YÖK’ün Dosyasını Açıyoruz: Varan 2: ''Mütevelli Heyetleri'' hükmü olmayan hükmi şahsiyetler

YÖK’ün Dosyasını Açıyoruz: Varan 2: ''Mütevelli Heyetleri'' hükmü olmayan hükmi şahsiyetler
Güncelleme:

Kurulduğu 1981 yılından bu yana kırk yıldır tartışmalara sebep olan, Türkiye’de kurulu her politik partinin programında kaldırılacağı söylenen YÖK her geçen gün yasalara aykırı işlem ve uygulamalarını arttırarak sürdürüyor. 

 HABER3.COM // ÖZEL HABER 

Kanunu, Anayasa’dan (1982) önce yapılan YÖK (1981) zamanın askeri yönetimi marifetiyle ile Anayasa’ya sokulmuş (Madde131), daha sonra da kapatılması bu nedenle zorlaştırılmış ve bir yük haline gelmiş durumda.

Her gelen yeni başkanla, bukalemunlara taş çıkartırcasına YÖK’te yaşanan değişim ve neredeyse tepetaklığa eşit YÖK dönüşümü, sıra idare hukukunun temel ilkesi olan “idarenin öngörülebilirliği”ne sahip olmamaya gelince YÖK hiç değişmiyor.  Türkiye devletinin en “öngörülemez” kurumu.

Ne yapacağı belli olmayan bu önemdeki bir kurumun ne yapacağının belli olmaması; her gün şapkasının içinden bir marifet çıkarıyor olması, yükseköğrenim camiasının yanısıra MEB’i; YÖKAK’ı ve CBEÖPK’nu zor durumda bırakıyor.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN DA TEPKİLİ

Cumhurbaşkanının, tekrar tekrar ifade ettiği, “eğitimde ve kültürde son yirmi yılda başarılı olamadık” serzenişinin altında yatan da YÖK’ün başkanından başkanına değişen, yükseköğretimle ilişkileri çok kuşkulu bir danışmanlar ekibinin yuvadan doktoraya tüm eğitim kademelerini dolaylı veya doğrudan etkiliyor olması ama öngörülemez olarak her geçen gün yüksek öğretimi bir yandan diğer yana savuruyor olması…

 YÖK, bugün ikili bir üniversite yapısının hem mimarı, hem yöneticisi konumunda. Hem devlet üniversitelerini, hem Vakıf üniversitesi olarak kurulmuş bulunan üniversiteleri yönetiyor.

 Yüksek öğretim sektörünün en büyük sorunlarından ilki haline gelmiş olan bu ikili yapı, bir açmaz olarak öğrenciden, veliye; öğretim elemanından çalışana; idareciden, üniversite vakıflarına kadar herkesi olumsuz olarak etkiliyor.

YÖK’DE İKİLİ YAPI SİSTEMİ BOZUYOR

Üniversitelerde devlet ve vakıf ayırımı yapılarak oluşturulmuş olan ikili yapıyı uzmanlar “YÖK açmazı” diyorlar. Görüşlerine başvurduğumuz neredeyse tüm ilgililer, YÖK’ün ikili yapıyı keyfi olarak yönetmesinin, tüm eğitim alanını etkilediğini söylüyorlar.

 Bu açmazın tek nedeni, hukuk normalarının oluşumunda YÖK’ün, Türk hukuku çerçevesinde davranmaması. YÖK, Kanununun dediğini, yönetmeliğinde uygulamaz bir kurum. Kanunun maddelerinin bir cümlesinde dediğini ise diğer cümlesi ortadan kaldırıyor. Türk hukuk düzeninde en bulamaçlı aşure YÖK mevzuatı.

 MÜTEVELLİ HEYETLERİ Mİ HÜKMİ ŞAHSİYETİ TEMSİL EDERLER, REKTÖRLER Mİ?

 Örneğin, 2547 sayılı yasanın Rektörü tanımlayan 13. Maddesinde Devlet üniversitelerinde rektör adayları YÖK tarafından önerilirken;  Vakıf üniversitelerinden Mütevelli Heyeti öneriyor. Bu durumda, her bir Mütevelli Heyeti, YÖK ile eşit hukuki kişiliğe (hükmi şahsiyet ile karıştırılmamalı) sahip mi sorusu akılları karıştırıyor.

Yine aynı maddeye göre üniversitelerde  rektör üniversitenin hükmi şahsiyetini temsil ediyor. Oysa, yine aynı YÖK’ün “Vakıf Yüksek Öğretim Kurumları Yönetmeliğin”in 20. Maddesinde, Vakıf üniversitelerinde hükmi şahsiyet Mütevelli Heyet tarafından temsil ediliyor. 2547 sayılı yasanın 13. Maddesinde bir ayırım yapılmadığından, Yönetmeliğin 20. Maddesi havada kalıyor.  “Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği’inin” 4. Maddesinin ilk üç cümlesi, devlet üniversitelerinde, şu anda uygulanmayan biçimde üniversitece seçilen, YÖK tarafından önerilen rektör Cumhurbaşkanınca atanırken,   Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör, Yükseköğretim Kurulunun olumlu görüşü alınarak, mütevelli heyet tarafından atanıyor (4. madde 5. Paragraf). Oysa, bugün uygulanan rektör atamalarında bu madde uygulanmıyor. 2018’de KHK 703-135.  maddeye göre, değişen 13. Maddeye göre “Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör, Cumhurbaşkanınca atanır. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör ataması, mütevelli heyetinin teklifi üzerine yapılır. Rektör, üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil eder.” Maddenin değişikliğe uğramış en son hali ise açık olarak, rektörün, tüm üniversitelerde hükmi şahsiyetin temsilcisi olduğu hükmünü getiriyor.
 
BU NE PERHİZ BU NE LAHANA TURŞUSU
 
Oysa, hala olduğu gibi geçerliliğini koruyan, “Vakıf Yüksek Öğretim Kurumları Yönetmeliğin”in 20. Maddesinde, Vakıf üniversitelerinde hükmi şahsiyet Mütevelli Heyet tarafından temsil ediliyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demeyin. Bu bir aşure.

Konu ile ilgili uzmanlar, bu ikili yapının yarattığı idari, ekonomik ve hukuki karmaşanın, Cumhurbaşkanının son beş yılda iki kez ifade ettiği “eğitimde ve kültürde başarısızız” özeleştirisinin de doğrudan kaynağı olduğunu ileri sürüyorlar.

Uzmanlar, YÖK’ün yarattığı ikili yapı kaldığı ve her yeni başkanla ve her yeni başkanın etrafında değişen danışmanlarla oluşan YÖK’ün ikircikli davranışı devam ettikçe Türkiye’nin yükseköğretim sorunlarının daha da karmaşıklaşacağını ifade ediyorlar.

Okan Üniversitesi’nin Mütevelli Heyeti Başkanı ve TOBB Türkiye Yükseköğretim Meclisi Başkanı Bekir Okan’ın 9 Şubat 2022’de yaptığı öneri ile, bu ikili yapı ancak, “kâr amacı güden şirket gibi üniversite” kurulmasının üçüncü yol olarak açıldığı zaman ortadan kalkabilir ve yükseköğrenimde çeşitlilik ve amaç farklılıkları yaratılarak, eğitim-öğretim faaliyetlerinin akılcı, rekabetçi ve öğrencinin talebinden yana bir temele bağlanması sağlanabilir.
 
MÜTEVELLİ HEYET TANIMI HUKUKİ DEĞİL
 
YÖK açmazının en önemli boyutunu ise, Vakıf üniversitelerinde varolan “mütevelli heyeti” teriminin ve organının hukuki bir hüviyet taşımaması. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının hiç birinde “mütevelli heyeti” adı ile ne bir terim ne de bir organ var. YÖK’ün hükmi şahsiyet temsilcisi olarak kafasına göre keyifle yarattığı bir karar ve yönetim organının, hukuki hiçbir kaşılığının olmaması, ilgilileri şaşırttıyor.
YÖK,kendi kanununda bir yönetim organı olarak yer almayan bir eski terimi, bir vakfın veya bir yükseköğrenim kurumunun hükmi şahsiyetini temsil eden karar ve yönetim organı yapmış durumda.

 Oysa Anayasa’ya göre, (Madde 123) “Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” diyor. Yani, YÖK kanunda yer almayan bir  tüzel kişilik temsiliyeti ihdas etmiş durumda. Bu Anayasa maddesine göre, kanunun açıkça verdiği bir yetki de yok, YÖK’te. Çünkü, mütevelli heyeti terimi veya organı Vakıflar Kanunu’nda da yok. Konuya espri ile yaklaşan bir mütevelli heyeti üyesi, “YÖK yoklarla kurduğu yok hükmündeki uygulamalarrı ile yok olacak herhalde” diyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü de, YÖK ile benzeşiyor bu konuda. O da çıkardığı yönetmelikte sadece iki kez geçmesine ve işgüderlikten başka hiçbir yöneticilik ve karar işlevi olmayan mütevelli terimini, Vakıf kuracaklara öneri olarak dağıttığı “Vakıf Senedi” örneğinde her nedense yer vermiş durumda. YÖK de Vakıflar Genel Müdürlüğü de, mütevelli heyetinin karar organı olması veya hükmi şahsiyeti temsil etmesi gibi bir işlevi Anayasa’nın 123. Maddesine aykırı olarak, kanunlarında bulunmadığı halde, ihdas etmiş bulunuyorlar.

         YÖK mevzuatı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün benzer mevzuat sakatlıkların barındırarak, üniversite düzeyinde ikili bir yapı kurmuş bulunuyor. Anayasa’nın “üniversiteler devlet ve vakıflar eliyle kurulur” hükmünü, YÖK ikili bir kontrol mekanizması haline getirerek, üniversiteleri yönetilemez hale getirecek kararlar alabiliyor. Bu da Cumhurbaşkanının serzenişininin temel nedeni oluyor.

 YÜKSEKÖĞRETİMDE İKİLİ YAPININ SONUÇLARI

Yükseköğretimdeki ikili yapının ve YÖK’ün ikircikli davranışının en güzel ikrarını yeni YÖK başkanı yapmış bulunuyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Türkiye Yükseköğretim Meclisi’nin 30 Eylül 2021 tarihinde yaptığı toplantıda Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar, "eğitim-öğretim, üniversite-sanayi iş birliği, Ar-Ge ve inovasyon konusunda devlet ve vakıf üniversiteleri bakımından bir ayrım gözetmiyoruz" derken, denetleme süreçlerinde uygulanan işlemler ve ölçütler ve Vakıf üniversitelerinin idaresi, mali yükümlülükleri ve eğitim kalitesinin izlenmesi ve gözlenmesi süreçlerinde YÖK’ün aldığı dostça olmayan tavır tersini söylüyor.
Devlet bütçesi, araştırma fonları ve öğrenci harçlarıyla sınırsız ve çoğunlukla sorgulanmayan mali olanaklara sahip devlet üniversiteleri ile sadece öğrenciden (ve daha çok da ailesinden) alınan bedellerle finansmanını sağlayan vakıf üniversitelerinin maliyetlerin yüksek olduğu araştırma ve eğitim alanlarında ayırım yapılmaksızın aynı sayılmasının çarpık mantığının YÖK tarafından henüz kavranamamış durumda olmasını, görüşlerine başvurduğumuz öğrenci velileri, “öğrenciye eğitim vermek yerine, vakıf üniversitelerini altından kalkamayacakları eğitime hiçbir katkısı olmayan ARGE  ve araştırma masraflarına boğmak” olarak adlandırıyorlar. “Devlet üniversiteleri araştırma ve ARGE yapsın ancak vakıf üniversiteleri sadece kaliteli ve uzman mezun yetiştirsin, zaten vakıf üniversitelerin öğretim üyelerinin önemli bir kısmı, devlet üniversitelerinden geliyor” diyorlar.

YÖK’ün, bu ikili üniversite yapısında bariz bir ayırımcılıkla davranmasının öğrenciye ve ekononik sektörlere ciddi fakat üstü parlak “yükseköğretimde kaliteyi arttırdık” lafları ile bizzat YÖK tarafından örtülen sonuçlar yarattığı konusunda dikkat çeken uzmanlar, Cumhurbaşkanının “eğitim ve kültürde başarısız olunduğu” ifadesinin haklılığını ve bir an evvel YÖK, YÖKAK ve CBEÖPK’nun aralarındaki çatışmaları terk ederek, Vakıf üniversitelerinin hem devletle hem de diğer vakıf üniversiteleriyle rekabet edebilmesi için mali ve idari özerkliklerinin tanınmasını, öğrenciye hiçbir yararı olmayan ARGE ve araştırma yükümlülüklerinden kurtulmalarının sağlanmasını ve bunları yapmak için de YÖK’ün kaldırılmasını politikalarını hayata geçirmeleri gerektiğini söylüyorlar.
 
MODERN DÜNYADA HER ŞEY ÖĞRENCİLER İÇİN
 
Görüşüne başvurduğumuz bir uluslararası eğitim uzmanı, “İngiltere’nin, bundan 15 yıl kadar önce benimsediği “Yükseköğretimde Araştırma Mükemmeliyet Çerçevesi” (https://ref.ac.uk/2014/about/ ) yerine, “Yükseköğretimde Öğretme Mükemmelliyet Çerçevesi”ne (https://www.officeforstudents.org.uk/advice-and-guidance/teaching/about-the-tef/ ) ağırlık vermeye başlamasının sebebinin, artık İngiltere’de parasız üniversite kalmadığından üniversitelerin devlete ve kamuoyuna verebilecekleri katkı yerine, ödedikleri paralarıyla üniversiteyi finanse edilen öğrencilere yönelik mükemmeliyet çalışmalarına yönelmesi olduğunu” söylüyor; ve ekliyor: “…daha önce adı HEFCE-“Higher Education Funding Council of England” olan İngiltere YÖK’ünün adının “Office for  Students” (OfS) olarak değiştirilmesinden de izlenilebileceği gibi artık üniversitelerde her şey öğrenci için, bunu YÖK’ün de anlaması gerekli.”

Gözlemcilere göre, YÖK’ün maliyeti yüksek alanlarda devlet ile vakıf üniversitelerine aynı; fakat denetleme ve gözetim açısında ayrı ölçütlerle  işlem yapmasının ortaya çıkardığı ikili yapı, toplam olarak üniversitelerdeki kamu yararının ortaya çıkmasını önlüyor.

CUMHURBAŞKANININ TEMEL SERZENİŞİ

 Bu da Cumhurbaşkanının serzenişinin temel sebebini oluşturuyor. YÖK, vakıf üniversitelerini keyfi olarak denetlerken, ki bu keyfiliğin en önemli kanıtı, üniversite denetleme raporlarının çoğunun kes/yapıştır biçimiyle yazılmış olmalarıdır, devlet üniversitelerini hiç denetlememektedir. Çünkü denetlemede aynı kriterlerin uygulanması halinde bir çok devlet üniversitesinin de kapatılması zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Bu da Cumhurbaşkanının “üniversiteleşme politikalarının” uygulanmasına ket vurabilecektir.

 KONTROLCÜ İKİLİ YAPININ TEMELİNDE “MÜTEVELLİ” KAVRAMINA HUKUKEN MESNETSİZ  TANIMLAMA YATIYOR

 YÖK’ün ayırımcılık yapmasının tek maddi temelinin Vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetleri vasıtasıyla yönetilmesi konusu olduğunda hem fikir olan uzmanlar, YÖK’ün vakıf üniversitelerini yönettiğini ileri sürdüğü iki organın, vakıf mütevelli heyeti ile vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyetinin hukukta karşılığının bulunmayışına dikkat çekiyorlar.

Bu uzmanlara göre, Vakıf üniversitelerine karşı keyfi ve düşmanca bir tavır takınılmasının sebebi, YÖK’ün mütevelli heyetlerini ve başkanlarını, kanunlarda ve meri hukukta olmayan bir şekilde tanımlamış olması ile başlamaktadır.

Başka bir boyut da, YÖK’ün “kurucu mütevelli heyeti” adı altında hukukta ve kanunlarda hiçbir yeri olmayan bir organın üyelerini, heyetten ayrılmış bile olsa sorumlu tutmasının mantıksızlığının yanısıra hukuken sakatlığının da farkına varmamış görünüyor olması. 

 Bakınız: 

  Vakıf üniversitelerine hükmi şahsiyet veren tek üst hukuk metni olan Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 20. maddesinde  birden bire ilk kez tanımlanan; tanımlandığı şekli ile “Vakıf yükseköğretim kurumunun en yüksek karar organı olan mütevelli heyet, vakıf yükseköğretim kurumunun tüzel kişiliğini temsil eder” derken, “mütevelli heyet” terimi ve kavramının  Türk hukuk müktesabatının hiçbir hukuk metninde yer almamış olduğunu unutmuş görünüyor.

Bu anlamda aynı Yönetmeliğin 9. Maddesinin H bendi çok açıklayıcı: Kurulacak vakıf üniversitesinin başvurusunda, “ Vakıf yönetim organı dışında yükseköğretim kurumunun mütevelli heyetinin yediden az olmamak üzere kaç kişiden oluşacağını, mali ve idari konularda mütevelli heyet  ve dışındaki organlardan hangisinin karar almaya yetkili olduğunu belirten vakfın veya müşterek hareket eden vakıfların yetkili yönetim organlarının kararı ve mütevelli heyet üyelerinin özgeçmişlerini belirten belgeler” isterken YÖK inanılmaz bir çelişkiye  düşüyor.

 Görüşüne başvurduğumuz bir Vakıf Hukuku uzmanının deyişiyle,  “eğer 20. madde Vakıf yükseköğretim kurumunun (üniversitenin) en yüksek karar organı mütevelli heyettir diye bir hüküm getiriyorsa, nasıl olur da 9. Maddede istenen belgeler arasında, “mali ve idari konularda mütevelli heyet  ve dışındaki organlardan hangisinin karar almaya yetkili olduğunu belirten” bir belge daha istenebilir sorusu cevapsız kalıyor. Açıkça, 9. madde 20. Maddeyi naksediyor. Çünkü, Vakıf hukuku uzmanlarına göre, en yüksek karar organının, mali ve idari konularda karar almaya yetkili olup olmadığını ayrıca belgelemek, anlaşılacak bir durum değil.

 Açıkçası, vakıf üniversiteleri ile ilgili sadece korkutma yöntemi ile iş yapan YÖK’ün Vakıf üniversitelerini oluşturan en üst hukuki metin olarak çıkardığı Yönetmeliğin, hukuki boşluklarla dolu olmasının boşluğunu anlaşılmaktadır ki hiç kimse bugüne kadar hissetmemiş durumda.

 TÜRK HUKUKUNA GÖRE, VAKIFLARIN ve YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARININ “MÜTEVELLİ HEYET” VEYA “MÜTEVELLİLERE” SAHİP OLMASI HUKUKEN DAYANAKSIZDIR

 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda Vakıflarda mütevelli heyeti, başkanı veya üyeleri adı altında bir yönetim organı zorunluluğunun bulunmamasına karşın, YÖK’ün, vakıflar tarafından kurulan tüm yükseköğretim kurumlarına hem kuran vakıf için, hem de kurumun en yüksek karar organı olarak tanımladığı bir mütevelli heyetinin şart koşması hukuken keenlem yekün bir hüküm olduğunda sözbirliği eden Vakıf hukukçuları, Anayasa’nın 123. Maddesine işaret ediyorlar.

 Görüşlerine başvurduğumuz hukuçu uzman, “bu mütevelli işini Vakıflar Genel Müdürlüğü, kanununda olmamasına, yönetmeliğinde sadece  iki kez yer aldığı halde yöneticilik atfedilmemesine rağmen, vakıf senedi olarak önerdiği bir metinde yer vererek, sakatlığın başlangıcını oluşturmaktadır” diyor. Açıkçası “mütevelli,” vakıf tarihi açısından incelendiğinde “verilen iş yapan kişi” anlamında hiçbir hükmi şahsiyeti veya karar yetkisi bulunmayan bir “özel kişidir”.

YÖK’ün “kurucu veya yürütücü mütevelli heyeti” dediği organlarına yasal bir gereklilik ve varlıkmış gibi işlem tesis etmesindeki hukuki sakatlığın bariz sorunlar yarattığını söyleyen isminin saklı kalmasını isteyen bir mütevelli heyeti üyesi, “YÖK, mütevellileri, kanununda ve ilgili kanunlarda karşılığı olmayan bir biçimde sorumlu ve yükümlü tutuyor” demektedir.

“Mütevelli” maddesi İslam Ansiklopedisi’nde şu cümlelerle başlıyor: “Sözlükte ‘başkasının işini gören, dostluk gösteren, bakımını üstlenen’ gibi anlamlar taşıyan mütevellî kelimesi terim olarak vakfiye şartları, şer‘î hükümler ve mer‘î mevzuat çerçevesinde vakfın işlerini idare etmek üzere görevlendirilen kimseyi ifade eder. Bu görev ve yetkiye velâyet (vilâyet), görevlendirmeye tevliyet denilmektedir. Osmanlı uygulamasında mütevellinin yaptığı iş için çoğunlukla tevliyet kullanılır.”

 TÜRK HUKUKUNDA MÜTEVELLİ  KAVRAMI YOK

 İslam Ansiklopedisi’nde “mütevelli”, Osmanlı hukukunda olmadığı halde, vakıflarla özdeşleştirilerek kullanıyor. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti hukuk müktesabatında da “mütevelli” diye bir hukuki yapı veya terim yok. Daha çok İngilizcede Board of Trustees (Güvenilir Kişiler Kurulu)’nun karşılığı olarak kullanılan Mütevelli Heyeti terimi, hukuki bir boşlukta sallanıyor.

YÖK’ün kurucu Başkanı İhsan Doğrmacı, “ABD üniversiteleri, yerine göre Board of Regents, Board of Trustees, Board of Higher Education, Board of Visitors veya Board of Overseers gibi adlar verilen mütevelli heyetlerce yönetilir.” diyerek, mütevelli oluşumuna sıcak bakmadığını ima edercesine mütevelli’nin vakıflarla iligili olmadığını, ODTÜ gibi bir Türk üniversitesinin de 2547 sayılı Yasa’dan (1981) önce devletin üçlü kararnamesi ile tayin edilen mütevelli heyeti ile yönetildiğini ekliyor.

Hem Türkiye’nin meri vakıf hukukunda olmayan, hem de menşe olarak Amerikan tarzdaki bir üniversite yönetim biçimi olan mütevelli heyetleri, YÖK tarafından sanki hukuki karşılığı varmışcasına devlet-vakıf üniversiteleri ayrımcılığı yaparken hedef tahtası olarak kullanılıyor.

Türk Medeni Kanunu’nun (Madde 109) “Vakfın bir yönetim organının bulunması zorunludur. Vakfeden, vakıf senedinde gerekli gördüğü başka organları da gösterebilir.” hükmünde mütevelli heyetinden bahsetmemesi; 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nda vakfın yönetimi açısından “mütevelli” teriminin kişi veya heyet olarak hiçbir maddesinde yer almaması ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün  Vakıflar Yönetmeliği’nde (Resmî Gazete Tarihi: 27.09.2008 Sayısı: 27010) ise iki yerde “mütevelli” kelimesi geçmesi ancak bunların hiç birinde bir vakfın yönetim organı veya kişisi olarak ifade edilmemesi, mütevelli terimini hukuki boşluğa itiyor. Hukukçuların, Türk hukukunda mütevelli teriminin hükmi şahsiyet olarak hukuki karşılığının olmadığı konusunda hemfikir olmaları, bugüne kadar bu tarzda bir davanın açılmamış olması ile bu durumun ortaya henüz çıkmadığını görüşünü geçerli kılıyor.

Vakıflar üzerine tarihsel veya hukuksal analiz içeren çalışmaların makalelerinde veya kitaplarında da mütevelli heyeti terimine çok seyrek raslanılıyor. Elmalılı Hamdi Yazır’ın İrşâdü’l-ahlâf fî ahkâmi’l-evkāf adlı ders notlarında da vakıfların kuruluşu ve yönetimi açısından  mütevelli terimi, “işgüder” anlamı dışında  hiçbir yerde kullanılmıyor. Çünkü eski vakıflarda mütevelli, vakfiye sahibine değil, vakfiyenin işgüderine; yani, cari işlemlerini yapan (kararı uygulayan) kişilere, yetkili bir hükmü şahsiyet olarak değil, bir icrai sorumluluk olarak verilen işlevsel bir ünvan.

Vakıf uzmanı Hüseyin Ertunç, “eğitim hizmetlerinin vakıflar tarafından yerine getirilmesi Ortadoğu/İslam devlet geleneğinin, devletin görevlerine bakış açısının sonucudur. Bu yaklaşımda, devlet adalet ve savunma dışındaki kamu hizmetlerini kendisi yürütmek zorunda olmamalıdır. Osmanlıda yönetim kadrosu bu tür Vakıf Müesseselerinin kurulmasına ve faaliyetlerinin sürdürülmesine öncülük etmişlerdir.Tüm kuruluş giderleri vakıf sahibi tarafından karşılanarak vakıf tamamlanmakta ve mütevelliye (işi görecek olanlara) teslim edilmektedir.” demektedir. Buradaki teslim, karar verme açısından çok, kararları yerine getirme işlevini işaret ediyor.

Bir başka hukuki görüş ise, “Vakfın zorunlu organı olan yönetim organı yoksa vakfın fiil, eylem ehliyeti bulunmaz. Dolayısı ile vakıflarda yönetim organı olmazsa olmazdır. Yönetim organı hem karar hem de icra organıdır. Vakfın bir yönetim organının bulunması zorunludur. ‘Vakfeden, vakıf senedinde gerekli gördüğü başka organları da gösterebilir’ (TMK m. 109). TMK bu düzenlemesi ile vakıflara örgütlenme şekli bakımından çok önemli bir alan açmış durumdadır. Vakıflarda Genel Kurul, (bazı durumlarda) Mütevelli Heyeti, Danışma Kurulu vb. isimler altında kurulabilecek tüm organlar ihtiyari organlardır.” diyerek mütevelli heyetinin Vakfın temel karar organı olmadığı ancak yönetim organı yanında isteğe bağlı olarak kurulabileceğini” söylüyor. Benzer olarak: “Tüm kuruluş giderleri vakıf sahibi tarafından karşılanarak vakıf tamamlanmakta ve mütevelliye teslim edilmektedir. Bunun haricinde işletim giderleri de vakıf kurucusunun önceden belirlediği ve vakfiyede ayrıntılı bir şekilde kaydedilen prensipler çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Bütün giderler vakıf sahibi tarafından vakfedilmiş olan gelir kaynaklarından elde edilen gelirler vasıtası ile karşılanmaktadır.” saptaması da YÖK ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mütevelli aşkını ve nefretini açıklamıyor.

 YÖK’ÜN MÜTEVELLİ HEYETİ AŞKI NEREDEN KAYNAKLANIYOR ?

 Peki, soru şu: Türkiye’deki ikili yükseköğretim yapısı içinde durmadan hedef gösterilen; hem Türk vakıf hukukunda, hem de Türk yüksek öğrenim tarihinde, tek istisnası dışında, rastlanmayan YÖK’ün bu “mütevelli heyeti aşkı ve nefreti” nereden kaynaklanmıştır? Bu tek istisna nedir?

 “MÜTEVELLİ HEYET” aşkınIN ve nefretinİN kaynaklandığı yer ODTÜ’dür

 2547 sayılı yasanın 1981’de yürürlüğe girmesine kadar, 7307 sayılı kanunla kurulmuş olan ve idare edilen Orta Doğu Teknik Üniversitesi hakkındaki 7307 sayılı Kanunun 3 ncü maddesinin değiştirilmesine dair geçici Kanun (Resmî Gazete tarih 11.8.1960 - Sayı 10575), eskisini ilga ederken (ilga edilen eski mütevelli heyetinde Amerikalar da yer alıyordu) yeni bir Mütevelli Heyeti oluşturduğunda Türk hukuk sistemine mütevelli heyeti kavramı bir istisna olarak girmiş bulunuyor. Öyle bir istisna ki, 1980 darbesine kadar ODTÜ’de tüm protestolar ve boykotlar mütevelli heyeti olarak adlandırılan bu kuruluşa karşı yapılıyor. Böylece mütevelli heyet terimi ilk kez kanun içinde yer alıyor fakat 2547 sayılı yasa ile de kaldırılıyor.  

ODTÜ’nin idari yapısında, o güne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde herhangi bir Vakıf veya üniversitede “hükmü şahsiyeti” olmayan mütevelli heyeti kavramına geniş yetki ve sorumluluklar verilmiş bulunuyor.

Bu geniş yetkileri bugüne ışık tutacağından ve çok öğretici olacağından, o günlerde (1960) Meclis’e sunulan Lahiya’dan izleyelim: 

 “Lâyihanın altıncı maddesi, Mütevelli Heyetinin vazife ve salâhiyetlerini göstermektedir. Bu madde, üniversitenin bünyesine uygun olarak Mütevelli Heyetine çok geniş salâhiyetler tanımakta ve icabında bu salâhiyetlerinden lüzum gördüklerini kendi arasından seçeceği tâli komisyonlara, rektöre, öğretim kurullarına veya üniversitesinin diğer idarecilerine verebilmesine ve tekrar geri alabilmesine imkân sağlamaktadır. Bu suretle üniversite idaresinde elestikiyet ve devamlılık temin edilmiş olacaktır. Mütevelli Heyeti, üniversite hükmi şahsiyetinin temsilcisi sıfatiyle bütün dünyadan yapılacağı tahmin olunan her türlü yardım, vasiyet ve bağışları kabule ve bunlar üzerinde üniversite menfaatlerine en uygun şekilde hukuki tasarruflarda bulunmaya salahiyetli kılınmaktadır. Bu suretle iktisabolunan gayrimenkul mallar Orta -Doğu Teknik Üniversitesi adına tapu siciline kaydolunacaktır. Mütevelli Heyeti bu gibi bağış ve vasiyetlerden zamanında Maarif Vekâletine bilgi verecektir. Bundan maksat, memleketin veya üniversitesinin yüksek menfaatleri bakımından her hangi bir vasiyet veya bağışın veya şartların kabulünde bir mahzur görüldüğü takdirde Hükümetin müdahalesini temin etmektir. Ayrıca, bütün üniversiteye Hükümetçe tahsis edilmiş veya edilecek olan gayıimenkul mallar üniversitenin ihtiyacı bulunduğu müddetçe onun istimal ve intifama bırakılacaktır. Mütevelli Heyeti, üniversitenin idaresi için lüzumlu ve uygun göreceği kaide ve usulleri ve tâli organları istediği gibi tanzim, tesbit ve teşkil edebilecek ve bunları zaman zaman değiştirip yenileyebilecektir. Mütevelli Heyeti, üniversiteye öğretim üyesi, idareci veya memur olarak Türk veya yabancı şahıslardan, mukavele ile istediği personeli tâyin ve bunların ücret ve sair haklarını bizzat tesbit edebilecektir. Ancak, öğretim üyeliklerine yapılacak tâyinlerde Türkiye ve diğer memleketlerdeki bellibaşlı üniversitelerin seviyelerine eşit seviyelerin muhafaza edilmesi esası bu maddeye sarahatle vaz'- olunmak suretiyle üniversite öğretim heyeti seviyesinin mümasil üniversitelerden dun bir hale düşmemesi istihdaf olunmuştur. Burada bilhassa ehemmiyeti haiz olan nokta şudur : Altıncı maddenin (F) bendi ile Mütevelli Heyetine verilen mukavele ile personel istihdamı salâhiyeti, bu üniversitedeki bütün vazifelilerin memleketimizdeki memur rejiminden hariç tutulmasını gerektirmekte ve bu durum yukarda üniversitenin bünyesi ve idaresi hakkında verilen izahata mutabık bulunmaktadır. Bu üniversitede kadro binnetice maaş veya ücret baremi bahis mevzuu değildir. Üniversitenin ilmî, teknik ve milletlerarası mahiyeti göz önünde tutulmak suretiyle Mütevelli Heyeti tarafından vaz olunacak usul ve kaidelere uygun şekilde hizmetin icabına ve şahsın ehliyet ve liyakatine göre mukavele ile muayyen bir ücret verilecektir. Bu esas, Üniversitede, ehliyetli ve verimli şahıslar, n toplanmasına ve Üniversiteye gerekli faydayı sağlamıyan kimselerin kolaylıkla hizmetten çıkarılmalarına imkân sağlıyacaktır. Bittabi mukavele ile istihdamın neticesi olarak, Orta - Doğu Teknik Üniversitesinin bütün personeli memurin hukukundan faydalanamıyacaklardır. Bu itibarladır ki, mukavele ile verilecek ücret miktarları kanunda gösterilmemiş ve ancak Türk vatandaşlarından olan öğretim üyeleri için âzami bir hat tesbit olunarak onun dâhilinde Mütevelli Heyeti serbest bırakılmıştır. Bu âzami had, birmci derece Devlet memurunun alabileceği aylık ve sair munzam istihkakları yekûnudur. Böyle bir had konulmasının sebebi, memlekette cari maaş ve ücret muvazenesinin bozulmaması içindir. Bittabi bu miktar yalnız mukavele ücretidir. Diğer haklar bunun haricindedir. öğretim üyeleri için ücret bakımından bu şekilde âzami bir had konulmuş olmakla beraber diğer taraftan bütün faaliyet ve gayretlerini üniversiteye hasredecek öğretim üyelerine verilecek ücret miktarları bu hadden istisna edilmiştir. Zira, memurin haklarından faydalanmıyaeak olan bu gibi zevatın bütün mesailerini üniversiteye hasredebilmcleri kendilerine tatminkâr bir ücretin verilebilmesine bağlıdır. Lâyihanın öğretim kurullarına ait yedinci maddesi, Mütevelli Heyetine uygun gördüğü öğretim kurul veya öğretim bölümlerini teşkile salâhiyet vermekte, üniversite konseyi ise öğretim kurullarının toplantısından vücuda gelmektedir. Lâyihanın, derece ve unvanlara dair sekizinci maddesi, üniversiteye ait tahsil dereceleri fahrî , unvanlar, diplomalar ve sertifikaların Mütevelli Heyetince hangi esaslara göre verileceğini tespit etmektedir.”

Tam bir hükmi şahsiyet olarak, mahkemeler dışında hiçbir otorite tarafından önlenemeyecek olan üniversiter bir otorite. “Olacaksa eğer Mütevelli Heyeti bir üniversitede böyle olmalıdır.” diyen görüşlerine başvurduğumuz yetkililer, “ODTÜ türü bir mütevelli heyeti biçiminde yönetilmek hukukidir, çünkü kanunda yer almaktadır. Bugün ise kanunda olmayan bir biçimde vardırlar.” düşüncesini de beyan ediyorlar.

 MÜTEVELLİ HEYETİ YÖK’ÜN KORKUTMA MANİVELASI

 YÖK, kanununundan sonra Anayasa’da oluşturulan Vakıf üniversitelerinde bu tarihsel tecrübe ile de çelişkiye de düşerek, mütevelli heyet ile yönetim modelini ODTÜ’den öğrenmiş bulunuyor fakat mütevelliye özerk ve üst yetkiler vermeyerek, şu andaki ikircikli ve her Başkan ile atıl hale gelen karmaşık bir korkutma politikasının manivelası haline getiriyor.  Bir anlamda, ODTÜ’de 1980 öncesinde uygulandığı haliyle Amerikan tipi üniversite (veya vakıf-foundation) yönetimi ile Vakıf hukukunda olmayan fakat her nedense vakıf ile özdeşleşmiş bir eski terimi YÖK, Vakıf üniveritelerine yamamış bulunuyor.

 YÖK’ÜN VAKIF ÜNİVERSİTELERİNDEKİ MÜTEVELLİ HEYETLERİNE BAKIŞ TARZI HUKUKİ BOŞLUKTAN DOĞMAKTADIR

 Bir gözlemci, “hem Osmanlı hukukunda kapsayıcı ve zorunlu olmadığı halde var olan mütevelli, işi götüren kimse demektir. Vakıf üniversitelerinin kurucu vakıfları ise, yine kendi vakıf hukuku mevzuatında bile yeri olmayan Vakıflar Genel Müdürlüğünün, Vakıf Senedi oluştururken öneri olarak gösterdiği senet örneğinde yer alan bir ibare olduğundan, YÖK tarafından da benimsenmiş bulunuyor” diyerek, ODTÜ dışında da mütevelli heyetin kaynaklandığı bir başka olasılığı gösteriyor.

Böyle de olsa, Vakıflar Genel Müdürlüğü de bağlı olduğu Kanun’a göre hareket etmiyor. Hukukçular, bu türlü terim yokluklarının veya sakat kullanımlarının, bir çok durumda hem mahkemeleri zor durumda bıraktığını hem de davalı tarafları zarara uğratacağını söylüyorlar.

Yine İslam Ansiklopedisi’nde yer alan, “Mütevelli tayini ve azli, mütevellide aranacak şartlar, mütevellinin hak ve vazifeleri gibi konularda fıkıh mezhepleri arasında bazı görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte (Mv.F, XXXVI, 99-104) bütün İslâm hukukçuları vâkıfın (vakfedenin), mütevelli tayini konusunda mutlak yetkiye sahip olduğunu kabul etmiştir.” ifadesinden anlaşılacağı üzere, YÖK’ün bir devlet memuru ya da Vakıf hukukunun ayrılmaz parçası olduğunu zannettiği mütevelli heyet üyelerine işgüzar bir keenlem yekün yükümlülük yüklemesi hukuki bir boşlukta yerv alıyor.

 Yine bir hukukçu uzman: “Vakfın mal ve derneğin kişi topluluğu olması dışında vakıf-dernek oluşumunun temel farkı bu noktada düğümlenmektedir. Uygulamada; vakıflar derneklerdeki genel kurul, yönetim kurulu, denetim kurulu gibi yapılara benzer şekilde mütevelliler heyeti, yönetim kurulu ve denetim kurulu şeklinde örgütlenmekte ise de bunun vakıflar bakımından yasal zorunluluk nedeniyle değil, derneklerden gelen yaygın uygulamanın etkisiyle olduğunu söylemek yerinde olacaktır” demektedir.

Ayrıca, bir çok ilgili, hukuka göre, “Vakıf kendi yönetim organını kuruluş amacı ve öngördüğü işleyişi doğrultusunda dilediği gibi oluşturmak olanağına yasal olarak sahiptir. Vakfın örgütlenme ve yönetim şekli düzenlenirken yasal düzenlemenin tanıdığı bu önemli olanağın değerlendirilmesinde büyük yarar bulunmaktadır. Özellikle kuruluş aşamasında tüzel kişiliği amaca taşıyacak en elverişli örgütlenme yapısını oluşturma konusunda titiz davranan vakıflar, hayatlarına çok daha sağlam ve kolay devam etme yönünde önemli bir olanak sağlamış olurlar. Kendine özgü örgütlenme ve yönetim şekli oluşturmanın bir vakfın kilit taşı olacağını söylemek abartı olmayacaktır.” diyerek, Vakıf dışında, mütevelli heyete dışarıdan karışılamayacağına da işaret etmektedir.

İHSAN DOĞRAMACI’DAN SONRA YÖK YALPALIYOR

 Bütün bunlar, YÖK’ün Doğramacı sonrası bir yalpalama içine düştüğü ve daha sonradan da Anayasa’ya eklenen vakıfların da üniversite kurabilmesinin yolunun açıldığı süreçte oluşan ikili yapının zaman zaman kendi bürokrasisinden kaynaklanan, zaman zaman da iktidarların yönlendirmesinde mütevelli heyeti hedef tahtasında tuttuğu gerçeğini anlatıyor. Bu ikili ve ikircikli yapı da Cumhurbaşkanının şikayet ettiği “eğitim ve kültürde başarısızlığı” yaratıyor.

Haber3.com, bu haberdeki iddialar için, YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar’a da ulaşarak, görüşlerini almak istedi.

 Ancak, YÖK başkanı gönderdiğimiz sorulara, yanıt vermedi..

 İşte, yolladığımız e-mail:

 

 YÖK başkanı gönderdiğimiz sorulara, yanıt vermedi