Alparslan Türkeş’in 1 Milyon dolarlık İran operasyonu

Alparslan Türkeş’in 1 Milyon dolarlık İran operasyonu

Dünden Bugüne Tercüman yazarı Emin Pazarcı Ülkücü hareket ile ilgili yazı serisini sürdürüyor..

1 MİLYON DOLARLIK İRAN OPERASYONU

Türkeş, Askeri Mevki Hastanesi'nde kağıda şunları yazdı: "Kaçak arkadaşlarımızı İran'a göndereceğiz. Muhalefeti teşkilatlandıracağız. Şah Ailesi'nin geri dönüşünü sağlayacağız."

Şah Ailesi, bu iş için Ülkücülere 1 milyon dolar verecekti. Ancak, yapılan görüşmeler sonunda olayın Askeri yönetimin bir oyunu olduğu ortaya çıktı. 1 milyon dolarlık İran Operasyonu'ndan vazgeçildi.

Alparslan Türkeş, MÇP Genel Başkanı Ali Koç aracılığı ile Bahattin Ergezer'i, Askeri Mevki Hastanesi'ne çağırdı...

Türkeş'in en büyük özelliklerinden biri de "yazarak iletişim" kurmasıydı. Çok önemli konuları konuşmaz, kağıda yazarak anlatmaya çalışırdı. Ardından, bu kağıtlar yakılarak imha edilirdi.

Cebinden kareli küçük not defterini çıkarttı. Yazmaya başladı:

"İran Şahı Pehlevi'nin ailesi, ülkesine dönmek istiyor. 10 kişi bulalım, Pehlevi'nin akrabaları ile irtibata geçsin, İran'daki muhalefeti teşkilatlandırsın. Şah Ailesi'nin, İran'a dönüşünü sağlamamız lazım. Bunun için neler yapabiliriz, araştıralım. Karşılığında bir milyon dolar alacağız."

Ergezer yazılanları okuduktan sonra Türkeş kağıdı imha etti. Not defterinin bir başka sayfasına da şunları yazdı:

"Böylece bir taşla iki kuş vurmuş oluruz. Hem, İran'daki Azerileri teşkilatlandırabiliriz. Hem de alacağımız para ile arkadaşlarımızı sıkıntıdan kurtarırız. Bu, Azeriler için bir çıkış yolu bulmak için iyi bir fırsat."

Bu kağıt da okunduktan sonra imha edildi.

Bahattin Ergezer, hemen Ali Güngör'ün yanına gitti. Türkeş'in talimatını bütün ayrıntıları ile anlattı. Ali Güngör, "Bir bakalım" dedi:

- Neler yapabileceğimizi araştıralım.

Araştırmalar devam ederken, Almanya'daki Ali Batman'a telefon edildi. Ali Batman, hemen tepki gösterdi:

- Aman reis, sakın bu işe girmeyelim. Bana göre bu bir oyun. Milli Güvenlik Konseyi, Ülkücü Hareket'in yurt dışından yardım aldığını ispat için bu oyunu oynamış olabilir.

Ali Batman'ın görüşleri uygun bir dille Türkeş'e iletildi. Ancak, Türkeş farklı düşünüyordu. Kendilerine tuzak bile kurulsa, bu oyunu oynamaktan yanaydı. Amacı, Türkiye'de aranan üst düzey "Kaçak Ülkücüleri" İran'a geçirmekti. Böylece, en azından onlar güvence altına alınacaklardı.

"Devam edelim" dedi:

- Sıhhıye'deki Hacıbaba'da, bir bayanla buluşacaksın. Konunun detaylarını sana o bayan anlatacak.

Ergezer, verilen saatte Hacıbaya'ya gitti. Son derece hoş ve şık bir bayanla biraraya geldi. Bayan, düzgün bir Türkçe ile konuşuyordu. Şah Ailesi'ni, İran'da yeniden yönetime getirmeyi planladıklarını anlattı...

Ergezer, "Olur, biz varız" cevabını verdi:

- Türkiye'de pek çok kaçak arkadaşımız var. Onlar, bu konuda uzmandırlar. Size onları vereceğiz. İran'a geçireceksiniz. Ardından çalışmalara başlayacaklar.

Bayan, hemen tepki gösterdi:

- Kaçaklar olmaz.

Ergezer, "Neden?" diye sordu:

- Sonuçta, İran'da legal bir iş yapmayacaklar. İllegal olarak mevcut yönetime karşı çalışacaklar.

Bayan, "hayır" dedi ve direndi:

- Olmaz.

Bu arada, Ali Güngör de araştırmalarını sürdürüyordu. Başka kaynaklardan da bazı haberler gelmeye başladı. İran'da yapılması planlanan operasyonun bir "oyun" olduğu ortaya çıktı. Askeri yönetim, MHP'nin yurt dışı bağlantıları ile ilgili bir delil bulamamıştı. Bu oyunla, MHP'yi suçlayacak delil üretmeye çalışıyordu.

Bahattin Ergezer, hemen Mevki Hastanesi'ne giderek, Türkeş'i ziyaret etti. Yaptığı görüşmeyi ve aldığı istihbaratları bütün ayrıntıları ile anlattı.

Türkeş ise, tek kelime etmedi. Elini ağzına götürerek, dudaklarını fermuar gibi kapattı. Bir milyon dolarlık İran Operasyonu da kapandı.

Olay, unutulmaya bırakıldı.

12 Eylül Sınavı
Aslında, 12 Eylül 1980 İhtilali ile birlikte Ülkücüler çok çetin bir sınavdan geçtiler...

Onlar, ülkelerine büyük bir aşkla bağlıydılar. Hep, o büyük sevgili için yaşadılar. O'nun uğruna mücadele ettiler. Sadece O'nu düşündüler. Amaçları, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'yi işgal planlarını engellemekti. Ülkenin bütünlüğü, milletin birliği için çalıştıklarına inanıyorlardı. Bu amaçla, canlarını bile feda etmekten geri kalmadılar.

Ülkelerine duydukları aşk, onları birbirlerine alabildiğine kenetledi. Hiç bir kuvvetin yıkamayacağı, sapasağlam bağlarla "Ülküdaşlarına" sarıldılar. Ortak sevgilinin peşinden, hiç bir karşılık beklemeden elele koştular.

Bu bağ öylesine kuvvetliydi ki...
En sıkıntılı anlarında, ailelerini götürüp arkadaşlarına emanet ettiler. Onlar emanet etmese, arkadaşları çoluk-çocuklarına kol kanat gerdi. Birbirlerine öylesine güveniyorlardı ki, hiç bir zaman gözleri arkada kalmadı.

Onlar da etten ve kemikten yaratılmış insanlardı. Onlar da sevdalandılar. Ama, o kutsal gördükleri mücadelenin içinde, sevdalandıklarına sevdalarını açamadılar. Aşklarını, hep içlerine gömüp, sakladılar.

Ne demekti sevdalanmak! Ayıptı, büyük bir zafiyetti! Ülkeleri sıkıntı içindeyken, sevdaya haklarının olmadığını düşünüyorlardı. Kadın, onlar için ya anaydı, ya da bacı! Üstelik, parayı da tanımıyorlardı. Paranın hiç bir değeri yoktu. Ceplerindeki üç-beş kuruşu, ya davaları için harcadılar, ya da birbirleriyle paylaştılar.

İdeallerinin dört bir yanlarını sardığı bir dünyada yaşıyorlardı. Onun dışında bir hayat tanımıyorlardı.

12 Eylül 1980 İhtilali yapıldı...

En güvendikleri Türk Ordusu'ndan büyük darbe yediler. Onlara, "Siz de kim oluyorsunuz?" denildi:

- Sizden bütün bunları yapmanızı kim istedi? Bu devletin ordusu ve polisi var. Siz de nereden çıktınız?

Büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Kendilerine göre oluşturdukları dünya, kulakları sağır eden çatırtılarla başlarına yıkıldı.

Alabildiğine şaşkındılar!

Cezaevlerinde paranın gücüyle tanıştılar...

Dışarı çıktıklarında kadını keşfettiler! Kendilerini, daha önce yaşadıklarının dışında çok farklı bir dünyanın içinde buldular. Çelişkiler içinde kıvrandılar. Bu defa, kendi kendileri ile savaşmaya başladılar...

Bazıları bu savaşı kazandı...

Bazıları da yenik düşerek teslim bayrağını çekti!

O dönemde çok ilginç, ibret verici olaylarla karşılaşıldı...

Tanınmış ülkücülerden biri, cezaevinden çıktıktan sonra garip hareketler yapmaya başlamıştı. Ailesini elinin tersiyle bir köşeye itmişti. Eşi ve çocukları, başkalarının yardımına muhtaç hale düşmüştü. Geçmişte "kutsal saydığı" bütün değerlerini bir kenara bırakmıştı. Değersizliği değer edinmişti...

Arkadaşları toplanıp yanına gittiler:

- Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Neler oluyor?

Verdiği cevap, pek çok "Ülkücü"nün yaşadığı çelişkileri çok net bir biçimde ortaya koyuyordu...

"Benim üzerime gelmeyin, reis" dedi:

- Bugüne kadar çok çile çektik. Bırakın biraz da biz yaşayalım! Susun, yoksa sizi kırarım.

Durum bu olunca, geçmişte örneği görülmemiş davranış biçimleriyle karşılaşıldı. İnanılması güç zaafiyet örnekleri verildi. Ne şekilde olursa olsun, sadece ve sadece para kazanmayı hedef edinenler belirdi. Bozulanlar ve başkalaşanlar oldu. Geçen zaman içinde, iki farklı Ülkücü tipi ortaya çıktı.

İşte, Ülkücü Hareket'in son dönemde yaşadığı sıkıntıların altında 12 Eylül sonrasındaki o güçlü travma yatıyor!

Hastanede Yazıcıoğlu'nu karşısında gören Bahçeli aşırı duygulandı

MHP lideri'nin gözlerinden yaşlar boşaldı
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, rahatsızlığı kamuoyundan gizlendi. Bahçeli, by-pass olmak için Ankara Hastanesi'ne büyük bir gizlilik içinde yattı. Kimsenin ameliyat olduğunu duymasını istemiyordu. Bu yüzden de hastaneye yatış işlemleri eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş adına yapılmıştı.

Olay, buna rağmen anında duyuldu.
Hastaneye önce gazeteciler hücum ettiler. Ardından da Bahçeli bir ziyaretçi ordusu ile karşı karşıya kaldı. Bahçeli'yi ziyaret edenler arasında BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da vardı. Yazıcıoğlu, ziyarete BBP Genel Başkan Yardımcısı Hilmi Güneş'le birlikte gitti.

Odaya giren Yazıcıoğlu, Bahçeli'ye elini uzatıp "Geçmiş olsun " dedi:

- Ben, olayı duyar duymaz sizi aradım. Ancak, sizin yoğun bakımda olduğunuzu söylediler.

Bahçeli, "haberim var" cevabını verdi:

- Buyrun, oturun.

Sohbet, bilinen nezaket sözleri ile devam etti. Yazıcıoğlu, Bahçeli'ye "Sizin için yapabileceğimiz bir şey var mı" sorusunu yöneltti.

"Sağol" diyen MHP Lideri, bir anda aşırı duygulandı. Gözlerinden yaşlar süzüldü, ağlamaya başladı.

Bu tablo, Yazıcıoğlu'nu da alabildiğine etkiledi. O da duygulandı ve gözlerinden yaşlar süzüldü. Hemen izin isteyip, odadan dışarı çıktı. Yazıcıoğlu'nu, uğurlayan Bahçeli'nin yakınları, şu sözleri söylüyorlardı:

- Hayret, hiç böyle olmamıştı!

İZ BIRAKAN OLAYLAR
"LOKMANDI, OSMAN OLDU"

Ülkücülerin, 12 Eylül İhtilali sonrasında yaşadıkları sıkıntılar, sadece kendilerini etkilemedi. Aileleri üzerinde de ciddi izler bıraktı.

Zaman zaman düşündüren, zaman zaman da güldüren tirajı-komik olaylar yaşandı. Bunlar, bugün bile aile sohbetlerinde anlatılır...

"Kaçak" deyimi, Ülkücülerin literatürüne 1980 öncesi girdi. Bu tabir o dönemde polis tarafından arananlar için kullanılıyordu. Ancak, 12 Eylül 1980 sonrası ayrı bir anlam kazandı. "Kaçaklar" için şartlar öncesine göre çok daha ağırdı. Ülkücülerin çoğu cezaevindeydi. Yanına sığınılacak arkadaş kalmamıştı. Çevrede para yardımı yapacak insan yoktu. "Kaçakların" yüzüne yakın akrabalar bile bakmıyorlardı. Çünkü, korku dört bir yanı sarmıştı.

12 Eylül sonrasının kaçaklarından biri de Lokman Abbasoğlu'ydu...

Abbasoğlu, polise yakalanmamak için sık sık ev değiştirmek zorunda kalıyordu. O dönemde "Osman" adını kullanıyordu.

Bir ev değiştirme sırasında, taşınılan binada bulunan komşular, Abbasoğlu'nun kızını sevmek için yanlarına aldılar:

- Senin babanın adı ne?

Abbasoğlu'nun kızı cevap verdi:

- Geçen sene Lokman'dı, bu sene Osman oldu!

Ne yapsaydı çocuk, yalan mı söyleseydi? Eskiler, boşuna "çocuktan al haberi" dememişler!

"MAMAK'IN NERESİNDE?"
MHP'nin eğitimcilerinden Nail Kocabay, Mamak Cezaevi'nde yatıyordu. Ailesi de O'nu ziyaret etmek için Aydın'dan Ankara'ya gelmişti.

Ankara'da kalacak yerleri yoktu. Yine MHP'nin "eğitimci" kadrosu içinde yer alan Süleyman Koçel'in evinde misafir oldular. İlginçtir, o dönemde Süleyman Koçel de askeri yönetim tarafından aranıyordu.

Süleyman Koçel, çocukları çok seven bir isimdi.

Nail Kocabay'ın oğluyla oynamaya başladı. Sürekli olarak babasını düşünen çocuğu rahatlatmaya ve avutmaya çalışıyordu.

"Sen top oynar mısın?" dedi:

- Evet, oynarım.

- İyi oynar mısın?

- Oynarım, Ankara'da güzel bir stadyum var mı?

- Var, adı da 19 Mayıs.

- 19 Mayıs, Ankara'nın neresinde?

- Ulus'a yakın bir yerde.

- Peki, Ulus Mamak Cezaevi'nin neresinde?

Babasının durumu çocuğu öylesine etkilemişti ki, kafasında sadece Mamak vardı. Adreslerin bile Mamak Askeri Cezaevi'ne göre tarif edilmesini istiyordu!

"BABA DAYIM"
Bir başka "kaçak" da yine eğitimci kadrosundan Yılmaz Saka'ydı...

Yılmaz Saka, Ankara'da Bahattin Ergezer'in evinde kalıyordu. Dışarıdaki Ülkücülerin toparlanması çalışmalarını yürütüyordu. Ailesi ise, Erzurum'daydı. Ne oraya gidebiliyor, ne de ailesini Ankara'ya getirebiliyordu.

Sonunda dayanamayıp, çocuklarını görmeye gitti...

Eve geldiği komşulardan bile saklanıyordu. Bir gün komşulardan biri ziyarete geldi. Yılmaz Saka da kapı çalınınca içerideki odaya geçti.

Eve gelen misafir, annesi ile sohbet ederken, Yılmaz Saka'nın kızı Pınar, "anne babam" dedi. Annesi'nin kendisine ters ters baktığını görünce de hemen düzeltti:

- Baba dayım, baba dayım!

Pınar'ın dayısı da evde birlikte kalıyordu. Pınar da çocuk aklıyla yaptığı hatayı düzeltmeye çalışıyordu.

Pınar, o günlerde 4 yaşındaydı. O minnacık çocuk aklıyla babasını korumak için çabalıyordu!

Dünden Bugüne Tercüman [ Emin PAZARCI ]