını geliştirme gereksinimi temelinde;

Aidiyet duygusu, tutunum arayışları ve ortak refleksler gelişir ve anlam kazanır.

Birey, kendisini mahallesine, okuluna, iş yerine ve daha başka alt sistemlere ait hisseder.

Bir dünya görüşüne; mesela bağlanır; sendika, dernek, vakıf ve siyasi partilerde yer alır.

Bu sistemler, aidiyet duygusunun bir üstündeki basamakta hayata tutunmanın halatlarıdır.

“Anlamlı bir yaşamı” tanımlayanlar; siyasi, sosyal hatta bilimsel başarıları paylaşanlardır.

Sosyalleşmenin vasatında özellikle yeni kuşakları topluma bağlayan köprüler de vardır.

Bu köprüler bireyi topluma daha çok ‘ait kılar ve de ulusal kavrayışı yücelten kapılar açar…

Gelir Dağılımı gibi; Adalete Güven gibi; “sosyal devlet anlayışı” gibi üst sistemin yapı taşları önemlidir.

Fakat tüm sistemler –hatta kendisini tutsak edenler bile- insanın eseridir…

Birey-Toplum-Ulus üçlemesinde insanlar, kısmen buldukları kısmen yaptıklarıyla yaşar.

Bir toplum ki tüm bireyleri sosyal adaletin güvenci içindedir, işte o toplum mutlu’dur.

Yalnız milli maçlar için değil, bilimsel başarılar için de beraberce sevinebilen insanların ülkesi!

Ve yardımlaşma ve dayanışmayı çok doğal bir refleks olarak özümsemiş bir toplumun Ulus’u.

İstenilen, aranılan, bulunca da gözümüz gibi korunan değerler manzumesi bunlardır.

Acaba bu anlamda biz ne haldeyiz?

Gücünü özgürlüğünden alan bireyleri yetiştirebiliyor muyuz?

Bireyler, sosyalleşmeye katkı sağlayan aidiyet duygusunu güçlendiren örgütlere katılıyor mu?

O arada, eğitimin iş, iş’lerin geçim, emekliliğin ise insanca yaşam sağladığı bir noktada mıyız?

Gündelik yaşamda bir birimizi selamlıyor, yalnız bayramlarda değil her zaman yoksulları düşünüyor muyuz?

Bu sorulara gönül ferahlığıyla ve doyasıya olumlu yanıtlar vermeyi isterdik...

Ekonomik ve sosyal verileri bizden çok iyi olanlardan hiçbir eksiğimiz yok.

Elbette bizim sağlayabildiğimiz yaşama gıpta ile bakan insanların da bizden eksiği yok.

Fakat şu dünyanın koşulları, insancıl bir yaşama pek olanak tanımaz halde…

Hemen her yerde ve bizde gelir dağılımı adaletsiz; adalete güven kısmen aşınmış; birey olmak ise, bencilliğe yenilmiş vaziyette…

Yeryüzünde milyarlarca insan temiz su ve gıdadan yoksun. Silahın mermisi kadar insanın değeri yok.

21. yüzyıl “berbat” başladı. Ortaçağ karanlığı ile bir avuç egemen yaşamı alt üst ediyor.

Türkiye’miz bu ortamda ekonomisine ve demokrasisine büyük bir özen göstermek zorundadır.

Geliriyle, geçimiyle, sosyalliğiyle bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeş olduğumuz yaşamı oluşturmalıyız.

Bunu başarabiliriz ve gerçekten güzel bir yaşamı kurabiliriz demek geliyor içimden…

Diğer Yazıları
Akıl Sağlığını Yitirmekte olan Toplum!
Bir asırlık çınar nasıl batırılır ?
Belediye Encümenleri Böyle mi olmalıydı?
Çöken madencilik politikamızdır