Sözcü Kalın Erdoğan'ın talimatını anlattı: Gece gündüz demeden beni arayacaksınız

Sözcü Kalın Erdoğan'ın talimatını anlattı: Gece gündüz demeden beni arayacaksınız
Güncelleme:

katıldığı Youtube kanalında kendisiyle ilgili bilinmeyenleri yanıtlayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la ilgili olarak, "Cumhurbaşkanımızın iş disiplini gerçekten müthiştir, çok takdire şayandır. O hep böyle söyler, 'Önemli bir konu olduğunda, gece gündüz demeden beni arayacaksınız.' Talimattır bu." dedi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Armağan Çağlayan'ın Youtube kanalına konuk oldu. 'Gör Beni' programında Çağlayan'ın özel hayatına dair sorularına yanıt veren Kalın, bugüne dek hiç duyulmayan konularda açıklamalar yaptı. Kabzımallık yapan babasının yanında çok sebze-meyve taşıdığını anlatan İbrahim Kalın, aile hayatına ilişkin de ilgi çeken anekdotlar anlattı.

"Buraya bütün unvanlarımı bir kenara bırakarak geldim" diyen İbrahim Kalın, siyasetle ilişkisine dair soruya akademik hayatın içinden geldiğini söyleyerek yanıt verdi.

Annesini çok küçük yaşta kaybettiğini anlatan Kalın, eğitim hayatına ve siyaset öncesi sürdürdüğü akademik hayatına ilişkin ayrıntılar paylaştı.

İbrahim Kalın, 2004 yılında Türkiye’ye döndüğünde o dönem Başbakanlık görevini yürüten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile çalışmaya başladığını, 11 yıldır da fiilen devlet görev icra ettiğini anlattı.

"2004'TE TÜRKİYE'YE DÖNDÜM VE..."
 
"Siz Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olmadan önce de siyasetin içinde miydiniz yoksa önceden de içindeydiniz de biz mi sizi geç tanıdık" sorusuna İbrahim Kalın'ın yanıtı şu şekilde:

Aslında ben akademik hayatın içinden geliyorum. Üniversite yıllarından beri benim hedefim hoca olmak, ilmi çalışmalar yapmaktı. Hamdolsun onu bir noktaya getirdim. O çalışmalar devam ederken, 2004 yılının sonuydu, bir akademik izin için Türkiye’ye gelmiştim. Cumhurbaşkanımız o zaman başbakandı ve benden bir düşünce kuruluşu kurmamı istedi.
Ben de arkadaşlarla birlikte SETA Vakfı’nı kurdum o zaman ve yaklaşık 5 yıl da onun genel koordinatörlüğünü yaptım. Aslında niyetim o çalışmayı tamamlayıp tekrar üniversiteye dönmek idi fakat nasip böyleymiş. 2009 senesinde Başbakan Başmüşaviri olarak göreve başladım. O günden beri de resmi olarak Başbakan Başmüşavirliği, Müsteşar Yardımcılığı, Cumhurbaşkanı Genel Yardımcılığı, Sözcülük vesaire böyle devam etti. 11 yıldır fiilen resmi görevdeyim.

"KIZLARIM İÇLERİNE SİNEREK TERCİHLERDE BULUNDU"
 
Evliyim, üç kızım var. Okuyorlar. Büyük kızım üniversiteyi bitirdi, avukat. Ortanca kızım Uluslararası İlişkiler’i daha yeni bitirdi. Ufağımız da daha lise 3’te. Kendi yollarını çizdiler. Bizim tabii ki ufak bir yönlendirmemiz olmuştur. İçlerine sinerek o alanları tercih ettikleri için ben de mutluyum.

Avukat kızım şu anda başka bir kurumda çalışıyor. Baro vesaire şeyleri geçti. İstediği zaman tekrar yapabilir.

Hukuk aslında çok büyük bir anadal. Oradan birçok alana gitme imkanınız var. Ama ben de görüyorum hukuk okuyup sonra mesleğini bırakıp başka işler yapanları.
Hukuk belki biraz zor bir alan ama aynı tıp gibi, kariyerinizde ilerledikçe faydasını her manada gördüğünüz bir meslek. Başta biraz daha zor. Şişenin dar kısmı biraz daha uzun olur ama sonra rahatlıyor gibi. Doktorluk da bana öyle geliyor; ilk 10 yıl gerçekten çok çile çekiyorlar.

"BABAMIN ARDİYESİNDE ÇOK ÇALIŞTIM"
 
Akademik kariyer anlamında ailede sadece kendisinin okuduğunu anlatan İbrahim Kalın, ev hanımı olan annesini 1986 yılında kaybettiğini ifade etti: "Çok genç yaşta kaybettik annemi. Ben daha 13-14 yaşındaydım. Babamı da 2001'de kaybettik. Ondan sonra babamla beraberdik, Alanya'ya gittim ben."

Babam kabzımaldı. Üreticiden malı alır, İstanbul-Ankara gibi büyük hallere gönderirdi. Sebze-meyve işi yapardı. Ben çok çalıştım babamın ardiyesinde. Çok salatalık, domates taşıdım. Sandıklama deriz ona, sandıklara doldurursunuz onları.
Okuma sevgisini annesinden mi yoksa babasından mı aldığına ilişkin soruya İbrahim Kalın şöyle yanıt verdi:

Benim öyle olmadı. Benim annem de babam da ilkokul mezunuydu. Çok okuyan, kitabın bulunduğu bir aile ortamında bulunmadım. Belki onun yokluğu çok erken yaşlarda itti beni bu alana. Bilgiye sahip olmak, bilgili olmak, bir şeyleri öğrenmek, onun verdiği entelektüel hazzı çok genç yaşlarda tattım. Genç yaşta dediğim çocukken aslında. Belki Allah’ın bir hikmetiydi. Ama okumayı çözer çözmez büyük bir aşkla, heyecanla kalın kalın kitapları alıp okumak için çaba gösterirdim.

9-10 yaşlarımdan bahsediyorum. Kalın kalın kitapları anlamazdım ama bana muazzam bir haz verirdi. Hatırlıyorum, orta 3’teydim. Alanya Lisesi mezunuyum, babam Alanya’da iş yapıyordu. Alanya Lisesi’nin ortaokul 3. sınıfındayım. Küçük bir kütüphanesi vardı okulun. Aristo’nun Organon kitabını almıştım. Hoca da “İbrahim emin misin sen? Bu ağır bir mantık kitabı” demişti. “Hocam ne demek” deyip büyük bir havayla, sükseyle kitabı alıp kan ter içinde anlamaya çalışmıştım. Bende o dönemden kalan muazzam bir haz ve zevk oldu.

KIZLARININ SİYASETLE İLİŞKİSİ
 
İbrahim Kalın, kızlarının siyasetle ve devlet işleriyle ilişkisine dair soruya ise şu cevabı verdi:

Ortanca kızım bayağı ilgili. Uluslararası İlişkiler okudu. Ama akademik kariyer de yapmak istiyor. Arapçasını iyi bir noktaya getirdikten sonra yüksek lisans ve doktorayı düşünüyor.
"Toplumun kutuplaşmış halinde buraya gelen bütün siyasetçiler hep şunu söylediler: 'Benim çocuklarım, benim çocuğum olduğunu söylemiyorlar.' Sizin kızlarınız da öyle mi" şeklindeki soruya Kalın'dan gelen cevap şöyle:

Biraz öyleler. Ben bundan da memnuniyet duyuyorum. Bunu kendilerine olan saygılarının bir ifadesi olarak görüyorum. Herhangi bir statü dayatmadan kimseye, bir yere girecekse, bir yarışmaya veya bir okula, bir kuruma, tamamen kendi yetenekleriyle, başarısıyla, birikimiyle girmeli. Babasının iteklemesiyle, gücüyle, ismiyle, ‘network’üyle değil.

Hamdolsun çocuklarım çok erken yaşta edindiler bu terbiyeyi, tavrı. O yüzden birçok şeyden benim sonradan haberim olur. Falanca yere girmiş, falanca programa katılmış, falanca sertifika programına girmeye hak kazanmış, falanca yurtdışı programına katılıyormuş… Ben bunlardan mutluluk duyuyorum.

ERDOĞAN'IN TALİMATINI ANLATTI
 
Armağan Çağlayan'ın çalışma süreçlerine ilişkin sorusuna İbrahim Kalın bu ifadelerle cevap verdi:


Öncelikle aranıyoruz ilgili kişiler tarafından. Bizim kendi telefonumuzdan. Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle birlikte Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde kurduğumuz bir Devlet-Bilgi Enformasyon Merkezi var. Bütün bilgiler oraya akıyor. Mesela bir doğal afet oldu, deprem oldu Allah korusun; onun bilgileri anında oraya gelir.

Aranması gereken kişiler prensibine göre, belli bir hiyerarşi içerisinde aranır. Gece kaç olursa olsun. Konu acilse, müdahale gerekiyorsa, sizin alakanızı gerektiriyorsa gecesine bakılmaz. Kalkarsınız, o konuyla ilgilenirsiniz. Eğer fiziki olarak mümkünse toplantıya gidiyoruz. Ama o anda ilgili kişiler farklı yerlerde, o anda hemen telefon üzerinden bir trafik yürütülür, toplanmak gerekiyorsa toplanılır.

Bu konuda Cumhurbaşkanımızın da iş disiplini gerçekten müthiştir, çok takdire şayandır. O hep böyle söyler: “Önemli bir konu olduğunda, gece gündüz demeden beni arayacaksınız.” Talimattır bu. Çok acil bir konu olduğunda, gece 2’de, 3’te, 4’te Cumhurbaşkanımızı uyandırdığımız durumlar olmuştur.

BASKETBOL TUTKUSU
 
Mesela ‘Hiçbir şey düşünmeyeceğim’ dediniz. Ne yaparsınız? Kimisi televizyon seyreder, kimisi müzik dinler, kimisi film izler, kimisi bulmaca çözer. Siz ne yapıyorsunuz?


Ben öyle anlarda müzik yaparım. Spor yaparım. Basketbol oynuyorum. Basketbol zihnimi çok rahatlatan bir spor. İyi de bir ekibimiz var. Haftada bir bazen oynuyoruz onlarla. Ankara’da kapalı bir spor salonunda oynuyoruz. Nizami kurallara göre sıkı maçlar yapıyoruz. 3 saniyeye – 5 saniyeye kendi aramızda o kadar uymuyoruz ama bir rakip olsa o kurallara tabii uyarız. Herkes kendi olanın tamamını vererek oynuyor. Kimse yarım el yordamıyla oynamıyor.
Profesyonel basketbolcu arkadaşlar da geliyor. Uzunlar, pivotlar, 2.05-2.10’lar da geliyor. Onların arasında oynuyoruz. Keyifli. Orada bireysel bir yetenekle kolektif bir yapı içerisinde hareket etmenin ahengini yakalıyorsunuz. Aslında çoklu sporların en güzel tarafı da insana öğrettiği bu. Sizin bireysel bir yeteneğiniz var; çok iyi şut atıyorsunuz, çok iyi rebound alıyorsunuz, çok iyi zıplıyorsunuz. Ama onu bir 5’in içerisinde yapmanız gerekiyor.
Bu orkestrayla çalmaya, 3-4 kişilik bir müzik grubunda müzik yapmaya benziyor. Melodi belli, herkes aynı anda aynı notaya basıyor, aynı ritmi takip ediyorsunuz fakat herkesin notayı basışı, o duyguyu ifade şekli farklı. Bazen oradan improvizasyona (doğaçlama) geçiyorsunuz. Hafif yolun dışına çıkıp gezinip geri geliyorsunuz.